DİL ÖĞRETİMİNDE ETİMOLOJİ BİLGİSİNİN YARARLARI
Bir dile sadece "saydam" kelimeler değil, "mat", "sisli", "bulanık" kelimeler de gereklidir. O dilin bir kültür dili olarak gelişmesi, yani bilimde, sanatta, felsefede kullanılabilmesi, duyguların ve düşüncelerin zengin bir biçimde dile getirilebilmesi için böyle kelimelere de ihtiyacı vardır. Almancanın felsefe dili olarak zengin bir dil olması soyut / soyutlaşmış kavramlarının zenginliğiyle ilgilidir. Köken. bilgisini, yani saydamlığı mutlaklaştırmakla Nurullah Ataç'ın yanılgısına düşmüş oluruz. Bu bakımdan, dildeki her kelimenin köken bilgisi dili kullananlar için mutlaka gerekli değildir. Bazı kelimelerin başlı başına bir birim olarak öğrenilmesi yeterli olabilir. Ayrıca, her dilin belli bir soyutlama düzeyine ihtiyacı vardır. Buna göre, ancak çok verimli olan köklerin, saydamlığını yitirmemiş kelimeler üretebilen köklerin öğretilmesi doğru olur.
ÇARPICI ETİMOLOJİLER
Kelimenin bu ilk tanımındaki "boş zaman" öğesi çok değerli. Bir şey öğrenebilmek için boş zaman gerekiyor. Eski Yunan'da, Roma'da çocuğunu okula gönderebilmek sadece boş vakti olan sınıfların altından kalkabileceği bir şeydi. "Söyleşi, tartışma" da katılanların mutlaka bir şey öğrenmesi, birtakım bilgiler kazanması amacı güden, sonunda belli bir fayda elde edilmesi beklenen bir faaliyet değil, boş vakti doldurmaya yarayan bir faaliyetti. "Boş zaman" gibi, tartışmadan mutlaka pratik fayda beklenmemesi de gerek bilimsel çalışmanın ne olduğuna, gerekse modern eğitim-öğretim ilkelerine ışık tutabilecek can alıcı bir özellik.
BASAMAKLAR, MERDİVENLER
Kelimeler dünyasındaki bu gezintilerin en önemli hedefi birbiriyle bağlantısını pek göremediğimiz kelimeler arasındaki ortak anlam damarına dikkati çekmek. Aşağıdaki kelimelerin hepsinde basamak, merdiven, tırmanma, yukarı çıkma, yükselme fikri var. Hepsi Latince scandere fiilinden türüyor; Latince fiil de Hind-Avrupa kök dilindeki *skand- / skend mastarından, o da tırmanma, sıçrama demek. Aşağıdaki kelimelerin yazımlarındaki —sca—, —ska—, — sce— , —che— sesleri ele veriyor bu anlamı.
AKINTILAR, AKIMLAR
Ritim / Ritm. Batı dillerindeki rhythm, rythme (ritim) kelimesi ile rhyme, rimer, rime (kafiye, uyak) kelimeleri köken bilgisi bakımından aynı Yunanca kelimedir. Kastedilen şey "ölçülü, tartılı akış; hareketin tekrarlanması". Her iki kelime de Yunanca rhein, "akmak" mastarından çıkıyor. Yunanca rhythmos nerdeyse hiçbir yazım değişikliğine uğramadan "şiirde yinelenen vurgular" anlamıyla Latinceye geçmiş. Orta Çağ Latincesinde sözleri vurgulu şiirler çoğu kez kafiyeli, dolayısıyla ritmik şiirlerdi. Dolayısıyla Latince rhyme (kafiye) "ritim"in etkisiyle anlamını kazandı. Bu iki kelimenin ayrışmasının yazımlarına yansıması çok daha sonradır.
