Fil
Fil, daha doğrusu -phil- birleşik kelimelerde kullanılan bir bileşen, Yunancadan geliyor. Yunanca bu bileşeni nereden almış, kökeni nedir, bilinmiyor. Avrupa dillerinde başka birimlerle birleştirilerek pek çok kelime türetilmiş. Bunlardan birçoğu yabancı dillerden Türkçeye geçmiş. Phil, aşk, sevgi, seven, dost, dostça demek. Ama bazen de doğal sayılmayan, hastalıklı sevgi, "mani" anlamına geliyor. Şimdi görelim bu bileşenle türeyen kelimeleri.
Filoloji (philology). Birleşik kelimenin ikinci birimi Yunanca logos'un çok geniş bir anlam bandı var: "kelime(ler), söz (ler), söz söyleme, konuşma; okuma; çalışma, inceleme; akıl; orantı, hesaplama." Philologos kelimesi Yunanca metinlerde anlamı esnetilerek kullanılmış; baskın anlamı "kelimelerin anlamlarını araştırma; kelamı, konuşmayı, söz söylemeyi, edebiyatı, öğrenmeyi sevme".
Yunancadan türeyen birçok terim gibi filoloji de modern anlamını Avrupa dillerinde kazanmış. Filoloji, dilleri, o dillerin edebiyatını, metinlerde dilin nasıl kullanıldığını araştırıp inceleyen bilim dalı. Ondokuzuncu yüzyıldan önce, bugün dilbilimi (linguistics) dediğimiz bilim dalı için de kullanılıyordu. Lengüistik yeni bir terim. Istanbul, Ankara üniversitelerinde bugün İngiliz, Fransız, Alman dili ve edebiyatları adlarını taşıyan bölümler başlangıçta "filoloji" adıyla kurulmuştu. Eski Yunanca ile klasik Latince öğretimi de "klasik filoloji" bölümünde uygulanıyordu.
Filarmoni (ahengi, armoniyi, musıki sanatını sevme): kaynağı İtalyanca filarmonico. Avrupa'nın adı en ön sırada anılan opera tiyatrolarından biri olan Teatro Filarmonico 1716'da inşa edilmiş. Günümüzde birçok senfoni orkestrası "filarmoni orkestrası" adını taşır. Aynı terim musıki derneklerinin adlarında da sıkça kullanılır; Türkiye'de de böyle bir dernek var: 1945'te kurulan Istanbul Filarmoni Derneği.
Bibliyofil (İng / Fr. bibliophile), bu yazımıyla TDK'nin Güncel Türkçe Sözlük'üne alınmış. Birinci birimi "kitap" demek olduğuna göre, "kitap sever", yani çok okuyan, kitap kurdu anlamına geliyor. Ama bu yeterli değil bibliyofili tanımlamaya. Bibliyofilin ayırt edici niteliği kitap toplaması, kitap koleksiyoncusu olmasıdır. Kitap sever olduğu için kitap topluyordur. Koleksiyonculuk da yanlış anlaşılmamalı. Düşünürlerin, yazarların, bilimcilerin evlerinde binlerce kitap bulunur. Ama hiçbiri bibliyofil olmayabilir. Bibliyofiller nadiren bulunabilecek kitapları toplarlar; el yazması eserleri, yayımlanmış kitapların ilk basılarını, çok az sayıda basılmış eserleri, bulunması çok zor kitapları, yüzyıllar önce basılmış eski kitapları, üstünde yazarının imzası bulunan ciltleri... Kitap koleksiyoncularının çoğu elde avuçta ne varsa kitap almak için harcarlar. Sürdürülmesi çok zor bir uğraş, emekliliği olmayan bir meslektir. Şunu da eklemekte yarar var: kitap toplamanın amacı nadir eserleri daha sonra çok yüksek fiyatla satıp para kazanmak, zengin olmak değildir. Tersine, bibliyofil para kazanmaz, durmadan para harcar, harcadıkça da parası azalır. Bibliyofiller için en önemli şey, topladıkları paha biçilmez eserleri ellerinde, evlerinde bulundurma, okuma zevkidir.
