"TARİH"İN ÇİFTE ANLAMI
Kelimeler dünyasındaki gezintilerimizde şimdiye dek Avrupa dillerinden Türkçeye geçen kelimelerin altını üstünü kurcaladık. Ama bu bölümde, Türkçeye geçmemiş olan, "tarih" karşılığındaki şu kelimeler üzerinde duracağım: İngilizce history, Fransızca histoire. "Tarih"in tarihini anlayabilmek için bu kelimelerin evrilişine bakmak gerekiyor. Bu bölümün sonunda sözü yine bir Türkçe kelimeye bağlayacağım.
Konumuz olan İngilizce, Fransızca kelimelerin kaynağı Latince historia. "Geçmişte olup bitenlerin anlatılması, nakledilmesi, hikâye edilmesi, tasvir, hikâye, masal" demek. Latince de Yunancadan almış. Yunanca historia'nın anlamı biraz daha geniş: "öğrenme, soruşturma, araştırma yoluyla elde edilen bilgi; bir kimsenin araştırıp soruşturmalarının anlatımı, hikâye edilmesi; anlatı, hikâye, kayıt, geçmişteki olayların anlatımı". Yunanca historein "tanıklık, bilme, anlatma, nakletme, arayıp bulma, soruşturma"; histor da "öğrenmiş olan, bilen, bilgili, tanık, görgü tanığı " demek. Hepsi Hint-Avrupa kök dilindeki *wid anlam birimine dayanıyor; bu da "görmek, bilmek" demek.
History / histoire kelimelerinin bu anlam demetinden çıkan özgül anlamı ikincil bir gelişme; yani öğrenme, bilme damarından değil de, daha çok, anlatı, anlatım, nakil, hikâye damarından çıkıyor. Yunan mitologyası üstüne ilk Türkçe kitabı yazan Şemsettin Sami Kamûs-ı Türkî'de, Arapçadan alıp mitologya karşılığında kullandığı "esâtîr" kelimesinin Yunanca historia'dan kaynaklandığını, onun çevirisi olduğunu yazmış. Öne çıkan anlamı, yine hikâye, masal anlatılması.
Kelimenin İngilizcedeki serencamı çok ilgi çekici. History ile story (hikâye) aynı kelime. Bu iki kelime İngilizceye iki ayrı anlam mecrasından geliyor. Bu anlam ayrımı Latince historia kelimesinin kendisinde var; Latincede hem "gerçek olayların anlatımı", hem de "kurmaca anlatı" anlamında kullanılıyor. Bu çifte anlamlılık Latinceden Eski Fransızcaya geçiyor; bu dildeki estorie (istorie, estoire, historie yazımları da var), kelimesi "geçmişte meydana gelen gerçek olaylar", "bir kimsenin başından geçenler", "genel olarak, geçmişte olup bitenler", "kurmaca olayların anlatımı" anlamlarına geliyor... Bağlamı genişliyor, ama Latincedeki iki ana damar olduğu gibi canlı kalıyor. Kelime, Eski Fransızcadan geçiyor İngilizceye. Bir iki cümleyle siyasi tarihe değinelim burada. Fransa'dan gelen, ana dilleri Fransızca olan Normanlar 1066'da İngiltere'yi istila edince, kendi dillerini İngiltere'nin resmî dili olarak ilan ediyorlar. Bundan sonra İngilizceye binlerce Fransızca kelime giriyor. Bu dil sonradan Anglo-Norman ya da Anglo-Fransızca diye anılacak olan Norman Fransızcasıdır. Estorie ve benzer yazımları hem modern İngilizce-Fransızca history / histoire, hem İngilizce story kelimelerine çok benzemiyor mu zaten?
Histoire, historie, kelimenin Orta İngilizcedeki (1066-1500) yazımları. Bunların Anglo-Fransızcası da estorie, estoire, histoire. Tarih ile hikâye eşanlamlı bunlarda, her iki anlamda da kullanılmış. O dönemin İngilizcesindeki bu çifte anlam yadırganmamalı. Kelimenin kaynağı olan Fransızca ile Latincede de bu böyle zaten. Tarih biliminin geçmişi bakımından çok dikkate değer bir durum bu. Bu bilimin doğuş süreci terimlerin evriminde içkin.
