ROMAN
Gezintimizin bir önceki durağı olan "tarih" konulu bölümün son satırlarında Avrupa'da romanın nasıl bir ihtiyaca cevap verdiğine kısaca değinmiştim. Burada roman teriminin tarihçesine eğileceğim. Başlı başına bir konu olmayı hak ediyor.
Roman teriminin kaynağı romance, "romans" diye yazarız. Etimoloji bakımından romans, "Roma / Romalıların dilinde" demek. İngilizcedeki romance terimi Eski Fransızca romanz'tan geliyor. Fransızcadaki anlamı şu: klasik Latincede değil de, halk ağzı Fransızcada yazılmış ya da anlatılmış olan hikâye. Fransızca Latincenin bir lehçesinden türeyen bir dil olduğuna göre, doğrudan doğruya Fransızca demek bu. O dönemlerin büyük şairleri, düşünürleri klasik Latinceyi kullanırlardı.
Avam Latincesindeki romanice zarfı da "Latincede, Latin dilinde"nin (üstün tutulan Latince bu) karşıtı; Roma işi, Roma üslubu demek. Terimin başlangıçtaki anlamı Romance teriminde hâlâ yaşıyor. Bu anlamıyla Romance (ya da Romanic) terimi Latin dillerini kapsar; yani İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Romence (Rumence). Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde bu dillerin edebiyatlarının öğretimiyle görevli bölümlerin ortak adı nice yıllardır "Roman Dilleri ve Edebiyatları Bölümü"ydü. Yakın bir geçmişte bu ad değiştirildi, bütün batı edebiyatları günümüzde topluca "Batı Dilleri ve Edebiyatı" adı altında toplanıyor.
Romans Avrupa'da Orta Çağa özgü bir hikâye türü. Orta Çağ romansı şövalye romansı diye de anılır. Aristokrasinin edebiyatıdır. Onikinci yüzyılda Fransa'da doğmuş, daha sonra öteki Avrupa edebiyatlarına yayılmıştır. Antik Çağın gözde edebiyat türü epikti. Orta Çağda epik yerini romansa bıraktı. Epikten farkı, kavimler arasındaki savaşların kahramanlıklarını değil, saray insanlarının, şövalyelerin dünyasını, onların ideallerini yansıtmasındadır. Yiğitlik, cesaret, gözüpeklik, şan şeref, yüce gönüllülük, kibarlık, rakibe gösterilen merhamet bu insanların başlıca meziyetleridir. Hikâye kişileri olan soylu erkeklerle soylu kadınlar davranışça edep, terbiye, zarafet bakımlarından çok ileri insanlardır. Hikâyelerin olay örgüsü bir şövalyenin arayışları ve maceraları üzerine kuruludur. Canavarlar, ejderhalar gibi doğaüstü yaratıklar da hikâye kişileri arasında sık sık görünür. Gerçi epiklerde de doğaüstü olaylar yer alır, ama bu türden olaylar hep tanrıların iradesi ve kararlarıyla ile meydana gelir. Epiğe özgü doğaüstü etmenler yerini "periler diyarı" diyebileceğimiz bir hayal dünyasına, esrarengiz işlere, büyüye, tılsıma bırakır romanslarda. İnanılmaz olaylar, mucizeler hikâyenin akışında rol oynar. Kadınlarla erkekler arasındaki ilişkiyi belirleyen, "saraylı aşkı" (Fr. amor courtois, İng. courtly love) diye tanımlanan görenektir. Bu göreneğe göre, aşk bu dünyanın en soylu tutkusudur. Erkek de, kadın da son derece incelmiş bir aşk duygusu içindedir. Seven kişi sevdiğini idealize eder, tapılacak bir varlık olarak yüceltir. Saraylı aşkı edebiyatta başlıbaşına bir konudur. Romanslar günümüzde de zevkle okunabiliyorsa, bunun en önemli etmeni bu pek incelmiş aşk anlayışıdır.
Romanslar var olan dünyayı değil, olması özlenen, idealleştirilmiş bir dünyayı yansıtır. Gerçekçilikten tamamıyla yoksun bir edebiyattır. Olaylar arasında nedensellik bağı yoktur. Hikâyenin ne zaman geçtiği belli değildir; belirsizdir zaman. Mekân da siliktir; olayların nerede geçtiğini gözümüzde canlandıramayız. Bu tozpembe edebiyat Aydınlanma çağında tutunamazdı.
Romana gelince, bu tür her şeyden önce gerçekçilik, inandırıcılık üstüne kuruludur. Roman, bir anti-romance olarak nitelendirilir; yani romansın tersidir, romans olmayan bir edebiyat türüdür. Roman kişileri olağanüstü niteliklerle donanmış insanlar değildir; tanıdık, bildik kişilere benzer, bizler gibi bireylerdir. Hikâye iç içe örülü, bir bütünlük gösteren olaylara, yani bir olay örgüsüne dayanır. Olaylar arasında nedensellik bağı vardır. Hikâye belirli bir zaman diliminde geçer. Tarihî, maddi, somut zamandır bu. Mekân ayrıntılı bir biçimde tasvir edilir. Zaman da, mekân da olay örgüsünün ayrılmaz bir parçasıdır. Romancının başarısı gerçekçi bir dünya, inandırıcı, kanlı canlı bireyler çizebilmesine bağlıdır. Kısacası, gerçekçilik romanın olmazsa olmazıdır. Şunu da ekleyelim: romans nasıl aristokrasinin edebiyatı ise, roman da burjuvazinin dünya edebiyatına getirdiği bir türdür.
