Lütfen aramak istediğiniz kelimeyi yazıp Enter tuşuna basın..

Logo

Kullandığımız dil; bugün ne olduğumuzu, yarın ne olacağımızı belirler..

 MENÜ
CANCER, CARCINOME, SARCOME, / KANSER, KARSİNOM, SARKOM
CANCER, CARCINOME, SARCOME, / KANSER, KARSİNOM, SARKOM

Sahilde kumların üzerinde veya kayaların arasında yanpirik adımlarla dolaşırken her gördüğümde yengeçleri ne çok sevmiştim. Ama onlardan esinlenilerek çağımızın bir baş belasına ad yapıldığını duyunca çok üzüldüm. Aslında yengeçlerin bir kusuru yok. Biz insanlar böyle benzetmeler yapmışız. 
1-1,5 yıl süreyle bu hastalıkla uğraştıktan sonra üstesinden geldiğimizi öğrenince dikkatim hastalığın etimolojisine yöneldi. Araştırdım, edindiğim bilgileri bir yazı haline getirdim. 

DARWIN ORKİDESİ DARWIN BUTTERFLY /  DARWIN KELEBEĞİ
DARWIN ORKİDESİ DARWIN BUTTERFLY /  DARWIN KELEBEĞİ

Bu bilgileri de edindikten sonra Fransız Animaux TV kanalında ve Youtube kanalında bir belgesel seyrettik. Belgesel sanki Charles Darwin’nin öngörüsünü kanıtlamak istercesine hazırlanmıştı. Belgeseli çekenler çok sıkı bir kamuflaj içindeydiler. Kesinlikle orada bir video kameranın, kamera kullananın varlığı anlaşılmıyordu. Kamera gece çekimine uygundu. Belki termal bir kameraydı. Gözlem ve çekim işi gece yapılıyordu. Belli ki Darwin Orkidesinin de Darwin kelebeğinin de gececi, nocturnal bir yaşamları vardı. Etrafta sesler doğanın içindeki birkaç çekirge belki başka bir hayvanın çıkardığı seslerden ibaretti. Çekim ekibinden çıt çıkmıyordu. Belki zaman gece yarısını da geçmişti. Karanlığın içinden o güne kadar görmediğimiz bir şekilde kelebek olacağını -bildiğimiz için- düşündüğümüz bir görüntü kameranın görüş alanına girdi. İncecik bahçe hortumu gibi beyaz çizgi halinde bir oluşum önce orkidenin tepesinde bir iki kez dans etti ve çiçeğin yine ince uzun organından içeri daldı. Büyük bir sessizlik, televizyon başında biz bile değil sesimizi, kalp atışımızı bile durdurarak bekliyoruz. Olay 2-3 kez yinelendi. Kamerayı kullanan için büyük başarı. O ana kadar ağacın üzerinde tünemiş o insan birden üzerini örten yapraklardan sıyrıldı ve olimpiyat kürsüsündeki bir şampiyon gibi ellerini havaya kaldırmıştı,  sanki uçuyordu…

CADI-ENGİZİSYON / CADILAR GÜNÜ/AZİZLER GÜNÜ/ CADALOZ
CADI-ENGİZİSYON / CADILAR GÜNÜ/AZİZLER GÜNÜ/ CADALOZ

Cadı dedikleri kadınları bir sınavdan geçiriyorlardı. Suya atıyorlardı. Eğer batmazlarsa vaftizlerini inkâr ettikleri için suyun da onları istemediği sonucuna varılıyordu. Yüzmeye devam ediyorlarsa suçludurlar düşüncesiyle yakılmaları gerektiğine karar veriliyordu. Batarsa ve boğulursa masum olduğu ilan ediliyor ve ruhu cennete girmiş sayılıyor, dosya da böylece kapatılmış oluyordu. Boğularak ölen veya yakılanların mallarına kilisece el konuluyordu. Birçoğu, binlerce metrelik uçurumlardan aşağı atıldılar ya da yerin en derinlerinde deliklerde ölüme terk edildiler.

ALFABE
ALFABE

Alfabeyi oluşturan harflerin nasıl bugün bildiğimiz sıraya göre dizildiği konusunda kesin bir bilgi bulunmuyor. Ancak harflerin anlamlarını daha doğrusu hangi harfin neyi temsil ettiğini bilebiliyoruz. Yukarıda açıkladığımız gibi Kenan-Fenike ve Mısır birbirleriyle komşu uygarlıklardır dolayısı ile birbirlerinden etkilenmemeleri düşünülemez. Mısır hiyerogliflerinde yer alan ve bir öküz kafasının piktogramından esinlenen Fenikeli alfabe tasarımcısı o zamanın en önemli varsıllık kaynaklarından birisini yani Aleph’i ilk sıraya yazmış olabilir. Bilindiği gibi eski Mısır uygarlığında Apis öküzü de çok kutsal bir varlık idi. Belki de o yüzden alfabetik sıralamanın başına canlı bir tanrı olan Memphis’li Apis’in (Hapi) yahut genel anlamda öküz adlı hayvanın adı olan Aleph’ in (a)’sı konmuştur.

DEVE
DEVE

Deve zor koşullara uyum sağlayabilen bir hayvandır. Bir insan, vücudundaki suyun %12'sini kaybettiğinde ölürken, deve, vücudundaki suyun %40'ını kaybettiği halde yaşayabiliyormuş.  Dayanıklılığının bir başka nedeni de gündüzleri vücut sıcaklığını 41 santigrada kadar çıkartabilmeleriymiş.  Develer hörgüçlerinde biriktirdikleri yağları eriterek uzun süre yaşamları için gerekli olan enerjiyi sağlamaktadırlar.

DAYAK CENNETTEN ÇIKMADIR
DAYAK CENNETTEN ÇIKMADIR

Dayak Cennetten Çıkmıştır atasözünün anlamını herhalde biraz olsun hafifletebilmek için olacak; Ziya Paşa tarafından söylenmiş bir özdeyişi de araya sıkıştırırlar. “Nush İle Uslanmayanı Etmeli Tekdir; Tekdir İle Uslanmayanın Hakkı Kötektir”. Yani nasihat ile yola gelmeyen azarlamalı, azar ve nasihat ile yola gelmeyenin ise hakkının dayak olacağı söylenmektedir. Ziya Paşa hiç olmaz ise dayak atmadan önce insanı uyarmayı ve öğüt vermeyi önermektedir.