Onyedinci yüzyıldan bu yana history ile story birbirinden kopmuş, iki ayrı kavram haline gelmiş. Bu kopuş çok anlamlı. Modern anlamıyla tarih, geçmiş zamanla, geçmişte meydana gelen olaylarla uğraşır, ama tarihin nesnesi olan geçmiş zaman gerçek zaman, maddi zamandır. Onyedinci yüzyıldan önce mitologya hikâyelerinin ya da kutsal kitapların anlattığı, archaic, "zaman dışı bir zaman"a inanılıyordu. Geçmişte olup bitenler Aydınlanma çağından önce hikâye, masal gibi anlatılırdı. Aydınlanma, yepyeni bir dünya görüşü aşılarken zamana bakışımızı da köklü bir biçimde değiştirdi. Ondokuzuncu yüzyılda ise tarih adıyla yeni bir bilim dalı vardı artık. Bu anlamıyla tarih, sadece geçmişte olup bitenlerin hikâyesini anlatmaz. Aynı zamanda olayların nedenlerini keşfetmeye çalışır, geçmişte olup bitenleri zaman ve mekân göstererek anlatır, aralarında bağlantılar kurar, karşılıklı etkilenmeleri araştırır, nedenlerle sonuçları karşılaştırır, olayları bir tek nedene bağlamadan açıklamaya çalışır... İşte şimdi terimin Hint-Avrupa kök dilindeki anlamını da görebiliyoruz: görme, bilme. Yunanca histor da "öğrenmiş olan, bilen, bilgili kişi" demekti. Demek ki, tarih, bir bilim dalı haline gelince bu anlam damarları öne çıkmış. Kelimenin olup bitenleri "anlatma", "hikâye etme" yönü yine de unutulmuyor. İngilizceyle Fransızcada şu kelimeler "tarih"le eşanlamlı olarak kullanılabiliyor: annals / annales: yılın olayları, yıllık; chronicle / chronique: olayların zaman sırasına göre anlatımı; record / record: olanları kaydetme, yazıya geçirme. Köken bilgisinin bize öğrettiği bir şey var: kelimeler tarihleri boyunca ne kadar anlam değişikliğine uğrarsa uğrasın, kökteki anlamlar zamanla biraz bulanıklaşsa da büsbütün kaybolmuyor, yeri geldikçe öne çıkıp kendini hatırlatıyor. Bir de şu var: modern yöntemlerle çalışan, geçmişte olup bitenleri irdeleyip çözümleyen, bunlar arasındaki nedenselliği ortaya çıkarmak isteyen bir tarihçi de konusunu bir zaman dilimiyle sınırlandıracağı için, olayların başlangıcını, gelişme doğrultusunu ve belirli sonuçlar doğurmasını gösterebilmek için incelediği dönemin olaylarını anlatmak, hikâye etmek zorunda kalacaktır.
Tarih terimi birçok dilde aynı anlamları bünyesinde topluyor. Sözü bir tarihçiye bırakıyorum burada: "Fransızcada histoire, İspanyolcada historia, İtalyancada istoria, Almancada Geschichte sözcükleri i) gerçekleşmiş olaylar dizisi, ii) o olaylar dizisinin hikâyesi ve iii) bütünüyle kurmaca hikâye anlamlarına gelir." Almanca Latince ile Fransızcanın etkisinden kurtulmaya çalışır, ulusal kaynaklarına dönerken yeni bir terim türetmiş, ama yine de Latince terimin akıbetinden kurtulamamış demek ki! Yazar aynı paragrafı şöyle bağlamış: "Şanslıyız. Birçok dilin aksine, Türkçe 'tarih' ve 'hikâye'yi birbirinden ayırmış (yine de en azından bizim argomuzda zaman zaman ikisinin örtüştüğünü hatırlayalım."
Evet, tarih kelimesine bakınca, biz sadece "tarih"i görüyoruz, ikinci anlamı belki ancak gündelik dilde ortaya çıkıyor, o da her zaman değil. Ama bizde de vak'a-i nâme terimi var, yani olayların anlatılıp yazıya geçirilmesi; vaka'a-nüvis de olayları yazarak anlatan kişi.
Ne var ki, tarih bir bilim dalı haline gelmeden önce geçmişte olup bitenler bizde de bir bilim disipliniyle incelenmiyordu elbette. Eski tarih kitapları menkıbelerden, efsanelerden, rivayetlerden arınmış metinler değildi; olaylar da hikâye, masal kıvamında anlatılırdı.
Öte yandan, onsekizinci yüzyıl, aynı zamanda, Avrupa'da insanların sadece "gerçek" bir tarihe değil, insan hayatının gerçek, inandırıcı bir hikâyesine ihtiyaç duydukları bir yüzyıldır. Yepyeni bir tür olan roman bu ihtiyacı karşılayan edebiyat türü oldu. Dünya edebiyatında ilk roman bu yüzyılda yazıldı. "Tarih" bilimi gibi roman sanatı da gerçek, maddi zaman kavramını getirdi. Oysa eski edebiyatın hikâye türlerinde zaman soyut, belli belirsiz, bulanık bir kavramdı.
Bülent Aksoy
11 Aralık 2021