Lütfen aramak istediğiniz kelimeyi yazıp Enter tuşuna basın..

Logo

Kullandığımız dil; bugün ne olduğumuzu, yarın ne olacağımızı belirler..

 MENÜ

KAVRAM

(Genel kabul görmüş anlamı)

ETİMOLOJİ / KÖKEN / KAYNAK

(Etimoloji, köken, kaynak vb bilgiler)

YÜKLENEN ANLAM VE SORUNLAR

(Anlam kayması yoluyla kazandığı anlam ve yol açtığı sorunlar)

 

TDK 1966 Sözlüğü secdeyi namaz kılarken alnı, el ayalarını, dizleri ve ayak parmaklarını yere getirerek alınan durum olarak açıklamaktadır.

Ali Püsküllüoğlu da (age s.1152) benzer bir tanımlama yapmaktadır.

İsmet Zeki Eyüboğlu’nun görüşlerini yukarıda vermiştik.


Konu secde olunca sehiv secdesi, şükran secdesi ve tilavet secdesini de anmak gerekmektedir. Secde ayetleri ise Kur’an’da okuyanın secde etmesini gerektiren ayetlerdir.
Şemsettin Sami (age s.556) secdeyi bize namazda ve makam-ı tazîm ve arz-ı ubudiyette eğilip yüzünü yere sürme, yere kapanma olarak vermektedir. Buradan da anlaşıldığı gibi secde kavramının namazdan başka uygulama alanları ve namazda tanımlanan şeklinin dışında şekilleri de bulunmaktadır.

Kubbealtı Lügatı (age s. 2738) Secde sözcüğü için şu notu yazmaktadır. (ﺳﺠﺪﻩ) i. (Ar. secde) Allah’ın büyüklüğü, yüceliği önünde hiçliğini göstermek ve O’nu ululamak maksadiyle vücûdu alın, burun, el ayaları, dizler ve ayak parmakları yere değecek duruma getirme, bu durumda yere kapanma: Bu eyleme de secde etmek, eylemek, secdeye varmak/ ‘kapanmak’ deniyor. (Secdeye kapanmak şeklindeki deyimin içinde iki kez kapanma sözcüğü olduğunu, bunun da yanlış olduğunu belirtmeliyiz.)
Bir de alnı secdeye değmiş veya secdesiz gibi kavramlar da bulunmaktadır. Bu kavramlarla namaz kılan ve kılmayan ayrımı yapılmak istenmektedir. Yine yeri gelmişken söylemek gerekir ki; cenaze namazı, secdesiz, ayakta kılınan namazdır.

Secde kavramının derinlerine doğru gezimizi biraz daha eskilere götürürsek antropolojik bir durağa doğru ilerlemiş oluruz. Bilindiği gibi insan denilen varlık, homo sapiens türünün içinde ayrışarak iki ayağının üzerinde durabilme olanağını kazanmıştır. Homo erectus durumuna gelen homo sapiens’in görüş açısı genişlemiş, yürüme ve koşmayı başarmış, alet yapmaya başlamış ve buna koşut olarak beyin yapısı her geçen gün biraz daha gelişmiştir. Düşünen varlık insan, olayların oluş nedenleri üzerinde kafa yormaya başlamıştır. Doğada tekrarlanan olaylardan hareketle kendine göre kurallar bulmuştur. Bu arada özetle söylemek gerekir ise bir tanrı, yaratan kavramı üzerinde düşünmüştür. Daha sonra ise insanlar topluluk halinde din denilen bir inançlar sistemini bulmuşlardır. Dinlere uymayı sağlamak için insanlar bazen korku bazen yarar ilkesini öne çıkarıp bazı dogmalar, naslar, tabular yaratmışlardır. Bunlara daha sonra kutsal tanımlamasını yapmışlar, bu kutsallara el, dil uzatanları cezalandırma yoluna gitmişlerdir. İnsan insan olmaya başlarken önce iki ayağının üzerine yükselmiştir. Bu belki de soyumuzun yaşadığı en büyük devrimdir. Bu devrim ile insan yükselmiştir. Başka bir anlatımla bu durumun bilincine varan insan ben her şeyi yaparım anlayışına ulaşmıştır. Oysa bu denklemin öteki yanında hala karşısına dikilen bir dizi zorluklar da vardır. İnsanlardan büyük bölümü insanın o kadar da büyük olmadığını, bütün bu doğal sistemi yöneten başka bir güç veya güçlerin bulunduğu gerçeğini diğer insanlara zorla kabul ettirmeye başlamışlardır. İnsanın bu gerçeği kabul etmemesi halinde bütün bir toplumun zarar göreceği inancı toplulukta yerleşmiştir. Bu zorlama işi ise insanı, insanın homo erectus olurken kazandığı yükselme şeklindeki üstünlüğün aşağılanması ile olacaktır.

