Barbarlar
Barbar kelimesi medenileşmemiş, yontulmamış, geri, ilkel, vahşi, insanlık değerlerinden yoksun, gaddar, zalim gibi bir sıra olumsuz anlamı içine alır. Bu anlamıyla pek çok dilde kullanılır; uluslararası bir kelimedir demek lazım.
Eski Yunanların Yunan olmayan bütün toplumlara barbaros, yani "yaban, yabancı, el, öteki, başkası" dediklerini lise tarih kitaplarında okumuşuzdur. Bu kelime Yunancada daha önce "Yunanca konuşamayan" anlamında kullanıyordu. En eski anlamının ise "anlaşılır bir biçimde konuşamayan, anlaşılmaz bir dilde konuşan" olduğu sanılıyor. Bu kelimenin Yunan olmayan halkların konuştukları dillerin Yunan kulağını tırmalayan, onlara anlamsız gelen "bar... bar..." seslerine benzetilmesinden çıktığı söylenir. Buna göre, barbaros bir yankı-kelime (onomatopoeia). Elbette, kendinden olmayana iyi gözle bakmayan, aşağılayıcı bir kelime. "Kekeleyen" anlamında bir sıfat olan Sanskrit barbaras da Yunanca kelimenin bu anlamını çağrıştırır. Herkesçe bilinen olumsuz anlamı Avrupa'da onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında oluşmuş.
Yunanca kelime Latinceye barbarus yazımıyla geçmiş, aynı aşağılayıcı anlamıyla. Romalılar da Yunanlar dışında kalan bütün kavimler (Cermen, Pers, Kelt, Galli, Finikeli, Kartacalı, vb) hakkında bu kelimeyi kullanmışlar. Burada biraz duralım. Eski Yunanlar insan diline başlı başına bir konu olarak eğilmemişler, dili felsefenin genel sorunları kapsamında ele almışlardır. Başka toplumların dillerine de ilgi duymadıkları için, köken bilgisi alanında yanlış sonuçlara varmışlar, Yunancada kullanılan pek çok kelimenin başka dillerden gelmiş olabileceği ihtimalini akıllarına getirmemişlerdir. Bu ilgisizlik Eski Roma'da da sürmüştür. Barbarus bunun bir örneği. Romalılar Yunancadan aldıkları bu kelimeyi birleşik bir kelime sanıp barba (sakal) ve rus (taşra) diye ikiye ayırmışlar, tek parçalı Yunanca kelimeye "taşra sakalı" anlamını vermişlerdi. Taşralılarda görülen kaba, biçimsiz sakaldı bundan anladıkları. Köken bilgisi uzmanlarının "halk etimolojisi" dedikleri bir yakıştırmaydı bu.
Barbarossa, kelimenin bir başka yazımı. Latince kelimedeki rus, İtalyancada her nasılsa rossa (kızıl, kırmızı) olmuş. Barbarossa "kızıl sakal" anlamına geliyor. Kelimenin bu hali bizi "Barbaros Hayrettin Paşa"ya getirir. Britannica ansiklopedisinde Hayrettin Paşa adının önündeki Barbarossa lakabının kızıl sakal anlamına geldiği belirtiliyor. Bu ünlü Osmanlı denizcisinin asıl adının Hızır Reis olduğunu, Yavuz Sultan Selim'in ona Hayrettin (inancın, dinin hayırlısı) lakabını taktığını biliyoruz. Barbarossa'nın kızıl sakal anlamına geldiği, genellikle kabul gören bir açıklama.
Bir açıklaması daha var. Tarihçi Halil İnalcık, "Midillili Baba Oruç Batı'da Barbarossa'ya çevrilmiştir," diyor. Ona göre, bu lakap, Baba Oruç'un bozulmuş biçimi (başka bir kitabında, Devlet-i 'Aliyye'de de "Babaorucca" diye anar). Oruç Reis, Hızır Reis'in ağabeyi, Osmanlı donanmasının bir önceki kaptan-ı deryası. Prof. Şerafettin Turan da, TDV ansiklopedisinde, "Batılılar havuç rengine çalan kırmızı sakalından dolayı ağabeyi Oruç’a verdikleri Barbarossa adını daha sonra Hızır için de kullandıklarından Barbaros diye tanınmıştır," diyor.
