ETİMOLOJİ NE İŞE YARAR?
Türkiye'de etimolojiye duyulan ilgi 1980 sonrasıdır. Çok yeni. Oysa dünyanın en eski bilimlerinden. Bu bilim dalı bizim semtimize çok ama çok geç uğramış. Bunun siyasi sebepleri var. Netameli bir konu. Resmî ideoloji etimolojiden hoşlanmıyordu. Bir baskı vardı bu konu üzerinde. TDK bir etimoloji sözlüğü hazırlamayı yıllarca savsakladı. Ancak 2001'de bir sözlük çıkardı, ama o da bugün yazılan, konuşulan Türkçenin değil, eski Anadolu Türkçesinin, Asya Türkçesinden gelen kelimelerin etimoloji sözlüğü. Bu sözlükte yer alan kelimelerin hepsinin Türkçe kökenli oluşu bu konudan duyulan rahatsızlığın da bir göstergesidir.
Ne var ki, 1980 sonrasında bu alanda dikkate değer bir ilgi uyandı. Türkçe sözlükler yayımlandı. Aydınlar Avrupa'da çıkan sözlükleri edindiler. Kökenbilgisi popülerleşti, gazetelerdeki bulmacalarda, televizyondaki bilgi yarışmalarında etimoloji soruları iyice göze çarpar oldu. Sevindirici bir gelişme bu. Ama bu konuya hak ettiği değeri vermekte bir hayli geç kaldığımız bir gerçek. Bu arada TDK Güncel Sözlük ile Kubbealtı sözlükleri kelimelerin hangi dillerden Türkçeye geçtiğini belirtmeye başladılar. Ama verdikleri kökenlerde çok sayıda yanlış var.
Bütün dillerin iki bileşeni vardır: cümle yapısı, kelime yapısı. Cümle yapısı, sözdizimi önde gelir elbette. Bir dilin sözdizimini öğrenmeden o dili kullanamayız. Ama cümle yapılarını yeterince öğrenmiş olmak o dili doyurucu bir biçimde kullanmaya yetmez. Sadece gramerini öğrenmekle, o dilde yazılmış değerli bir metni de iyice kavrayamayız. Kavramları, düşünceleri, duyguları dile getiren kelimeleri, sözleri, deyimleri bilmek gerekir. Dilin ikinci bileşeninin önemi burada kendini gösterir: söz dağarcığı bilgisi.
Türkiye'de yabancı dil öğretiminde çok büyük bir eksiklik var. Yabancı dil öğretiminde sadece dilbilgisi kurallarının, o dilde kullanılan belli başlı cümle kalıplarının öğretimi amaçlanıyor. Kelime öğretimi büyük ölçüde bir kenara bırakılıyor. Dilbilgisi kuralları öğretilirken kullanılan kelimelere, öğrencilere yabancı dilde hikâye, roman, şiir okutulurken, o metinlerde geçen yeni kelimeler eklenebiliyor sadece. Ama bu da okutulan metinlerde geçen kelimelerle sınırlı bir katkıdır.
Dilbilgisi kuralları ile başlıca cümle kalıplarını belli bir ölçüde öğrenmiş ama söz dağarcığı dar olan öğrencilere de söz dağarcıklarını genişletebilmeleri için bol bol okumaları salık verilir; böylece sorun ertelenir, öğretim sonrasına bırakılmış olur. Kısacası, kelime öğretimi başlıbaşına bir konu olarak görülmez. Grameri sökmüş bir kimse, dili kullanma isteği duyar; ama bildiği kelimelerin sayısı çok azdır. Ana dilinde ifade edebildiği düşünceleri yabancı dilde ifade edemediğini, gramerin burada işe yaramadığını görür. Sözlükleri açıp her gün üç beş kelime "ezberlemek" söz dağarcığını genişletmek için hiçbir şey yapmamaktan iyiyse de, bu yol derde deva değildir.
