Nomos'tan Namusa
Türkçe kökenli olmadığını hissetsek de, "nâmus", dilimizin çok köklü kelimelerinden. Kaynağını bilmesek, sorulsa, Arapçadır deriz. Yanlış da olmaz. Yüzyıllar önce ya Arapçadan almışız ya da Aramcadan. Ama her iki dile de Yunancadan geçmiş. Bin yıldır birlikte yaşadığımız, "Rum" yurttaşlarımızın dilinde bulunan bir kelime olduğu halde bu dilden almamışız. Orta Çağda çeviriler yoluyla Yunancadan Arapçaya geçtiği sanılıyor.
Yunancanın nereden aldığı bilinmiyor. En eski kaynağı Hint-Avrupa dilindeki *nem kökü. "Görevlendirmek, ayırmak, tahsis etmek, atfetmek, hamletmek, atamak, pay vermek, paylaştırmak, herhangi bir şey vermek" anlamlarının yanında "almak, kabul etmek, bir âdet olarak benimseyip uymak" anlamı da var. Bu kavramlar Yunancada biraz bulanıklaşıp hemen fark edilemez oluyor. Yunancadaki anlamlarına damar damar bakalım: 1. kanun, kural, düzen, nizam, teamül, âdet, usûl, görenek, yol yordam. 2. bölme, ayırma, belirleme, bölük. 3. bölge, semt, havali, mahalle, mıntıka. 4. pay, hisse, parça, payını verme, paylaştırma.
Anlamını daha iyi kavrayabileceğimiz türevleri yine de Yunancadan çıkıyor. Yunanca nomos (kanun, kural, düzen, nizam, yol yordam) nāmūs yazımıyla Arapçaya geçiyor; buradaki anlamı da "kanun, töre". Ama din öğretisi de kelimenin anlamını etkiliyor: Allah'ın kanunu, Musa'ya gönderilen şeriat, yani Tevrat. Aramca nūmūs ya da nīmūs de "töre, kanun, yasa, din" demek. Bu iki dilden birinden geçiyor dilimize. O halde Türkçe —lu ekiyle "nâmuslu", kanunlara uyan, meşru yoldan ayrılmayan; —suz ekiyle "nâmussuz" da, kanuna uymayan, gayrimeşru yola sapan anlamına geliyor.
Platon'un son kitabının adı Nomoi, yani "kanunlar" adını taşır. Daha önce yazdığı Devlet ile birlikte Platon'un siyaset kuramını bütün ayrıntılarıyla işlediği bir eserdir. Yasalar adıyla Türkçeye çevrildi.
Nomos'tan çıkan nomy / nomia / nomie verimli bir söz bileşeni. Batı Avrupa dillerinde en çok, belirli bir alanın (bazen bir bilim dalının) kanunlarını, kurallarını, ilkelerini, o alanlarla uğraşan kişileri nitelendirmekte kullanılıyor. Bazıları Türkçeye geçmiş. Bunlardan biri olan "ekonomi" bir önceki yazının konularındandı. Batı dillerinden gelen, aşağıda göreceğimiz kelimelerin hiçbiri "nâmus"a benzemiyor. Hiçbirinin ne nâmus, şeref, ahlak gibi öznel içerikli kavramlarla, ne de din ile ilintisi var. Bu kök bambaşka alanlarda hizmet veriyor Avrupa dillerine. Dil dünyasında söze anlam vermekte düzenlilik yok.
İlk kelimemiz otonom (autonomie, autonomy). Bileşenleri şöyle: auto, "kendi kendine" + nomos, "kanun", ikisi birlikte "kendi kanunları olan, kendi kendini yöneten, özerk". Bir üst yönetime bağlı olduğu halde iç işlerinde kendi kendini yönetme yetkisi olan kuruluşlara eskiden "muhtar" denirdi, bugün özerk diyoruz. Muhtar kelimesi bu anlamıyla en genç kuşaklara yabancıdır. 1960'a kadar "özerk" yerine "muhtar" kelimesi kullanılırdı; örneğin "üniversite muhtariyeti" denirdi 1950'lerde. 1961 Anayasası'nda eskimiş kelimelerin çoğu ayıklandı, özerk kelimesi de kanun diline girdi. Bugün de kullanılan, köyün, mahallenin seçilmiş yöneticisi anlamı bir hayli eski.