Burada üzerinde duracağımız bakımdan bu iki açıklamadan hangisinin doğru olduğu önemli değil. Yaygın olan birinci açıklamaya inanırsak, Yunanca "barbar"ın bugün bütün dünya dillerinde bilinen olumsuz anlamını; Latincedeki "kızıl sakal" anlamını doğru bulursak, bizim için hiç de anlamlı olmayan "kızıl sakallı" lakabını kabul etmiş oluruz. İkinci açıklamayı kabul etmemiz halinde ise, Baba Oruç'un Avrupalı ağzında bozulmuş biçimini Türkçeye sokmuş, benimsemiş oluruz. Üstelik, Hayrettin Paşa'nın değil, ağabeyinin adı olur bu.
Yıllar önce felsefeci Oruç Aruoba şunları yazmıştı:
Kanımca 'Barbaros' sözcüğünün yalnız Avrupalıların (Batılıların, Frenklerin, Hıristiyanların) kullandığı bir san olduğu bilinmeli ve ünlü denizcimiz ya 'Hayrettin Paşa' , ya da 'Kaptan-ı Derya Hayrettin Paşa' diye anılmalı; Barbaros Meydanı Hayrettin Meydanı, , Barbaros Bulvarı gibi yer isimlerindeki 'Barbaros' sözcüğü yerine de 'Hayrettin' sözcüğü konmalıdır: Böyle bir gelişme olursa, belki Trablus yerine 'Tripoli', Kudüs yerine 'Jerusalem', Arnavutluk yerine 'Albania' deyip yazan kimileri, düştükleri yanlışlığı anlarlar da, bundan sonra doğrusunu kullanırlar.
Bu teklife elbette yürekten katılıyorum. Kanunî Sultan Süleyman'a "Muhteşem Süleyman" denmesini nasıl kabul edemezsek, bu da öyle. Ben bir şey ekleyeceğim Oruç Aruoba'nın yazdığına. Yeni doğan erkek çocuklarına da Barbaros adı verilmemeli. Boğaziçi Üniversitesinde etimoloji dersi verirken, Barbaros kelimesinin açıklamasını bitirince, öğrencilerime, "Barbaros'un ne olduğunu, ne olmadığını öğrendiniz, şimdi bana söz verin, yarın evlendiğiniz zaman bir erkek çocuğunuz olursa, Barbaros adını vermeyeceksiniz ona, söz mü?.." diye sorardım; onlar da, "Söz hocam!" diye cevap verirlerdi...
Kelimenin "yaban" anlamının uzantılarına devam edelim. Kuzey Afrika'da Mısır'ın batı sınırından Atlas okyanusuna kadar uzanan, göçebe Arapların yaşadığı kıtanın kuzeyindeki bölgelere Latinler "yaban illeri" anlamında Barbaria, kuzey Afrika'nın bu çok eski halklarına da topluca "yabancılar" anlamında Barbari derlerdi (elbette yine aşağılayıcı bir anlamda). Arapça Berberî, Latince kelimenin Arapçalaştırılmış hali olsa gerek; Berberistan da onların oturdukları yerler.
Arapçadan aldığımız Acem kelimesinin "barbar"la hiçbir kök bağı yok, ama aynı anlamda olması çarpıcıdır. Acem, "Arap olmayan, anadili Arapça olmayan" demek Arapçada. Bu kelime Arap olmayan bütün ulusları kapsar. Ama biz İranlılara bazen Acem, dillerine de Acemce deriz. "İran, Fars, Farsça" varken dememeliyiz oysa. Araplar için yalnız İranlılar değil, Türkler de "Acem"dir. Farsçaya Acemce dediğimiz zaman da hangi dili kastettiğimiz iyice anlaşılmaz. Acemî (nisbet eki /i/ ile) de elbette aynı anlamda. Ama küçük bir anlam kaymasıyla bizim bildiğimiz, "acemi" ortaya çıkıvermiş, yani toy, tecrübesiz anlamına gelen kelime. Kelimenin derinliğine inilirse, o da "Arapların bildiğini bilmeyen, Arapların yapabildiklerini yapamayan" anlamını verir. Nitekim, Osmanlı döneminde Yeniçeri Ocağına yazılan gençler doğrudan doğruya bu ocağa alınmaz, yetişmeleri için Acemi Ocağına verilirlerdi; bu genç askerlere topluca Acemi Oğlanlar denirdi. Acemi kelimesi bugün bile Türk ordusunda aynı anlamda kullanılır. Askerlik eğitimi öncesinde, askerlik hayatına ayak uydurmalarını sağlamak amacıyla bir ay özel eğitim gören askerlere "acemi birliği" denir.
