ADLARIMIZIN KÖKEN VE ANLAMLARINI YETERİNCE BİLİYOR MUYUZ?
Konfüçyüs’e sormuşlar: Bir ülkeyi yönetmek için görevlendirilseniz ilk işiniz ne olurdu?
Konfüçyüs’ün yanıtı: İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulmuşsa sözcükler, kavramlar, terimler düşünceleri iyi anlatamaz, düşünceler iyi anlatılamazsa, yapılması gereken işler iyi yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez.
Hiçbir şey dil kadar önemli değildir. Yine büyük Çin bilgini Konfüçyüs’ e bağlanan bir söze göre Konfüçyüs ben her şeyin ve her olayın adını bilmek isterim demiş. Buna benzer bir yazıtı Vietnam’da, Konfüçyüs Üniversitesi’nin kapısında görmüş ve o zaman dilin, dili oluşturan kavramların önemini çok daha iyi kavramıştım.
Dil: İnsanların duygu ve düşüncelerini başkalarına iletmek için sözcüklerle ya da işaretlerle yaptıkları bir anlaşma veya anlatım aracıdır. Dil İnsan geçmişimizin en büyük buluşudur. Dil aynı zamanda bellekte etkileşimli bir birikimdir. Bellekteki bu birikim yeni kuşaklara bu araçla anlatılarak onların geleceğine olumlu bir yön verir. Dil o toplumun kültürünü ve kimliğini oluşturur.
Topluluk kültürümüzü ve kimliğimizi tanımlayan şeyler dilimize yerleşmiş olan kavramlar ve terimlerdir. Konuştuğumuz, yazdığımız dil, dilimizdeki sözcüklerin kökenleri ve anlamları konusunda yeterince bilgi sahibi miyiz? Gerçekler bu soruya olumlu yanıt vermemizi engelliyor. Örneğin, oturduğumuz kentin adının ne anlama geldiğini ve ne zaman bu adı aldığını biliyor muyuz? Veya kendi adımızın anlamını ve kökenini biliyor muyuz?
İçinde yaşadığımız ortamın, bizi çevreleyen kara ve denizlerin, gökyüzünün neleri kapsadığını, içeriğinde nelerin var olduğunu ve nelerin olmadığını bilmek ve onları kendimize uygun bir duruma getirmek biz insanlar için ilk günden bu yana ayakta kalma savaşının bir parçası olmuştur.
Bu bilme işi üzerinde yaşadığımız coğrafyanın özelliklerini tanımak ve onları tanımlayıp sınıflandırmakla başlar. Buna bilim insanları topographie, astronomie ve océanographie adlarını vermişler.
Fransızca astronomie sözcüğü yıldızları ve yıldızların düzenini inceleyen bilim anlamına gelmektedir. Bu sözcük Eski Yunanca aynı anlama gelen astronomía αστρονομία sözcüğünden alıntıdır. Astro+nomi yıldız adları.
Bu bilim dallarının bu yazının ilgi alanına giren konuları:
Toponymie (Eski Yunanca tópos (τόπος) ('yer') ve ónoma (ὄνομα) ('ad')) yer adları,
Oronymie (Eski Yunanca ὄρος / óros ("dağ") ve ὄνομα) dağ adları,
Hydronomie (Eski Yunanca ὕδωρ, hydor "su" ve ónoma , "isim")göl, ırmak, körfez vb sularla ilgili adlandırmalardır.
