PEŞKEŞ / PİŞKEŞ
Özellikle politik konuşmalarda sıklıkla duyduğumuz bu sözcük dilimize Farsçadan girmiştir. Anlamı TDK 1966 basımı Türkçe Sözlük’ e göre (s. 593) armağan demek ise de konuşulan dilde “peşkeş çekmek” deyimi içinde biraz farklı bir anlamda yer almaktadır. 1) Başkasının malını birine bağışlamak, 2) Verilmemesi gerekli bir şeyi uygunsuz bir erekle veya yersiz olarak vermek. Kurumun dijital Güncel Türkçe Sözlük’ üne göre de anlamı 1) Yaranmak amacıyla uygunsuz olarak verilen şey, 2. Armağan’dır. Bu ikinci kullanımın eskimiş olduğu not edilmiştir. Eskiden saraylara, konaklara gelen davetlilere verilen küçük armağanları dağıtan görevliye de peşkeş ağası denirmiş. Bu sözlükte de peşkeş çekmek deyiminin karşılığı olarak benzer açıklamalar yapılmaktadır.
İlhan Ayverdi’nin yine dijital ortamda yayınlanan Kubbealtı sözlüğünde, bu bileşik sözcüğün Farsça pіş “ön” ve keş “çeken” sözcüklerinin birleşmesiyle oluştuğu, pіş-keş “öne çekilen şey” olarak dilimize girdiği ve daha sonra da bu haliyle Balkan dillerine geçtiği anlatılmaktadır. Sözcüğün ikinci anlamının ise hediye, armağan olduğu ancak bunun eskidiği ve artık kullanılmadığı belirtilmektedir.
Peşkeş çekmek ise bir şeyi pek dürüst olmayan bir şekilde başkasına sunmak anlamına geldiği açıklanmıştır. Farsça peşkeş bazı durumlarda pişkeş olarak da seslendirilmektedir.
Yukarıda açıklandığı gibi peşkeş sözcüğü peş ve keş sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur.
Önce peş’e bakalım. Bir satıcı veya bir tedarikçi ile yahut hizmet veya istisna sözleşmesi tarafı ile anlaştınız diyelim sözleşmenin size ait yükümlülüğünü baştan, önden, önceden, peş’ ten ödüyorsunuz. Yinelersek veresiyenin karşıtı olacak şekilde peşin olarak, peşin parayla ödüyorsunuz. Eğer bir miktarını ödemişseniz, peşinat olarak ödemiş oluyorsunuz. Bu peşin ve peşinatın peşi ile peşkeşin peşi Farsça aynı, ön, önden sözcüğüdür. Peşinen, peşinatsız, peşinci sözleri de aynı kökten gelmektedirler.
Peşkir, peşgir, peştamal, peştamalcı sözcükleri de önlük anlamına Farsçadan alınmıştır.
Peşekâr/pişekar yine peş/piş kökünden türemiş olup ortaoyununda kavuklu ile birlikte konuşarak oyunu açan kimseye verilen addır.
Peşrev de peş kökünden türemiştir. Peş ön ve riv/rev gitmek sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşmuş bir bileşik sözcüktür. Müzik fasıllarında giriş taksiminden hemen sonra çalınan parçadır. Hicaz veya neva peşrevleri gibi… Bir de zurnada peşrev aranmaz deyimi vardır. Rastgele, düşünülmeden yapılan işlerde kural aranmaz anlamına gelmektedir.
Peşrev aynı zamanda güreşe tutuşmadan önce güreşçilerin yaptıkları gösteridir
Peşenk, peşeng, peşaveng (piş-i aheng) kafilenin, kervanın önünde giden insan veya hayvan anlamlarına gelmektedir.
Kır peşengi almanıza ne kaldı (Köroğlu).