Türk kitap koleksiyoncuları arasında en ünlüsü, hiç şüphesiz, son dönem Osmanlı aydınlarından, yazar Ali Emirî Efendi'dir (1857-1924). Koleksiyonundaki en değerli eser Türkçenin en eski sözlüğü olan Kâşgarlı Mahmud'un Dîvânü lugāti’t-Türk'üdür. Ali Emirî ölmeden önce koleksiyonundaki on altı bin kitabı sonradan Millet Kütüphanesi adı verilen, Fatih'teki Feyzullah Efendi Medresesine bağışlamıştı. Bunların haylisi el yazmasıydı. Şemsettin Sami Kamûs-ı Fransevî'de bibliophile kelimesini "Kitapları çok seven, muhibb-i kütüb" diye tanımlamış.
Bibliyofili kelimesine benzer bir kelime vardır: bibliyomani. Bu kelime de TDK'nin Güncel Türkçe Sözlük'üne girmiş. Bibliyofili ile bibliyomani zaman zaman eşanlamlı olarak kullanılıyor olsa da, eşanlamlı sayılmamalı. Mani kelimesinden de anlaşılabileceği gibi, ikincisinde kitap koleksiyonculuğu bir hastalık haline gelmiş demektir. Böyle koleksiyoncularda kitap toplama tutkusu, daha doğrusu hırsı, kendi sağlıklarını tehlikeye düşürebilecek, dostluk, arkadaşlık bağlarını sürdürmelerine engel olabilecek bir saplantı derecesindedir. Şemsettin Sami Kamûs-ı Fransevî'de "bibliomane" kelimesini de "Kütüb-i nâdire cem’i meraklısı, kitap budalası, kitap sevdalısı," diye tanımlamış. Bu "mani" durumu için eski Türkçede yakıştırılan bir söz var: mecânîn-i kütüb, yani kitapların mecnunu. Muhibb-i kütüb" (yahut muhibbân-ı kütüb") de, "mecânîn-i kütüb" de hoş, bir mizah tadı da taşıyan sözler.
Sinefil (cinephile): sinemasever, sinema sevdalısı. İlkin 1929'da kullanılmış İngilizcede. Son yıllarda Türkçede de kullanılmaya başladı.
Philadelphia (phil + adelphos: kardeş sevgisi): ABD'nin büyük şehirlerinden biri olarak biliriz. Ama aslı Anadolu'daydı. Bu ad, Bergama tiranı II. Attalos'un (İÖ. ikinci yüzyıl) unvanıydı. Bu tiran Ege bölgesindeki bir şehre bu adı vermişti; burası bugün Manisa iline bağlı bir ilçe olan Alaşehir. Attaleia şehri (yani Antalya) da aynı tiranın adını taşır. Attalos İlk Çağ Anadolu'sunda çok yaygın bir unvandı. Daha birçok Attalos var. Yakın bir geçmişte yayımlanan bir araştırmaya göre, Karaman ili sınırları içindeki Akçaalan köyünün eski adı da Filadelfiya imiş. Yani Ahit'te de geçer bu şehrin adı ("Filadelfiya'daki kilisenin meleğine yaz", Vahiy, 3: 7).
Filateli, Filatelist (Fr. philatélie): Birinci kelime pul koleksiyonculuğu, ikincisi pul koleksiyoncusu demek. Pul koleksiyoncuları Uluslararası Filateli Federasyonunda birleşmişlerdir. Türkiye'de de bir dernekleri var: Istanbul Filatelistler Derneği.