Doğada bizimle birlikte varlıklarını sürdüren başka canlılar da var. Biz de bu canlılar içinde yer almaktayız. İşte bu canlıları iki öbekte flora ve fauna adları altında toplayabiliriz. Bu iki öbeğin bir bölümü hayvanlar diğer bölümü bitkilerdir. Bu bölümlerde yer alan canlıları inceleyen, adlandıran ve sınıflandıran bilim de taksonomi (=taxonomie) dir. Sınıflandırma tanımlanmasında kullanılan bu tür grup isimlerine familya, âlem, takım, tür ve cins gibi örnekler verilmektedir
Biz yukarıda da belirttiğimiz gibi hayvanlar âleminde yer alıyoruz. İnsanla ilgili incelemeler antropolojinin (atroponymie), konusuna giriyor. İnsan soyu homo erectus olarak evrildikten sonra boşta kalan iki elleriyle alet yapmasını, daha ilerileri gören, duyan organlarıyla da aklını kullanıp geliştirmesini öğrenmiş ve bu özelliğini dil ve kültür aracılığıyla yeni kuşaklara aktarabilmiştir. Bütün bu sıra dışı gelişmelerin öznesi olan insan da kendisinin benzerlerinden ayırt edilmesini sağlayan bir yol, yöntem bulmuştur. Herkes için geçerli olan ve onu diğerlerinden ayıran bu yöntem. İnsanlara bir ad vermektir.
Onomastik (onomastique) özel adlar bilimi anlamına gelen bir sözcüktür. İnsanlar kendi özelliklerini tanımlamak için aldıkları bu adlara örneğin Zeki iyi “avcı”dır gibi başka niteleme sıfatları da eklemişlerdir. Bu adlar sayesinde insanların özellikleri başkaları tarafından öğrenilmiş olduğu gibi aynı zamanda herhangi bir olay ve olayın sonuçları nedeniyle o kişinin hak ve sorumlulukları da sınırlandırılmış olmaktadır. Ormanda avlandı demek yerine ormanda Zeki avlandı demek arasında çok büyük bir fark vardır. Topluluğun o görevini iyi bir avcı olan Zeki yerine getirmiş ve Zeki’nin o av üzerinde bir hakkı doğmuştur şeklinde yeni yeni kavramların doğması böylece sağlanmıştır.
Konumuz insanın adıdır, başka bir anlatımla cins adları değil özel adlardır. Dilimizdeki ad, adaş sözünün Eski Türkçe āt sözcüğünden, Eski Türkçe ay- "söylemek, hitap etmek" fiilinden +It sonekiyle türetilmiştir. (Gagavuz Türkçesinde de bunun izleri görülmektedir Kumrad/Komrat-kömür at gibi).
Ad sözcüğünün ilk kez āt "isim, unvan" olarak 735 yılı Orhun Yazıtlarında kullanıldığı belirlenmektedir. Tabgaç atın tutupan Tabgaç kaganka körmiş [Çin adı tutup Çin kağanına boyun eğdi] . TDK, 1974 Türkçe Sözlük.
Ad sözcüğünün Arapça karşılığı ism, Farsça karşılığı da nâm sözcükleridir. Esamisi (ad sözcüğünün çoğulu) okunmuyor veya bu dünyaya nam salmıştır örnekleri bu sözcüklerin anlamlarını daha kolay kavramamıza yardımcı olabilir.
Bir üniversitemiz edebiyat bölümü öğrencilerine, adlarınızı kim verdi, (kim) kimin adını verdi, kardeşlerinizin adını kim verdi, adınızı seviyor musunuz, adınızın anlamını biliyor musunuz şeklinde sorular sorulmuş ancak öğrencilerin çok büyük bir bölümü bilmiyoruz şeklinde yanıtlar vermişler.
Toplumda bir kişiye göbek adı, ad, soyadı, takma adlar ve sanlar ad verilişinde gözetilen ilke ve kurallar nelerdir sorularının yanıtları sosyolojinin olduğu kadar dilbilimcilerin de konusuna girer. Bir kişinin kimliğini oluşturan en önemli ögelerden biri onun adı olup bu ad o kişinin içinde var olduğu, büyüdüğü, yaşadığı çevrenin kültürünün bir aynasıdır. Latince (ad=nomen ile calare=çağırmak sözcülerinden oluşan)nomenclatura bir kişiyi tanımlayan en önemli ögedir. Not: Nomenklatur sözcüğünün öteki anlamı konumuz dışındadır.