Aydınlanma aklı yücelten bir çağdır. İnsanın hayata bakışı değişmiştir. Bu dönemde insana daha "ciddi", daha inandırıcı, hayata daha yakın bir edebiyat lazımdı. Bu bakımdan, romanın Avrupa'da onsekizinci yüzyılda, yani "akıl çağı"nda ortaya çıkması bir rastlantı olamaz. Edebiyat tarihçilerinin, eleştirmenlerin büyük bir çoğunluğu İngiliz romancı Samuel Richardson'un 1740'da çıkan Pamela adlı eserinin dünya edebiyatında romanın ilk örneği olduğu görüşünde birleşmiştir.
Avrupa dillerinin çoğunda bu yeni nesir türü "roman" diye adlandırılmıştır; İngilizce dışında. İngilizcede roman karşılığında kullanılan terim novel, yani "yeni". Çünkü yeni bir türdü bu; şiir gibi, tiyatro gibi, epik gibi, romans gibi eski değil, yeniydi. Ama sadece bu anlamda yeni değildi. İçeriğiyle de yeniydi, yepyeniydi. Novel kelimesi romanın ayırt edici özelliğini verişiyle anlamlıdır.
Bu yeni nesir türüne "yeni" denmesinin gerisinde İtalyanca novella var. Bu da "yeni şey" demek. Ondördüncü yüzyılda İtalya'da doğmuş, sevilmiş, Avrupa'da bütün bir Rönesans edebiyatını etkilemiş bir hikâye türü. En büyük temsilcisi Decameron (On Gün) adlı hikâyeleriyle ünlü Boccaccio. Onun çağında bu tür hikâyeler de "yeni"ydi; bu bakımdan novella terimi de özel bir anlam taşıyor.
Türk edebiyatına gelince, divan edebiyatındaki Leyla ile Mecnun, Husrev ile Şirin, Yusuf ile Züleyha gibi mesneviler, halk edebiyatındaki Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Arzu ile Kanber hikâyeleri ile meddah hikâyeleri, dinî-tarihî hikâyeler bir kenara bırakılacak olursa, Avrupa edebiyatındaki anlamıyla roman Türkiye'ye Tanzimat'tan sonra girmiştir. Romanın Türk edebiyatındaki yeri buradaki konumuz değil. Ama burada hatırlatmak istediğim bir şey var; türün Türk edebiyatına girmesiyle "roman" teriminin kullanıma hemen girmemiş olmasıdır. Tanzimat sonrasının yazarları "hikâye" terimini roman karşılığında kullanmışlardır. O dönemin çevirilerinden Victor Hugo'nun Sefiller'i Hikâye-i Mağdûrin, Daniel De Foe'nun Robinson Crusoe'su da Hikâye-i Robinson adıyla yayımlanmıştı. Halit Ziya (Uşaklıgil) 1891'de bile, roman üstüne yazdığı kitaba Hikâye adını vermişti. Yazar edebiyatın bu türünü, yani romanı "(...) ecnebi bir kelime altında zikretmekten ise, Osmanlı lisanına hürmeten 'hikâye' namı" ile inceleyeceğini söylüyordu orada. Hikâye ondokuzuncu yüzyıl edebiyatında uzun zaman roman yerine kullanıldı. Fakat zamanla asıl hikâyeyi asıl romandan ayırmak ihtiyacı duyulunca, Recaizade Ekrem romana "büyük hikâye", hikâyeye de "küçük hikâye" demeyi tercih etti. Roman terimi sonradan yaygınlaştı.
Hikâye çok köklü bir kelime Türkçede. Belki bin yıldır kullanıyoruz. Arapça kökenli olduğu halde, yabancılığını hissetmeyiz; dile tamamıyla mal olmuş. Üstelik, yan anlamlarla, mecazlarla da zenginleşmiş. Bu bakımdan, Halit Ziya'nın bu terime gösterdiği "hürmet" çok değerli. Onun "hikâye"ye verdiği değeri biz Cumhuriyet döneminde veremedik. Herkesin bildiği "hikâye"ye "öykü" karşılığını yakıştırdık. Öykü "taklit"in Türkçesi. "Yansıtma" anlamına gelen, bir sanat kuramı olan Yunanca "mimesis"i de çağrıştırır. Roman, edebiyat tarihlerinde, kuram yazılarında hep "hayata benzer", "hayata ayna tutan" bir tür olarak nitelendirilir. Bütün edebiyat türleri arasında hayatı en çok yansıtan, en çok taklit eden bir türe "öykü" çok daha yakışırdı... Hikâye ile romanın birbirine karışması böylelikle önlenemez miydi acaba?
Eski Fransızca romanz kelimesine dönelim. Çok önemli bir terim daha türetmiştir romanz: romantik, romantizm terimleri. Romantik "romansa benzer bir şey" anlamını fısıldar. Kelimenin bu anlamı romantik kelimesinin gündelik kullanımında hâlâ canlıdır. Fakat romantizm büyük bir edebiyat akımıdır Avrupa'da. Romantik şairler klasik üsluba, bağlayıcı klasik kurallara karşı çıkan, ağdalı Latince sözlere değil, gündelik söz dağarcığına ağırlık veren bir edebiyat yaratmışlardır. Tıpkı klasik Latinceye karşı çıkarak Roma dilinin konuşulan lehçelerini tercih eden Orta Çağ romanslarının şairleri, yazarları gibi...
Bülent Aksoy
18 Aralık 2021