AYAK
Türkçe, Hind-Avrupa dilleri diye sınıflandırılan ailenin bir üyesi değil. Ama bu ailenin üyesi sayılan dillerden çok sayıda kelime almıştır. Bunlardan batı Avrupa dillerinden gelenleri tanımak kolay. Ama Farsçadan gelenlerin pek çoğunu tanımak hiç de kolay değil. Burada kastettiklerim çok köklü kelimeler. Sözgelimi, peynir, pencere, merdiven, gül (çiçek adı) gibi kelimelerin Farsça olduğu aklımıza bile gelmez.
DİASPORA
Diaspora İbranca sürülme, sürgüne gönderme, tehcir anlamına gelen galuth (ya da galot, golah, galut) kelimesinin Yunanca çevirisi. Kelimenin buradaki anlamı Yahudilerin Babil'den sürülmesinden sonra dünyanın dört bir yanına dağılması. Avrupa dillerinde ondokuzuncu yüzyılda Filistin dışındaki ülkelere dağılmış olan Yahudiler, ya da Yahudilerin Filistin dışında yaşadıkları ülkeler anlamında kullanılmaya başlıyor.
"TARİH"İN ÇİFTE ANLAMI
"Geçmişte olup bitenlerin anlatılması, nakledilmesi, hikâye edilmesi, tasvir, hikâye, masal" demek. Latince de Yunancadan almış. Yunanca historia'nın anlamı biraz daha geniş: "öğrenme, soruşturma, araştırma yoluyla elde edilen bilgi; bir kimsenin araştırıp soruşturmalarının anlatımı, hikâye edilmesi; anlatı, hikâye, kayıt, geçmişteki olayların anlatımı". Yunanca historein "tanıklık, bilme, anlatma, nakletme, arayıp bulma, soruşturma"; histor da "öğrenmiş olan, bilen, bilgili, tanık, görgü tanığı " demek. Hepsi Hint-Avrupa kök dilindeki *wid anlam birimine dayanıyor; bu da "görmek, bilmek" demek.
Ev
"Ekonomi"nin Yunancadaki ilk anlamı "ev idaresi, tutumluluk". Türkçesi, Arapça kökenli iktisat. İktisat kelimesinde de aynı anlam var: tasarruf, geliri gideri idareli bir şekilde kullanma, tutum. Tutumlu olana eskiden, çok değil elli yıl önce "muktesit, iktisatlı" denirdi. "Ev idaresi, tutumluluk" anlamı "bir toplumun servetinin, mali kaynaklarının idaresi"ne dönüşünce modern anlamı çıkıyor ortaya. Bu anlamın ortaya çıkması onyedinci yüzyıl ortalarını buluyor. Yeni bir bilim ekonomi. Bu bilimin babası olan İskoç Adam Smith onsekizinci yüzyılda yaşadı. Milletlerin Zenginliği (Wealth of Nations) adlı baş eseri 1776'da yayımlandı.
Fil
Bibliyofili kelimesine benzer bir kelime vardır: bibliyomani. Bu kelime de TDK'nin Güncel Türkçe Sözlük'üne girmiş. Bibliyofili ile bibliyomani zaman zaman eşanlamlı olarak kullanılıyor olsa da, eşanlamlı sayılmamalı. Mani kelimesinden de anlaşılabileceği gibi, ikincisinde kitap koleksiyonculuğu bir hastalık haline gelmiş demektir. Böyle koleksiyoncularda kitap toplama tutkusu, daha doğrusu hırsı, kendi sağlıklarını tehlikeye düşürebilecek, dostluk, arkadaşlık bağlarını sürdürmelerine engel olabilecek bir saplantı derecesindedir. Şemsettin Sami Kamûs-ı Fransevî'de "bibliomane" kelimesini de "Kütüb-i nâdire cem’i meraklısı, kitap budalası, kitap sevdalısı," diye tanımlamış. Bu "mani" durumu için eski Türkçede yakıştırılan bir söz var: mecânîn-i kütüb, yani kitapların mecnunu. Muhibb-i kütüb" (yahut muhibbân-ı kütüb") de, "mecânîn-i kütüb" de hoş, bir mizah tadı da taşıyan sözler.
Kültür Nedir?
