MNEMOSYNE (Bellek, Anımsama ve Akılda Tutma Tanrıçası)
İng./Memory, Remembrance, Logic, Foresight, Reason, The use of, Language
Fr./ Mémoire, Souvenir, Logique, Prévoyance, Raison, Utilisation, Langage
Tr./ Bellek, Anımsama, Mantık, Öngörü, Nedensellik, Kullanma, Dil
Yunan antikitesinde, mitolojide, başlangıçta Khaos’ta, kendisi de bir titan olarak yer almış olan Mnemosyne bellek, anımsama ve akılda tutma görevleri bulunan bir tanrıçadır.
Titanlar çağında Uranos baba ile Gaia anadan olmuştur. Söylenceye göre Zeus Pieria dağlarında dolaşırken bu güzel kızı gözüne kestirmiş. Onunla dokuz gün dokuz gece birlikte olmuş. Bu birliktelikten Yunanca Mousa veya Latince Musa adıyla bildiğimiz dokuz tane çok önemli periler doğmuş. İyi ki doğmuşlar, onlar olmasaydı bu dünyanın tadı tuzu olmazdı. Bu yüzden Mnmosyne kadar hatta ondan biraz daha çok Zeus'a teşekkür borçluyuz. Zeus’un hovardalığı olmasaydı bunları görme, tanıma olanağımız da olmazdı.
Bakın, Hesiodos Thegonia adlı eserinde / 52-80’ de neler anlatıyor:
Olympos’lu Musa’lar, koca kalkanlı Zeus’un kızları.
Eleutheros yamaçlarının kraliçesi Mnemosyne
Kronos oğluyla birleşip Pieria’da
Getirdi onları dünyaya
Belaları unutturmak ve kaygıları dindirmek için.
Dokuz gece buluştu onunla kutsal yatağında
Engin akıllı Zeus, ölümsüzlerden uzakta.
Günler aylar geçip bir yıl tamam olunca
Dokuz kız getirdi dünyaya Mnemosyne.
Dokuz eş yürekli kızdı bunlar
Ezgiler söylemekti tek işleri,
Başka hiçbir kaygı yoktur yüreklerinde
….
İşte böyle seslenir Olympos’lu Musalar
Dokuz tanrısal kızı Zeus’un:
KALLIOPE, KLIO, EUTERPE, THALIA, MELPOMENE,
TERPSIKHORE, ERATO, POLYMNIA, URANIA
Kalliope, En önemlileri (güzel seslidir, epik şiiri, aynı zamanda retoriği temsil eder),
Klio (tarihi yüceltir ve temsil eder),
Euterpe (hoş ve lirik şiiri temsil eder),
Thalia (çiçek açar ve komediyi temsil eder),
Melpomene (şarkı söylemeyi ve trajediyi temsil eder),
Terpsikhore veya Stesichore (danstan zevk alır),
Erato (sevimli ve şarkı söylemeyi temsil eder),
Polymnia (tanrılara ve kahramanlara ilahiyi temsil eder),
Urania (gökseldir ve sevimlidir ve astronomiyi, şarkı söylemeyi temsil eder),
İnsanın yazılı tarihinden önce yaşanmış olanları, mitleri, masalları, söylence ve destanları canlı tutan tek şey sözlü kültürümüz, sözlü geleneklerimizdir. Mnemosyne olmasaydı, tanrıların ve tanrısal kahramanların öyküleri ile bunların ne anlamlara geldikleri unutulurlar ve yok olurlardı. Toplumların kültürel varlıkları o toplumların toplumsal belleklerinde yaşamını sürdürebilmektedir. İşte tam bu noktada tanrıçamız Mnemosyne bütün görkemi ile karşımıza çıkmaktadır.
O, şairlerin koruyucu tanrıçaları olan dokuz esin perisinin annesidir. Bu dokuz kız kardeş, şairleri ve tragedia yazarlarını, tarih ve epopeleri belli bir düzen içinde kaydetmeye yönlendirmişlerdir.