Terimin benzersiz bir tarihçesi var. Bir kelime bu kadar mı dolambaçlı yoldan gelir! İkinci birim olan telos Yunancada vergi demek; a- ise olumsuzluk bildiren bir önek; filateli kelimesi düz anlamıyla "vergiden muaf" demek. Bu terimi Fransız pul koleksiyoncusu Georges Herpin türetmiş. Ama nasıl?.. Pul yeni bir icatmış o günlerde (1860'lar). Pul koleksiyonculuğu için Fransızcada timbromanie (timbro, posta pulu + mani: pul peşinde koşan) kelimesi kullanılıyormuş. M. Herpin beğenmiyor bunu, silik buluyor. Yıllar önce çıkmış olan pulları toplayıp saklamanın bir değeri olması gerektiğine inanıyor. Böylece, özel merakı olan pul koleksiyonculuğu için kulağa hoş gelen, gösterişli, cafcaflı bir isim arıyor. Aradığı kelime ya Yunanca olacak ya da Latince... Başkası idare etmiyor! Ne var ki, Eski Yunanların da, Romalıların da pul diye bir nesne kullanmadıklarını öğrenince hayal kırıklığına uğruyor. Bu yüzden arka sokaklara sapıp dolambaçlı bir yol tutuyor; mektup zarflarına pul yapıştırılmadan, sadece damga vurulup postalandıkları eski dönemlere dönmek zorunda kalıyor. O yıllarda Fransa'da mektuplara "franc de port" (vergisiz, vergiden muaf) damgası vurulurmuş. Buna en yakın Yunanca kelime olarak uydurduğu kelime a teles, yani vergiden muaf, ücretsiz. Posta hizmetlerinde pul kullanılmaya başlayınca, posta ücretini mektubu gönderen değil de, mektubun gönderildiği kişi ödemek zorundaymış. Herpin pullu mektup zarfının mektubun gönderildiği kişiyi para ödemekten kurtardığını müjdelemek için Yunanca "sevmek" (phil) kelimesini vergi kelimesine (telos) ekleyip böyle bir terim türetiyor! Yıl 1864. M. Herpin'in azmine hayran olmamak elde değil...
Filozof, felsefe terimlerinde de var phil. Bu terimler üzerinde, "Felsefeden Safsataya" başlıklı denemede durulmuştu.
Filantrop (Fr. philanthrope): Bu kelime de Türkçeye girmiş; TDK'nin Güncel Türkçe Sözlük'ünde yer almış (kelimenin Fransızcasını yanlış yazmışlar siteye). Kelimenin ikinci bileşeni olan Yunanca anthropos insan, insanoğlu demek. Kelime anlamıyla "insansever" demek olan filantrop, kavramsal içeriğiyle de aynı anlamı veriyor: insanlığın iyiliği için çalışan, kendini insanlık davalarına adamış kişi.
Phil biriminin bir de sevgiye olumsuz bir anlam kattığı terimlere bakalım. İlki bir tıp terimi: hemofili. Yunanca haima kan; hemofili de "kanı sevme" (kan dökmeyi değil tabii). Kan akışının uzun süre durdurulamadığı bir kan hastalığı.
Haima pek çok tıp teriminde kullanılır. Geçerken bunları da görelim.
Hemoglobin (hematoglobulin teriminin kısaltılmışı). İkinci bileşen globin, Latince globus' 'tan, küre, kürecik demek; ondokuzuncu yüzyılda türetilmiş bir terim. Alyuvarlarda demir içeren madde; anemi: kansızlık, baştaki a- olumsuzluk eki; hematoksik: kanı zehirleyen; hemoroit (ikinci birim oid, biçim demek): düz anlamıyla "kan akması") anüsteki kan damarlarının şişmesi, basur; hematoloji: vücuttaki kanı, kan yapıcı organları inceleyen tıp dalı; üremi / üre hastalığı (uraemia) şu iki bileşenden kurulu: ouron (urea, idrar kesesinde bulunan sarımtırak akışkan + haima, "kan". Kandaki üre miktarının normal seviyede olmamasıyla kendini belli eden bir böbrek hastalığı; iskemi (Yunancada ischaimos; kelimenin başındaki birim "tutma, engelleme" demek): kan akışının durması, atardamarlarda tıkanma.
Pedofili (paedophilia): çocuk severlik değil tabii. Ergin bir kişinin erginlik çağına henüz girmemiş, yani daha çocuk yaşta olan birine cinsel ilgi duyması ya da onunla cinsel ilişkiye girmesi. TDK'nin Güncel Türkçe Sözlük'üne girmiş. Türkçesi sübyancılık. Türk hukukunda suç olarak tanımlanmış, yaptırımları TCK'de belirtilmiştir.
Necrofili TDK'nin sözlüğüne girmiş. Düz anlamıyla "ölü sevicilik". Cansız bedene duyulan cinsel istek, cesetle cinsel ilişki kurulması.
Zoophilia: Türkçe sözlüklere girmedi. "Hayvana tecavüz" deniyor. Hayvanseverlerin bir suç olarak kabul edilip kanunla yaptırıma bağlanmasını istedikleri bir sapıklık. Hayvanlar Türk hukukunda “eşya” sayıldığı için suçun kanunda karşılığı yok. TCK’nin 151. maddesindeki “mala zarar verme” suçunu işleyen tecavüz sanığı dört aydan üç yıla kadar hapis ya da adli para cezasına çarptırılabiliyor ancak.