Pişdar, öncü gibi peşmerge de aynı şekilde öncü, ön safta çarpışan birlik anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi 1960’lı yıllarda Barzani savaşçılarına bu ad verilmeye başlanmıştır. Farsça peş/ön + marg/ölüm sözcüklerinin peş peşe (arka arkaya) eklenmesi ile fedai anlamına kullanılmıştır. Sevan Nişanyan sözcüğün Kurmanci olduğuna değinmekteyse de açıklandığı gibi sözcüğün iki bileşeni de Farsçadır. Dolayısı ile bu dile Farsçadan girmiş olabileceği akla gelmektedir.
Öncü, önder karşılığında aynı kökten türeyen Farsça pişva/pişuva sözcükleri de kullanılmaktadır. Pişvalık önderlik, başkanlık ve Pişvayan da önderler anlamına geliyor.
Pişkadem Farsça piş/ön ve Arapça kadem/ayak (sırra kadem basmak) sözcüklerinin birleştirilmesiyle elde edilmiş bileşik bir sözcüktür. Anlamı tasavvuf tekkelerinde ayini başlatan ve yol gösteren/ tarikatçı/yöneten kişidir.
Pişkeşçilik, zamanında bir iş, meslek haline gelmiş. Pişkeşçiler verilen hediyelerin hesabını tutarlarmış. Pişkeşçi i Şehriyarî de padişah sarayında verilen hediyeleri kaydedermiş. Elçilerin getirdikleri peşkeşi bunlar vezirlerin önünde gösterirlermiş. Yüksek memurluklara atananlar pişkeşçilerin gösterdikleri karşılama kurallarına göre huzura alınırlar, onların yaptıkları bu hizmete karşılık da kendilerine bir miktar para veya başka bir armağan verilirmiş, verilen bu armağan veya paraya da pişkeş/peşkeş denirmiş.
Peşkeş gibi armağan, bahşiş, hediye almak vermek anlamına gelen bir de (ﺟﺎﺋﺰﻩ) i. cā’ize (çoğulu cevâiz) kavramı var. Caize, dalkavuğun veya saygı gösteren, el etek öpen (etekleyen) bir kişiye emeğinin karşılığı olarak verilen para veya benzer bir şeye verilen addır.
Söz açılmış iken bir de bahşiş kavramına kısaca değinmek gerekmektedir. Bahşiş sözcüğü dilimize Farsçadan girmiştir. Sözcüğün kökeni (ﺑﺨﺸﺶ) baḫşіden gelmektedir. Anlamı bağış yapmak, bağışlamaktır. Dilimizdeki anlamı bir iş veya hizmet karşılığında bir kimseye fazladan verilen paradır. Ayrıca bir armağan, hediye, ihsan anlamlarına da gelmektedir. Bahşiş bazı toplumlarda alınması ve verilmesi çok yanlış bulunurken bazı toplumlarda bir gelenek ve bazen de yasal bir ödeme biçimi halini almıştır.
Hizmet eden ile hizmeti kabul eden iki taraf arasında bir hizmet, iş görme sözleşmesi vardır. Bu hizmetin karşılığı olarak taraflar belli bir miktarda anlaşmışlardır. Her iki taraf bu anlaşma, sözleşme ile karşılıklı olarak yükümlülük altına girmiştir. Bu sözleşme ile iş gören o hizmeti yerine getirmekle, kararlaştırılan işi yapmakla üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmiştir. O hizmeti kabul eden kişi de belirlenen miktarda parayı veya şeyi ödeyerek üzerine düşen yükümlülükten kurtulmuştur. Böylece taraflar arasındaki hukuksal ilişki sona ermektedir.
Eğer iş yaptıran, hizmet alan kimse belirlenen miktarı az buluyorsa erdemli bir kişi olarak bunu karşı tarafla da konuşup gerçek değerine uyarlayabilir. Uyarlanan miktarın da vergisini öder. Eğer ücretin bir kısmını yazılı olarak ödeyip kalanını elden ödüyorsa, bu onun vergi kaçırdığını gösterir bir kanıttır.