BİR GÜNLÜK ZAMANIN BÖLÜMLERİ
BİR GÜNLÜK ZAMANIN BÖLÜMLERİ

Ancak sanayileşen toplumlarda iş saatleri havanın ağarmasından, kararmasından bağımsız olarak belirlenmeye başlamıştır. Günün bölümleri örneğin 09.45 veya 16.30 şeklinde adlandırılmaya başlanmıştır. Kuşluk ve ikindi ya da yatsı gibi sözcükler önemini yitirmiş ve kullanılmaya kullanılmaya unutulmaya yüz tutmuştur. Bugünkü gençliğin önemli bir bölümü bu sözcükleri ya hiç duymamakta veya ikindinin, kuşluğun hangi saatlere karşılık geldiğini bilmemektedir. Böyle bir durumda o gencimiz okuduğu bir romanda, öyküde veya şiirde yahut seyrettiği bir oyunda eğer kuşluk vakti diye bir söz geçiyorsa bunu anlamamaktadır. Anlamadan seyircisi olduğu o eserden yeterli bilgiyi alamamakta ve gerekli çıkarımlarda bulunamamaktadır.  Bu anlatılan nedenlerle dilin bu zenginliğini hepimizin değerlendirebilmesi için dilimizin sözcük dağarında yer alan her tür sözcük, kavram terim ve deyimleri bilmemiz gereklidir. 

AKIL DARALTICI ÖN YARGILARIMIZ / ZİHİN KÖRLÜĞÜ
AKIL DARALTICI ÖN YARGILARIMIZ / ZİHİN KÖRLÜĞÜ

Toplumun hangi kesimden olursa olsun, sorsanız İslam’ın, İmanın şartı (!) kaçtır diye alacağınız cevapları gülümseyerek karşılarsınız. Ama ben ….’ım diye yüksek sesle bir şeyler söyleyeceklerdir. Toplumun inanç sahibi büyük bir bölümü elinde olanaklar bulunduğu halde inandığı dinin dayanağını oluşturan kutsal kitabı Türk alfabesiyle aslını veya mealini okumamakta ve anlamamaktadır. Ayrıca mealini okursa inancının bozulacağına inanmaktadır. Bu yüzden okumayı reddetmektedir. Mealinin okunmasına da şiddetle karşı çıkmaktadır. Toplumun din eğitimi veren okulları ve diğerleri ne İslam’ın ve ne de diğer dinlerin kurallarını, tarihsel gelişimini yeteri kadar bilmemekte ve merak da etmemektedir. Başka bir dini öğrenmek dinden çıkmakla eş tutulmaktadır. İşin bir tuhaf yanı da inançlı, inançsız, dindar veya mütedeyyin olanlar değişik şekillerde bu konuların konuşulmasından tedirginlik duymakta, rahatsız olmaktadırlar. Kimse bir şey öğrenmek istememektedir.

BULUTTAN NEM KAPMAK
BULUTTAN NEM KAPMAK

Özlü sözlerin sahipleri biliniyorsa onlara aforizma (Fransızca aphorisme- eski Yunanca aphorismos’ dan) ve bazen de yaşanmışlıkları anlatırlar.  İtiraf sözcüğünün karşılığı İngilizcede /confession, Fransızcada/ admission ve Almancada/ zulassung’ dur. İtirafların içinde kişisel olan ve günah çıkarma, kusurunu kabullenme şeklinde olanlar konumuz dışındadır. Bunlara özlü söz diyebilmemiz için toplumu ilgilendirmesi ve hatta evrensel bir niteliğinin bulunması gerekmektedir. Aforizmalar nükte ve özlü sözler bilgeliklerin bir anlatım aracı olmuşlardır. Ünlü modern aforistler arasında Friedrich Nietzsche ve Oscar Wilde adı öne çıkmaktadır.

ANACHRONISME / ANAKRONİZM 
ANACHRONISME / ANAKRONİZM 

Hiç kuşkusuz ister bireysel olsun ister toplumsal veya örgütsel olsun, yaşanmış olaylar nesnel bir bakış açısıyla değerlendirilirken nedenleri, oluş şekli ve sonuçları incelenecek ve yapılan yanlışlar bir bir sayılacaktır. Bu yanlışlar için mutlaka özeleştiri yapılacaktır. Bu özeleştiri doğrultusunda da yapılması gereken şeylere karar verilip uygulamaya geçilecektir.  Kuşkusuz akıl daraltıcılar anakronizm hastalığından ibaret değildir. Kendimizin veya bağlı olduğumuz topluluğun bizi koşullandırması nedeniyle sahibi olduğumuz duygusallıklar, dogmalar düşüncelerimizi karartmamalıdır. Olayın bir tarafı biz olduğumuzda da karşı tarafın yaptığının doğru, haklı olabileceğini asla gözden ırak tutmamamız gerekmektedir. Zaman zaman karşı tarafın yerine kendimizi koyup, empati yapıp ben olsam ne yapardım, bu olay nasıl olurdu diye düşünebilmeliyiz.

BOTOX – BOTULUS/ SOSİS GÜZELLİĞİ
BOTOX – BOTULUS/ SOSİS GÜZELLİĞİ

Hiç kuşkusuz herkesin yüzü ve bedeni kendisine ait olup ne yaptıracağına veya yaptırmayacağına karar verecek olan da kendisidir. Bizlerin söyleyebileceği tek şey yapılacak olan işlemlerde güzellikten önce sağlığın esas alınmasıdır. Çünkü bu uygulamaların uzmanlarınca yapılmış olsalar da sonucunda başarılı olmama olasılığı da vardır. Ve botoks uygulamasından alınan sonuçların da bir zaman sınırı bulunmaktadır. Zamanın izlerini tümden yok etmek veya baştan yok edici önlemler almak olanağı yoktur.

BEN BU ZAFERİ POPOMLA DEĞİL KAFAMLA KAZANDIM
BEN BU ZAFERİ POPOMLA DEĞİL KAFAMLA KAZANDIM

Eleştiri kişilerin kişiliklerine, onların kişisel özelliklerini aşağılamaya veya yüceltmeye yönelik olmamalıdır. Eleştiri nesnel olayların irdelenmesiyle sınırlı olmalıdır. Örneğin bir işin nasıl yapıldığı yapılan şeyin niteliği veya niceliği tartışılmak yerine o işi, o mesleği yapan kişinin yaşam tarzı, cinsiyeti, milliyeti, inancı veya inançsızlığı tartışılıyorsa ortada bir kötü niyet, eleştirinin dışında başkaca bir neden var demektir. Türkiye kadın voleybol takımının Avrupa’nın diğer takımlarını tek tek yenip, eleyip Avrupa Şampiyonu olmaları, altın madalyaya layık görülmeleri tartışmasız ayakta alkışlanacak bir olay, Türkiye için çok büyük bir utku, bir zaferdir. Bu başarıyı konuşmak, olumlu, olumsuz yönleriyle tartışmak varken bu başarıyı kazandıran oyuncuların giysileriyle, saçıyla başıyla, cinsiyetleriyle, cinsel tercihleriyle, yaşam tarzlarıyla uğraşmak iyi niyetten uzakta, hatta kötü niyetli bir karalamadan ibarettir. Bu tarz bir eleştiri “ad hominem”  olarak adlandırılmaktadır.

