ZEHİRİ ZEHİR YAPAN DOZUDUR (DOSIS FACIT VENONIUM)
Yıllar öncesinde Catalunya’ nın başkenti Barcelona’ya ilk gidişimizde bir turist heyecanı ile Plaça d’Espanya’ nın güzelliğine hayran kalmış ve aynı heyecanla Palau Nacional’e çıkan merdivenleri tırmanmaya başlamıştık. Merdiven uzun, basamak sayısı çoktu. Önümüze çıkan ve sahanlık diyebileceğimiz açıklıkta kısa bir mola vermiştik. Sağ yanımda ulu bir keçiboynuzu ağacı vardı. Mevsimiydi, ağacın meyveleri olgunlaşmış, kahverengi meyveler parmak parmak sallanıyordu. Ağacı gözümle süzerken ve bir yandan keçiboynuzu meyvesinin içindeki çekirdekleri düşünürken acaba diyordum, alanı tam karşıdan göreceğimiz noktaya kaç basamak kaldı? Aşağıya inerken bu kez soldaki iniş merdivenlerini kullanacaktık. Acaba dedim, buradan doruğa ulaştıktan sonra inişte aynı basamak sayısından sonra yine böyle bir sahanlık olacak mı? O sahanlıkta yine sağ yanımızda bu keçiboynuzu ağacıyla aynı büyüklükte bir ikincisi ile karşılaşacak mıyız?
Kendi kendimle adeta Rus ruletine benzer bir kumar oynadım. Düşündüğüm gibi, örneğin 120 basamak sonrasında, inişte aynı yerde, aynı biçimde bir sahanlık, sahanlığın yine sağında aynı büyüklükte bir keçiboynuzu ağacı olacak mı, aynı görkemde kahverengi meyveleri görecek miyiz? Veya bu düşüncelerimin hepsi boşa çıkacak ve ben oyunu kaybedecek miyim? İnanıyordum ki; İspanya eğer bana anlatılan İspanya ise, Goya, Cervantes, çağdaş bilim ve sanat bana yalan söylemediyse ben kazanacağım, yalan söyledilerse ben ve hepimiz kaybedeceğiz…
Düşündüğüm gibi oldu, onların doğruyu, olması gerekeni söylediği ve benim de bunları doğru algıladığım anlaşıldı. Ben kazandım, biz kazandık. Aristokratların, şatolarını, saraylarını süsleyen vazolar, heykeller hepsi çifter çifterdi. Klasik sanatta asimetriye yer yoktu, Hepsi simetrik bir düzen içinde dizilmişlerdi. Doğruluk derecesini bilmem ama ünlü heykelciler de eserlerini bir diğeriyle aynı iki ayrı materyal üzerinde çalışırlarmış. Kim bilir, biri kırılırsa diğeri üzerinde çalışmamı sürdürürüm, diye midir? Ayrıca gördüğüm her yerde Fibonacci oranlarına bilinçli ya da bilinçsiz bir uyum hep vardı. Yani işin aslına bakılırsa ben biraz sağlama oynayan kumarcı gibiydim. Rus ruletindeki hile benden yana idi.
Sevgili okurum, bu ikilemeleri kozmoloji veya düalist bir felsefe terimi olarak almıyorum ve onları açıklamak niyetinde de değilim. Kozmoloji, felsefe ve diğer disiplinler, bu karşıtları ve bunlar arasındaki karşıtlık ilişkilerini inceleyebilirler, bu onların sorunu. Benim anlatmak istediğim kendi gözlemlerimden hareketle bu birbirine karşıt olan şeylerin bir bütünün bileşenleri olduğu, biri olmadan diğerinin düşünülemeyeceği gerçeğinden ibarettir. Karşıt şeyler birbirlerinin varlık nedenleridir.
Doğru ile yanlış, iyi ile kötü, güzel ile çirkin birbirinin karşıtıdırlar. Ancak bunlardan biri olmadan diğeri olamaz. Örneğin sıcak olmadan soğuk, soğuk olmadan sıcak olmaz, olamaz. Dostluk olmadan düşmanlık nedir bilinemez, anlaşılamaz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bunlar bir bütünün iki parçasıdır. Bu diyalektik bütünlükte karşıtlar aynı zamanda iç içedir. Varlığın içinde yokluk da vardır. Var olan şeyin içinde yok olan da bir oranda bulunmaktadır. Örneğin doğum içinde uzak ya da yakın bir ölüm mutlaka vardır. 1931 tarihli Kadın erkek ortalamasına göre hazırlanmış Fransız PMF cetvellerini esas alan aktüerya hesaplarında “bakiye ömür süresi” 20 yaşında bir genç ile (20+45.90=65,90) 45 yaşındaki bir yetişkin için ( 45+25,64=70,64) aynı ömür süresi olmaz. Bu cetvellerde de görüldüğü her canlı doğmaya başlar başlamaz ölmeye de başlamıştır. Uzakdoğulu Taocu ve Konfüçyüsçü Çinli düşünürler bunu Yin ve Yang olarak klişeleştirmişlerdir.