"Fil"li bir kelime daha var. Ama önce Anglophile, Francophile, Germanophile kelimelerini görmeliyiz. Bunlar adı geçen ülkeleri seven, beğenen, kültürüne, sanatına, yaşama biçimine hayranlık duyan kişiler hakkında kullanılır. Batı dillerinde başka kültürlere gösterilen sevgiyi dile getirmek için de kullanılabilen bir bileşen.
Tarihimize geçen mizah dolu bir hikâyesi var. Bunu anlatmadan olmaz. Bu hikâyeyi çeşitli yerlerde okudum, sohbetlerde anlatılışını da dinledim. Her birinde bir farklılık vardı; kişiler değişebiliyor, daha önemlisi, bağlamı iyice anlaşılmıyordu. Ben Lebon pastanesinde geçen bu mizah şaheserine tanık olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun anlatımını buraya alacağım.
Hikâyenin kahramanı Süleyman Nazif (1870-1927), şair, yazar, gazeteci. Keskin mizahı, hazırcevaplığı, nüktedanlığı ile tanınmış bir kalem. Valilik görevlerinde de bulunmuş. Şöyle yazmış Karaosmanoğlu:
Kendisini [Süleyman Nazif], her Dahiliye Nezaretine geçişinde valilikten azleden Halil Bey'den [Halil Menteşe] ise —şişmanlığından kinaye— "O bin kiloluk bir sıfırdır" diye bahsederdi. Ancak günün birinde, sanırım yine Halil Bey'in gadrına uğradığı bir sırada idi, bizi ona dair başka bir nüktesiyle hayli güldürmüştü. Hiç unutmam, Lebon çayhanesinde sohbet devam ederken aramızda, bilmem neden, "Cemal Paşa frankofil (Fransızsever), Enver Paşa germanofil (Almansever) diye bir söz konusu açılmıştı. İçimizden biri, bunu fırsat bilerek —mutlaka Süleyman Nazif'i kızdırmak için— "Ya Halil Bey nedir?" diye sormuştu. Bunun üzerine, üstad ön dişlerini birer süngü ucu gibi uzatarak şu cevabı vermişti: "O mu? O sadece fildir."
Halil Menteşe (1874-1948) Osmanlı devletinin son döneminde dahiliye, hariciye, adliye nazırlıklarının yanı sıra Meclis-i Mebusan başkanlığı görevinde bulunmuştu. Enver-Talat- Cemal Paşa üçlüsünden sonra dördüncü adam sayılıyordu. Lebon'daki sohbetin konusu herhalde devleti kim kurtarır, kimlere güvenebiliriz türünden bir şeydi. Yakup Kadri burasını belirtmemiş, anlattığı hikâyede başka bir eksiklik de göze çarpıyor. Frankofil var, Germanofil var, ama Anglofil yok. O da olmalıydı. Benim dinlediğim hikâyede Anglofil olarak Maliye Nazırı Cavid Bey'in adı geçiyordu.
Bu üç "fil" bu hikâyede kaldı. 1960'larda yeni bir "fil" girdi Türkçeye: Amerikanofil. Yukarıda anılan üç kelimenin örneksenmesiyle türetilmiş olmalı. İlk kez ondokuzuncu yüzyıl sonlarında Amerikan İngilizcesinde kullanıldığı söylenen bu kelime ABD'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın en güçlü devleti haline gelmesiyle dile yerleşmiş olsa gerek. 60'larda Türkiye'de sol-sosyalist çevrelerde NATO ve Amerikan aleyhtarlığı yaygındı. Kelime o yıllarda sol basında "Amerikancı" anlamında, kimi siyaset adamlarını kötülemek için sık sık kullanıldı. Amerikanofil o yıllarda kalmadı. Günümüzde sağcı, "İslamcı", "ulusalcı", "milliyetçi" çevrelerde Amerika'dan hoşlanmayanlarca, yine aynı anlamda sık sık kullanıldığını görüyoruz. Öteki kelimelerle birlikte bu kelime de "fil"i Türkçede iyice tanınır kıldı. Kim bilir, "Amerikanofil" de suçlayıcı bir kelime olarak belki en çok Türkçede kullanılmıştır.
Bülent Aksoy
3 Eylül 2021