Başparmaklarımız
Eller, ayaklar, el ve ayak parmakları ve de başparmaklarımız. Bu yazı aslında yeni bir şeylerin, bilimsel bir keşfin ilanı değil. Bu yazı bildiklerimizin anımsanması ve sahibi olduğumuz bu eşsiz hazinemizin öneminin vurgulaması ayrıca bu konuya ilişkin kavramların tarih öncesinden günümüze gelene kadar süregelen heyecan dolu serüveninden küçük kesitler verilmesi amacıyla yazılmıştır.
Başparmak, (bitişik yazılır) el ve ayağın en başta bulunan en kalın parmağının adıdır. Başparmak, Fransızca pouce, İngilizce thumb, great toe, (parmak, finger), Almanca daúmen (finger der hand) sözcükleri ile ifade edilmektedir. Latincede başparmak için pollex, pollice sözcükleri bulunmaktadır. Pollex sözcüğü ile daha çok anatomi konuları konuşulurken iskelet yapısını anlatmak için parmak yerine kullandığımız falanks/ phalengae sözcüğü ile karşılaştırmak yararlı olacaktır. Antik Yunancada parmak karşılığı kullanılan sözcük Δάχτυλο /dáchtylo’dur. Latincede genel olarak parmak sözünün karşılığı olarak kullanılan sözcük de digitus sözcüğüdür. Digitus sayı sayma olarak değindiğimiz işlemde birinci sayıyı yani işaret parmağını ifade eder ama sözcük diğer parmaklar için de kullanılmaktadır.
İtalyancada parmak karşılığı kullanılan sözcük dito’dur. Parmak izi de impronta digitale olarak ifade edilmektedir. Parmak sayma Batı dillerinde son 50-60 yılın en çok kullanılan sözcüklerinden birine, digitustan evrilmiş digital sözcüğüne kaynaklık etmektedir. Bu kavramın karşılığı olarak dilimizde sayısal sözcüğü kullanılmaktadır.
El başparmağının yukarıya kalkık hali “bu iş oldu, tamam, başarıldı, bravo” anlamına gelen bir işaretleşme aracıdır. Ben bu işareti evrim sürecimizin bu aşaması başarı ile tamamlandı şeklinde kabul ediyorum.
Adli tıp bilimi açısından başparmağın iç kısmında bulunan parmak izlerinin önemi büyüktür. Parmak izlerimiz yalnızca bize özgüdür. Bizi başkalarından ayıran basit ama çok önemli bir özelliktir. Aynı şekilde kimlik bilgilerini belgeleme ve bir belgeyi onama açısından da diğer parmaklara göre başparmağın bir önceliği ve üstünlüğü bulunmaktadır. İmza ve mühür yerine başparmağın onanması gereken belgeye mürekkeplenip bastırılması bilinen bir gerçektir.
Parmak hesabı saymada bir sayısı işaret parmağına ve beş sayısı da başparmağa aittir. Bu çok basit gibi görünen şey yalnızca biz insan türüne aittir. Diğer primatlar ne yaparlarsa yapsınlar bu basit dediğimiz hareketi başaramazlar. Yani başparmaklarını diğer parmaklarının uçlarına dokunduramazlar.
Başparmakların öyküsü bununla sınırlı değil. Başparmak, oluşumu ve işlevleri açısından tüm insan antropolojisini ve sosyolojisini özetliyor dersek pek de yanlış olmaz.
Ayaklarımız gerçekten çok önemli ve her şeyin, insan varlığımızın başı ve başlangıcıdır. Atalarımız çok doğru bir düşünceyle “Sağlam Bir Kafa Sağlam Bir Bedende Bulunur” demişler. Bu söze şunu eklemek daha da anlamlı olacaktır: “Sağlıklı Bir Beden Sağlıklı Ayaklar Üzerinde Yükselir”. Yani gerek bedensel ve gerekse düşünsel açıdan yükselmek için ayaklarımıza gereklilik vardır.