İnsanın doğrudan kendisi bu güç karşısında onu kızdırmamak, onun rızasını kazanmak veya yardımını sağlamak için kendi kazanımlarından vazgeçmekte, sen büyüksün diyerek eğilmektedir. Bunun bir yolu dua, bir yolu sunular sunmak ve bir yolu da secde etmektir. İnsan bu eylemi ile bir güce, otoriteye karşı küçüklüğünü, çaresizliğini kabul etmiş olmaktadır. Bunun tam tersi bir durum şu örnekle açıklanabilir. Çocuklar arasında yaygın olan bir oyunda çocuklardan bir veya birkaçı ayakçak takarak yürümeye çalışırlar. Sonra düşünce hep birlikte gülüşürler. Bu krala karşı bir alaylı karşı koymadır. İnsanların çeşitli büyüklükte taçlar, şapkalar takarak boylarını olduğundan uzun göstermeleri hep büyüklük gösterileridir. Aynı şekilde XIV. Lui ile başlayan ayakkabıya topuk eklenmesi geleneği de aynı isteğin bir başka görünümüdür.

TDK 1966 Sözlüğü secdeyi namaz kılarken alnı, el ayalarını, dizleri ve ayak parmaklarını yere getirerek alınan durum olarak açıklamaktadır.

Ali Püsküllüoğlu da (age s.1152) benzer bir tanımlama yapmaktadır.

İsmet Zeki Eyüboğlu’nun görüşlerini yukarıda vermiştik.

Sevan Nişanyan (age s. 420) secde kavramını yere kapanma, yere kapanarak tapınma olarak açıklamaktadır. Sözcüğün kökeni Arapça sacda mastarından gelmektedir. Aramca sagd/sagūdā سجد a.a. < Aram #sgd סגד kökü ile ilgilidir.

Ferit Develioğlu (age s.1082) secde için namazda alını, el ayalarını, dizleri ve ayak parlaklarını yere dayamaktan ibaret ibâdet vaziyeti olarak tanımlamaktadır.
Konu secde olunca sehiv secdesi, şükran secdesi ve tilavet secdesini de anmak gerekmektedir. Secde ayetleri ise Kur’an’da okuyanın secde etmesini gerektiren ayetlerdir.
Şemsettin Sami (age s.556) secdeyi bize namazda ve makam-ı tazîm ve arz-ı ubudiyette eğilip yüzünü yere sürme, yere kapanma olarak vermektedir. Buradan da anlaşıldığı gibi secde kavramının namazdan başka uygulama alanları ve namazda tanımlanan şeklinin dışında şekilleri de bulunmaktadır.

Kubbealtı Lügatı (age s. 2738) Secde sözcüğü için şu notu yazmaktadır. (ﺳﺠﺪﻩ) i. (Ar. secde) Allah’ın büyüklüğü, yüceliği önünde hiçliğini göstermek ve O’nu ululamak maksadiyle vücûdu alın, burun, el ayaları, dizler ve ayak parmakları yere değecek duruma getirme, bu durumda yere kapanma: Bu eyleme de secde etmek, eylemek, secdeye varmak/ ‘kapanmak’ deniyor. (Secdeye kapanmak şeklindeki deyimin içinde iki kez kapanma sözcüğü olduğunu, bunun da yanlış olduğunu belirtmeliyiz.)
Bir de alnı secdeye değmiş veya secdesiz gibi kavramlar da bulunmaktadır. Bu kavramlarla namaz kılan ve kılmayan ayrımı yapılmak istenmektedir. Yine yeri gelmişken söylemek gerekir ki; cenaze namazı, secdesiz, ayakta kılınan namazdır.