Söz dağarcığını genişletmek, şüphesiz okumakla olur; yabancı dilde de, anadilinde de. Ama bu, özellikle yabancı dil öğreniminde çok uzun zaman geçmesini gerektirir. Daha doğrusu, kelime öğrenimi ömür boyunca sürer. Anadilimizde bile anlamını bilmediğimiz nice kelime vardır. “Bol bol okuyun!” tavsiyesi ilk çare değil. Sonraki çare olmalı. Söz dağarcığını genişletmenin bol bol okumaktan çok daha önce tutulması gereken yolu kökenbilgisine önem vermektir. Bu yol çok daha verimlidir; kısa vadede meyve verir. Öğrenciye dilin sözdizimi belletilirken köken bilgisi temelinde kelime öğretimi de verilmeli, yabancı dilde okuma alışkanlığı bu temele oturtulmalı; bu iki öğrenme biçimi paralel olarak yürütülmeli. Etimoloji bilgisi üzerine oturtulmuş bir okuma alışkanlığı çok daha verimli olur.
***
Peki, köken bilgisinin faydaları nelerdir? Kısaca söyleyelim:
1. Kelimelerin çekirdek anlamını belletir. Çekirdek anlam bilinir, zihne yerleştirilirse, o kökten çıkan kelimeler bir anda elimizin altına gelir. Sözlüğü açtığınızda da bir kelimenin beş, on anlamı olduğunu görürüz. Ama bu on anlamı da bir köke bağlı.
Yabancı dilin kelimeleri ana dilimizin kelimeleri gibi değildir. Bir karşılaştırma: bilmek mastarından türeyen şu kelimeleri düşünelim: bilim, bilgi, bilge, bilgiç, bilişim, bilinç, bildiri, bildirge, bildirişim... Bunların her biri, içeriğini bilmeyenlerin zihninde de bir taslak çizer.
Oysa yabancı dilin kelimeleri böyle saydam değildir. Ama kelimenin kökü bilinirse, o donuk kelime bir anda sağlam bir temel kazanır zihnimizde.
2. Kelimelerin anlamları ilk anlamlarında donup kalmaz, zamanla genişler, dallanıp budaklanır. Ama anlam özü göz önünde tutulursa, anlam genişlemeleri çok daha iyi kavranabilir. Yeni karşılaştığımız bir kelimenin kökenini önceden bilirsek, ona aşina isek kelimeyi kolay kolay unutmayız. Yabancı dilde metinler okurken, bilmediğimiz bir terimle karşılaşınca sözlüğe bakarız. Ama sonra unutabiliriz anlamını. Başka bir gün yine o kelimeyle karşılaşınca anlamını hatırlamayabiliriz. Unutmamanın yolu çekirdek anlamını bellemektir.
Burada şunu eklemem lazım: çekirdek anlam dediğimiz şey bir anlamlar damarıdır; birçok anlamı barındıran, yeni kelimeler doğurmaya gebe, kılcal uzantıları olan bir damar. Bu ikincil damarlardan da türüyor anlamlar, kelimeler.
Kelime tarihçeleri, bir kelimenin birçok anlamı olması ilk anlamın zamanla nasıl dallanıp budaklandığını gösterir. Ama ne kadar dallanıp budaklanırsa budaklansın, çekirdek anlam baki kalır. Çok işlenmiş anlam özlerinde bazen çekirdek anlam bulanıklaşabilir. Bu durumda daha derin bir arkeolojiye ihtiyaç duyulur.
Bu inceleme sürecinde anlamların nasıl birbirini türettiğini de gözlemleriz. Anlam türeten mecraları görürüz. Kavramların nasıl geliştiğini, genişlediğini görmek dillerin hangi dinamiklerle nasıl geçmişten bugüne geldiğini de gösterir bize.