DİPLOMASİ  -  DİPLOMA
DİPLOMASİ  -  DİPLOMA

Diploma bir mesleği yapabilmenin birçok kez ön koşulu olarak kabul edilmektedir. Diploma halkın saygı duyduğu kurum ve kuruluşların bir kişinin bilgi, beceri ve deneyimi ile o işi yapabileceğinin onaylandığını göstermektedir. Diploma halkın o kişi veya kuruluşa olan, olması gereken güveninin bir simgesidir. Ehil olmayan, ehliyeti bulunmayan, örneğin hekimlik için bir eğitim görmeyen, hekimlik bilgi ve becerisi bulunmayan bir kimsenin bir hastalığa koyacağı tanıya veya uygulayacağı tedaviye güvenilemez. Topluluk halinde yaşamanın ön koşulu işlerin işi bilenler eliyle yapılmasıdır. Bilindiği gibi son zamanlarda sahte hekimler, sahte avukatlar, sahte öğretmenler vb. ları çıkmaya başlamışlardır. Bu kimseler toplumun kabul ettiği kurallara, nomosa aykırı hareket etmektedirler. Yalan söylemekte o mesleği yapmak için gerekli eğitimi almadığı veya alıp da başarılı olamadığı hallerde sahte belgelerle halkı aldatmakta ve halkın sağlığını ve halkın güvendiği kuralları açıkça çiğnemektedir. Bunu kişisel çıkar sağlamak için yapmaktadır. Bu kişisel çıkar maddi çıkar olabileceği gibi itibarlı görünmek çıkarı da olabilir. Diploma olmadan varmış gibi bir göreve atanmak veya o görevi yapmak o konuda eğitim gören kişilerin de hakkını yemektir. Diploma sahteciliğini yapan kimsenin kendisine de güveni yoktur. O diplomaya hak kazanacak eğitim ve öğretimde başarılı olamayacağını kendisi bilmektedir.

DİNGO’ NUN AHIRI
DİNGO’ NUN AHIRI

Sözcük İngilizce tram ray, yola döşenmiş kalas ve yine İngilizce way yani yol sözcükleri birbirine ulanarak türetilmiştir.  Günlük konuşmalarımızda ve hatta yazışmalarımızda tramvay yolu veya tramvay rayı gibi ifadelere de rastlanmaktadır. Tramvay sözcüğü içinde esasen yol ve ray kökleri de bulunmakta olduğu için bunlar yetmiyormuş gibi bir kez daha, yol ve ray sözcüklerini kullanmak yanlıştır.  Bu yanlışı yabancı sözcükleri kullanırken birçok yerde yapıyoruz. Doğaçlama konuşurken bir ölçüde bağışlanabilse de yazışmalarımızda bu yanlışları yapmamamız, biraz daha dikkatli olmamız gerekmektedir. Dilimizi de sınırlarımızı da yukarıda gülümseyerek anlattığımız ama yaşadıklarımız karşısında kızgınlıkla kullandığımız “Dingo’nun Ahırına” benzetmememiz gerekmektedir.

DARISI BAŞINA
DARISI BAŞINA

dilimizin en saygın sözlüklerinden yaptığım alıntılarda da görüldüğü gibi insanlar kendilerinde veya yakın çevrelerinde gördükleri, yaşadıkları güzel şeylerin ve olayların başkaları için de gerçekleşmesi için dilekte bulunuyor, dua ediyorlarsa bunun ne sakıncası olabilir? Böyle iyi bir dileğin bir duanın kime ne zararı vardır? Bu sistematik hareket dilimize ve halkımızın bir arada olma istek ve iradesine karşı sinsi bir savaştır. Yazıda ahlaksızca bir çarpıtma hemen göze çarpmaktadır. Dinsel kimi metinleri kendilerine kalkan yaparak amaçlarına ulaşmak istiyorlar. Asıl bid’at bu yazıda ileri sürülen sapıklıklardır. Darısı başına derken aklı başında hiçbir kimsenin darıdan, buğdaydan medet umduğu söylenemez. Kaldı ki; örneğin okulu başarıyla bitirmiş arkadaşını kutlayan Ahmet’e arkadaşı Mehmet’in darısı senin başına demiş olmasının ne gibi bir sakıncası olabilir? Ortada darı veya buğday tanesi de olmadığına göre bu anlayışta olanlara ne demeli?

ÇAĞRIŞAN KAVRAMLARIN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI (2)
ÇAĞRIŞAN KAVRAMLARIN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI (2)

Bu yazıtlarda kullanılan oğul sözcüğünün daha çok yetişkin olamayan, cinsiyet ayrımı yapılmayan dönem için kullanıldığı kanısına varmaktayım.  Nitekim oğlak sözcüğünü esas alırsak oğlak bir yaşını doldurduktan sonra teke olarak adlandırılmaktadır. Aynı şey buzağı, düve ve tosunlar için de geçerlidir. Osmanlı döneminde Arapça ve Farsça’ dan çok sözcük alınmıştır. Bunlardan bir tanesi de zade sözcüğüdür. Bu sözcüğün bir anlamı oğul diğer anlamı itibarlı kişidir. Nitekim zadegân asilzade, aristokrat bir aileyi anlatmak için kullanılmaktadır.  Türkçemizde ise daha çok mülkiyet ve ataerkil irsiyet ilişkileri dikkate alınarak Baklavacıoğlu, Mantıcıoğlu örneklerinde olduğu gibi “oğlu” ifadesi kabul görmüştür. Oysa baklavayı da mantıyı da en iyi yapanlar kadınlardır. Buna göre Baklavacıkızı, Mantıcıkızı da denmesi gerekmez miydi? Dolayısı ile deyime zaman içinde eril bir anlam yüklendiği anlaşılmaktadır. Artık aşiretler, sülaleler dönemi kapanmıştır. Ulus devlette ve devamında sülaleyi, derebeylikleri çağrıştıran soyadları dönemi de sona ermelidir. En azından o aileyi toplumdaki baskın özelliğiyle tanımlamak gerekir ise Baklavacıgiller, Faytoncugiller gibi adlar kullanılmalıdır. 

ATLIKARINCA - DÖNME DOLAP
ATLIKARINCA - DÖNME DOLAP

Buraya kadar olanları özetlersek at karaca veya atlı karaca olarak köy seyirlik oyunlarında geçen biçim bir çocuğun beline bağladığı bezler ve ön kısma bezlerden yapma at başı,  arka tarafa da yine bezlerden yapma kuyruk eklenerek oynanan bir oyundur. Oyuncunun elinde bir kamçı vardır. At gibi yürürken bazen de at gibi sesler çıkartmaktadır. Sözlüklerimizde her ne kadar atlı karaca ile atlıkarınca arasında bir ilgi kurulmaya çalışılmış olsa da bunun bir zorlama olduğu kanısına varılmaktadır. Nitekim Atlıkarıncanın Avrupa kökenli olduğu Evliya Çelebi tarafından da ifade edilmektedir. Şemseddin Sami de atlıkarınca için bir karınca cinsi açıklamasını yapmaktadır. Belki de Şemseddin Sami’nin bu sözlüğü yazdığı tarihlerde Türkiye’de atlıkarınca yaygın değildi.