Bahşiş karşı tarafta da bahşiş beklentisi yaratır. Beklenti yerine getirilmediği veya yeterince getirilmediği için memnuniyetsizliğe yol açar. Bunlardan daha ağırı, bahşiş veren yasal olmayan yollardan kendisine eşitliği bozan, bir ayrıcalık yaratmak istemektedir. Bahşiş veren şimdi ve ilerisi için kendisine sadakat ve ayrıcalıklı bir hizmet sağlamaya çalışmaktadır.
Bu nedenlerle bahşiş vermeyi iyilik yapmak veya cömertlik olarak değerlendirmek kanımca doğru değildir. Bu şekilde yapılan iyilikler bir erdemlilik değil tam tersine erdem kavramını zayıflatan hastalıklı durumlardır. Bahşiş bir sözleşmenin tarafları arasında ast-üst ilişkisi yaratır. Bu türden sözde iyilikler topluma kötülük getirir. Kişiler ve kuruluşların verdikleri sözle bağlı olmaları gerekli ve yeterlidir.
Konumuza dönersek; caizenin öteki anlamı eskiden bir büyüğün, bir asilzadenin önünde icra edilen bir sanat eseri için ya da bir büyüğün kendisi için yapılmış, yazılmış bir sanat eserine, kendisine yapılan bir methiyeye/övmeye karşılık o sanatçıya verilen para veya değerli bir şeydir.
Osmanlı’ da şairler sarayın caizeleri le ödüllendirilir veya desteklenirlerdi. Lale Devrinin ünlü şairi Nedim de bu örneklerden bir tanesidir.
Benzer durum Avrupa kültüründe de vardır. Ancak orada dalkavuk yerini soytarı almıştır. Yine bilindiği gibi tanıdığımız onlarca ünlü sanatçı kral veya derebeyinin himayesinde/ koruması altında sanatlarını yapma olanağını bulmuşlardır.
Daha sonra ekonomik sistemin değişmesi, gelişmesi ile bu koruyuculuk sponsorluk olarak ad değiştirmiştir. Ödenekli tiyatrolar, devletin bir kurumu olarak yapılan sanatlar söz konusu olmuştur. Devlet Sanatçısı kavramı bu anlayışın bir uzantısıdır. Elbette bunun yanında, ekonomisi yönüyle bağımsız olarak yapılan sanatlar da vardır. Bu durumlarda da sanatçının emeğinin karşılığı olarak karşımıza telif ücretleri ve (özellikle müzik dalında, solist ve şeflere ödenen) kaşe dediğimiz ödeme şekilleri çıkmaktadır. Yine kimi müzik, sahne gösteri sanatçılarının sokaklarda yaptıkları sanatlarının karşılığında, tümüyle verenin isteğine bağlı olarak para topladıkları da görülmektedir. Bu şekilde para toplama işine “parsayı toplamak” adı verilmektedir.
Peşkeş sözcüğünün armağan anlamı üzerinde yaptığımız bu kısa açıklamaları iyi-kötü, doğru-yanlış şeklinde nitelendirmeden önce tarihsel geçmişi ile birlikte değerlendirmekte yarar vardır. Ekonomik sistem değiştikçe kavramların da anlamları değişmektedir. Örneğin herhangi bir şirket bir spor kulübünü veya bir müzik festivalini maddi yönden desteklemektedir. Yani o iş için sponsor/ destekleyici olmaktadır. Ancak sanata, spora verdiği bu maddi desteği devlete ödemek zorunda olduğu gelir veya kurumlar vergisinden düşmektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse toplumun/ devletin kesesinden kendi reklamını yapmakta, sanatsever, sporsever veya yardımsever algısı yaratarak kendi şirketinin saygınlığına katkıda bulunmaktadır. Toplum da “destek olsun da…” diyerek bu aldatmacaya kerhen göz yummaktadır.