Otonom teriminin batı dillerindeki karşıtı, Türkçede kullanılmayan heteronomy. Başka bir iradeye, güce, yönetime tâbi olma. Yeni Türkçede "yaderklik" karşılığı teklif edilmiştir. Herhalde çevirilerde kullanılsın diye.
Astronomi (yıldız + nomos: yıldızların, gök cisimlerinin düzeni): eski dilde astroloji, astronomi demekti. Bu iki terim eşanlamlı olarak kullanılabiliyordu. Aralarındaki ayrım ancak onyedinci yüzyılın sonlarında ortaya çıkabildi.
Metronom (métronome, metronome: metr, "ölçü, ölçüm" + düzen, kural): bir musıki eserinin seslendirilmesi gereken tempoya uygun bir biçimde çalınmasını belirlemekte kullanılan alet.
Antinomi (antinomy: karşıt + kanun): TDK Güncel Sözlük'e girdiğine göre, dilimize geçmiş. "Çatışkı" denmiş, başka bir şey denmemiş sözlükte. Bir tanım değil bu. "Çatışkı" maddesine bırakılmış tanımı.
Antinomi kendi içinde aynı derecede akla yatkın görünen kanunların, yargıların, önermelerin aralarında gösterdiği çelişki. Kant bu terime felsefi bir anlam kazandırmış. Onun tanımına göre, mantıklı yargılar arasındaki çelişki; aklın kendi içinde zorunlu olarak düştüğü çelişkiler. Birbirini yalanlayan iki önermenin ikisini de doğru sayarsak çatışkıya düşmüş oluruz. Örneğin, aynı kuram içinde ortaya konan iki önerme çelişebilir.
Gastronomi (Yunanca gastr, "mide, kursak, karın" + nomos: yeme içme düzeni, kuralları):
Tat, lezzet verme sanatı, bilimi. Kullanılan malzemenin seçilmesi, hazırlanması, pişirilmesi, pişirme yöntemleri, belirli bir coğrafi bölgenin yemek kültürü, yeme içmenin tarihçesi bu araştırma alanının başlıca konularıdır. Gastronom yeme içmenin bilimsel, kültürel yönleriyle ilgilenir, ama damak zevki de gelişmiş, yiyip içmeye elbette meraklı bir kişidir. Gastronom aynı zamanda gurme de olabilir. Gurme (Fransızca gourmet) ile gastronom terimlerinin anlamları ilk bakışta birbirine benzer. Ama aralarında önemli bir fark var. Gourmet yemeğin, içkinin iyisinden anlayan, damak tadı çok gelişmiş, yediğine içtiğine değer biçebilen bir ehlizevktir; çok iyi bir aşçı olması gerekmez.
Bu iki terim için örnekler vereceğim. Yemek kültürü, yeme içmenin tarihçesi üstüne kitaplar yazmış olan Artun Ünsal bir gastronomdur (herhalde aynı zamanda da gurme). Türk edebiyatının değerli yazarlarından Refik Halit Karay bir gurmeydi;[1] yeme içme konulu yazılarıyla, televizyon programlarıyla tanıdığımız Vedat Milor da bir gurmedir. Batı dillerinde aynı kökten gelen bir kelime daha var: gourmand. Gourmet ile eşanlamlı olarak kullanılabiliyorsa da, baskın anlamı olumsuzdur: çok yiyen, obur, pisboğaz.
Damak tadı gelişmiş kimselere eski Türkçede "şikemperver" (Farsça şikem, "karın" + perver , "besleyen") denirdi. Kubbealtı Lugati "şikemperver"i obur diye tanımlamış. Yanlıştır. Bu terim hep gurme anlamında kullanılmıştır Türkçe metinlerde. Şemsettin Sami de "şikemperest"in (şikem + tapan) obur demek olduğunu yazmış, "şikemperver"den ayırmış.
Nümismatik Yunancada "dolaşımdaki sikke, para, kullanılan şey" anlamına gelen nomisma / nomismat kelimesinden türeyen, onyedinci yüzyılda Fransızca numismatique üzerinden yayılan bir kelime. "Tarihî sikkeler ile ilgili" anlamında bir sıfat, eski madenî paraları toplayan koleksiyoncular hakkında kullanılır. Kavramın "gelenek görenek gereği, âdet üzre kabul etme, benimseme" damarına bağlı. Türkçe sözlüklere girmemiş, ama dilimizde kullanılıyor. "Türk Nümismatik Derneği" 1968'de kurulmuş. Koleksiyoncular "www.gittigidiyor.com" sitesinde eski madenî paraları satışa sunuyorlar.