Her bir ayağımızda 26 kemik ve 30 eklem bulunmaktadır. Yine her bir elimizde de 27 kemik vardır. El ve ayaklarımızın kemik ve eklem yapılarının insanı şaşırtan, çok karmaşık mimari bir evrim süreci bulunmaktadır. El ve ayak anatomisi birçok kübik yapılı küçük kemiklerden ve eklemlerden oluşur. Elbette iş iskelet yapısı ile bitmemektedir. Bu kemiklere bağlı kas ve tendonlar ile verilen komutları harekete çeviren hayranlık uyandıran bir sinir sistemi söz konusudur. Elbette bu yapıyı ayakta tutan ve besleyen bir de dolaşım sistemimiz bulunmaktadır.
Memeli ve kanatlıların birçoğunda ayaklar pati, pençe ya da toynak diye adlandırılır. Eller kuşlarda kanat olarak evrimleşmiştir. Sularda yaşayan canlılardan balıklarda ise bu görevleri yüzgeçler yaparlar.
Başparmağı bulunmayan hayvanların elleri, ön ayakları genellikle pati veya pençe olarak adlandırılır. Primatlar dışında koalaların da başparmakları vardır. Rakunların gelişmiş patileri olsa da bu sınıftakiler başparmaksız olarak adlandırılırlar. Hiçbir primat veya hiçbir hayvanın el ve ayakları insanınki kadar gelişmemiştir.
Önce ayaklarımızdan ve ayak başparmaklarımızdan başlayalım. Doğru sıralama da budur. Çünkü insan önce ayağa kalktı, dengesini sağladı ve yürüdü. Daha sonra ellerini geliştirdi, tutma, tutunma ve tuttuğuna şekil verme en sonunda da alet yapma eylemi böyle bir sırayla gelişti.
Hayvanlar âleminde insanı diğer hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerden birinin haklı olarak dil olduğu söylenir. Gerçekten de insan, geçirdiği evrimin sonucunda konuşmayı başarabilen tek canlıdır. Gülme eylemini de bir işaretleşme dili olarak kabul edersek onu da bu mükemmel başarılarına eklememiz gerekmektedir. Bu evrimin aşamaları ve konuşma eyleminin nasıl olduğunu bu yazının konusunun dışında kalmaktadır. Bu konu ayrı bir araştırma ve inceleme gerektirmektedir. Ben birçok antropolog gibi konuşmadan önce insan evriminin başka aşamalardan geçtiğini düşünüyorum. Bu aşamaların başında insanın iki ayağının üzerinde durması, (homo erectus) gelmektedir.
İnsan zor olanı başarmış ve bir şekilde iki ayağının üzerinde dikilebilmiştir. Ancak iki ayağın üzerinde dikilmek, durmak yapılacak günlük işler için yeterli değildir. Hatta birçok tehlikeyi de beraberinde getirmektedir. İnsanın yerçekimi yasaları var olduğu sürece her hareket ettiğinde bozulan dengesinin yeniden sağlaması gerekmektedir. Bilindiği gibi bir nesnenin yere dokunan yüzeyinin genişliği ne kadar artarsa dengesi o denli durağan, yani kararlı olur. Bunun tersi olduğunda ise denge çok kırılgan olur. Bilindiği gibi dengesi en sağlam yapılar piramitler veya piramidal yapılardır. Dört veya daha çok ayaklı hayvanlarda yerin yüzeyine dokunan kısımlar daha geniş, daha büyük olduğu için ve ağırlık dört veya daha çok ayak üzerine dağıtıldığı için denge konusu bir sorun yaratmamaktadır. Örneğin bir tırtıl veya kırkayak için böyle bir sorun hiç yaşanmaz. Aynı şekilde bir dağ keçisi en yalçın kayalıkların üzerine rahatça çıkabilmektedir. Kedi, keçi veya benzeri canlıların yükseklere, yalçın tepelere çıkabilme özelliklerinin diğer bileşenlerini konuyu dağıtmamak için burada göz ardı ediyorum. Homo erectus/insan adayı iki ayağının üzerine dikilince eskiden olduğu gibi ağırlık dört noktaya dağılmayıp iki noktada toplanır olmuştur. Ayrıca insan anatomisi incelendiğinde ağırlık merkezinin belden yukarıda, göbek bölgesi veya yakınlarında olduğu görülmektedir. İki ayağının üzerinde duran insan bir adım attığında ağırlık merkezi öne doğru kaymaktadır. Yeniden dengenin kurulabilmesi için ayağının ya eski yerine gelmesi veya ikinci ayağın öndekinin yanına gelmesi gerekmektedir. Bu anlatıldığı kadar kolay bir iş te değildir. Ayaklarda yardımcı bir düzeneğe gereksinim vardır. Bu düzenek evrim süreci içinde, düşe kalka ayakların içten ilk parmaklarının uzaması ve güçlenmesi ile gerçekleşmiştir. İşte bu gelişimin adı ayak başparmaklarımızdır.