Mousa sözcüğünün anlamı eski Yunancada akıl, düşünce ve yaratıcılık güçlerinin kaynağı olan “men” köküdür. Bu kökü Mnemosyne adında da görebiliyoruz. Musalar tanrı ile insan arası varlıklardır. Onlardan esinlenen, ilham alan şairler, tragedyacılar ve diğer sanatçılar da insandan biraz uzaklaşır, tanrılara biraz yaklaşırlar. İlahi veya ilahi bir koro kavramlarında gizli kutsallıklar bu uzaklığı veya yakınlığı anlayabilmemize yardımcı olmaktadır. Musaların kendi başlarına bir öyküleri yoktur. Onlar sanatçıların yaratılarının esin kaynaklarıdır. Khaos’ tan dünya düzenine geçişin, ölçülü uyumlu bir işleyişin anahtarları olmuşlardır. Başlangıçta akıl, düşünce ve yaratıcılık gibi daha üst bir tanrısallık ile anılırlarken giderek akıl ‘dışında’ elle yapılan işler, plastik sanatlar da bu esinlenme içine alınmıştır.
Mnemosyne bu görev ve işlevi ile gelecek için öngörüde bulunan bir bilici konumundadır. Bellek tanrıçamızın bu özelliği kızlarına da aynı şekilde geçmiştir.
Sanatçı bir yandan kendi belleğinde anımsayıp yarattığı toplumsal geleneği bu yaratıları ile kendisinden sonraki kuşaklara geçirmiş olmaktadır.
Mnemosyne ‘nin en önemli özelliği hiç kuşkusuz dil/ lisan ile ortaya çıkar. Kültürün en önemli taşıyıcısı yazılı veya sözlü dildir. Sanatçı veya sıradan insanlar dünü, bir önceki yaptıklarını anımsayarak bir adım ileriye gidebilirler. Bu süreç, dün temelini atan bir inşaat ustasının eserine bugün bir başkasının duvar örerek devam etmesi gibidir.
Beyaz Nokta Gelişim Vakfının Kavram Mutfağı Sitesinde ve kendime ait “https://www.alicanpolat.com” adlı web sitemde değerli hocamız ve arkadaşımız Tınaz Titiz’in öneri ve çabaları ile kurulup gelişen çalışmalarında kavramların kök ve kökenlerine, etimolojik ve semantik yapılarına ilişkin vermeye çalıştığımız bilgiler bu amaca yöneliktir. Bir yandan toplumun dil ve kültür varlığındaki bilgileri tazelemek öte yandan yeni sözcük, kavram ve terimlerin doğmasına, bunların yerinde ve doğru olarak kullanılmasına ortam sağlamak amacıyla bir görev yerine getirilmektedir, getirilmek istenmektedir.
Bu gerekçelerle dokuz esin perisine olan sevgimizi onların anneleri olan Mnemosyne’ ye şükran ve saygılarımızı sunmak istiyoruz.
Başlarken tanrıçamızın özelliklerini, bellek, anımsama, dil vb’ ları olarak belirtmiştik…
Bunların ilki bellektir. Bellek bellemek bilmek, öğrenmek karşılığı olarak türetilmiş bir sözcük olup Arapça hafıza sözcüğünün yerini almaştır.
Bellemek Farsça bir tarım aleti olan bel köküne dayanmaktadır. Toprağı işlemek anlamına gelmektedir.
Bellemek Türkçede bilmek, öğrenmek ve ezberlemek, akılda tutmak anlamına bir sözcüktür. Belli, bilinen, açık seçik ortada olan, belgülü, bilgülü anlamlarını içermektedir. Belleten de öğreten açıklayan anlamlarına karşılık türetilmiştir. Belleği öğrenilmiş ya da yaşanmış duyguları, eylemleri ve şeyleri ad ve niteliklerini, bunların geçmişle olan bağlarını bilinçli bir şekilde zihinde tutma, saklama gücü olarak tanımlayabiliriz. İnsan yaşamadığı veya öğrenmediği, ilgisini çekmeyen, üzerinde fazlaca durulmayan görüp, duyup geçilen şeyleri aklında tutamaz. Zihne yazılmamış şeylerin de anımsanması olmaz. Arapça hfz, hıfz, hafız, muhafaza, hıfzetme sözcüklerinden türetilmiş olan hafıza sözcüğü de bellek sözcüğü ile eş anlamlıdır.