DANSÇI MAYMUNLAR
DANSÇI MAYMUNLAR

Gelenekten, örften, adetten milliyetçiliğe, din ve mezhepçiliğe kadar birçok alanda tabulaşmış bu ön kabuller insanlarımızın düşünme yeteneklerini köreltmekte ve becerilerini de sınırlamaktadır. Bu akıl daraltıcılardan ne yapıp edip kurtulmamız gerekmektedir. Bunun için belki en çok işimize yarayan şeylerden aklımıza ilk gelen birkaç tanesi başkalarının düşüncelerine, düşüncelerini açıklamalarına saygı, hoşgörü ve empatidir.

ANCADA BERABER KANCADA BERABER
ANCADA BERABER KANCADA BERABER

Dilimizdeki bu anlamı karşılamak için Fransızlar Mais accrochez-vous, İngilizler But hook together… diyorlarmış. Anca+da kanca+da beraberlik deyiminin karşısında ne kadar zayıf ve komik geliyor değil mi? Elbette her dilin kendi içinde oluşturduğu ve yaşattığı güzellikler ve zenginlikler vardır. Anca+da beraber, kanca+da beraber deyimi de bizim dilimizin en güzel incilerinden biridir. Dayanışmanın, imecenin, vefanın, sadakatin bu kadar karışıp kaynaştığı bir ifade daha nasıl olur? Olur, olur ancak ve ancak dilimize sahip çıkarak, onu koruyup geliştirerek olur.

BAM – BAM TELİ – BAM TELİNE BASMAK, DOKUNMAK
BAM – BAM TELİ – BAM TELİNE BASMAK, DOKUNMAK

Türkler Orta Asya’dan ayrıldıktan sonra çoğunlukla batı yönüne doğru göç etmişler. Göç yolları boyunca da birçok kavim ve ulusla karşılaşmışlardır. Selçuklu ve Anadolu Selçukluları ile daha sonra Osmanoğulları kendi dillerini geliştirmeyi savsamışlar, Farsça ve Arapçadan birçok sözcüğü alıp kullanmışlardır. Bu dillerden aldıkları sözcük, kavram ve terimleri Türkçe ile harmanlayıp yeni kavramlar da türetmişlerdir. İşte onlardan biri de bam teli kavramıdır.   

ANASININ GÖZÜ
ANASININ GÖZÜ

Dilimizde tek örnek bu değildir. Türkçe sözlüklerimize göz attığımızda benzer o kadar çok cinsiyet ayrımcı sözcük ve deyim var ki; bunları tek tek yazmanın yarardan çok zararı olur. Bunların tümüne yakını kadını, anayı ve kızı aşağılayıcı niteliktedir. Batı dillerinde sözcüklerin dişi/feminen, erkek/masculen ve çoğul/pluriel halleri var, bizim dilimize ise her nasılsa cinsiyetçilik daha da öne çıkartılmış, bazı niteleme sıfatlarıyla da yeni ve daha ileri anlamlar kazandırılmaya çalışılmıştır. Anasının gözü deyimine başka dillerden de örnekler verilebilir ama kötü örnek kural olmaz diye başka bir deyimimiz daha vardır. Kanımca çağdaş ve cinsler arası eşitliği öngören bir toplumda bu tür ayrımcılıklar ortadan kaldırılmalıdır. Bu ise yasaklar konarak olmaz, eşitlik düşüncesinin içselleştirilmesi ve uygulanması ile olabilir. Ne yazık ki; bunun tam tersine işler yapılmaktadır. Örneğin kendisini bu konunun takipçisi veya aktivisti olarak tanımlayanlar bile yazışma ve konuşmalarında bu deyimlere yer vermektedirler. Birçok kadın hakları savunucuları, feministler, televizyonlarda program yapımcısı hanımlar bu deyimi erkekler kadar yaygın bir sıklıkla kullanmaktadırlar.

AŞAĞILAMA, SÖVGÜ VE HAKARET
AŞAĞILAMA, SÖVGÜ VE HAKARET

Bildiğiniz gibi küfür veya sövme eyleminin en kızgın anında en yüksek perdeden söylenen sözler erillik ile ilgilidir. Bu tür insanlar karşı tarafa bu eylemlerde bulunulacağının ilan edince, bağırınca bir rahatlama duygusu yaşarlar. Niçin? İnanın bunu kimse bilmiyor, bilen varsa bir adım öne çıksın, bize de anlatsın. Hatta bu tür sövgü ve küfürleri söyleyenler de neden veya niçinini bilmemektedirler. Ne anlamsız ve ne aptalca bir davranıştır bu. Söven kişi sövdüğüne kızdığı için sövmektedir. Bir insan, bir erkek sözünü ettiği "o cinsel eylemi" sevdiği bir başkası ile yapar, öyle değil mi? Cinsellik iki kişi ile yaşandığında bir haz, bir zevk aracı olur. Cinsellik bir başkasına eziyet olsun diye yapılınca zevk değil hırs, kin, hiddet, nefret, haset, kıskançlık vb. duyguların doyurulması için yapılır. Bu tarzda bir eylemin kendisine de bir haz verdiği söylenemez. Aldığı bir haz varsa bu haz o kişinin cinsellikten aldığı haz değildir.  Küfür ve sövgü bir insanın kişiliğinde bulunan ve doğal olmayan bir duyguya hizmet eder.

DİLDE YABANCI HAYRANLIĞIMIZ
DİLDE YABANCI HAYRANLIĞIMIZ

Dil konusu 200 yıldan bu yana, hatta daha öncesinde hep tartışılmıştır. Türkçenin geri kalma ve geri bırakılma nedenlerini hiç veya yeterince araştırmadan yabancı sözcükleri dilimize sokarak, dilin yapısını de değiştirip onlar bu sorunu çözümleyebileceklerini düşünmüşlerdir. Elbette daha geniş akademik çalışmalarda bu sorunlar yine uzun uzun tartışılabilir. Ancak Cumhuriyetle birlikte, çağın sosyoekonomik ve sosyokültürel koşulları ile çok büyük ölçüde örtüşen kararlarla çözüm yolu belirlenmiştir. Artık ne yapmalı sorunu bitmiş ve nasıl yapmalı sorunu gündeme gelmiş oturmuştur. Eskiye dönüş olanağı her yönüyle olanaksızdır. İyi niyet ile yapılan çalışmaları baştan kötüleyip alaya alarak bir yere varılamaz. Artık bu konulara ilgi duyanlar, düşüncelerini özgürce konuşup tartışarak dilin gelişimi yönünde yürümelidirler