Ayak anatomisine biraz daha yakından bakınca bu kemikler: a) Tarsal kemikler (calcaneus/topuk kemiği, talus, navicular, cuboideum, ve 3 tane de cuneiforme) b) Metatarsal (tarak kemikleri 5 tanedir) c) Phalenges/Falanks kemikleri yani parmak kemikleridir. Bunlar proximal, middle ve distal olmak üzere üç bölümde 14 tanedirler. Ayak başparmağında middle phalanks kemiği yoktur. Ayrıca sesamoid (susamsı) adıyla dengeyi sağlayan bir veya iki kemik daha bulunmaktadır.
Eklemlere (articulare) gelince a) tarsi transversa, b) tarsometatarsales ve c) metatarsophalangea olmak üzere 3 sınıfa ayrılmaktadır.
Yine a) mediale, b) laterale ve c) plantare diye sınıflandırılacak ligamentler/ tendonlar bulunmaktadır.
Dahası bunlar gibi bir de dolaşım ve sinir sisteminin karmaşık yapıları bulunmaktadır. Bu karmaşık yapının kusursuz işlemesiyle bizler dik durabilmekte, yürüyüp koşabilmekteyiz.
Ayakta durma sırasında, ayak başparmağına beş metetars yani tarak kemiklerinin (phalanges) başlarından ve (calceneus) topuktan daha fazla bir yük biner. Denge bu şekilde sağlanabilmektedir. Yaşlıların ayak parmağındaki basınç gençlere göre daha yüksektir. Çünkü bel omurlarındaki kireçlenme ile iskelet yapısı öne doğru eğilmekte, ağırlık merkezi öne doğru kaymakta ve insan kamburlaşmaktadır. Bunun nedeni olarak dengenin bozulup düşme kaygısına da bağlanmaktadır. Aynı şekilde, bedenin bir savunma mekanizması geliştirmesi sonucu yaşlıların ayak başparmakları gençlere göre biraz daha büyüktür.
Yürüme sırasında, ayak başparmağı edilgin olarak dorsifleksiyona geçer yani ayak, ayak bileği ekleminden sırt/dorsal (=dorsum pedis, ayak sırtı) tarafa doğru hareketlenir. Bunun sonucu longitudinal ark yükseltilir, arka ayak supinasyon yapar, bacak eksternal rotasyon yapar ve plantar aponeurosis gerilir. Bu çıkrık (windlass) mekanizması, plantar fasia'yı gerer ve böylece itme için sert bir kaldıraç oluşturur. İşleyen bu mekanizma değiştirilirse, itmenin zamanlaması ve etkinliği etkilenir. Buraya kadar anlatılan bu birkaç satırın işin çok kaba bir karikatürü olduğunu düşünelim. Bunların arasında ayak başparmağının diğer parmaklardan çok daha büyük bir önem kazandığını söylememiz gerekmektedir. Ayak başparmağı bozuklukları, statik ve dinamik dengede kaçınılmaz değişikliklere neden olabilir. Daha açık söylemek gerekir ise dengede kalma ve yürüme bozuklukları ortaya çıkar.
Bu anatomi ve fizyoloji bilgilerini buraya yalnızca adlarını anarak yazmamın nedeni bunları okuyanlar olarak bizlerin ortopedinin en karışık, karmaşık bir konusunda tıp mesleği ile uğraşanlara bilgiçlik göstermek için değildir. Amaç hiç kuşkusuz, dört ayağının üzerinde emekleyerek yürürken ayağa kalkmanın yani bir “homo erectus” olmanın kolay olmadığını, çok büyük sorunları da beraberinde getirdiğini belirtmek ve bu günkü durumumuza gelene kadar çok çabalar harcadığımızı, insan soyumuzun bu güçlükleri bir bir aşabildiğinin altını çizmek, evrimin gücünü anımsatabilmek içindir.