Bellek sözcüğünün anlamını aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz.
1- Bildirimsel - declaratice (Bildiren)
a) Epizodik/ episodic (Çalışma)
b) Semantik/ anlam bilimsel (Referans)
2- Prosedürel – procedural
a) Beceriler / skills
b) Hazırlama / priming
c) Basit Klasik Koşullandırma/ Simple Classical Conditioning
d) Diğerleri / others
Aynı şekilde insan belleği örnek alınarak üretilmiş olan bilgisayarlarda, verilerin ve işlem dizilerinin elektronik işaretler biçiminde saklandığı bölümlerine de bu adlar verilmektedir.
Ezber konusuna gelince; insanın sorgulamadan, irdelemeden alıp belleğine attığı, yeterince içselleştirmeden yüklediği verileri anlıyoruz. Bu konuda Tınaz Titiz’in özellikle “Ezbersiz Eğitim” konusunu işleyen özenli, kapsamlı çok sayıda eseri, makalesi bulunmaktadır. Ezber söz konusu olacak ise bunlar gelişime ve değişime açık düşünme kalıpları olabilir. Günlük, kısa ve orta vadede kullanılmayacak olan veriler ise belleği boş yere dolduran, yeni şeyler öğrenmemize engel olan gereksiz yüklerdir. Bilgisayar dilinde de bunlara çöp dosyalar adı verilmektedir.
Bir yerde okumuştum insan bedeni günlük yaşamı sürdürebilmek için örneğin 100 birim enerjiye gereksinim duyuyorsa bu enerjinin (sanırım düşünen beyinler için) 20 birimini beyin kullanıyormuş. Oysa beynimizin ağırlığı ortalama beden ağırlığımız 65 kg. ise, 65 x % 2,7: 1,750 gr. kadardır. Bu oranlamaya göre eğer beynimize aynı miktarda enerji ayırırsak ezber ile ayırdığımız alanın bakım ve onarımı diğer beyinsel işlevlerimizin payına düşen enerjiyi de kullanacağı için yeterince düşünemeyiz ve yeterince düşünemeyince de verimli olamayız.
Dünün kitaplıklarını dolduran on binlerce cilt kitap şimdi bir küçük bilgisayarın örneğin 1 TB’ lik hard diskine kolayca sığmaktadır. Üstelik ulaşımı da bir kitaplığa gitmekten, kitapların arasında arayıp bulmaktan çok, çok daha kolaydır. Bütün bunlar çalışma masamızdan kalkmadan gerçekleşebilmektedir. Bu nedenle bir ansiklopediyi veya bir kutsal metni sayfa sayfa ezberlemeye hiç gerek yoktur. İnternet bağlantılı bir küçük bilgisayar veya cep telefonu yahut da şimdilerde moda olan bir suflör prompter sorunu çözümleyebiliyor.
Unutmayalım hafızların bütün işi hafızalarında hıfzettikleri verileri istendiği anda tekrar etmekten ibarettir. Hafızlar ne yeni bir şey üretebilir ve ne de yaratabilirler. Hafızlıkla, fırında ekmek pişmez, laboratuvarda bir aşı da bulunmaz, yeni bir kıta da keşfedilmez. Ekmeği fırıncı, aşıyı hekim ve yeni kıtayı da kâşifler bulur, keşfederler. Hafızlar ise gözünü kapatıp başlarını sallarlar ve hazır bilgileri seslendirirler.
Bu anlatmaya çalıştığımız nedenlerle bellek tanrıçamızı da fazla zora sokmayalım. Ezber ile belleğimizi fazla yormayalım. O zamanımızı ve enerjimizi daha iyi şeylere ayıralım.
Bir şeyi veya olayı bellekte hazır tutmaya ve o verileri anımsayıp güncelleyerek tazelemeye, onlarla yeni bir şeyler tasarlayıp yapmaya, yaratmaya, gelecekte olabilecek şeyleri öngörmeye, kullanmaya da anımsama, hatırlama diyebiliriz.