Sözlüğe baktığımız zaman kelimelerin eşzamanlı (senkronik) olarak ne anlama geldiğini görüyoruz. Bir de artzamanlı (diakronik) bir boyutu var: kelimelerin tarihleri boyunca uğradığı anlam değişiklikleri. Onlar da aynı çekirdeğe bağlı. Bu boyuttaki dikey gelişime bakınca insan zihninin en derin tabakalarına iniyormuş gibi bir hisse kapılırız. Bir yandan da, insanlık tarihinin değişik dönemlerini görürüz, belki de hiçbir tarih kitabının yazmadığı bir tarihi...
3. Anlamını bilmediğimiz kelimelerin anlamlarını kestirebilme becerisini kazandırır. Aynı köklerle eklerin kullanıldığı başka kelimelerin anlamları göz önüne alınarak yeni kelimenin anlamı hiç olmazsa kabaca kestirilebilir.
4. Anlamlarını kabaca bildiğimiz kelimelerin anlamlarını özümsetir. Birçok kelimenin zihnimizdeki görüntüsü siliktir; köken bilgisi bu silik görüntüyü parlatır.
5. Çok okuyan bir kimse bile birçok terimin kökenini bilmez. Ama düşünme sürecinde o terimin kökenine inme ihtiyacı duyabilir. Bu ihtiyacı duyması çok değerli. Bu merak ona önemli bilgiler kazandıracaktır.
6. Bazı kelimeler ses bakımından birbirine çok benzeyebilir. Bu durumda o kelimeleri birimlerine ayrıştırmak bunları ayırt etmeye yarayabilir.
7. İmla hatalarını, buna bağlı olarak telaffuz hatalarını da azaltır. Kelimeyi meydana getiren birimler önceden bilinirse imla hataları da azalır.
8. Eğlendirir... Etimolojinin olmazsa olmazıdır eğlence. Ayrıca, bir kültürdür bu. Bir entelektüel meraktır. Her aydın kişinin etimolojiye biraz vakit ayırması aydın olmanın şartlarındandır bence. Hele üniversite hocaları. Öğretimde de, mutlaka kendi dallarının terimlerini kullanırken köken bilgisi vermeliler.
Bunların en önemlisi kelimelerin anlamını özümsetmek, anlam tabakalarını fark ettirmek.
Biz Tanzimat'tan sonra batı medeniyetiyle temasa geçtik. Sonra da doğu medeniyeti çevresinden çıkıp batı medeniyeti çevresine girdik. Batı medeniyetinin temeli de batı dilleri.
Köken bilgisi en çok bilim dilinde önemli. "Bilim dili" teknoloji, felsefe, sanat dilini de kapsıyor. Sözlükteki bütün kelimelerin tarihçesini araştırıp bilemeyiz. Kavram, terim, bilgi, bilim dilinde üretilir. Terimler, kavramlar özümsenmeden bilimde üretim olmaz. Bilimsel üretim kavramlar üzerinden yürür. Şöyle de denebilir: bilimsel üretim eski kavramların eleştirisiyle yol alır. Köken bilgisinden yoksun bir terim bilgisi ister istemez eksik kalır.
Yabancı dil öğrenenler terimlerin sözlük anlamlarını öğreniyorlar. Bir dili, iki dili, daha çok sayıda dili akıcı bir biçimde kullanan birçok insan görebilirsiniz çevrenizde. Ama bu, onların kavramları derinlemesine bildikleri anlamına gelmeyebilir. Yabancı dil bilenler de, tıpkı bilmeyenler gibi, yabancı kelimeleri ezbere kullanıyor. Buna eminim, yabancı dili öğreten okulların yöntemleri ortada.