Son olarak, "kültür"ün en önemli, en tartışmalı anlamı üzerinde duralım. Bu terime Türkçede yirminci yüzyıl başlarında bir karşılık bulunmuş: hars. Kelimeyi bu yönde işleyen yazar Ziya Gökalp. Kelimeye sıfat takısı da koyuyor, harsî diyor. Gökalpçi terminolojide "hars"ın özel bir anlamı var. Bilindiği gibi, Gökalp "medeniyet" ile "hars" arasında bir ayrım gözetir. Şöyle der Türkçülüğün Esasları'nda: "Hars millî olduğu halde, medeniyet beynelmileldir." Kültür ile medeniyeti kesin çizgilerle ayırt etmiş olması çokça tartışılmıştır. Bu ayrımın zayıf tarafı medeniyet ile kültür arasındaki etkileşimin gözardı edilmesinde. İkisinin de değişmez, donmuş varlıklar olarak görülmesi başka bir zayıflığı.
CIVILISATION, MEDENİYET, UYGARLIK
1760'larda Fransızcada kullanıma girmiş. Bu dilde ilkin 1756'da görünmüş. Bu yepyeni terimin ilk anlamı pek de açık değil. Hiç şüphesiz, ilk anlamı "kültürde, teknolojide yüksek bir seviyeye erişmiş olma durumu" değildi. Civilité, "civil olma durumu" demek civilisation. Peki bu ne demek? Yapısında iki birim var: Fransızca cité ile Latince civis. Bir şehirde yerleşip oralıların hemşehrisi olmak ile bir ülkenin, devletin (şehir devletinin) yurttaşı —herhalde iyi bir yurttaşı, dolayısıyla iyi ahlaklı insanı— olma durumu birleşiyor. Şehirde yerleşmiş olmak da, hem göçebelikten kurtulmuş olmayı, hem de modern anlamıyla "şehirli, büyük şehirli, taşralı olmayan" (urban) kavramının dile getirdiği daha gelişkin bir insanı çağrıştırıyor. Bir de, bir yüzyıl öncesinden beri nezaket, görgü anlamında kullanılıyor. Buralardan filizleniyor olmalı.
Bozbulanık İki Kelime: Ansiklopedi, Sempozyum
Nurullah Ataç ülke aydınlarının Eski Yunanca - Latince öğrenmelerini isterdi. Bu görüşünden ömrü boyunca vazgeçmedi. Bu ülke doğu uygarlığından batı uygarlığına geçmişti. Batı uygarlığının temeli batı dilleriydi; batı dilleri de Yunanca ile Latinceye dayanıyordu. Aydınlarımız arasında batı dillerini su gibi bilenler vardı var olmasına, ama batının kavramlarını bir batılı gibi anlayamıyorlardı. Fransızcayı, İngilizceyi, Almancayı bu dillerin söz dağarcığının kaynaklarını, kökenini bilmeden öğrendikleri için batının kavramlarını özümseyemiyorlar, ister istemez yarım yamalak öğrenmiş oluyorlardı. Ataç'ın aydınlarımızın asıl anlamını bilmediklerinden yakındığı terimlerden biri de "ansiklopedi"ydi. Bu kelimenin ne demek olduğunu bilmelerini isterdi aydınların.