Günümüzde çok yaygın bir biçimde kullanılan bir kelime var: öteki, ötekileştirmek. İngilizcedeki "other(s)", "othering", "otherise" kelimelerini bu şekilde çevirdik. Öbür batı dillerinde de var aynı kavram. İmdi, "barbaros" Eski Yunanların; "Acem" de Arapların "öteki"si oluyor. Sözün kısası, "ötekiler"in tarihi çok eski.
"Öteki"den söz açılmışken, Türkçede öteden beri kullanılan bir söze değinmeden geçemeyeceğim: "müslümandan gayrisi, müslüman olmayanlar" anlamına gelen "gayrimüslim" nitelemesi. Bu söz Türkçede öyle horlayıcı, keskin bir ayırımcılıkla kullanılmaz, ama sözün kuruluşu bu izlenimi uyandırır. Bir de, müslüman olmayan cemaatlerin her birini asıl kimlikleriyle anmayıp hepsini tek kelime içinde toplamak, aralarındaki inanç, kültür farklılıklarını görmek istemediğimiz, dolayısıyla vatandaşlarımızı tanımaya önem vermediğimiz anlamına gelebilir.
Batı dillerinde barbarism diye bir dilbilimi terimi vardır. Doğrudan doğruya dilin kullanımına ilişkin bir terim olduğu için biraz etraflıca duralım üzerinde. "Dilin yerleşik kurallarına aykırı kullanım, özellikle yabancı dillerin etkisiyle kurala uygun kelimelerin yanlış bir biçimde kullanılması anlamına gelen bir terim. Yine yabancıların konuştuğu dilin anlaşılmaz oluşundan kaynaklanıyor. Örnekler verelim.
Medyatik, balet kelimeleri Türkçede; paparrazzi, medias kelimeleri de İngilizcede birer barbarism. Medyatik bizim icadımız (media sıfat takısı almaz), böyle bir kelime yoktur hiçbir dilde; balet'in aslı olan İtalyanca ballet bütün Avrupa dillerde bale sanatı anlamında kullanılır; erkek dansçı anlamında kullanılmaz. Batı dillerinde dansçı kişi kadınsa "balerin", ama erkekse sadece "dansçı" ya da "bale dansçısı" denir, eril biçimi yoktur "balerin"in. Türkçe dilbilgisinde eril, dişil ayırımı olmadığı halde, hiç yoktan bir eril icat etmeyi üstümüze vazife saymamız anlaşılır şey değil. Gerek TDK, gerekse Kubbealtı sözlüklerinde "balet"in kurala uygun bir kelimeymiş gibi, hiçbir açıklama eklemeden verilmesi gariptir! Öte yandan, İtalyan asıllı paparazzi bu dilde bir çoğul kelimedir, tekili paparazzo. Bazı İngiliz gazetecilerin çoğul kelimeye bir çoğul takısı daha eklediklerini görmüşümdür. Zaten çoğul olan media kelimesine /-s/ çoğul takısı ekleyenler de vardır İngilizce konuşulan dünyada, bunlar da barbarism sayılır.
Aynı dili konuşan iki toplumdan biri öbürünün dilinde meydana gelen bazı değişimleri barbarism diye nitelendirebilir. İngiliz müstemlekecilerin kuzey Amerika'ya yerleşmelerinden sonra konuştukları dil Britanya adalarında konuşulan İngilizceden gözle görünür bir biçimde farklılaşmaya başlamıştı. Britanyalı İngilizler gitgide değişip "Amerikanca"laşan dillerinde ortaya çıkan yeni icatlara daha onsekizinci yüzyılın başlarında barbarism diyorlardı.
Aslında, pek çok dilde görülebilen, kural bozan bir değiştirme işlemidir barbarism. Ne var ki, başlangıçta kabul edilemeyecek olan kurala aykırı bir kelimedeki yanlışlık, aradan uzun bir zaman geçince unutulabiliyor, böylece yanlış kullanım dile temelli yerleşebiliyor. Şöyle diyebiliriz: başlangıçta de facto olarak dile giren bir kelime, bir gün geliyor, meşruiyetini ilan ediyor, yani de jure mevkiine yükselebiliyor! Sosyete kelimesini Fransızcadan almışız, bir aykırılık yok bunda, ama aynı kelime üzerinden, sosyetik diye, Fransızcada olmayan bir anlam icat etmişiz. "Sosyetik" de bir barbarism elbet, ama unutulmuş, sonunda Türkçe sözlüklere de girmiş. Bu kelimenin bugünkü durumu "balet"inkiyle aynı değil herhalde.