Hatırlamak Arapça hütür/ hatır/ xatara köküne Türkçe lama eki ulanarak bulunmuş bir sözcüktür. Zihinde daha önceden yer etmiş olan bir olayın duygunun canlanması anlamına gelmektedir. Hatır, hatırlı, hatırsız, hatırı sayılır, hatırşinas, hatırnaz, hatıra, ihtar, muhtıra ve mutahara, hatır kırma da aynı kökten türemiş olan sözcüklerdir.
Belleğin iki özelliğinden biri verileri kaydetmek, saklamak ise diğer özelliği de unutmak, verilerin yerlerini kaybetmektir. En başında şunu söyleyebiliriz. Belleğimiz her şeyi alıp kaydetmez. Bir şeyin kayıt edilebilmesi için “veri” şekline dönüşmesi veya dönüştürülmesi gerekir. Beş duyu organımız aracılığı ile beynimizin ilgili merkezlerinde ulaşan uyarılar bu merkezlerde işlenirler. Örneğin gözümüzden beynimize ulaşan görüntünün saniyede belli bir sayı ile tekrar edilmesiyle biz onu görebiliriz. İnsan gözü ve beyin ara yüzü olan görsel sistem, birbirinden bağımsız olarak algılayabildiği saniyede 10 ila 12 görüntüyü işleyebildiği söylenmektedir. Eski tarz filmlerde ardışık 16 karenin bulunması bize o hareketi vermektedir. Film seyredebilmek için kare sayısı, hızı fps ile ölçülmektedir. Bu fizyolojik ve fotografik gerçeğin ötesinde insan dikkatini yoğunlaştırma veya başını başka yöne çevirme yoluyla bir seçme yapabilir.
Bir kitap okurken veya birini dinlerken göz veya kulak ile algıladığımız uyarılar önce beynin hipokampus bölgesine gelmekte burada dendrit denilen sinir uçları ile ön bir elemeden geçirildikten sonra aksonlar yardımıyla sinaps noktalarından nöron adı verilen sinir hücresine iletilirler. Hipokampus bu eleme işini nasıl, hangi ölçütler kullanarak yapmaktadır. Bu merkezin hasarlanma nedeniyle ortaya çıkan durumlarını bir yana bırakır isek; nörologların konuları dışında kalan alanda insanın o konuya ilişkin istek, merak ve ilgisinin ölçü alındığını söyleyebiliriz.
Bilginin bellekte uzun süre kalmasını veya kalıcı olmasını sağlamak için en basit ve kolay yollardan birinin o bilginin tekrarlanması olduğunu söyleyebiliriz. İnsanda travmatik duygular yaratan olaylar da bellekte derin izler bırakırlar. Bilginin kalıcılığını sağlayan serotonin hormonudur. Bu hormon hangi bilgilerin belleğe kalıcı olarak yerleştirileceğini belirler. Beynin amigdala bölgesinde bu anılar serotonin hormonu ile çokça etkilendiği için kalıcı olurlar.
Unutmak ise insanın adeta bir savunma aracıdır. Unutma bir kusur değil beynin bir yeteneğidir. Bazen unuttuğumuz veya anımsayamadığımız için kendinize kızabilirsiniz. Ama unutmak doğal olan bir durumdur. Bir arkadaşımızın adını veya telefonumuzun açılma kodunu unutabiliriz. Bu elbette güzel bir şey değil ama bir de yakınımızın veya sevdiğimiz birinin ölümünü, bir ayrılığı düşünelim. Beynimizin bu yeteneği olmasaydı ne yapardık diye kendimize soralım. Sanırım unutmanın ne kadar değerli olduğunu bu sorumuzu yanıtlamaya çalışırken kavramış oluruz.