Latinceden Türkçeye Yansıyanlardan II
Öjeniks bazı insanlarla bazı grupları üstün, bazılarını da aşağı sayan, insanlığın kalıtım yapısını "iyileştirmek" üzere başlatılan sözde bilimsel uygulamaların adı. Terim, iki Yunanca birimden kurulu. Bu uygulamanın geçmişi Eski Yunan'a kadar geriye uzanıyorsa da, kurama duyulan ilgi asıl ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yaygınlaşıyor; bu görüş, birçok Avrupa ülkesinin yanı sıra ABD'de, Kanada'da, Avustralya'da uygulamaya sokuluyor. Modern öjeniks, "bilimsel ırkçılık"la bağdaştırılan bir uygulama. Bu uygulamada, daha sağlıklı kuşaklar, daha üstün toplumlar yaratmak amacıyla kalıtım özellikleri, bu arada zekâ katsayısı (IQ değerleri) birbirlerine uygun kişilerin evlendirilmesi özendirilir; zekâ özürlüler, görme, işitme engelli kişiler ise kısırlaştırılır. Bu politikanın İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi Almanya'sının da ilgi alanına girmesi olağandı. O yıllarda bu politika Nazi Almanya'sıyla özdeşleştirildi. Nazi kamplarında toplanan yahudiler, çingeneler, eşcinseller, sakatlar, ruh ya da beden sağlığı yerinde görülmeyenler Alman ulusunun sağlığını bozabilecek unsurlar sayıldı. Savaştan sonra, insan haklarının yeniden önem kazanmasıyla bu politika birçok ülkede terk edildi.
Dilde Bildirişimin Kopması Üstüne Bazı Notlar
Ben de yıllar önce yayımlanmış olan bu makaleden esinlenerek, yazarın kurduğu bağlantıyı, daha doğrusu dikkati çektiği bağlantısızlığı başka bir yönden ele alacağım. Benim kurduğum ilişkide merkez değişmiyor: yeni kelimeler türeten dilciler, kurumlar "merkez"de bulunuyor, "çevre" ise söz konusu kelimeleri türetmeyen ama kullanan herkes. "Herkes" kelimesi hem o kelimeleri yazı dilinde kullananları, hem de yazmayanları, yani onları kullanarak konuşan insanları kapsıyor. Merkezden türetilen yeni kelimelerin birçoğu, Selahattin Hilav'ın gözlemlediği gibi, amaçlanandan hayli farklı anlamlara çekiliyor, bu yüzden de gerek yazı, gerekse konuşma dilinde meramı zora sokuyor, bildirişim (communication) kopukluklarına yol açıyor. Sözlükler de birçok kelimenin ne anlama geldiğini açık seçik bir biçimde veremiyor.
Aristokrat
Artık sadede gelelim. Türkiye'de hiçbir zaman aristokrat olmadı. Ondokuzuncu yüzyılda aristokrasi karşılığında "zadegân" kelimesi kullanılmış Türkçede. Yersiz bir türetme. Türkiye'de olmayan bir şey için kelime türetilmesi anlamsız. Oysa asîl öyle değil; öteden beri kullanılıyor Türkçede, ama "aristokrat" karşılığında değil; "sağlam, köklü, terbiyeli, edepli kişi" anlamında. Buna bağlı olarak, "asilzade", köklü, temiz, görgülü bir ailenin çocuğu demek. "Asil"in Türkçesi olan "soylu" da "aristokrat"ı akla getirmez. Bir de, başkasının vekili olarak değil de kendi adına hareket eden" anlamı var, "asil üye" sözünde olduğu gibi. "Necîb" de, soyu sopu temiz anlamına geliyor.
Despot, Tiran, Diktatör
Eski Roma'da ancak ordu içinde kargaşa, ülkede iç karışıklık gibi bunalımlarda başvurulan bir olağanüstü hal uygulamasıydı diktatörlük. Diktatörlüğün devleti tehdit eden bir güç haline gelmesini önlemek için, diktatör olarak atanan kişinin yetkilerini sınırlandıran sıkı kurallar konmuştu. Diktatörün görev süresi altı aydı. Ayrıca, yetkisini ancak öngörülen sınırlar içinde kullanabilirdi. Görev süresinin sonunda da çekilmek zorundaydı.