Okumuşlarımızın Batının kavramlarını anlamadığına, yarım yamalak anlayabildiğine dikkati çeken ilk yazar Nurullah Ataç. Bu görüşünü 1940'larda, 50'lerde ısrarla işledi. Birkaç kez, "ansiklopedi" gibi basit bir kelimenin anlamını bu ülkede kaç aydının bildiğini sormuştu. Bu büyük eksikliği gidermenin yolu olarak da orta dereceli okullarda, batı kültürünün temeli olan Yunanca ile Latincenin öğretim programına alınması görüşünü ısrarla işledi. Dünya klasiklerinin çevirilerini yayımlamakta olan Millî Eğitim Bakanlığının başında olan Hasan Âli Yücel de bu görüşteydi ki, Ankara'da, Istanbul'da, İzmir'de bazı önemli liselere seçmeli olarak Latince dersleri kondu. Fakat sürdürülebilir bir uygulama değildi bu. Yunanca, Latince ölü dillerdi, bir yabancı dili öğrenmek yeterince zor bir işken, bu ölü dillerin öğrenilmesini beklemek gerçekçi değildi. Bunu bir kenara bırakalım, Ataç yeni Türkçenin Yunancalaştırılması, Latinceleştirilmesini de istiyordu. Yani bilim-kültür dilindeki her Yunanca-Latince kök bir Türkçe kelimeyle karşılanacak, o kökten türeyen bütün yabancı terimler Türkçe köklerle, eklerle karşılanıp dile sokulacaktı.
Bir örnek vereyim: demokrasi, demografi, pandemic, epidemic, endemic terimlerinde aynı Yunanca kök kullanılmıştır.
"Demokrasi"nin (demos + kratos) halk yönetimi olduğunu herkes bilir. Ama "halk" kelimesi Türkçe değil, "budun" ya da "boy" denmeliydi; böylece demokrasi, "budunyönetimi" diye Türkçeleştirilebilirdi. Demografi ise "budunyazımı" olabilirdi. Ya pandemic, epidemic, endemic için ne diyecektik? Bunlarda da aynı birimi kullanabilecek miydik? Mümkün değil. Olmazdı bu!
Ataç'ın kavramları özümsetme yönündeki ısrarı çok değerli, ama bu derdin devası ne bu yöntem, ne de Yunanca, Latince öğrenmekti. Bunun devası bence kökenbilgisidir. Türkçeye geçmiş batı terimlerinin kökenbilgisiyle özümsetilmesidir. O yıllarda kimsenin aklına gelmedi bu. Ben bu görüşümü 2017'de üstadın ölümünün 60. yılı dolayısıyla Birikim dergisinde yayımladığım bir incelemede dile getirmiştim.
Konumuz yabancı dil öğretimiyle sınırlı tutulamaz. Yabancı dil bilmeyenler de sayısız yabancı kelimeyi biliyormuş gibi ana dillerinde kullanıyorlar. Aslında bildiklerimiz, yani Türkçede zaten kullanılanlar bilmediklerimizin de anahtarı. Ama birilerinin bunu bize hatırlatması gerekiyor...
Bilim terimlerini iki kümede toplayabiliriz. Birinci kümede, okumuş insanların çoğunun kullandığı, kullanmak durumunda olduğu, "bilimler arası" terimler var. Bunların bir kısmı lise ders kitaplarında bile geçer. Asıl önemli olanlar bunlar. Bir de, bir dalın sadece uzmanlarının kullandığı çok teknik terimler var. Örneğin, çok teknik nitelikteki tıp, fizik, kimya, biyoloji terimleri. Uzmanlar da kökenlere eğilirlerse, o Latince, Yunanca terimlerin anlamlarını yeni bir ışık altında kavramaya başlayacaklardır. Oysa Latince terimleri onlar da ezberliyor.
Bu iki dilden gelenlerin oranı İngilizcede yüzde 75. Şimdiye kadar binlerce kelime bu iki dilin anlam özleriyle türetilmiş. Ama ikisi de birer ölü dil. Ölü dil olsa da, bu iki dil sanki yaşıyormuş gibi hâlâ yeni terimler türetiyor.