Kanımca peşkeş karamı ve onun yukarıda açıklamaya çalıştığım türevleri feodal dönem artıklarıdır. Çalışan bir işçinin veya bir sanatçının işgücünün/emeğinin karşılığı bir iş veya eser sözleşmesi olarak değerlendirildiğinde bu ödeme şekillerine gerek kalmayacaktır. Birey haklarının gelişmediği krallık veya derebeylik yönetimlerinde işçinin, emekçinin, sanatçının çalışmak, üretmek ödevi hatta zorunluğu vardır. Ama karşılığı olarak bir şey isteme hakları yoktur. Onlar birey değil tebaa durumundadır. Onlar Krala veya derebeyine bağlıdır. Bu bağlılık krala ve kralın olan her şeye ölümüne bir sadakattir. Onlar kral, derebeyi, sultan, padişah lütfederse ve lütfettiği kadar maddi şeylerden yararlanır ve onlara sahip olabilirler.
Dilimizde, kültürümüzde iş, iş yapmak sözcükleri yaygın olarak kullanılmaktadır ama Arapça ücret sözcüğünün yaygınlaşması görece daha yenidir. Osmanlıda ücret yerine daha çok yine Arapça olan ecir ve ecr sözcükleri kullanılırdı. Ancak bu sözcüklerin anlamları işverenin ödemek zorunda olduğu para veya benzeri bir şey değil Allah’ın vereceği kabul edilen rızıktır. Allah’ın sabır dolayısıyla vereceği ecir de sevaptır.
Osmanlıda görevlilere verilen şeyin adı ücret değil ulufedir. Ulufe Arapça (ﻋﻠﻮﻓﻪ) alef’ tir. Yani ulufe sözünü ettiğimiz bu hayvan yemi sözcüğünden türetilmiştir. Ulufe yem için ödenen para demektir. Belki biraz ağır bir tanımlama olacak ama ağır da olsa gerçek budur. Kral ve sultan için tebaa bir hayvandır. Osmanlı hanedanlarının ve âyan takımının Anadolu halkı için yakıştırdığı tanımlamaları burada sıralamak istemiyorum. Hayvanın süt, yün, yumurta verebilmesi için, savaşta hanedanı, kralı ve toprağını ölümüne savunabilmesi için yeme de gereksinimi vardır. İşte ulufe denen şey budur. Dilimizdeki “karın tokluğuna” deyiminin kökeni de buradadır.
Ancak XXI. yüzyılda yaşıyoruz, bu kavramların bir kısmı tarihin sararan sayfalarına itilmiştir. Kalanlarının da temizlenmesi gerekir. Birçok ülkenin iş yasasında bahşiş garanti ücretin yanında hâlâ asli bir ücret çeşidi olarak ayakta durmaktadır. Bahşiş toplumda erdemli olma, erdemli kalma anlayışını kemiren bir kurt gibidir. İşçilerin biz ulufe istemeyiz hakkımızı istiyoruz sözlerinin artık yasalarda yazılı olmakla kalmayıp uygulamalarda toplu iş sözleşmeleri ve grevlerle kesin olarak güvence altına alınması ve bu kavramların günlük konuşma dilinden de silinip atılması gerekmektedir.
Peşkeş sözünün ikinci bileşenine gelince keş çekme anlamına gelmektedir. Dilimizde de sık sık karşımıza çıkan bu son ek sözcüklere kısaca bakalım:
Keş sözü Ali Püsküllüoğlu ve Hulki Aktunç’un argo sözlüklerinde a) içki veya uyuşturucu düşkünü ve b) aptal, sersem, budala kimseleri tanımlamak için kullanılmaktadır. Burada hemen esrarkeş, afyonkeş gibi sözcükleri anımsıyoruz. İçki içme eylemi için de kafa veya kafayı ‘çekmek’ deyimini biliyoruz. Peşkeş sözcüğünün ikinci bileşeni keş kökünün çekmek anlamına geldiğini yukarıda açıklamıştık. Bizim deyim üreticilerimiz kafayı keş etme şeklindeki söyleyişi uygun bulmamışlar keş’i Türkçeye çevirerek kafa veya kafayı çekmek şeklinde bir deyim yaratmışlardır. Uyuşturucu işine hiç girmemişler onlara keş ekini olduğu gibi yamamışlardır.