APERİTİF
APERİTİF

Sözcüğün kökeni Latince açmak anlamına aperire eyleminden +(t)ura ekiyle apertura olmuş ve sonra da Fransızcaya geçmiş,  apéritif halini almıştır. Fransızcada aperture açık, ağzı açık anlamına kullanılmaktadır. Yine Fransızcada ouvrir/ açmak eyleminden türetilmiş ouverture/ uvertür sözcüğü vardır. Uvertür daha çok opera ve bale gibi sahne eserlerinin giriş, başlangıç bölümlerini ifade eder şekilde kullanılmaktadır. Yunan tragedyalarında bunun karşılığı prolog sözcüğüdür. İngilizler ve Almanlar da sözcüğü aynen almışlardır. Ancak yazılışı aksansız aperitif şeklindedir. Bizdeki tüm sözcüklerde de yazılış aperitif şeklindedir. Ancak Google aperitif yanında aperatif şekline de yer vermektedir. Elbette doğrusu sözlüklerde de gösterildiği gibi aperitiftir. Eğer bizim dilimize uygun gelmiyorsa, telaffuzu zor geliyorsa Türkçe iştah açar, başlangıç veya giriş yiyeceği ya da içeceği sözcükleri kullanılabilir. İştah açar dersek sözcüğün özgün şekline de uygun olur. Lokantalarda “ara sıcağı” sözcüklerini kabullenmişiz. İştah açar sözcüğünü de rahatça kullanabiliriz. Bir süre kullandıktan sonra bu sözcük yerleşir. Yabancı dillerden alınmış, kiralık gibi duran eğreti sözcüklerin nasıl söyleyeceğiz sıkıntısından da bu şekilde kurtulmuş oluruz.

BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN
BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN

Gerekmediği halde gerçekleştirilen bu uygulamalar a) bilinçsizce yapılıyorsa kolluk güçlerine verilmiş olan görevin sınırlarını aşmak eğer b) bilerek ve isteyerek yapılıyor veya yaptırılıyorsa yasa ve yönetmelikle kendilerine tanınmış olan bir hakkın kötüye kullanılmasıdır. Gerekmeksizin kelepçe takılması yasal düzenlemelere, çağdaş hukuk anlayışına, yasanın ve yönetmeliğin amaçlarına, lafzına ve ruhuna aykırıdır. Bütün bu olanları bir de videoya çekip sonra da gazete ve televizyonlar aracılığı ile halka teşhir etmek önlem değil başka amaçlara hizmet etmektedir. Eskiden darağacına asılarak yapılan idamlarda ceset bir süre asılı olduğu yerden indirilmezmiş. Fransa’da giyotinin kesip koparttığı insan başının içine düştüğü sepet ve içindeki insan başı halkın görmesi için kent meydanına konurmuş. Bununla güdülen amaç idamın korkunçluğunu göstererek onu seyredecek halkın korkacağı beklentisidir. İdam cezası adı altında bir kişinin öldürülmesi ibret olsun gerekçesiyle bazılarının intikam duygularının doyurmaya hizmet etmektedir. Hukuk tarihi ve adalet istatistikleri bize aksini gösterse de caydırıcı olacağı yolunda bir beklenti oluşturulmak istenmektedir. Bütün bu süreç bir gücün toplum üzerinde büyüklüğünü, acımasızlığını göstermektedir...

AHMAK
AHMAK

İrdelediğimiz konu ile ilgili olarak bir de hakaret sözcüğü vardır. Bu sözcük de ahmak sözcüğü gibi dilimize Arapçadan girmiştir. Anlamı hor ve hakir olma durumunun karşılığıdır. Dilimizde bundan başka tahkir etme, aşağılama için bir sıfat olarak kullanılmaktadır. Kökü Arapça haqara hakir, adi ve itibarsız olma halidir. Buna benzer bir sözcük de hakaretamiz sözcüğüdür. Tahkir etme aşağılama, hakir aşağılanmış olan şey veya kimseyi anlatmada kullanılır. Tahkir sözü ile ilintili bir de küfür sözcüğü vardır. O da Arapça kufr kafara sözcüğünden dilimize girmiştir. Küfrün anlamı dinsizlik, nankörlük ve dine sövmedir. Kâfir de küfreden, dinsizlik yapan anlamınadır. Kafara sözcüğünün Aramca olabileceği ileri sürülmektedir. Bizde kefere olarak söylenmekte ve kâfir sözcüğünün çoğulunu ifade etmektedir, kâfirler anlamınadır. Ancak bizde kefere biraz alaycı bir tavırla açıkgözlük yapanlara karşı kullanılmaktadır.

BÜTÇE
BÜTÇE

Bütçe Fransızca, İngilizce ve Almancadaki budget sözcüğünden dilimize alınmış olup gelir ve gider durumlarını gösterir bir çizelge anlamına gelmektedir. İtalyanlar bilancio diyorlar. Devletin bütçesi, belediyelerin, şirketlerin bütçesi ama en dramatik olanı da fukaranın aile bütçesi. Sözlük anlamı: 1) Evrak veya para kesesi, özellikle İngiltere Hazine Bakanının yıllık hazine hesabını Parlamentoya sunarken kullandığı çanta, 2) Hükümet bütçesi, gelir-gider çizelgesi" sözcüğünden alınmadır. Kökeni Fransızca budget kese, dağarcık, çıkın sözcüğüdür. Eski Fransızca sözcük Latince bulga torba, bohça sözcüğünün küçültme halidir. Bulga İrlanda dilinde bütçe sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bugünkü anlamda budget sözcüğü 1690' da ilk kez Fransa'da kullanılır olmuş.

AHLÂK
AHLÂK

Bu kavramla birlikte (nomos) namus, vicdan, erdem/fazilet, hikmet, onur/şeref, haysiyet, vakar, töre, gelenek, görenek,  örf,  âdet, anane, belki biraz moda, hars, kültür, folklor, görgü, edep/adab, adab-ı muaşeret, terbiye, utanma, hayâ, nezaket, özveri/fedakârlık, yaşam tarzı, yıkıcı-gözetici bencillik gibi konuların birlikte ele alınması gerekmektedir. Bu kavramlardan bazıların birbiriyle eş anlamlı bazıları ise zıt anlamlıdır. Bazılarının aralarında ise çok küçük farklılıklar veya benzerlikler bulunmaktadır. Bu konuları inceleyip istenen olumlu bir sonuca varabilmek için öncelikle bu kavramların köken ve anlamlarını iyi, doğru bilmemiz ve yerinde kullanmamız gerekmektedir. Bu yazı ahlâk kavramının ve onunla ilintili olan diğer kavramların irdelenmesi yanında ahlâk kavramına kaynaklık eden “hlk” kökünden türemiş iki farklı anlamdan birini dışarıda tutan anlayış üzerine bir deneme niteliğindedir.

Başparmaklarımız
Başparmaklarımız

Başparmak, (bitişik yazılır) el ve ayağın en başta bulunan en kalın parmağının adıdır. Başparmak, Fransızca pouce, İngilizce thumb, great toe, (parmak, finger), Almanca daúmen (finger der hand) sözcükleri ile ifade edilmektedir. Latincede başparmak için pollex, pollice sözcükleri bulunmaktadır. Pollex sözcüğü ile daha çok anatomi konuları konuşulurken iskelet yapısını anlatmak için parmak yerine kullandığımız falanks/ phalengae sözcüğü ile karşılaştırmak yararlı olacaktır. Antik Yunancada parmak karşılığı kullanılan sözcük Δάχτυλο /dáchtylo’dur. Latincede genel olarak parmak sözünün karşılığı olarak kullanılan sözcük de digitus sözcüğüdür. Digitus sayı sayma olarak değindiğimiz işlemde birinci sayıyı yani işaret parmağını ifade eder ama sözcük diğer parmaklar için de kullanılmaktadır. İtalyancada parmak karşılığı kullanılan sözcük dito’dur. Parmak izi de impronta digitale olarak ifade edilmektedir. Parmak sayma Batı dillerinde son 50-60 yılın en çok kullanılan sözcüklerinden birine, digitustan evrilmiş digital sözcüğüne kaynaklık etmektedir. Bu kavramın karşılığı olarak dilimizde sayısal sözcüğü kullanılmaktadır.