Bu diller Avrupa için de yabancı diller. Bilim terimlerinin yabancı dilden türetilmesinin bir faydası var: konuşma dilinden alınan kökler o dili kullananlar arasında gündelik çağrışımlarıyla terimlerin içeriğini çarpıtan anlamlara yol açabilir. Oysa Yunanca-Latince yabancı dil olduğu için böyle bir tehlike yoktur. Felsefedeki "yabancılaşma" teriminin 1960'larda nasıl alakasız bir biçimde kullanıldığını biliyoruz. Günümüzde "söylem " terimi moda oldu; ama bu dilbilimi teiminin gerçek anlamını bilen çok az.
Batı dillerinin söz dağarcığındaki kelimeler bu iki dilden tek tek değil, kümeler halinde o dillere geçmiş. Yani bir kökten çıkan on, yirmi kelimelik salkımlar halinde. Bu durum o dillerin söz dağarcığının öğrenilmesinde büyük fayda sağlıyor. O yirmi kelimeyi tek tek öğrenmek, yani ezberlemek zahmetinden kurtarıyor.
Yunanca, Latince batı Avrupa ülkeleri için de yabancı dil elbette. Ama o dillerde aynı Yunanca-Latince kökten gelenler o kadar çok ki, Avrupalılar o anlam kümelerinin ortak bir çekirdeğe dayandığını sezebiliyorlar. Bizler kadar dayanaksız değiller. Yine de bugün Britanya'da, ABD'de, İngilizce ana dilleri olduğu halde, orta öğretimde öğrencilerin söz dağarcığını genişletmeyi hedef alan dersler verilir, kökenbilgisi veren kitaplar kullanılır.
Sonuç olarak, yabancı dil öğretimi veren bütün liselerde kökenbilgisine yer verilmesi, bu yönde bilinç aşılanması savsaklanamayacak bir ihtiyaç olarak görünüyor. Düz liselerde de buna ihtiyaç var. Her dersin öğretmeni dersinin terimlerini dıştan bilir, ama içini bilir mi? Bilmiyorsa öğrenmeli. Örneğin, matematik, geometri, trigonometri terimleri. Bunların içeriği açıklanmazsa büsbütün soyut, donuk terimler olarak kalır. Bu yöndeki bilgiler öğrencinin derse daha çok ilgi duymasını sağlayacaktır. Bir beden eğitimi öğretmeni futbol, basketbol ne demek bilir ama "voleybol" ne demek bilir mi, şüpheliyim. Futboldaki "vole"yi bilir de bunun voleybol ile bağını kurabilir mi? Spor, stadyum, atlet, jimnastik, pentatlon, dekatlon ne demek bilmesin mi?
Üniversitede de köken bilgisi öğrencinin bilim dalına bakmaksızın herkese mecbur kılınmalı. Her öğrenciye açık bir "servis dersi" olabilir. Sabancı Üniversitesinde ilk iki yıl beşeri bilimler dersleri görüyor bütün öğrenciler; felsefe, sosyoloji, sanat tarihi, edebiyat dersleri. Felsefe herkes için nasıl büyük bir ihtiyaçsa, kökenbilgisi de öyle.
***
Burada bir de Türkçe kelimeler üzerinde durmak istiyorum. Türkçe derken Arapça ile Farsçadan geçen, dilimize mal olmuş söz dağarcığını da kastediyorum.
Yirminci yüzyıl başlarındaki sadeleşme hareketleriyle birçok Arapça, Farsça kelime dilden düştü. Türkçe böylece hatırı sayılır derecede sadeleşti. Ama Arapça ile Farsçadan gelen, dilden atamayacağımız daha nice kelime var. Türkçeleşmiş kelimelerdir bunlar; aralarında çok değerli olan, unutulmaması gerekenler de var. Bunların da pek çoğu ortak köklere dayanıyor. Tıpkı batı dillerindeki, salkım halinde bulunan Latince-Yunanca kelimeler gibi bir sepette toplanıyor. Ama aralarındaki bağ edilmiyor, özellikle yeni kuşaklarca.