Günlük yaşantımızda yin ve yangın birlikte bulunduğunu anladığımız ve bu karşıtlar arasına bizler işin doğasına ters, uzlaşmaz çelişkiler koymadığımız sürece barış içinde yaşayabiliriz. Daha açık söylemek gerekiyor ise içinde bulunduğumuz doğaya, doğadaki canlı ve cansız her şeye ve toplumu oluşturan her bir bireye, bütün bunların varlık nedenlerine karşı saygılı davranırsak, adil bir yaşamı içselleştirir isek şu “fani” dünyada “mutlu” olmamak için hiç bir neden yoktur.
Bu mutluluğun gerçekleşmesi için iyi ile kötünün, yararlı ile zararlının ve benzerlerinin arasında bir dengeye mutlak gereksinim vardır. Bu dengenin adına isteyen mutluluk da diyebilir.
Türkiye’de rakı kültürü için özellikle rakının nasıl içileceği konusunda özgün katkılarda bulunmuş olan ünlü mimarlarımızdan, yaşam gustosu Aydın Boysan yıllar öncesinde Tekirdağ Şarap ve Rakı Fabrikası’nın anı defterine 11.10.1996 günü şu satırları yazmış. “Adam gibi içmeyi bilmeyenler hiç içmesin” Üstat Boysan diyor ki; rakı, şarap zararlıdır. Bunlar şişede durduğu sürece sana bir zararı yoktur. Zararı varsa içene bir zararı vardır. İçmesini bilmeyenlere zararı vardır.
Su, diyor üstat, su da zararlıdır. Bedeninin gereksinimi kadar su içmek yararlıdır ve hatta zorunludur. Gereksiniminden fazlasının bir yararı yoktur, gereksiniminden çok fazlasını içersen zararlıdır. İşi biraz daha ileriye götürürsen içki zehirlenmesi gibi su zehirlenmesinden ölürsün. (Bu yolla öldürmeye Çin işkencesi deniyormuş)
Ne ilginçtir ki kuyruğunun ucunda öldürücü zehir taşıyan akrebin kendisine bir zararı yoktur. Arı da öyle arı kendisini sokmaz.
Böyle olunca ortaya bir denge sorunu çıkıyor. Adam gibi, insan gibi içmesini bileceğiz, aksi halde zehirleneceğiz. Yani sudan vazgeçmeyeceğiz ama bize ne kadarı gerekli ise bunu öğreneceğiz.
Rakı, şarap – günah, sevap bunu isteyen istediği gibi anlamlandırabilir veya yorumlayabilir. Cennette kötü olmayan ve içilmesi sıradan bir şey olanın dünyada niçin kötü ve günah olduğu onun kişiden kişiye değişen göreceli miktarı, dozu ile ilgilidir. Yani işin özeti, azı karar, çoğu zarar sözünü aklımızda tutacağız.
Boysan bu sözlerine Latince güzel bir terimi dayanak yapıyor.
DOSIS FACIT VENOMIUM
Eczacılık mesleğinde kullanılan doz sözcüğünün kökenini oluşturan Latince dosis terimidir.
Facit sözcüğü de dilimizdeki yaptı veya yapar anlamında eylemi ifade ediyor. Fransızca karşılığı verbe faire / yapmak eylemidir. Facit, il fait yani yaptı olarak çevrilebilir.
Venonium veya venonum da zehir anlamına gelen bir sözcüktür. Yazının başlığındaki eczacılık terimini dilimize
“ZEHRİ ZEHİR YAPAN DOZUDUR”
şeklinde çevirebiliriz.
Eşimin mesleği eczacılık benimki hukuktur. O meslek yaşamı boyunca insanın beden ve akıl sağlığını bozan şeylere karşı başta mikro organizmalarla, onların biyolojisiyle ve onların insandan uzaklaştırılması ile yani antibiyotiklerle uğraştı.
İnsanları yaşatmak için mikropların öldürülmesini sağladı.
Zehir ile panzehir arasında insanların yaşam dengesini bulmaya çalıştı.
İlacın etkin dozu hastalığı iyileştirdiği halde ile aşırı dozu hastalandırıyor, bazen de öldürüyor. İşin dengesini de hekim ve eczacı arayıp buluyor ve uyguluyor.
İlaç rafta dururken bir ilaçtır. Onu zehir haline getiren hastanın, hekim ve eczacı önerisine uymaması, öneriyi yanlış uygulaması veya o önerilere karşın akıllı bir hasta gibi davranmaması, önerinin tersini yapmasıdır.
Ben de diğer meslektaşlarım gibi haksızlıklara karşı hakkı savundum. Kişiler arasındaki ve kişilerle toplum arasındaki hak ve özgürlük dengesini sağlamaya, bozulduğunda bu dengeyi düzeltmeye çalıştım.
İşin özü sağlık ve esenlik içinde karşıtlar arasında rasyonel bir korelasyon oluşturmak ise bütün enerjimizi de buna yöneltmemiz gerekmektedir.
Herkesin gereksinimi olan şeylere rahatça ulaşabilmesini, kendisine ve kendisi dışındaki insanlara, doğaya aykırı istek ve eylemlerini bir kez daha gözden geçirip sağlıklı bir denge tutturabilmesini diliyor, saygılar sunuyorum.
03.01.2024
Ali Can Polat