BODRUM'DA YABAN HAYATINI YOK EDEN İMAR PLANLARI
BODRUM'DA YABAN HAYATINI YOK EDEN İMAR PLANLARI

Bu dünyanın sahibi ve efendisi olmadığımızı, bu dünyadaki tüm canlı ve cansız her şeyle birlikte bu yaşamın bir paydaşı olduğumuzu, hep birlikte adil bir yaşamın bize sağlık ve esenlik getireceğini 7 'den 70' e bıkmadan, usanmadan herkese 7/24 anlatalım .

DEKOLTE – TESETTÜR – MÜSTEHCEN – PORNOGRAFİ - EROTİZM
DEKOLTE – TESETTÜR – MÜSTEHCEN – PORNOGRAFİ - EROTİZM

Erotizm ya da cinselliğin amacı soyun devamıdır. Ancak tabular ve diğer güncel yasaklamalarla insanlar bu konuyu da bilmemektedirler. Bu konularda toplum gençlere bir eğitim vermekten kaçınmaktadır. Gençlerin yarım yamalak bildikleri yarım ağız anlatılan ve yarım kulak dinlenmiş olanlardan ibarettir. Özellikle erkeklerin pornografi meraklarının bu bilgi eksikliklerini giderebilmek ve bak ben bu konularda ne kadar çok şey biliyorum diyebilmek içindir. Erotizm soyun devamı kadar toplumda sosyal bir konum, statü elde edebilmenin de bir yoludur. Shakespeare’ nin dediği gibi asıl mesele nedir? İnsanların önlerine konan ama ne olduğunu bilmedikleri sapık, çarpık erotizm pastasını, tabağını yalayana kadar yiyip bitirmek mi, istediği kişiye istediğini yaptırmak mı? Yoksa karşı tarafla birlikte karşılıklı ve erotik duygularla örülü güzel bir eser yaratabilmek mi? Dekolte sözcüğünden başlayarak buralara kadar geldik. Dilimizde konuya ilişkin olarak kullanmakta olduğumuz kavram ve terimlerin, sözcüklerin anlam ve kökenlerini bildiğimiz ve yerinde kullandığımızda yaşamın daha iyi, daha güzel bir anlam kazanacağını düşünüyorum:

ATLAS ve KARYATID KAVRAMLARI
ATLAS ve KARYATID KAVRAMLARI

Var olmak yeterli değildir, varlığını sürdürebilmek için güçlü olmak gereklidir. Güç bilgi, bilgi de dildir. Dil ise onu oluşturan kavram ve terimlerdir. Bir dildeki kavram ve terimler ne kadar çok olursa ve toplum tarafından bunların anlam ve kökenleri ne kadar iyi bilinirse ve yerli yerinde kullanılırlarsa gerek toplumu oluşturan bireyler ve gerekse bireylerle yöneticiler arasında çok daha kolay ve sorunsuz bir bilgi akışı, iletişim sağlanabilir. Bu da o toplumun barış ve huzurunu, refahını sağlayacak en önemli bir etkendir.

BAY -  BAYAN
BAY -  BAYAN

26.11.1934 gün ve 2590 sayılı Yasa ile Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lâkap ve unvanlar kaldırılmıştır. O tarihten başlayarak erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmî belgelerde yalnız adlar ile anılması öngörülmüştür. Bu yasa uyarınca herkes bir soyadı almış ve öz ve soyadları ile anılır olmuşlardır. Yasanın birinci maddesinde öngörülen lakap ve unvanlar kaldırıldığından bu kişilere bir hitap şeklinin de olması gerekiyordu. O tarihte görevli dil kurumu da bay ve bayan sözcüklerini geliştirmiştir. Sonuç olarak bay ve bayan sözcüklerin yasanın lafzına da ruhuna da uygundur. Efendi veya hanımefendi gibi hitap tarzları saygı ifadesi dışında kullanılamaz. Bay ve bayan sözcükleri de aynı şekilde (bana göre) rahatlıkla kullanılabilir ve yasaya en uygun olanı da budur.

AKRABA - HISIM KAVRAMLARI ÜZERİNE
AKRABA - HISIM KAVRAMLARI ÜZERİNE

Belki de akrabalık ve hısımlık kavramları yönünden en zengin dil Türkçedir. Bunun nedenleri araştırılacak olursa ilk göze çarpan özellik toplumumuzda aileyi oluşturan bireyler arasında bağların çok güçlü olması ve bu bağlar ile gelişen gelenek ve göreneklerde ailenin çekirdeğinden çeperlerine kadar her bir üyenin durumunun ve konumunun özenle adlandırılmış olması gelir. Bu ilişkilerin günümüzde de gücünü koruyabilmesinin arkasında kuşkusuz toplumumuzda hala din-tarım toplumuna ilişkin kültürel yapının ve bunun bir sonucu olarak akrabalar arası dayanışmanın varlığı gelmektedir. Hısım ve akraba ilişkileri miras hukukunu, evlilik kurumundan doğan nafaka ve benzeri yükümlülükleri, ayrıca evlilik yasaklarını da çok yakından ilgilendiren önemli bir konudur. İkinci olarak dilimizin Arap ve Fars dilleriyle çok fazla etkileşim içinde olmasıdır.

CIMON-PERO' NASIL CHARITY ROMANA OLDU?
CIMON-PERO' NASIL CHARITY ROMANA OLDU?

Bu kısa anlatımdaki amacımız: Paleolitik ve neolitik dönem süresinde kadınlık elde ettiği toplumsal statüsünden sürekli ödünler vermek zorunda kalmıştır. Orta, yeni ve yakın çağlar boyunca kadın yitirdiği eski konumunu kazanamadığı gibi bu gün uygulanmakta olan ekonomik, politik sistem ve sosyal, kültürel yapı kadına yeni tuzaklar hazırlamaktadır. Dikkat çekmek istediğimiz nokta annenin çocuğuna ve çocuğun annesine duyduğu tropismos naturalis /doğal yönelişler bile Cimon-Pero örneğinde olduğu gibi başka amaçlara kurban edilebilmektedir. Oysa Cimon Pero öyküsünün Plinius tarafından aktarılan özgün hali ne kadar da içten, ne kadar da insancıl değil mi?

