Plaza Türkçesi
Bülent Eczacıbaşı ve Gülse Birsel arasında 2016 Marka Kongresi sırasındaki 22 dakikalık bir söyleşi, yozlaştırılmış bir dil kullanımını konu alıyor.
Toprağımız, dilimiz, dinimiz ve Atatürk
Bu açıklamadan sonra, demek istediğimi paylaşayım: Oluşumunda katkınız olmayan üstünlüklerinizle övünmeyiniz ya da aksine neden olmadığınız eksiklerinizden yüksünmeyiniz. Üstünlüklerinize lâyık olmaya, eksiklerinizi ise gidermeye çalışınız. Gerçekten dört mevsimi bir anda yaşayabilen, nadir elementler dahil doğal zenginliklerle dolu, stratejik konumu nedeniyle herkesin ele geçirmek istediği topraklarımıza lâyık tutum ve davranışlar içinde miyiz, yoksa aksi mi? Matematiksel yapısı nedeniyle tek sözcük içinde çeşitli anlamlarda farklı sözcükler üretebilme yeteneğine sahip Türkçeyi -ancak bir kursun başlangıç düzeyindeki kadar yetkinlikle kullanabildiğimiz için- PISA testlerinde çocuklarımız okuduklarını anlayamayıp hep son sıralarda yer alıyorlar. Tüm âleme benimsetmek için uğraşılan İslâm dininin evrensel yol gösterici olabilecek “Kul Hakkı” ilkesindeki “kul” sözcüğünün anlamını dahi merak etmemiş olup, insan dışındaki tüm varlıkları “insana hizmet için yaratılmış” zannetmek acaba ne anlama geliyor? Ve yabancıların “yüzyılda bir gelen bir dahinin Türklere nasip olduğu” şikayetlerine konu olan M.K.Atatürk’ü sürekli birbirimize övüp, ama onun, zamanının imkânlarını nasıl kullandığından[2] hiç mi hiç ders almadan salt övmeyi yeter sanmak. Türkçemiz bugünkü kullanım düzeyimiz açısından, üzerine nasıl katma değer ekleyeceğimizi bilemeyip ancak ham olarak satabildiğimiz; üstüne üstlük bir de bu kaynaklara sahip olmak isteyenlerin düşmanlıklarına sebep olan yeraltındaki toryum ya da bor cevherleri[3] kadar değerlidir. Türkçenin korunması, her yabancı sözcüğe bir Türkçe karşılık üretilmesinden ibaret değildir; hattâ karşılık üretmek sorunun en küçük parçasıdır. Sorun, dilimizin bir sorun çözme aracı olan “yetkin akıl” ile bağlantısını[4] fark edip etmemektir.
Türkçe’mize Sahip Çıkalım Dil Bayramımız Kutlu Olsun-26 Eylül
Almanya, İtalya ve Fransa, dillerini koruma ve geliştirmek için tüm yabancı film ve dizilere seslendirme (dublaj) zorunluluğu getirmiştir[iv]. Aslında, alt yazılı orijinal bir film yerine seslendirme yapmak çok masraflıdır. Ancak, bu ülkeler lisanlarının İngilizce kelimelerle bozulmasını önlemek maksadıyla seslendirmeyi mecbur tutmuşlardır[v]. Dilimizi kaybetmek demek, benliğimizi, kimliğimizi kaybetmek demektir. Türkçemizdeki bozulma sürdürülemez hale gelmiştir. Türkçesi varken örneğin İşlevsel yerine niçin fonksiyonel, etkin yerine aktif, nesnel yerine objektif, dayatmak yerine empoze etmek, ara sınav yerine midterm, özgün yerine orijinal, simgesel yerine sembolik kullanırız.[vi] Bu konuda, Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere tüm bakanlıklar, meslek odaları, spor federasyonları, televizyon ve müzik kanalları, TDK, RTÜK, STK, basın, öğretmen, yazar, anne, baba kısaca tüm bireylere ve kurumlara önemli sorumluluklar düşmektedir. Dünyada gelişmiş ülkelerde, örneğin ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, İtalya, İspanya vb hiçbir ülkede olmayan Anadolu Liseleri benzeri yabancı dilde eğitim yapan ortaokul-liselerdeki ve yurtdışından öğrenci alan birkaç Üniversite hariç üniversitelerdeki yabancı dilde eğitim uygulamasına son verilmelidir. Eğitim, hayatta olduğu gibi aslında “sorun çözmektir”. Sorunu çözmek için anlamak gerekir. Ana dilimizde dahi bazı sorunları çözmek ve öğrenmek için konu iki kez anlatılır ve hatta tartışılır. Bu konuları Türk Öğretmenin, Türk öğrenciye ana dilinde anlatması varken bunu neden İngilizce anlatırız, anlamak mümkün değildir. O ders sırasında birkaç İngilizce kelime kapmaksa amaç, bunu başka yollarla yapmak mümkün olup, akşam seyredeceği yabancı bir film ile de birkaç kelime kapabilir öğrenci. Ama eğitimde ana dil esastır. Bernard Shaw diyor ki, “Herkes neden, nasıl diye sorar, ben ise olmayanı hayal eder, neden olmasın derim”. Dilimize kurumlarımızla, halkımızla sahip çıkmamızın, “Neden Olmasın” demenin zamanı gelmiştir ve bu yozlaşma böyle devam etmemelidir.
DILIMIZ YA DA ALKOLÜN BEYAZI
Bir ülkeyi oluşturan insanlar arasındaki en güçlü bağ hiç kuşkusuz dildir. Dilin bozulması, kavramların anlaşılamaz hale getirilmesi insanların birbirlerini anlamakta büyük zorluklar yarattığı gibi o ülke insanlarının ilerlemesini, gelişmesini ve kalkınmasını da olanaksız hale getirir. Dil giderse her şey gider, her şey biter.