Ev
"Ekonomi" terimindeki eko da, nom da Yunancadan. İkinci bileşenin aslı olan nomos "kanun, kural, düzen, nizam" demek. Türkçedeki nâmus kelimesinin kaynağı. Bu kelimeyi bir sonraki yazıya bırakacağım. Birinci bileşen olan oikos, ev, yaşanan yer, konut, yerleşim demek. En eski kaynağı Hint-Avrupa kök dilinde "klan, oymak, boy, budun" anlamına gelen *weik 1- kökü. Bunun "kanun"la ne ilintisi olabilir? Klan denen, "aile"den daha büyük toplulukların herhalde kendine özgü kanunları, töreleri vardır; buradan filizlenmiş olsa gerek. İngilizce-Fransızca village (köy) kelimesi buradan çıkmış, Villa da buradan, köy evi demek. Töre, klan, köy, köy evi... Birleştirici bir şeyler söylemiyor mu? Çekirdek anlamı daha iyi görüyoruz.
"Ekonomi"nin Yunancadaki ilk anlamı "ev idaresi, tutumluluk". Türkçesi, Arapça kökenli iktisat. İktisat kelimesinde de aynı anlam var: tasarruf, geliri gideri idareli bir şekilde kullanma, tutum. Tutumlu olana eskiden, çok değil elli yıl önce "muktesit, iktisatlı" denirdi. "Ev idaresi, tutumluluk" anlamı "bir toplumun servetinin, mali kaynaklarının idaresi"ne dönüşünce modern anlamı çıkıyor ortaya. Bu anlamın ortaya çıkması onyedinci yüzyıl ortalarını buluyor. Yeni bir bilim ekonomi. Bu bilimin babası olan İskoç Adam Smith onsekizinci yüzyılda yaşadı. Milletlerin Zenginliği (Wealth of Nations) adlı baş eseri 1776'da yayımlandı.
"Ekonomi" bütün Latin, bazı Cermen dillerinde kullanıldığı gibi, şu Slav dillerinde de kullanılan çok yaygın bir terim oldu: Rusça, Ukraynaca, Bulgarca, Sırpça-Hırvatça, Boşnakça, Makedonca. Yunancası oikonomía. Yunanca batı Avrupa'ya verdiği kelimeyi yeni anlamıyla ithal etmiş oldu Avrupa dillerinin çoğunda baştaki /o/ ünlüsü düşer; Almancasında (oikonomie) baştaki /o/ ünlüsü de kaybolmaz.
Türkçede bu yeni bilim için iki terim var: iktisat, ekonomi. Böyle eşanlamlı çiftler dilin başına dert açar. Hangisini kullanalım diye düşünmek zorunda kalırız. Herhangi bir ince anlam farkı taşımıyorlarsa, ben daha eski olanı tercih ederim. Çünkü kullanım kolaylığı vardır, yan-anlamlar, mecazlar da türetmiş olabilir. Burada bir şey daha var. İktisat bilimi ile uğraşanlara iktisatçı deriz. Ama ekonomi ile uğraşanlara "ekonomist" deniyor. Ekonomi terimini tercih ettiğiniz zaman bu -ist takısını da kullanmak zorunda kalırsınız; "iktisatçı" diyemezsiniz artık. Sıfatını (ekonomik) kullanınca da ister istemez -ik takısını alırsınız. "İktisadî" sıfatındaki eki sevmeyenler vardır; ama tarihî, askerî, dinî sıfatlarında, daha birçok sıfatta yüzyıllardır kullandığımız için yabancı gelmiyor bana. Frenkçe ik- daha mı yakın sanki bize!
Ekoloji: düz anlamıyla "evlerin, barınılan, yerleşilen, yaşanılan yerlerin incelenmesi." Alman hayvan bilimcisi Ernst Haeckel 1870'te türetmiş. Onun ekoloji ile kastettiği bilgiler hayvanların, bitkilerin "habitat"ı, yani doğal mekânıydı, doğal çevreyle ilişkileriydi. Çevre kirliliğine karşı çıkılması bağlamındaki anlamı 1960'larda kullanıma girdi.
Ekümenik / ökümenik ([o]ecumenical(ism), [o] ecumenicism): Özellikle Amerikan İngilizcesinde baştaki /o/ sesi düşürülür. Eski Yunancadaki özel anlamı "yaşanan yerler", Barbarların değil de, Eski Yunanlar ile, medeniyette daha ileri gittiklerine inandıkları komşuları olan halkların yerleştikleri yerler. Eski Roma çağında "Romalıların yaşadıkları dünya" oluyor. Hıristiyanlık çağında ekümeniklik, "bütün kiliseleri çatısında toplayan, barındıran" anlamına geliyor. Birinci anlamıyla, Hıristiyanlığın farklı mezhepleri ile cemaatlerini birleştirme ya da iş birliği kurma amacını, hıristiyan birliğini dile getirir. İkinci anlamı, pek çok kiliseyi temsil eden en yetkili, merkezî kilise. Eski metinlerde "cihanşümul" diye karşılanmış. Bugün de "evrensel" denebilir.