Pagan topluluklardaki kişi adları ile dinlerin ortaya çıkmasından sonra çocuklara verilen adlar da farklıdır. Örneğin Hristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler çocuklarına kendi dinlerinde öne çıkmış kişilerin adlarını vermeyi daha uygun bulmaktadırlar, Ancak İsa, Musa, Meryem, Fatma, Fatima gibi ender de olsa ortak adlar da vardır. Aynı şekilde bir Gagavuz Türk’ü çocuğuna Ahmet, Mehmet değil Mihail, Aleksey, Sergey gibi adlar koymaktadır. Yani önceliği dinsel adlar almaktdır.
Türk toplulukları kanımca bu konularda en esnek görüşlere sahip olan bir ulustur. Bir yandan Arapça, Farsça adları, bir yandan Hristiyan ve Yahudilikte öne çıkmış adları kullanabilmektedirler. Belki Maria Meryem, Soliman Süleyman olarak değiştirilmektedir. Türkler rahatlıkla Alexander adını, İskender, Platon adını da Eflatun olarak değiştirip kullanabilmektedirler.
Ancak bu esnekliği diğer kültürlerde göremiyoruz. Kuşkusuz kültürler bir arada birlikte yaşarlarken (simbiyosis) etkileşim içindedirler. Ne var ki; Arap ülkeleri 622 yıl süren Osmanlı Hanedanlığının yönetiminde uzun süreler yaşamış olmalarına karşın Türk kültüründen kayda değer bir alıntı yapmamışlardır. Araplar dün ve bu gün çocuklarına Türk adı vermemektedirler.
Topluluklar, klan, soy, aşiret, ulus olarak yaşadıklarında, kimi özellikleriyle toplumda öne çıkmış kişilerin, idolleşmiş kişiliklerin adlarının özellikle istendiği görülmektedir. Cengiz, Timur, Kemal, Deniz, Oğuz adları örnek olarak gösterilebilir.
Kişinin adı onun cinsiyetinin erkek veya kadın olduğunu da en kestirme yoldan belirleyen bir ayraçtır. Doğan kız ve erkek çocuklarına ayrı ayrı adlar verilmektedir. Bir toplumda, kız adı olarak bilinen bir adın erkek çocuklarına, erkek adı olarak bilinen bir adın da kız çocuklarına verilmesi çok enderdir. Bir erkek çocuğuna Esin adı, bir kız çocuğuna da Kemal adı hiç verilmez. Deniz, Yüksel, Ümit, Yücel gibi adlar ise verilebilmektedir ancak bunların sayıları sınırlıdır.
Yine benim dikkatimi çeken şeylerden bir tanesi de Türkçemizde çiçek adlarının kız çocuklarına bazı hayvan adlarının ise erkeklere ad olarak verilmesidir. Bunlara örnek olarak gösterebileceklerimiz:
Kız adları: Lale, Çiğdem, Menekşe, Funda, Nergis, Yonca, Yasemin, Mine, Gül (ve Gül sözcüğüne bağlı türev adlar: Gülay, Ayşegül, Nurgül, Songül, Akgül, Bingül, Gülden, Gülten, Gülendam, Gülriz, Gülsüm, Gülsin, Güler, Gülen, Gülşen, Bağdagül, Goncagül, …) , Orkide, Defne, Pelin, Açelya, Akasya, Çiçek, Burcu, Burçak, İris, Karanfil, Müge, Zerrin, Zeytin, Selvi, G(K)onca, Kiraz, Itır, Ful, Fulya, Süsen, Tuğba, Nilüfer, buket, Melis, Melisa, İrem, Ilgın …
Kız çocuklarına çiçek adlarının verilmiş olmasının nedenleri üzerinde durulmasında yarar vardır. Yabancı dillerde, Batı kültüründe de elbette kız-çiçek adları var ama onlarda bizdeki kadar çok değiller. Niçin? Anadolu’da anaerkil toplum ve ana tanrıça kültünün egemen oluşunun etkisi düşünülmelidir. Çünkü Çiçek doğurganlığın ve bereketin bir sembolüdür. Aynı şekilde Anadolu Mitolojisinin en önemli figürlerinden biri olan Zephyros’un eşi Chloris, Latince söylenişi ile Flora çiçekleri temsil eden bir tanrıçadır. Ancak bana ait olan bu sav üzerinde daha çok çalışılmasını gerektiren bir konudur.