Karganın belli şeyleri unutmadığı, devenin ne kadar kinci olduğu hep söylenir. Kindarlık toplum içinde hangi amaçla olursa olsun iyi, doğru bir davranış değildir. Çünkü kin duyulan olayı yaratan koşullar zaman içinde değişmiş olduğundan bu gün olay yeni yaşanıyormuş gibi aynı tepkiyi göstermek kimseye yarar sağlamaz. Elbette uygunsuz bir davranışı karşılıksız bırakmak düşünülemez ama intikam duyguları da bir o kadar yanlıştır. Belki bir af her iki taraf için iyi bir sonuç olabilir. Geçmiş olayın neden ve sonuçları nesnel koşullarla irdelenip sonucunda ise özür dilemek ve af etmek yeni bir başlangıç oluşturacaktır. Kin, intikam ve pişmanlık duyguları, devam ettiği sürece her iki tarafı da yorar, yıpratır. Açığını kollamak, fırsat doğduğunda saldırıya geçmek veya saldırı olasılığına karşı sürekli tetikte durmak enerjinin boşa harcanmasıdır. Bu yönü ile af savaşın sona erdirilmesi bir barış anlaşmasının imzalanması, geçmişin unutulmasıdır. Üzücü duyguların unutulması yeni ve daha iyi şeylerin yapılmasına ortam sağlayabilir.
Unutmamak iyi diye bilinir ama unutamamak bir hastalıktır. Bunun adına amnezinin karşıtı olarak hyperthymésie /hipertimezi adı veriliyor. Bu kişiler daha çok kendileri ile ilgili olan şeyleri, olayları unutamamaktadırlar. Kendilerinin dışındakileri ise başka insanlar gibi unutabilmektedirler.
Unutmak çeşitli şekillerde kendini gösterebilir. Günlük yaşamda yapılagelmekte olan sıradan işlerin unutulması, örneğin arabanın anahtarının nereye konulduğunun anımsanmaması, daha önceden gidilmiş bir adresin unutulması, iş yaşamında üstlenilen bir ödevin yerine getirilmesinin unutulması, daha önce okunan bir kitabın konusunun veya seyredilmiş olan filmin unutulması gibi. Daha önceden tanışılan bir kimsenin veya yaşanmış bir olayın unutulması da çok sık rastlanılan durumlardır.
Unutma çeşitlerinin içinde bir tanesi vardır ki; hiç hoş karşılanmaz. Birine söz verip daha sonra da hiç öyle bir şey olmamış gibi davranmak genellikle unutmaktan değil başka bir amaçtan kaynaklanmaktadır.
Bazen de önceden ilgi çeken şeylere karşı ilgiyi yaratan koşullar ortadan kalktığı için doğan duyarsızlık da unutma olgusuna benzemektedir.
Unutmak da tıpkı bizi yaşama bağlayan ve ilk bakışta olumsuz olarak algılanan korku duygumuz gibidir ve zihnimizde oluşan çok doğal bir tepkidir. Bir savunma sistemidir. Hatta bazen yaşamı sürdürebilmenin zorunlu koşullarından biri haline bile gelebilmektedir.
Unutmak ile verileri işleme önceliği birbirine çok benzemektedir. Çoğu zaman duygusallıklarımız o an yapmamız gereken işlerin önüne geçebilmektedir. Örneğin bugün girdiği sınavda başarısız olan bir öğrencinin bu başarısızlığı nedeniyle yaşadığı üzüntüyü geri plana çekememesi yarın yapılacak sınavın da başarısız geçmesine neden olabilmektedir. Öğrencinin yapması gereken şey öncelik sırasını doğru belirlemesi “üzülme” yi unutması, geri plana çekmesi ve kendisini “çalışmaya” yönlendirmesidir. Bu örnekte olduğu gibi unutmak bazen çok önemli ve çok değerli olabilmektedir.
Yaşlılık ile ortaya çıkan demans/bunama unutmanın patolojik halidir. Alzheimer da demans türlerinden biridir. Bu patolojik durumlar tıbbın konularına girmektedir. Bu konularda tıp ve teknoloji özellikle kök hücre tedavileri ile çareler üretmeye çalışmaktadır.
Eğer genç yaşlarda unutma bir sorun olmaya başlamışsa nedenleri depresyon, uykusuzluk, açlık, eli işte gözü oynaşta öğrenmeye çalışmak, dikkatini toplayamama, kaygı, stres durumları ve benzerleri olabilir. Bu nedenler ortadan kalkınca bellek işlevleri kendiliğinden düzelecektir. Bir de alkol ve uyuşturucu nedeniyle geçici amneziler vardır. Bunlar da alkol ve uyuşturucu etkisinin sona ermesiyle ortadan kalkacaktır.