Bir örnek vereyim: şirk, müşrik, şirket, müşterek, iştirak, şerik, şüreka, teşrik; ya da cemiyet, cem, cami, cuma, cemaat, camia, icmâ, mecmua, içtima gibi kelimeler ortak köklerden çıkmıştır. Birinci öbektekiler "ortağı olmak" anlamına gelen Arapça şrk; ikinciler de "toplanmak" anlamına gelen, yine Arapça olan cem‘ köküne dayanır.
Bugünün gençleri "şirk" kelimesini din tartışmalarında duyuyorlar, "müşrik"i de. Ama bunun "şirket" ile bağını kuramıyorlar. Banka hesaplarından dolayı "müşterek hesap"ı biliyorlar, ama "iştirak" kelimesini hiç duymamış oluyorlar.
Eski devrin okumuşları Arapçayı, Farsçayı iyi bilmeseler de, bu iki dilden gelen sözler birer salkım halinde kendi dillerinde bulunduğu, bir salkımın taneleri gibi duran kelimeler o zamanın yaşayan dilinde de yaygın bir biçimde kullanıldığı için terimlerin pek çoğu arasındaki bağı görebilecek durumdaydılar. Bugün bu bağ kopmuş durumda. Demiyorum ki, bu saydığım kelimelerin hepsini kullansınlar. Bazılarını kullanmayacaklardır zaten, ama bazılarını kullanmak zorunda kalacaklar. Hiç olmazsa okudukları kitaplarda görecekler. Okuduklarını anlamaları gerekir. Bunların da özümsenmesi gerekli.
Son bir nokta. Kelime, terim bilmemek telaffuza da yansıyor. Şu örneklere bakınız:
Türkçede "âdem" ile "adem" iki ayrı kelimedir, biliyorsunuz. Birincisi, Âdem ile Havva'daki insan. İkinci, yokluk demek. Adem-i merkeziyet, merkezin yokluğu demek, bir yönetim biçimi, eyaletlere özerklik tanır; yirminci yüzyıl başlarında Osmanlı devletinin geleceğine ilişkin siyasi tartışmalarda sık sık kullanıldı; bugün de kullanılıyor. Ama kullananlardan bazıları "aadem-i..." diye, /a/ sesini uzatarak telaffuz ediyor!
Son yıllarda "resm-i geçit"i "resmî / resmiy" diye okuyanlar arttı. "Devlet erkânı"nı "devlet erkanı" (değerli bir tiyatro oyuncusunda bile gördüm bu hatayı) ; "eşkâl"i "eşgal"; "sukut-u hayal"i "sükût-u hayal" diye okuyanlar iyice çoğaldı ne yazık ki...
Bunlar basit telaffuz hataları değil, dili bilmemek düpedüz. Bu gibi örnekler durumun vahim olduğunu gösteriyor.
Bir de birbirine karıştırılanlar var: mefhum / mevhum (vehm'den, evham), mahsur / mahzur, nüfuz / nüfus, mahsun (kuvvetlendirmiş) / mahzun, rakip/raakip (binici, ata, bir taşıta binen).
Şimdiye kadar bu boşluğa, yani Türkçenin etimolojisine okullarda yer verilmesi gerektiğine dikkati çeken bir yazı okumadım. Türkçe kökenbilgisi de ortaöğretimde verilmeli. Ama daha kapsamlı olarak üniversitelerde, özellikle Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde programa konabilir...
Benim söyleyeceklerim bunlar. Hepinize teşekkür ederim.
Bülent Aksoy
9 Mart 2022
(“Ağzından, kaleminden çıkanın kökenini bilememek”
başlıklı katılımlı Zoom çalışmasındaki konuşmadır)