Şimdi konunun bir başka yönüne bakalım. Amerikalı bir yazar Alexander Murray Palmer Haley 1976’de özgün adı Roots olan bir roman yazıyor. Bir yıl sonra yine ABD’li yönetmen Gilbert Moses ve arkadaşları, 1977 yılında bu romanı sinemaya uyarlıyorlar. Daha sonra da 5 bölümlük bir mini dizi yapılıyor Gerek film ve gerekse dizi yüksek drama gücüyle seyircinin beğenisini kazanıyor, seyirci rekoru kırıyor. Dizi bizim ülkemizde de Kökler adıyla gösterilmiştir. Seyirci bu diziyi Kökler adıyla değil de dizinin kahramanı, başrolünü oynayan Kunta Kinte adıyla tanımaktadır. Filmin konusu romanın yazıldığı tarihten 200 yıl kadar önce yaşanmış bir olaya dayanıyor. Kunta Kinte Afrika'dan kaçırılıyor ve 1767'de Amerika'ya köle olarak satılıyor. Ona bir kölelik adı koyuyorlar. O kendisine uygun görülen Toby adını kullanmayı kabul etmiyor. Kökleri onu yaşama bağlıyor, mücadele ediyor. Onun kahramanlık öyküleri kuşaktan kuşağa, kulaktan kulağa dolaşarak günümüze kadar ulaşıyor. 200 yıl sonra biz onu Alex Haley ile tanıyoruz. Kunta Kinte aynı kaderi paylaşan milyonlarca köleden sadece biri. Burada Kunta Kinte’nin bizim konumuzla ilgisi ayak başparmağıdır. Kunta Kinte bu esaretten kurtulmak için birkaç kez kaçmayı dener. Efendiler kaçmasını önlemek için ayak başparmağını keserler.
İnsanlar insanlaşma macerasını tamamladıktan sonra yürüme ve koşmayı bir spor haline getirmişler ve aralarında yarışmalar düzenlemişlerdir. 100 metreden tutun da maratona kadar çeşitli koşular yapmışlardır. Bütün bu eylemleri insanın ayak başparmağının gelişmesi sayesinde ve başparmağından alığı güçle başarabilmiştir. Ayak başparmağı ayakta durmanın yanı sıra bir tehlikeden hızla uzaklaşabilme olanağı da sağlamaktadır. İşte bunu çok iyi bilen Uygar Batının köleci efendileri Kunta Kinte’yi öldürmek yerine kaçmasını engellemek ve onun güçlü kol kaslarından yararlanmak için ayak başparmağını kesmişlerdir. İnsanlık tarihinin yüzbinlerce ve belki milyonlarca kazanımını Kunta Kinte’ den kesip, koparıp almışlardır.
Kunta Kinte köleler için, ezilenler için bir kahraman ezenler için bir yüz karası olarak tarihteki yerini almıştır. Kunta Kinte adına dikilmiş ABD’ nin doğu kıyısında, başkent Washington’a yaklaşık 51 km uzaklıkta Annapolis kentinde bulunan ve onu bir parkta üç çocuğa bir şeyler anlatır durumda gösteren bir heykel vardır.
Ayak başparmağı gibi bir de düztabanlık vardır. Uğursuz sayılır. Düztaban olanlar askere de alınmazlar.
Aşil (Akilleus) topuğu da ayakta bulunan calcaneus kemiğidir. Troya Savaşı sırasında Hektor’u öldüren Akilleus’u Hektor’un kardeşi Paris okla tam bu noktadan vurmuştur. Söylenceye göre Akilleus’un annesi Thetis onu ölümsüzlük ırmağına daldırmış ancak elinin dokunduğu topuk ıslanmadığı için bu nokta ölümlü kalmıştır. Tam bu noktaya isabet eden ok yenilmez Akilleus’un sonu olmuştur.