Doğu Ortodoks Kilisesi, bugünkü yaygın adıyla "Rum Ortodoks Kilisesi", Ortodoksluk eski adıyla Konstantinopolis'te doğan bir mezhep olduğu, bu mezhebin ilk kilisesini kurmuş olmanın saygınlığını taşıdığı için, ekümeniktir, Ortodoks dünyasının merkezî kilisesidir. Ekümenik sıfatı son otuz yıldır Türkiye'de dar, kaba siyasete alet edilmekte, kilisenin bu tarihî unvanı yok sayılmak istenmektedir. Oysa bu unvanı tanımamak nesnel olarak mümkün değil. Çünkü 325 yılından, yani bin altı yüz doksan altı yıl öncesinden gelen bir unvan bu. Fener Rum Patrikhanesi Cumhuriyet kanunlarının güvencesi altında Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde varlığını sürdüren, Vatikan gibi ayrı bir devlet olma amacı bulunmayan, doğu Ortodokslarını çatısında toplayan kadim bir din kurumu; ekümeniklik de dünyevi işlerle hiçbir ilintisi olmayan, din dünyasına özgü bir terimdir. Türkler daha Anadolu'ya ayak basmadan, 325-787 yılları arasında toplanan ilk yedi hıristiyan konsili de "ekümenik" unvanını taşıyordu. Hıristiyanlık dünyası adına önemli kararların alındığı bu ilk yedi konsil İznik (iki kez), Efes, Kalkedon (Kadıköy), Konstantinopolis (üç kez) şehirlerinde toplanmıştı. Tarihî bir gerçek bu. Demek istediğim, bunun böyle olması bu şehirlerin, yani bu ülkenin devraldığı tarihî, kültürel mirasın zenginliğini gösteren değerlerden biridir. Bu gerçeği inkâr etmeye, unutturmaya kalkmak bu ülkeye ne kazandıracaktır, onu sormak lazım.
Son kelimemiz anahtar. Yunancadan gelen birçok kelime gibi bu da yabancılığını hissettirmez. Yunanca yazımı aniktiri. Bileşenleri şöyle: ana, "geri, gerisin geri", oikêin de yine "ev". Anahtar şu demek oluyor: gerisin geri eve; kullananı evine döndüren. Bana kalırsa Türkçe kokan bir kelime. Ama aynı kokuyu almayanlar da var. Türkçede birkaç anlamı olan "açkı" kelimesinin bir anlamı da anahtar. Çok eski metinlerde geçiyor. Hamit Zübeyr'le İshak Refet'in hazırladıkları Anadilden Derlemeler'de (1932) Safranbolu'da anahtar anlamında kullanıldığı belirtiliyor. Eski Anadolu Türkçesinde var. Yeni Türkçede dar bir çevrede kullanıldığını sanıyorum. Örneğin, Yaşar Kemal Ağrı Dağı Efsanesi'nde kullanmış. Demek ki Çukurova'da da kullanılıyor. Halk dilinden bir roman dili çıkaran bir yazara, hele bu eserine yakışmış "açkı". Bu kelimeyi sevemediğim halde burada hoşuma gitti doğrusu. Öztürkçe musıki terimleri türeten, bunları yazılarında da kullanan değerli müzikolog Gültekin Oransay "sol anahtarı" yerine "sol açkısı" derdi. Onun öğrencileri de aynı terimi kullandılar. Oransay'a çok saygım olduğu halde "sol açkısı"nı sevememişimdir. 1980'lerde, Fındıklı'dan Karaköy'e giderken sağ kolda, St. Benoit Lisesi civarındaki bir dükkânın tabelası şuydu: Açkıcı İşliği. Bu alışılmamış tabela yazar Osman Balcıgil'in de dikkatini çekmişti; Balcıgil dükkânı işleten kişiyle görüşüp Yeni Gündem dergisinde ilginç bir söyleşi yayımlamıştı. Görmüştük ki, bu kelime o tabelaya boşuna yazılmamış. "Açkıcı", anahtarcı; "işlik" de atölye anlamındaymış. Çok sıkı bir öztürkçeci çıkıyor adam. Farsça "çilingir" kelimesini de kullanmıyor. "Türkçü"ymüş "açkıcı". Türkçü olduğu için öztürkçeciymiş. 1960 sonrasının dil kamplaşmasında benzeri olmayan bir tutum. Entelektüel, yazar çizer çevresi dışındaki bir kimsenin farklı bir temele dayanan öztürkçeciliğiydi bu.
Bülent Aksoy
10 Eylül 2021