Edirne’nin Keşan adlı bir ilçesi var bir de Keşanlı Ali Destanımız var. Keşan’ın keşi ile Farsça keş arasında fonetik bir çağrışımdan başka ne gibi bir yakınlık olduğunu belirleyemedim. Belki çeken veya çekip götüren olarak anlamlandırılabilir.
Dilimizde biraz eskimiş olsa da bir kemankeş sözcüğü var. Farsçadan alınan keman/yay + keş/çeken sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuş, yay çekip ok atan anlamına gelmektedir.
Dilimizde zaman zaman kargaşa itiş kakış, çekişme ve kararsız bir durumu anlatmak için keşmekeş sözcüğü kullanılmaktadır. Bu sözcük bazen keş â keş şeklinde de söylenmektedir. Bu sözcüklerin hepsi Farsça keş sözcüğünden türetilmiştir.
Farsça çekmek eylemi kasıdan/ kaşıdan olarak, çekilmiş sözü de kaşıda yani keşide olarak söylenmektedir. İngilizce ve diğer birçok Avrupa dilinde keş para peşin ödenen para anlamına gelmektedir. Sözcüğün İngilizce yazılışı cash tir. Sözcük para kasası, nakit para anlamına gelmektedir. İtalyancası cassa, Almancası kasse şeklindedir. Sözcüğün Latincesi capsa olup capere eyleminden türemiştir. Bunun da kap ve kapasite sözcüklerine kaynaklık ettiği, İtalyanca cassa sözcüğünün de bunlarla ilintili olduğu söylenebilir. Farsça kasıdan eylemi ile benzerliğin bir fonetik çağrışımdan ibaret olduğunu söylemek zordur. Farsçadan Latinceye geçebileceğini de düşünmek olasıdır.
Keşide aynı kökten türemiş ve dilimize de girmiştir. Çekilmiş, çekiliş, tartılmış, dizilmiş, düzenlenmiş anlamlarına gelmektedir.
Keşideci, çek keşide eden, çek yazan, çek veya poliçe düzenleyen kimsedir.
Telgraf keşide etmek, telgraf çekmek,
Yılbaşı keşidesi, piyango çekilişi,
Arap alfabesi ile hat sanatında, kaligrafide kimi harflerin estetik kaygısı ile çekilerek, uzatılarak yazılmasına da keş etmek sözcüğü kullanılmaktadır..
Bu açıklamalardan sonra peşkeş ve peşkeş çekmek deyimine dönebiliriz.
Prof. Dr. Ahmet Mumcu, İnkılap Kitapevinden yayınlanan Tarih İçindeki Genel Gelişimiyle Birlikte Osmanlı Devleti’nde Rüşvet sorununu 2005 basımı eserinde ayrıntılarıyla incelemiştir. Pişkeş (s.302) ve rüşvet arasında benzerlikler olduğu kadar ayrılıklar da bulunmaktadır. Biz bu yazıda iki kavramın kesiştiği noktalara çok kısa değinmekle yetineceğiz. Rüşvet konusunu başka bir yazıya bırakacağız.
Osmanlı Devletinde özellikle duraklama, gerileme ve çöküş dönemlerinde rüşvet çok büyük bir sorun olmaya başlamıştır. Bir işin yapılması veya yapılmamasını sağlamak için bu işle ödevli-görevli olan kişilere armağan verilmesi kural haline gelmeye başlamıştır.