Akilleus’ un topuğuna isabet eden ok da halk dilinde topuk dikeni dediğimiz hastalığın kaynağı olarak gösterilmiştir.
Ayak konusu anlatmaya çalıştığım gibi çok önemlidir. Halkımız bu önemin bilincindedir. Halkımızın o bilge özelliği “Ayağını Sıcak Tut, Başını Serin, Düşünme Derin Derin” atasözü ile hepimizin belleğine kazınmıştır.
Ayak başparmağı konusunda son bir söz daha söylemek isterim. 17.07.1964 tarih ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasasına dayanılarak çıkarılan 26.5.1972 tarih ve 7/4496 sayılı Sosyal Sigorta Sağlık İşlemler Tüzüğünün 2. bölümünün 5. maddesi (Değişik: 31.05.1985 - 85/9529 K.) A cetveli, iş kazalarının neden olduğu hastalık ve arızalarla meslek hastalıklarını ve bunların neden olduğu arızaları, vücuttaki yerlerine göre sınıflandıran ve başlıkları aşağıda gösterilen 14 listeden teşekkül eder, hükmünü içermektedir.
Bu 14 bölüm içinde el arızaları yanında ayak başparmağı amputasyonlarına da A Cetveli, XII. Listede 14. Arıza Sıra Numarası ile yer verilmiştir, a ve b seçeneklerinde tek ve iki taraflı olarak yapılan ampütasyonların ağırlık derecesi 7 ve 15 olarak gösterilmiştir. Yani buna göre iş kazası sonucu ayak başparmağının bir bölümü ampute edilen işçinin meslekte kazanma yoktur veya aylık bağlanmasını gerektirmeyecek düzeydedir diye ( % 10 altında aylık bağlanamıyor) denilmekte ve iş kazası geçiren işçiye sürekli iş göremezlik geliri bağlanmamaktadır. Özellikle metal ve inşaat iş kollarında çalışanlara çelik burunlu ayakkabı verilmesi gereklidir. Buna uyulmaması durumunda oluşan bir iş kazası sonucu ayak başparmağı kopan bir işçinin iş kazaları ve meslek hastalıkları sigortasından yararlandırılmaması kabul edilemez. Sosyal Sigortalar Kurumunda avukat olarak çalıştığım süre içinde çok uğraştığım halde bir sonuç alamamış olmanın hala ezikliğini yaşamaktayım.
Gelelim ellerimize, ellerimizdeki başparmaklara… İki ayak üzerinde durmayı başardıktan sonra bizim kafa yapımız, kafatasımız üzerinde bulunan duyu organlarımızın konumları ve kafatasımız içinde duyularımızı değerlendirmemizi ve düşünmemizi sağlayan beynimizin boyut, ağırlık ve işlevleri yavaş yavaş değişmeye başladı. En kolay avı ve en güzel meyveyi daha rahat görmeyi, duymayı başarmak ve bunlara ulaşmak ayrıca olası tehlikelerden uzaklaşmak becerilerini de elde ettik. Bu görece üstünlüklerle yetinmedik. Yere sağlam basmanın yanı sıra çıktığımız bir ağacın dalına sıkıca tutunmanın da yollarını aradık, bulduk. Belki ilk önce sevimli mağaramızda boş zamanlarımızı değerlendirirken parmak sayma oyunu oynadık. Örneğin işaret parmağımızdan başlayarak diğer parmaklarımıza dokunma sevincini yaşadık. Kim bilir, belki de tam o anda Archimedes s_Syracusis gibi bir çığlık attık. Elimize aldığımız o elmayı parmaklarımız arasında kim bilir kaç bin kez evirip çevirdik. Bu sayede taş atmayı öğrendik. Bir kurdu, köpeği taş atarak uzaklaştırabildik. Belki bir kanatlının üzerine abanmadan bir taş atarak onu avlayıp karnımızı doyurmak mutluluğunu yaşadık. Şimdi bunları yazarken, okurken gülümsüyoruz ama o çağlarda en küçük bir ilerleme bile aya ayak basmak kadar önemliydi. Şakası yok, insanlık görüp görebileceği en büyük devrimi adım adım, evrile devrile yaşamaya böylece başlamış oldu. Tam bunun gibi değilse bile buna yakın şekillerde bu işi becermiş olduk. Belki iki taşı birbirine vurarak çıkardığı ses çok hoşumuza gitti, belki taşı taşa vurarak biçim verdik, taşın bir ucunu keskinleştirdik. Onunla topladığımız cevizimizi kırdık, avladığımız hayvanın derisini etinden, kemiğinden ayırdık…
Ellerimiz, tutma, kavrama ve tuttuğu şeyleri biçimlendirme ve onları alet olarak tasarlayıp yapmaya yarayan organlarımız olmuştur. Mitolojiler sözlü, kuşaktan kuşağa aktarılan ve tarihin derinliklerindeki ellerimizin, ayaklarımızın ve parmaklarımızın da izlerini bize ipucu olarak vermektedir. Bafa gölü yakınlarında bir antik kent vardır, adı Heraklia. Ona bugün bizler Kapkırı adını vermişiz. Bafa gölünün kuzey yamaçları eski adıyla Latmos şimdiki adıyla Beşparmak dağlarıdır.