Felsefeden Safsataya, Sufiden Sofuya
Istanbul'u fetheden müslüman Türkler 1453'te Aya Sofya'yı camiye çevirirken neden bu kilisenin adını değiştirmek ihtiyacını duymadılar diye sorulabilir. Bu sorunun cevabı açık. Osmanlıların kendilerinden önceki uygarlıklar, kültürler hakkında hiçbir kompleksleri yoktu. Kendi sistemlerini kurarlarken bütün bir Akdeniz geleneklerinden, uygulamalarından faydalanmışlardır. Birçok tarihçi Osmanlı imparatorluğunun Roma imparatorluğunun mirasçısı olduğunu söyler, yazar. Şunu da belirtmek gerek: Aya Sofya mimarisiyle eşi benzeri bulunmayan bir yapı olarak da Osmanlıların hayranlığını kazanmıştı; özellikle Osmanlı mimarlarının. Dolayısıyla Aya Sofya'ya büyük bir saygı duyuluyordu. Bu saygının bir sonucu olarak da bu şaheseri restorasyonlarla koruyup günümüze ulaştırdılar.
Efendi
Efendi sadece İngilizceye değil, Arapçaya da Türkçeden geçmiştir. Kelimenin kökenini bilmeyenler Yunancadan gelmiş olabileceğini tahmin edemezler demiştim. Nitekim, birçok kimseye, "Efendi kelimesi hangi dildendir?" diye sorduğumda hepsi de "herhalde Arapçadır" demişlerdir. Kelimenin çok köklü bir anlamı olduğunu düşünerek bu cevabı vermişlerdi. Arapçada kullanılan her kelimenin Arapça kökenli olamayacağı açıktır. Konuyu iyice incelememiş yabancılar da aynı yanılgıya düşebiliyorlar.
Latinceden Türkçeye Yansıyanlardan
RÉG- L (Fransızcadan, régle): düzen, düzenli. Kadınlarda aybaşı. Türkçe sözlüklere, imla kılavuzlarına girmemiş daha, ama "kibar" şehirli konuşma dilinde bol bol kullanılıyor; az olmakla birlikte, yazı dilinde de kullanıldığını gördüm. Türkçede birkaç karşılığı olduğu halde yayılması, insan vücuduyla toplumumuzun (büyükçe bir bölümünün) arasının iyi olmamasına bağlanabilir ancak.
Akdeniz Dilinden Dört Kelime: Tersane, Damacana, Fırtına, Forsa
Latince fortuna (baht, kader, kısmet, talih, felek) kelimesini ödünç alan dillerde "iyi talih" anlamında, yani olumlu bir anlamda kullanılır. Ne var ki Akdenizli denizcilerin dilinde "kötü talih, talihsizlik"e dönüşmüş, "denizde ansızın esen çok sert rüzgâr" anlamına gelmeye başlamış. Şuradan çıktığı anlaşılıyor: "denize açıldıktan sonra fırtınaya uğramış olma talihsizliği, denizcilerin talihsizliği".
"Kosmos"tan Gelenler
Kavramın birinci yönüne dönüp kozmonavt - astronot rekabetine dikkati çekelim. Ruslar uzay gemisi mürettebatına kozmonavt (Türkçede kozmonot), Amerikalılar ise astronot diyor. Kozmonavt (kosmos + nauta, deniz) "kozmos yolculuğuna çıkan", astronot (astrum, yıldız + nauta, deniz) ise "yıldızlar arasında yolculuğa çıkan" anlamına geliyor.
Barbarlar
"Öteki"den söz açılmışken, Türkçede öteden beri kullanılan bir söze değinmeden geçemeyeceğim: "müslümandan gayrisi, müslüman olmayanlar" anlamına gelen "gayrimüslim" nitelemesi. Bu söz Türkçede öyle horlayıcı, keskin bir ayırımcılıkla kullanılmaz, ama sözün kuruluşu bu izlenimi uyandırır. Bir de, müslüman olmayan cemaatlerin her birini asıl kimlikleriyle anmayıp hepsini tek kelime içinde toplamak, aralarındaki inanç, kültür farklılıklarını görmek istemediğimiz, dolayısıyla vatandaşlarımızı tanımaya önem vermediğimiz anlamına gelebilir.
"Kapital"in Eserleri
Hayvancılıkla uğraşanlar ellerindeki hayvanlara bizde de bugün bile "mal" demezler mi? Kemal Tahir'in Büyük Mal (1970) romanının adındaki "mal" öküz demek, "büyük" de "büyük baş"la ilintili. Tabii, bütün hayvan severleri, asılında bütün doğa severleri üzecek bir etimoloji bu. Ama ne yapalım, kökeni bu, etimolojide pek çoktur böyle münasebetsiz kökenler.