Bir bilgisayarı göz önüne getirelim, günlük çalışmalarımızd daha çok kullandığımız programlar işletim sistemlerince “sık kullanılanlar” adı altında ayrı bir yerde tutulmaktadır. Beynimiz, belleğimiz de sık kullanılanları ayrı bir yerde tutmaktadır. Az kullananları niçin hemen anımsamıyoruz diye kendimize kızmayalım, belleğimize haksızlık yapmayalım.
Günlük yaşantımız içinde belki iş, uğraş yoğunluğundan ilgi azlığından olabilecek unutmalar için örneğin yüzüğümüzü farklı bir parmağımıza takabilir veya parmağımıza bir ip bağlayabiliriz. Belleğimizin derinlerine gitmiş, az kullanılan verilerini gün yüzüne çıkarmak için başkaca yöntemler de geliştirebiliriz. Yalnızlık durumlarına son verilebilir, toplumsal ilişkilerimizi çeşitlendirilip geliştirilebiliriz. Okumalarımızı artırabilir veya yaptığımız işleri zaman zaman tekrarlama şeklinde alıştırmalar da bir önlem olabilir. Halk arasında hamlama olarak adlandırılan bir kavram vardır. Hamlama nedeniyle unutulduğu sanılan bilgi ve el becerileri de alıştırmalar ile yeniden kazanabilir, canlandırılabilir. Yine halk arasında güzel bir atasözümüz vardır. İşleyen demir ışıldar şeklinde bunu da akılda tutmalıyız.
Bellek kaybına uğrayan biri olayları, şeyleri ve öğrendiği ikinci, üçüncü dilleri unutuyor ama anadilini unutmuyormuş! Doğruluk derecesini bilemem ama bana bu çok ilginç geldi. Okumalarım arasında karşıma çıkan bu bilgi bana başka bir bilgiyi anımsattı. Anadili dışında bir dili sonradan öğrenen insanlar her türlü sözcüğü o dilde konuştukları halde sayıları söylemek için anadillerini kullanmaktalar. Bu olaya kendim de birçok kez tanık olmuşumdur. Unutma ile ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir başka örnek de insanın çocukluğunda iken, belki algılama, kaydetme yetenekleri henüz çok yeni iken zihne, belleğe yerleştirilmiş olan bilgi ve beceriler unutuldu sanılsalar da unutulmamaktadırlar. Örneğin erken yaşlarda bisiklet sürmesini, yüzmesini öğrenmiş olan bir kimse aradan uzunca yıllar geçmiş olsa da bu becerilerini unutmamaktadır. Aynı şekilde klavye kullanan veya bir müzik aletini çalanlar da kısa bir alıştırmanın sonunda yeniden o eski yeteneklerine kavuşabilmektedirler. Bu özellikle uygulamalı beceriler belki de beynimizde daha derin izler bırakıyorlar.
Unutma ve anımsama süreçleri yaşanmış duygu ve olaylardan daha çok dil alanında gerçekleşmektedir. Zihnimiz beş duyu aracılığı ile beynimize gelen her tür uyarının alındığı, işlendiği değerlendirilip kullanıldığı bir laboratuvar, gireni çıkanı bol bir işyeri gibidir. Belleğimiz çok gelişkin bir bilgisayar gibi verileri almakta işlemekte ve kullanmakta, yeni veri dosyaları oluşturmaktadır. Bu işlemler sırasında gereksiz olanları veya eskiyen verileri ve veri işleme sistemlerini silmekte veya belleğin çok dip kısımlarına atmaktadır. Tüm sorunumuz Bellek Tanrıçamızın sayesinde eski veri dosyalarını günümüze taşımak, taşıyamamak veya güncelleyip güncelleyememektir.
Tanrıçamız Mnemosyne’ mize saygıda kusur etmez isek herhangi bir sorun ile karşılaşmadan barış, huzur ve refah içinde sevgi ve dayanışma ile mutlu yaşantımızı sürdürebileceğimizi söyleyebilirim.
Yaşasın Mnemosyne ve sevgili kızları dokuz kardeş Mousa’ larımız
06.12.2023
Ali Can Polat