Yunancada bu dağın adı Δάκτυλος/Daktylos- Parmak’tır. Bu adın kaynağı nedir, sorusu sorulabilir. Az önce, buradaki antik kentin adının Heraklia olduğunu söyledik. Kentin adı yarı insan kahraman (= heros) ve yarı tanrı Herakles’ten almaktadır. Herakles’in annesi Mykene kralının kızı Alkmene’dir. Soylu Amphitryon’la evlendirilmiştir. Kocası karısını evde bırakıp savaşa gitmiştir. Baba Zeus bu kadına göz koymuş ve bir gece Amphitryon kılığına girerek Alkmene’nin yatağına girmiştir. Alkmene kocamla sevişiyorum diye bizim koca Zeus ile sevişmiştir. Söylendiğine göre bu sevişme işi üç gün üç gece sürmüştür. O sürede Zeus doğacak kişiyi ana rahmine yerleştirebilmek için çok büyük bir özen göstermiş ve bu yüzden güneş tanrısı Helios’a ortalıkta görünme demiş. Helios da bu ricayı geri çevirmemiş. Ehh, ne de olsa doğacak olan çocuk Herakles’tir. Onun için yapılanlar her şeye değer. Zeus böylelikle karısı Hera’ nın da hışmından kurtulacağını hesap etmektedir. Ne var ki; ortada başka bir sorun vardır. Alkmene savaşa gitmeden önce kocası Amphitryon’ dan hamile kalmıştır. Yani aynı evde iki kiracı vardır. Yalan saklı kalmaz, onca uğraşlara karşın yapılan bu oyunları Hera öğrenir. Zaten Hera annemizin öğrenmediği hiçbir şey yoktur. Hera, Alkmene’yi kıskanır, İnsanlar üzerinde büyük bir egemenlik kuracak, Perseus soyundan doğacak ilk çocuğun o olmasını istemez. Çünkü doğacak olanlardan birisi Herakles’tir. Alkmene’ nin doğumunu geciktirir. Zavallı Alkmene daktylos dağına çekilir. Çocuklardan ilki sorunsuz doğar ama Herakles daha ana karnında iri, gürbüz bir oğlandır, doğum geciktikçe ana karnında yaramazlığa başlar, annesi kan ter içinde alır. Bağırır çağırır ve elleriyle dağı tırmalar. Söylence bu ya; Alkmene’ nin el ve parmaklarının izleri dağa çıkar. Bu nedenle de Latmos dağı Daktylos Dağı adını almış olur, yani bizdeki adı Beşparmak Dağları olmuştur.
Daktilo dediğimiz yazı makinelerinin de isim annesinin Herakles’in annesi Alkmene’nin parmakları olduğunu söyleyebiliriz. On parmak daktilo yazanların her bir parmağı Alkmene’nin parmaklarıdır!
Daha sonraki aşamaları antropologlara, sosyologlara bırakalım ve bu iş nasıl oldu, olurken ellerimizde neler değişti, onların üzerine biraz düşünelim.