BANLİYÖ
BANLİYÖ

Günlük yaşantımız içinde sık sık kullandığımız sözcüklerden birisi de banliyö sözcüğüdür. Bu sözcüğün anlam ve kökeninde ve ayrıca çağrıştırdığı başka sözcükler arasında kısa bir yolculuk yapacağız.  Sözcük dilimize Fransızcadaki “banlieu” sözcüğünün okunuş şekliyle girmiştir. Ülkemiz bu sözcükle İstanbul’da Tünel ve Banliyö Trenlerinin işletilmeye başlandığı 1870’li yıllarda tanışmıştır. Banlieu sözcüğü, dilimize “yörekent” olarak çevrilebilir. Sözcük Fransa’da kentin yargı alanı içinde bulunan kırsal bölge, dış mahalle anlamına kullanılmaktadır.

ABDEST KAVRAMININ KÖKEN VE ANLAMI
ABDEST KAVRAMININ KÖKEN VE ANLAMI

Yukarıda dilimizin döndüğü kadar bir tek abdest kavramını irdelemeye çalıştık. Aynı şekilde oruç, namaz, hac, ezan, kandil, cami, minare ve daha bir dizi kavramın incelenmesi köken ve anlamlarının doğru olarak anlatılması gerekmektedir. Bunların araştırılmasının, incelenip anlatılmasının hiç bir kimseye hiçbir zararı olmaz. Ama bu araştırmaların ve incelemelerin topluma, bu toplumun ileriye gitmesine, barış, huzur ve refah içinde, insanların yok yere birbirleri ile anlamsız çekişmelere girmeden birlikte bir arada yaşama zevkinin tadını çıkarmalarına büyük katkıları olacaktır.

AYLARIN ADLARI, KÖKEN VE ANLAMLARI
AYLARIN ADLARI, KÖKEN VE ANLAMLARI

Günümüzde kullanılan takvimler ile yüzyıllar öncesinde kullanılan takvimlerin birbirine benzerlik gösterdiği kadar önemli farklılıkları da vardır. Bugün en yaygın olarak kullanılan takvim, Dünya'nın Güneş etrafında dönüşü esas alınarak yapılmış olan miladi (Gregoryen) takvimdir. Daha önceki yıllarda ise, Ay'ın Dünya etrafındaki dönüşüne bağlı olarak geçtiği fazların göz önünde tutulmasıyla geliştirilen hicri takvim kullanılmıştır. Ancak Ay ve Güneş takvimleri, var olan tek takvim tipleri değildir. Bunlar dışında birçok takvim örnekleri de vardır: Çin ve Hint takvimleri,  Aztek ve Maya takvimleri gibi. İnsanlar, genellikle toplumsal ihtiyaçlardan doğan nedenlerle farklı takvimler geliştirmişlerdir.

AMATÖR-PROFESYONEL
AMATÖR-PROFESYONEL

Toplumumuzda amatör ve profesyonel kavramları bazen doğru bazen de yanlış kullanılmaktadır. Bazı çevrelerde işini iyi yapana profesyonel yapamayana da amatör denip geçilmektedir. Bu iki kavram arasındaki farkı insanlarımız işte acemilik veya ustalık olarak algılamaktadır. Oysa iki kavramı birbirinden en belirgin şekilde ayıran en önemli fark yapılan işin para kazanmak ve geçimini bu yolda elde edip etmemektir. Yapılan işte ehliyet, uzmanlık ve beceri konuları her iki türde de yani profesyonel ve amatör olarak nitelenen insanda da olumlu veya olumsuz olabilir.

BURUK  ACI
BURUK  ACI

Kavramlara, sözcüklere saygı duymalıyız. Her bir sözcük, kavram ve terim o hale gelene kadar kaç bilim insanı ve kaç sanatçının elinden geçti. O insanların emeklerine saygı duymalıyız. Bu saygıyı daha çok bizden sonraki kuşaklar için duymalıyız.  Dilimizde galat-ı meşhur diye bir söz var.  “Buruk Acı”  da onlardan bir tanesidir. Biz galatları meşhur etmek mecburiyetinde miyiz?   Bizler, dilimizdeki galatları, yanlış anlamaları ayıklayarak gelecek kuşaklara daha iyi, daha anlaşılabilir, onların ve onların içinde yaşayacakları topluluğun daha gelişmiş, daha huzurlu bir toplum olmasına hizmet etmeliyiz.

AFORİZMA – AFOROZ – PERSONA NON GRATA - HAYMATLOS
AFORİZMA – AFOROZ – PERSONA NON GRATA - HAYMATLOS

Bazı ülkelerde soyutlama dinsel bir kurala yollamada bulunulmadan yapılır.  Örneğin din ile araları hiç de hoş olmayan İzlandalılar, toplum kurallarına aykırı hareket eden birini toplumdan uzaklaştırıyorlarmış. Toplulukta ona hiç kimse selam vermiyormuş. Kent içinde oturmasına izin verilmiyormuş. İzlanda’nın kuzeyinde bulunan Akureyri kentinde küçük bir tepede bir heykel grubu gördüm. Bu heykelin ne anlama geldiğini sordum. Toplumdan aforoz edilen, uzaklaştırma cezası alan bir suçluyu gösteriyormuş. Bana çok ilginç gelmişti.

ACABA
ACABA

Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’ nın anlattığı gibi barbar sözcüğünün kaynağı Eski Yunanca olup anlamı bar bar bağırma seni anlamıyorum demektir. Helen soyundan insanlar Anadolu’da yaşayan halkların dillerini anlamakta zorluk çektikleri için onları barbar diye nitelemişlerdir. Bu gün ilkel, uygarlaşmamış, kaba kırıcı anlamına kullandığımız barbar sözcüğünün kökeni budur. Sözcük alışılmışın dışında konuşan, giyinen ve yaşayan kişi veya toplulukları anlatmak için kullanılmaktadır. Bu anlamda Helenler için Anadolu insanları acayiptir, acayip insanlardır. TDK tanımlamasına göre ucubedir. Bir ülkenin en tepesinde bulunan bir kurum bir sözcüğün anlamını kendisine göre yorumlamamalıdır. Dil topluma yön veren en önemli kaldıraçlardan biridir. TDK bu sorumluluğunun bilincinde olmalıdır. TDK Charles Bukowski kadar bu konulara duyarlı olmalıdır.

ADLARIMIZIN KÖKEN VE ANLAMLARINI YETERİNCE BİLİYOR MUYUZ?
ADLARIMIZIN KÖKEN VE ANLAMLARINI YETERİNCE BİLİYOR MUYUZ?

Konfüçyüs’e sormuşlar: Bir ülkeyi yönetmek için görevlendirilseniz ilk işiniz ne olurdu? Konfüçyüs’ün yanıtı: İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulmuşsa sözcükler, kavramlar, terimler düşünceleri iyi anlatamaz, düşünceler iyi anlatılamazsa, yapılması gereken işler iyi yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Hiçbir şey dil kadar önemli değildir. Yine büyük Çin bilgini Konfüçyüs’ e bağlanan bir söze göre Konfüçyüs ben her şeyin ve her olayın adını bilmek isterim demiş. Buna benzer bir yazıtı Vietnam’da, Konfüçyüs Üniversitesi’nin kapısında görmüş ve o zaman dilin, dili oluşturan kavramların önemini çok daha iyi kavramıştım.