İlk Konservatuvarlar
Konservatuvar kelimesinin "konser"le elbette hiçbir ilintisi yok. Musıkiyle de yok. Kelimenin kökü olan fill, conserve, batı dillerinde, bir şeyi dış etkilere, dışardan gelebilecek zararlara karşı emin bir yerde koruma, muhafaza etme, saklama anlamına gelir. Bunun da kaynağı Latince conservare fiili.
Tekhne, Ars, Sanat
Eski Yunanca metinler başka dillere çevrilirken "sanat" diye çevrilir tekhne, başka dillerde de aynı anlama gelen bir kelime kullanılır (İngilizce ile Fransızcadaki art gibi). Bu bizi yanıltmamalı, kelimenin aslı tekhnedir. Bugün bilim kavramına giren aritmetik de arithmetike tekhne diye anılıyordu.
"Modern"in Geçmişi, Bugünü
Modern kelimesinin altını üstünü kurcalarken tarihî, toplumsal oluşumlara bir göz atmamak olmaz. Geniş anlamıyla modernleşme ya da asrîlik Sultan III. Selim döneminde başlatılan, daha kapsamlı bir içerikle Tanzimat'tan sonra getirilen bir sıra yeni düzenlemeyi, tabii Cumhuriyet'ten sonra da sürdürülen yenilikleri adlandırmak için kullanılıyor. Elbette günümüzden geçmişe dönük olarak. Bütün bu yeniliklere "Türk modernleşmesi" diyenler var. Oysa Avrupa'da modernleşme en az dört yüzyıl öncesinden başlayan bir büyük dönüşümün ürünü.
Terim Ne Demek?
Latinceden gelen bir kelime terim. Bu dilde termini sınırlar (çoğul) demek. Onun tekil hali olan terminus eski Romalıların sınır tanrısı. Bu tanrı "termini" denen sınır taşlarının bekçisiymiş. Eski Roma'da termini iki arazi, iki toprak parçası arasında kesin çizgilerle belirlenen sınırların zor kullanılarak yahut yürüyerek geçilmemesi için konan, günümüzün dört köşeli kilometre taşlarına benzeyen taşlarmış.
Ütopya
Bize ait olan, bizim hâkim olduğumuz, güvendiğimiz bir mekândan çıkıp birbirini hiç tanımayan, birbirine hiç benzemeyen insanların girip çıktığı bu gibi mekânlar farklı, değişik bir anlam dünyasını temsil etme olasılığını barındırır; yani hem vardır, hem yoktur, Foucault'nun deyişiyle "mekânsız mekânlar"dır. Kısacası, ütopyanın iyi, ideal ama var olmayan, hayal edilen bir yer olmasına karşılık heterotopya, "ötekilerin, başkalarının, değişik, farklı" mekânıdır.
Melankoli
Melancholiadaki "- chol" cholera (kolera) kelimesinde de karşımıza çıkıyor. Bu da Yunanca. Kholera hastalığının safra kesesinden kaynaklandığı sanısından ileri geliyor. Düz anlamıyla kolera, "safra kesesi krizi" demek.
Şurup, Şarap, Şerbet, Meşrubat
Kur'an'da alkollü içki anlamındaki şarap karşılığında çeşitli kelimeler kullanılmış. Şunlar bu kelimeler: hamr, sahbâ (kırmızı şarap), handeris (yıllanmış şarap), habuk (akşam şarabı), rahîk (sert kırmızı şarap). Bu çeşitlilik Arap yarımadasında zengin bir şarap kültürü olduğunu gösteriyor.