Arapçadan, Farsçadan aldığımız sayısız kelimeyi bu iki dildeki kullanımlarına aykırı biçimde, anlam ve biçim değişikliğine uğratmışızdır. Bu yabancı kelimeler yüzyıllar geçtikçe dilde yaygınlaşmış. Bu türden yanlış kullanımlara Türkçede galat, yani dil yanlışı, hatalı, kusurlu kullanım deriz. Basit dil yanlışından ayrı bir özelliği var terimin. Bunu barbarism teriminin dengi sayabiliriz. Yeni Türkçede bir karşılığı yok. 1980 öncesinde TDK "barbarism" karşılığında "yadsınlık" kelimesini türetmişti; ama kullanan yazar çıkmadı. "Yadsımak"tan (iki anlamından biri "yad, yabancı saymak") yola çıkılarak türetildiği için, burada da "yabancı"lık öğesi var. Kurala aykırı olduğu halde yaygınlaşan galat sözlere "galat-ı meşhur" denir. Evrak kelimesi "varak"ın çoğuludur, birçok kimsenin hiç sakınmadan kullandığı "evraklar" bir galat-ı meşhurdur. Dilin kurallarına uygun, düzgün bir biçimde konuşulup yazılmasından yana olanlar bu gibi, kural bozucu kullanımlara hararetle karşı çıkarlar. Ama galat-ı meşhur sözler bir dilde iyice artınca onları savunanlar olur. Bilinen, yeri geldiğinde tekrarlanan bir söz vardır: "galat-ı meşhur lafz-ı lûgat-i fasihden yeğdir". Yani yanlış olsa da yaygınlaşan sözler kurala uygun olmamakla birlikte, sözlüklerde, kâğıt üstünde kalan kurallı sözlerden üstün tutulmalıdır demek.
Barbaros'un dişil hali olan Barbara pek çok dilde (İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca Lehçe, Macarca, Slovence gibi) yaygınlaşmış bir kadın adıdır. "Yabancı kadın" demek. Neden böylesine yaygınlaştığı, yabancıl (exotic) bir çağrışımı olduğuna bağlanıyor. Yabancıl şeyler sevilir bazen. Son yıllarda bizde çok yaygınlaşan, "başka, yabancı, gayri" anlamına gelen Özge'ye koşut bir durum. Özgecan, Özgehan, Özgenur gibi birleşik isimlerde de kullanılıyor.
Latince ile İtalyancada "sakal" anlamına gelen, ama asıl kaynağı bilinmeyen barba Fransızcaya, İngilizceye, Almancaya geçmiş: sırasıyla barbe, beard, bart. Türkçedeki berber'in de kaynağı İtalyanca barbiere, sakalı tıraşlayan, saç kesen. İtalyancadan bütün batı dillerine yayılmış. Berber onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında girmiş Türkçeye. Farsçadan gelen ser-tirâş, Arapçadan hallâk, İtalyancadan perükar kelimeleri de kullanılmış berber için, ama üçü de dilden düşmüş.
Barbunya hem fasulyegillerden taneli bir bitki, hem de bir balık türüdür. İkisinin de rengi aynı, pembemsi, ikisinin de kaynağı İtalyanca. Renklerinin aynı olması aynı kelimeyle adlandırılmalarına yol açmış sanki. Barbunya balığına barbun dendiği de olur; bunun da kaynağı İtalyanca barbone herhalde. Balığın ağzından tel tel uzanan çıkıntılar bu balığın sakalı, bıyığı gibi görülmüş belki de.
Modern Yunancadaki barba Latinceden ya da İtalyancadan alınmış olsa gerek. Çünkü yine sakalla ilintili. Istanbul'da ihtiyar Rum meyhanecilere barba denir (di), müşteriler onlara hitap ederken de aynı kelimeyi kullanırlardı. "Sakallı amca", yahut Türkçedeki "amca" gibi sıcak, samimi bir kelimedir. Sait Faik'in hikâyelerinde çokça gördüğümüz gibi, Istanbulluların gözünde sevimli bir adamdır barba. Istanbullu Rumlar meyhanecilik mesleğinde nam salmışlardı —"eski Istanbul'da" diyebiliriz artık. Bugün bir iki Rum meyhanesi var Istanbul'da. Bir nostalji rüzgârı estirmek için olsa gerek, adları Barba...
Bülent Aksoy
10 Nisan 2021 (Rev)