Biz insanların iskeleti 206 kemikten, birbirleri ile kaynaşmış olanları da sayarsak doğumda 270 kemikten oluşuyor. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi bunların 26 x 2 = 52 tanesi ayaklarımızda ve 27 x 2 = 54 tanesi de ellerimizde bulunmaktadır. Yani toplam 206 kemikten 52 + 54 = 106 tanesi el ve ayaklarımızda, kalan 100 tanesi başka bölgelerde yer alıyor. Orantılarsak el ve ayaklarımızdaki kemik sayısı toplam kemik sayımızın % 51’inden biraz daha çoktur. Bu küçük hesaplama bile el ve ayakların ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
El (Latince söyleyişle os manus) kemiklerimiz bilek ile başlamaktadır. Bilekte dirseğimize kadar uzanan iki kemik vardır, birinin adı ulna diğerinin adı radiustur.
a) Elimizin bilek kemikleri radius ve ulna’ya eklemlenen bölümde sayısı 8 tane olup bunların adları yerleşim sırasına göre Skafoideum, Lunatum, Trikuetrum, Pisiforme, Trapezium, Trapezoideum, Kapitatum ve Hamatumdur. Bu kemiklerin her birinin ayrı bir görevi bulunmaktadır. Bunlar kas, tendon, sinir ve dolaşım sistemlerinin yardımıyla düzgün çalıştığında elden beklenen hareketler gerçekleşmiş olur.
b) Elimizin avuç, metacarpalia bölümünde tarak kemikleri 5 tane kemik bulunmaktadır.
c) Elimizdeki parmaklar bölümünde, palangea, falankslar ise proximalis, medialis ve distalis parçalarından oluşmakta, toplam sayısı da bir elde 14 tanedir. El başparmağında, ayak başparmağında olduğu gibi orta, medial falanks yoktur. Böylece bir eldeki kemik sayımız 27’ye ulaşmaktadır.
Yine bu kemiklerin birleştiği yerde eklemler bulunmaktadır. Bu eklemlerden bir kısmının oynama yeteneği yoktur, bir kısmının da sınırlıdır.
Bizler ellerimiz sayesinde tutunma ve tırmanma gibi özellikler geliştirebilmişiz. Başparmağın diğer parmaklarla karşılıklı iş görmesi, bize ufak nesneleri ele alabilme, tutma yeteneğini sağlar. Bu özellik bizim alet kullanımı gibi hassas ve karışık işleri yapabilmemizi sağlar. Primatların beyninde eli temsil eden alan, diğer hayvanlarınkinden çok daha geniştir. Beyinden gelen emirleri el ve ayaklarımız, özellikle ellerimiz uygularlar. Beyindeki bazı bozukluklarının belirtilerinden biri de el parmak hareketlerini yapamamadır.
Önkol yani dirsek ile bilek arasındaki bulunan kaslardan uzanan on iki tane tendon bileğin ön yüzündeki bir bağın, ligamentin altından geçip, bir kılıf içinde parmaklara varır. Parmaklarda içe doğru bükülmeyi yani flexion sağlar. Bileğin arkasında ise dışa doğru bükülmeyi yani extension sağlar. Avucun aşağı dönmesine pranosyon, yukarı dönmesine supinasyon deniyor. Supinasyon hareketi en çok da biz insanlarda gelişmiştir. Bizi diğer primatlardan ayıran bu özelliklerimizdir.
Başparmak ile öteki parmak köklerinin altında bulunan iki noktada ve el tarak kemikleri arasında bulunan kaslar, parmakların birbirlerine yaklaşıp, uzaklaşmalarını ve avuç içindeki hareketleri yaptırır.
Bütün bu hareketleri sağlayan kaslar içinden enerji kaynağı ulnar ve radial arterler aracılığı ile ulaştırılır.
Ulnar, median ve radial sinirler beyinden gelen emirleri parmaklarımıza iletirler. Aynı zamanda bu sinirler dokunulduğunda veya okşandığında o şeyin sertliğini veya yumuşaklığının da duyularını bize vermektedir.