Matematik Terimlerinin Kökenleri
Bütün bilim terimleri gibi matematik terimleri de gündelik dilde herkesin kullandığı kelimelere yeni anlamlar yüklenmesiyle elde ediliyor. Ama bu basit kökenler bilinmeyince terimler birden soyutlaşıyor, yanına yaklaşılmaz oluyor, asık yüzlü hale geliyor. Orta dereceli okullarda matematik dersini okutanlar bu terimlerin kökenlerini açıklayarak derslerine başlasalar matematik daha güler yüzlü bir ders olmaz mı?..
Tercüman, Dragoman, Dil Oğlanı, Dilmaç
Üniversitelerde 1983'ten başlayarak Mütercim-Tercümanlık bölümleri kuruldu; öğrencinin hem mütercimlik hem de tercümanlık öğrenimi gördüğü bu bölümlere "çevirmenlik bölümü" adı verilemedi. Bunlardan bazılarının adları sonradan "çeviribilim bölümü"ne dönüştürüldü, ama "çeviribilimi" çevirmenlik uğraşını değil, çeviri uğraşının bilimsel inceleme yönünü ifade eden ayrı bir terimdir. Oysa bu bölümlerin İngilizce adları çeviri uğraşının iki dalını da kapsıyor: "Translation and Interpreting (Studies)"...
Telaffuz Hatası mı, Türkçeyi Bilmemek mi?
Bu yazıda verdiğim yanlış telaffuz örneklerinin hiçbiri "münferit" hata değil. Ben sadece aklımda kalanları anıyorum. Burada anmadığım daha nice yanlış var. Bu derde bir çare bulunabilir mi? İlk ve orta dereceli okullarda yıllarca okutulan Türkçe derslerinde dilbilgisi konusunun önemli bir yeri vardır. Bu derslerde dilbilgisi kuralları öğretilir, ama doğru telaffuz diye bir şey müfredatta yoktur.
"Post" Önekinin Önlenemez Tırmanışı
Yabancı dil bilmeyenlerin de anlamını bildiği, "sonra, sonrası" demek olan "post" söz birimi batı dillerinde bir takı olarak kullanılır; yani bir kökün önüne konur. Ama Latinceden alınan "post" bu dilde bir önek değil, başlıbaşına bir kelime, "sonra" anlamına gelen bir zaman edatıdır.
"MAGAZİN"İN YOLCULUKLARI
Magazine kelimesi İngilizceye on yedinci yüzyılda Fransızcadan geçmiş. Ama bugün herkesçe bilinen anlamıyla değil. Dilimize ise herkesin bildiği anlamıyla, yirminci yüzyıl başlarında girmiş, Türk Dil Kurumu sözlüğüne bakılırsa, yine Fransızcadan. Aynı kelimenin yukarda sıralanan öteki türevlerini yüzyıllardır kullanıyoruz, ama aralarındaki bağı kuramadan...
PATLICANIN YAZDIĞI TARİH
Sebzenin anayurdu güneydoğu Asya. Geçmişi İsa'dan önceki yüzyıllara kadar dayanıyor. Sebzeyi adlandıran kelimenin aslı Sanskrit. Kutsal Hindu metinlerinin yazıldığı dilden. Kelimenin en eski biçimi vātinganah. Sanskritte "bağırsak gazlarına yol açmayan sebze" anlamına geliyor. Dilden dile geçen kelimelerde /v/ ünsüzünün /b/ ünsüzüne dönüşmesi çok kolay. Vātinganah ya da vātincana Farsçaya bādingān, Arapçaya da al-bādincān ya da al-bādinjān yazımlarıyla geçiyor (Arapçada bu dilin "-al" belirlilik tanımlığını [definite article] alıyor).
YALAMA OLAN "SÖYLEM" TERİMİ
Terimin anlamını bilerek kullanıyor olsaydık, Batıda sadece kültür dilinde kullanılan bir kelime bizde halka mal oldu diye sevinebilirdik. Ama durum öyle değil. Durum bu olmadığına göre, değerli bir terimi katletmiş olduk. Ben "söylem" terimini kullanmaktan artık kaçınıyorum; kullanmak zorunda kaldığımda da bu kelimenin yanına parantez içinde (discourse) yazıyorum...