Nemesis: Yunan mitologyasında insanlara hak ettikleri cezaları veren intikam tanrıçası; tanrısal gazabın kişileşmiş varlığı. Çoğu kez insanlardaki aşırı ölçüsüzlüğü, taşkınlığı, kendine aşırı güveni, kibri cezalandırır. Nemesis'in duyduğu öfke haklı bir öfkedir, cezalandırılan insan buna "müstahak"tır.
Hint-Avrupa dilindeki kökün "pay, payını, hak ettiğini verme" damarından çıkıyor Nemesis. Nem yazımıyla, hiçbir ses değişimine uğramadan, doğrudan doğruya alınmış gibi; "-esis" bir sonek. Batı dillerinde küçük n harfi ile, mitologya bağlamı dışında, (i) haklı, yerinde, kaçınılmaz ceza; (ii) böyle bir cezayı yerine getiren kimse; (iii) baş düşman, zorlu rakip, çetin ceviz anlamlarında da kullanılır.
"Numara" ise Yunancadan değil de Latinceden geliyor. Latincede "miktar, tutar, meblağ, sayı" anlamına gelen numerus kelimesinden türemiş. Hint-Avrupa kök dilindeki *nem kavramının "pay, ayırma, bölme, bölük" damarından çıkıyor. Türkçedeki numara kelimesinin kaynağı İtalyanca numero (Şemsettin Sami'de "numro"). Türkçede bu kelimenin kısaltılmışı "no". Bu kısaltma, /o/ sesinin nereden geldiği sorusunu sordurtur. İtalyanca "numero"dan geldiğini bilirsek sırrı açığa çıkar. Fransızcası da numéro. Kelimenin İngilizcesinde de /o/ ünlüsü yok. Eski yazarlarımız "numero" ya da" nümero" diye kullanırlardı. Ağızdan ağıza dolaşa dolaşa "numara" olmuş. Bu yazımıyla deyimlere de girmiş; "numaracı", "numara çevirmek", "numara yapmak", "(birine) numarasını vermek" gibi deyimlere yerleşmiş. Bu yüzden "nümero"ya dönmek mümkün değil artık. Ama buna uğraşanlar yok değil. 1930 doğumlu Çelik Gülersoy yazılarında "numero"yu kullanmış hep. Eski gemi kaptanlarından, deniz hukukçusu Gündüz Aybay da eski kullanımda direnilmesini, "no" yerine "nr" kullanılmasını teklif etmişti.[2]
Bütün bu örnekler dil konusundaki bir gerçeği bir kez daha gösteriyor. Kelimelerin kaynağında bir ana damar var; ama bu ana damarda toplanan yekpare, bölünmez, tek bir anlam kaynağı yok. Birbirinden farklı anlamlar, anlamcıklar bu toplanma noktasında barınabiliyor. Orada bir gizilgüç gibi bekleyen, "kuvveden fiile" çıkmamış olan söz birimleri bulunuyor. Ana damarın birçok kolu, kılcal uzantısı var. Her biri yeni anlamlar doğurmaya gebe. O damarlardan beslenen kelimelerin yeni anlamlar türetmesinde düz bir mantık yok. Her dil orada kendince ne bulduysa bir parçasını koparıp alıyor, istediği yerde kullanıyor. Bir merkezden çıkan kelimelerin dünyaya dağılımı dildeki değişimin, gelişimin düzenli olmadığını, keyfî olduğunu gösteriyor.
Bülent Aksoy
19 Eylül 2021
[1] Refik Halit Karay'ın günlük gazetelerde kalan, yeme içki konulu yazıları derlenip bir kitapta toplandı. Mutfak Zevkinin Son Günleri (hazırlayan Tuncay Birkan, İnkılâp, 2015) zevkle okunacak bir kitaptır.
[2] Bkz. Gündüz Aybay, Sözcükler Üzerine Anımsatmalar, Aybay Yayınları, Istanbul, s. 26-28.