Pişkeş/peşkeş kavramını yukarıda incelemeye çalıştık rüşvet kavramı ise bir görevliye yasal olarak yapması veya yapmaması gereken bir işte kendisine veya yakınlarına yasa dışı bir kolaylık sağlanması için verilen bir para veya benzer bir yarardır. Kavram olarak dilimize Arapça (ﺭﺷﻮﺕ) ruşvet – rişvet sözcüğünden alınmıştır.
Yasalarımıza göre rüşvet vermek de almak da suçtur.
Rüşvet alınıp verilmesi gizli olduğu halde peşkeş verilmesi alınması açık olarak yapılmıştır. Giderek bu caize ve pişkeşler gelenek haline gelmiş ve bu kavrama görünmeyen yasal bir statü tanınmıştır. Zaman içinde bayramlarda verilen ıydiyye, bir işten dolayı kutlamalarda tebrikiyye, iyi bir haber vermelerde, müjde yani tebşiriyye gibi caizeler söz konusu olmuştur.
Caize ve pişkeşlerde başta sadrazam, vezirler, sadaret kethüdası ve reisülküttapların ve daha nicelerinin payları bulunmaktadır.
(Koçi Bey risalelerinde bu uygulamaları açıkça eleştirmiş önlem alınmazsa daha kötü sonuçların meydana geleceği ifade edilmiştir.
Osmanlı devletinde özellikle yeni fetih ve ganimet dönemlerinin kapanması ile görevlilerin ve askerlerin hak ve alacaklarının tam olarak ve zamanında ödenmemesi bir huzursuzluk ve bir başıbozukluk yaratıyordu. Hocamızın kitabından öğrendiğimize göre bu başıboşluk içinde hizmetlilere verilen hediyeler normal gelirlerinin kat kat üzerine çıkıyordu. Böylece yerleşen ve Doğu mantalitesinin etkisiyle iyice yayılan hediye geleneği ile de başa çıkmak olanağı yoktur, çünkü bizzat Devletin başı bu usulü gelir toplamak için uyguluyordu ve türlü vesilelerle sultana takdim edilen pişkeşler hazinenin gelir kalemleri arasında yer alıyordu. Devlet adamları iktisadi rahatlık zamanlarında kendilerine sunulan hediyelerle müreffeh ir hayat yaşıyorlardı. Kriz zamanları ise hediye istemek bir baskı vasıtası haline geliyordu. Bu şekilde istenen hediyeler arasında rüşvetlerin de önemli bir toplama eriştiği tahmin edilebilir.
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi peşkeş, caize ve rüşvet birbirini tamamlamaktadır. Bu uygulamalar devlet yönetiminde ciddi bir zayıflığa ve kaynakların israfına, var olan kaynakların da bir plan ve program içinde uygulanamamasına neden oluyordu. Elbette bu zayıflık çöküşü de beraberinde getirmiştir.
Genç Cumhuriyetin ilk işlerinden biri de bu bozulan, çürüyen bürokrasiyi ayağa kaldırmak, rüşvetin önüne geçmek, peşkeş ve caize gibi gelenekleşmiş uygulamalara son vermek olmuştur.
Yukarıda değindiğimiz açıklamalarda görüldüğü gibi toplumda özel ve tüzel kişiler ile devlet aralarındaki her türlü hukuksal ilişkide verdikleri sözlerde durdukları sürece bu yanlışlara olanak verilmemiş olunur. Bir toplumda hukukun üstünlüğü, işleyen bağımsız yargı var olduğu sürece rüşvet ve kamu kaynaklarının da peşkeş çekilmesi söz konusu olmaz. Toplumda yapanın yanına kâr kalıyor anlayışının silinmesi gerekmektedir. Cezasızlık algısının yok olması hukuk kurallarının tam ve eşit olarak uygulanmasıyla sağlanabilir. Bu haliyle hukuka, adalete güven sağlanmış olur. Toplumda güven duygusu halka huzur, devlette de güç kazandırır.
17.03.2024
Ali Can Polat