Secde kavramının derinlerine doğru gezimizi biraz daha eskilere götürürsek antropolojik bir durağa doğru ilerlemiş oluruz. Bilindiği gibi insan denilen varlık, homo sapiens türünün içinde ayrışarak iki ayağının üzerinde durabilme olanağını kazanmıştır. Homo erectus durumuna gelen homo sapiens’in görüş açısı genişlemiş, yürüme ve koşmayı başarmış, alet yapmaya başlamış ve buna koşut olarak beyin yapısı her geçen gün biraz daha gelişmiştir. Düşünen varlık insan, olayların oluş nedenleri üzerinde kafa yormaya başlamıştır. Doğada tekrarlanan olaylardan hareketle kendine göre kurallar bulmuştur. Bu arada özetle söylemek gerekir ise bir tanrı, yaratan kavramı üzerinde düşünmüştür. Daha sonra ise insanlar topluluk halinde din denilen bir inançlar sistemini bulmuşlardır. Dinlere uymayı sağlamak için insanlar bazen korku bazen yarar ilkesini öne çıkarıp bazı dogmalar, naslar, tabular yaratmışlardır. Bunlara daha sonra kutsal tanımlamasını yapmışlar, bu kutsallara el, dil uzatanları cezalandırma yoluna gitmişlerdir. İnsan insan olmaya başlarken önce iki ayağının üzerine yükselmiştir. Bu belki de soyumuzun yaşadığı en büyük devrimdir. Bu devrim ile insan yükselmiştir. Başka bir anlatımla bu durumun bilincine varan insan ben her şeyi yaparım anlayışına ulaşmıştır. Oysa bu denklemin öteki yanında hala karşısına dikilen bir dizi zorluklar da vardır. İnsanlardan büyük bölümü insanın o kadar da büyük olmadığını, bütün bu doğal sistemi yöneten başka bir güç veya güçlerin bulunduğu gerçeğini diğer insanlara zorla kabul ettirmeye başlamışlardır. İnsanın bu gerçeği kabul etmemesi halinde bütün bir toplumun zarar göreceği inancı toplulukta yerleşmiştir. Bu zorlama işi ise insanı, insanın homo erectus olurken kazandığı yükselme şeklindeki üstünlüğün aşağılanması ile olacaktır.

İnsanın doğrudan kendisi bu güç karşısında onu kızdırmamak, onun rızasını kazanmak veya yardımını sağlamak için kendi kazanımlarından vazgeçmekte, sen büyüksün diyerek eğilmektedir. Bunun bir yolu dua, bir yolu sunular sunmak ve bir yolu da secde etmektir. İnsan bu eylemi ile bir güce, otoriteye karşı küçüklüğünü, çaresizliğini kabul etmiş olmaktadır. Bunun tam tersi bir durum şu örnekle açıklanabilir. Çocuklar arasında yaygın olan bir oyunda çocuklardan bir veya birkaçı ayakçak takarak yürümeye çalışırlar. Sonra düşünce hep birlikte gülüşürler. Bu krala karşı bir alaylı karşı koymadır. İnsanların çeşitli büyüklükte taçlar, şapkalar takarak boylarını olduğundan uzun göstermeleri hep büyüklük gösterileridir. Aynı şekilde XIV. Lui ile başlayan ayakkabıya topuk eklenmesi geleneği de aynı isteğin bir başka görünümüdür.

Diplomaside bir ülkeden diğerine gönderilen elçi için düzenlenen itimat mektubu kabul seremonisi üzerinde durduğumuzda gücün büyüklüğünün kabulü veya dengelenmesi dikkat çekmektedir.

Kral karşısında yapılan reveranslar, şapka veya benzerinin diğer ele alınışı, kılıcın veya ateşli silahların namlusunun yere indirilişi gibi şeyler bir otoriteye boyun eğme, itaat etmenin göstergeleridir.

Bu işleyiş günümüzde büyük ölçüde törpülenmiş gibi görünmektedir ama dikkat edilecek olursa egemen olan güç veya güçler büyüklüklerini başka yollarla kabul ettirmektedirler.

Kaynak: Ali Can Polat

Kavram Mutfağı, Makaleler 

https://www.kavrammutfagi.com/makale/seccade

 

 

Yorumlar

Sevan Nişanyan (age s. 420) secde kavramını yere kapanma, yere kapanarak tapınma olarak açıklamaktadır. Sözcüğün kökeni Arapça sacda mastarından gelmektedir. Aramca sagd/sagūdā سجد a.a. < Aram #sgd סגד kökü ile ilgilidir.

Ferit Develioğlu (age s.1082) secde için namazda alını, el ayalarını, dizleri ve ayak parlaklarını yere dayamaktan ibaret ibâdet vaziyeti olarak tanımlamaktadır.

Yorumlar