14 MART TIP BAYRAMI İLE İLGİLİ KAVRAMLARIMIZ
14 MART TIP BAYRAMI İLE İLGİLİ KAVRAMLARIMIZ

Tıp bilimi Eski Mısır'da,  Akdeniz’in 800 km. kadar güneyinde, Nil nehrinin doğusunda kalan ve bu gün Luxor kentinin bulunduğu yerde, Thebes veya Teb (Grekçe: Θῆβαι) adıyla kurulmuş bir kentte doğdu diyebiliriz. Tıp mesleği Teb kentinde şekillenmeye başlamış. Kentin simgesi ise bu gün Tıp mesleğinin sembolü olan birbirine sarılmış iki yılan ve bir kâsedir. Bugün dilimizdeki Tıp kelimesinin kökeni de Teb kentinin adından gelmektedir. Teb Arapçaya (tibb-tbb) ve Aramca'ya (tebba) da girmiştir. Arapçadan da dilimize Tıp olarak evrilmiştir. Dilimize yerleşmiş olan tıbbiye, tıbbi, tabip, etıbba, tababet gibi sözcüklerin de kaynağı Teb’tir.

ADAM GİBİ ADAM
ADAM GİBİ ADAM

Bir kimsenin övülmesi gerektiğinde örneğin iyi bir insan, iyi bir kadın demek yetmiyor mu?  Balkonumuza, penceremize gelen bir güvercine veya kumruya kumru gibi kumru demiyoruz da niçin bir adama adam gibi adam demek gereksinimi duyuyoruz. Bir dil bekçisi değilim ama dilimizi bu yararsız deyimlerden, yanlışlardan arındırmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.

Dilimiz ya da Alkolün Beyazı 
Dilimiz ya da Alkolün Beyazı 

Bir ülkeyi oluşturan insanlar arasındaki en güçlü bağ hiç kuşkusuz dildir. Dilin bozulması, kavramların anlaşılamaz hale getirilmesi insanların birbirlerini anlamakta büyük zorluklar yarattığı gibi o ülke insanlarının ilerlemesini, gelişmesini ve kalkınmasını da olanaksız hale getirir. Dil giderse her şey gider, her şey biter.

BOYKOT
BOYKOT

1880' de iklim koşulları kötü gitmiş çiftçiler arazi kiralarını ödemekte güçlük çekmeye başlamışlardı. Charles Boycott ise borçların ödenmesi için icra takibine giriştiği gibi ayrıca kiraların arttırılmasını da istiyordu. Ödeme yapamayanlar ise merkezi hükümetin icra güçleri aracılığı ile araziden çıkarılıyorlar, tahliye ediliyorlardı. Çiftçiler  bu durumda Arazi Birliği Başkanı siyasetçi Charles Parnell'e başvurdular. Charles Parnell ''Eğer bir adam sizi arazilerinizden çıkmaya zorluyorsa, ondan sakınmalısınız ve onu nerede görürseniz, yolda, caddede, çarşıda-pazarda, onu tek başına bırakın ve görmezden gelin.'' önerisinde bulundu, Halk da bu tavsiyeye uymaya başladı ve boykot da bu şekilde ortaya çıktı.

Alavere - Dalavere (il dare e l'avere)
Alavere - Dalavere (il dare e l'avere)

Doğu Akdeniz kıyılarıyla İtalya kıyıları arasında çok eski yıllardan beri deniz ticareti yapıldığını biliyoruz. O zamanlar şimdi olduğu gibi vinçler veya motorlu araçlar elbette yoktu. Örneğin Sicilya’da malların gemiye yüklenmesi veya bu malların gemiden boşaltılmasıyla görevli elemanlar yine örneğin zeytinyağı veya şarabı amforalarla elden ele verirler ve işlemi bu şekilde tamamlarlardı. Sonuçta da 500 amfora zeytinyağı veya 700 amfora şarap yüklendi yahut boşaltıldı şeklinde aralarında bir uzlaşma sağlarlardı. Başka bir anlatımla şu kadar amfora aldım veya şu kadar amfora teslim ettim anlamına “il dare l’avere” derlerdi.

BELLONA ve SHELL
BELLONA ve SHELL

Bu kez, her gün çarşı pazar karşımıza çıkan iki kavramı irdelemek istiyorum. Bunlardan biri Bellona diğeri de Shell.

BAŞSAĞLIĞI-TAZİYE KAVRAMLARI ÜZERİNE
BAŞSAĞLIĞI-TAZİYE KAVRAMLARI ÜZERİNE

Toplumdaki başat üretim ilişkisinin değişmesi toplumun sosyokültürel yapısını, toplumun gelenek, görenek ve adetlerini de derinden etkilemektedir. Eskiden köy veya kasabalarda bazı durumlarda bir aya kadar uzayabilen taziyeler köylerden kentlere hızlı göç, ulaşım ve iletişim araçlarının gelişmesi, kırsal yaşam biçiminden kentsel yaşama geçilmesi eski geleneklerin uygulanmasını olanaksızlaştırmaktadır. Bir dönem evlerde, evlerin avlularında oluşturulan taziye yerleri veya çadırları o köy veya kasabada birkaç günlüğüne kiralanan bir yere dönüşmektedir. Giderek yeni kuşaklar bu gelenekler ile olan bağlarını kopartmakta, bu gelenekler onlar için bir yük, bir külfet halini almaktadır.  Zaman içinde gidip gelmeler de azalmakta başsağlığı dileme işi telefonlarla, sosyal medyalar aracılığı ile yerine getirilmektedir.

14 ŞUBAT SEVGİLİLER GÜNÜ
14 ŞUBAT SEVGİLİLER GÜNÜ

Ancak dünya nüfusunun 8 milyarı aşmasından sonra hala üremeyi özendirecek bir kutlamaya gerek var mı, bunun sorgulanması gerekir.. İnsanlar arasında ayrıştırmanın, kutuplaştırmanın, hırs, kin ve nefretin yerine sevgi konulmak isteniyorsa bunun yolu sevgililer günü değil hoşgörünün ve empatinin geliştirilmesi için çalışılmalar yapılmasıdır. Benim önerim şudur öncelikle bu günün anlamını ve önemini tarihi ile birlikte öğrenip değerlendirilmeli. Bu günün kökeni Lupercalia Festivalidir.

(ATIN ŞAHLANIŞI) deyimi
(ATIN ŞAHLANIŞI) deyimi

Adige kültüründe bir genç kızın veya kadının yanında kılıç çekilmesi bağışlanmaz bir kusur ve atın şaha kaldırılması da cinayet nedeni olarak kabul edilebilmektedir. Şaha kalkmak, atı şaha kaldırmak sözcüklerinin anlatılmak istenen eylemin anlamı ile hiç örtüşmediğini söyleyebiliriz.