Özetleyecek olursak; beynimizde oluşan düşüncelerimizin uygulandığı, eyleme dönüştürüldüğü yerler el ve ayaklarımızdır. Biz ellerimiz sayesinde alet yapmayı öğrendik. Bu hareketleri geliştirirken el ve ayaklarımızda bize en çok yardımı dokunan parmağımız da başparmaklarımızdır.
Bir an bir piyanistin parmaklarından bir tanesinin eksildiğini düşünün o kişi için bu ne büyük bir kayıptır. Buna karşın insan azmi ve yaşama hırsı, aşkı ( love of life) yine de bir şeyler yapmamızı, yaşama tutunmamızı sağlar. 1887-1961 yılları arasında yaşayan Avusturyalı piyanist Paul Wittgenstein’nin 1. Dünya Savaşı sırasında sağ kolu kesilmiş ama o sol el için geliştirdiği teknikle çaldığı konçerto sayesinde eski ününe yeniden kavuşabilmiştir. Ne var k; bu örnekler çok, çok enderdir. Atalarımız “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” diye boşuna söylememişler.
Sürekli iş içinde olan, çalışan ellerimiz ve parmaklarımız aynı zamanda büyük tehlikelerle de karşı karşıyadır. Tıp alanındaki büyük gelişmeler ile kopan, ampute edilen parmaklar yerlerine kendisi veya yenisi dikilebilmekte veya protez el veya ayak protezleri yapılmaktadır.
Ayak başparmağımızın kaybı nasıl koşma ve dengemizi sağlamada bize büyük zorluklar yaratıyorsa aynı şekilde el başparmağımızın kaybı da bizi alet kullanamaz, iş göremez hale getirir. Elbette sağlığımız her yönü ile önemli, organlarımızın her biri bizim için çok önemli ama el veya ayak parmaklarımızdan yoksun kalmamız bizleri yüzbinlerce yıllık evrim sonucu elde ettiğimiz kazanımlardan, bu kazanımların en büyüğünden bir anda yoksun bırakır. Bugün alet kullanmadan yaşamımızı sürdürmemiz hiç kolay bir iş değildir. Bu duruma düşmüş bir kimseden yukarıda adını andığımız piyanistin yaptığını bekleyemeyiz. Bu nedenlerle işyerlerinde uluslararası bilim merkezlerince belirlenmiş olan işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarının gerektirdiği önlemler mutlaka eksiksiz alınmalı, bu alanda denetimler eksiksiz yapılmalıdır. Engelli nüfusun artması kişiler için mutsuzluk kaynağı olduğu gibi toplumlar için de bir yüktür. Bunlara karşı sigorta sistemlerinin geliştirilmesinden önce sigorta olayını doğuran olayları önleyici önlemlerin önceden alınması daha doğrudur. Olması ve yapılması gereken de budur.
Ali Can Polat
01.12.2022
Yararlanılan kaynaklar:
1- Çıplak Maymun, Hayvansı İnsan ve İnsanat Bahçesi –Desmond Morris/ Engin Dadıca
2- Davranışlarımızın Kökeni – Serol Teber
3- Doğanın İnsanlaşması – Serol Teber
4- Tarihte Neler Oldu Gordon Childe/ Mete Tuncay-Alaettin Şenel
5- Homo Sapiens – Yuval Noah Harari
6- Tüfek, Çelik, Mikrop - Jared Diamond
7- TDK Sözlüğü – 1966 basımı s.5853gg
8- Sözlerin Soyağacı – Sevan Nişanyan s. 373
9- Mitoloji Sözlüğü – Azra Erhat
10- Dünya Mitolojisi –Donna Rosenberg / Koray Akten vd. s.62
11- Larousse de Poche- Librairie Larousse
12- Misalli Büyük Türkçe Sözlük – İlhan Ayverdi s.
13- Kâmûs-î Türkî- Şemseddin Sami s. 269
13- Beden Dili Ersin Altintaş/ Devrim Çamur s. 107
14- Redhouse İngilizce/Türkçe ve Taürkçe İngilizce Sözlükler
15- İtalyanca Öğrenci Sözlüğü s. 113 ve 595
16- Meydan Larousse s. 9/ 911
17- Wikipedia