Kökeni Arapça veya Farsça olan bazı erkek adlarının sonuna iye ekleri konarak kadın adı yapıldığını sıklıkla görmekteyiz. Nüzhet/ Nüzhetiye, Lütfü/ Lütfiye, Murad/ Muradiye, Osman/ Osmaniye gibi… Örnekler çoğaltılabilir.
Bilindiği gibi iye eki édi "sahip, malik" : Orhun Yazıtları (735) . édi/idi/ége "aynı anlamda" : Uygurca (1000 yılından önce). éye/iye "aynı anlamda": Dede Korkut Kitabı (1400 yılından önce) : koŋur atıŋ éyesi, Han Uruz'ın ağası ] şeklinde kullanıldığına rastlanmaktadır.
Latincede de Türklerin yaşadığı yerlere Türkiya olarak ad verildiği görülmektedir.
Bir süre İtalyanca’ dan esinlenerek Türkiye yerine Türkiya dendiğini anımsayabiliriz veya eski yazılı metinlerde görebiliriz. Nitekim şu anda ülkemizin adı da yine “iye” eki ile biten Türkiye sözcüğüdür.
Bir ülkeyi ülke yapan sınırları belirli bir toprak parçasıdır. Toprak ise Anadolu kültüründe dişil bir yapıdadır. Bu da Anadolu ve eski Türk geleneklerindeki Umay ana veya Kubapa, Kybele, Demeter kültlerinde olduğu gibi yaratan, doğuran, büyütüp, besleyen, yaşatan “toprak ana-ana tanrıça” kavramını çağrıştırmaktadır. Görüldüğü gibi toprak baba kavramı yok. Antik Anadolu uygarlıklarındaki tanrılar arasında da toprak ile ilgili tanrı yok.
Nüzhetiye adını da Nüzhet’in evi, onu var eden, yaşatanın kişinin adı şeklinde düşünmek hiç de Anadolu kültür zenginliğine aykırı değildir diye düşünüyorum. Bu konuların konunun uzmanlarınca incelenmesinde çok değerli sonuçlar çıkacağını düşünüyorum.
Erkek adları: Aslan, Alpaslan, Kaplan, Kartal, Şahin, Kurt, Burak, Osman…
Görüldüğü gibi sevilen hayvan adlarını severek kullanabilmekteyiz.
Kız çocuklarına Asena (dişi kurt) ve erkek çocuklarına da Karanfil gibi adlar verilebilmektedir ancak yukarıdaki kurala aykırı bu uygulamalar çok enderdir.
Doğan çocuğa bir ad verilmesi aşağı yukarı tüm topluluklarda özel bir anlam taşır. Ad verme işi bir ritüelle, dinsel özelliği olan bir kişinin veya çocuğun ebeveynleri, dedesi veya babası tarafından çoğu kez dualar eşliğinde yerine getirilir. Belirlenen ad bebeğin kulağına ad verici kişi tarafından üç kez bağırarak söylenir. Daha sonra resmi bir deftere, bir kütüğe bu ad kayıt edilir, ettirilir. Böylece o çocuk toplumun bireyi sıfatını kazanmış olur. Eski Türklerde adın kutsal olduğuna inanılarak yeni doğan çocuğa ad koyma için bir tören düzenlenirdi. Bu gelenek günümüze kadar devam etmiştir. Ad koyma töreninde bebeğin beyaz bir keçeye sarılarak kapı eşiğinden üç kez atlatılması, geçirilmesi bu geleneğin bir parçasıdır. Eskiden beri çocuğun adının ‘kaderi’ olduğuna, olacağına inanılır. Ad koyucular kendi dünya görüşlerine göre çocuğun bu adla toplumda kendisine iyi bir yer edinmesine, saygı görmesine yardımcı olmak istemektedirler. İsmiyle müsemma olması istenir.
Hamilelikten başlayarak anne, baba ve yakınları ona ne ad verileceğini ince ince düşünürler ve kültürel değerlendirmeleri sonucu bunlardan bir tanesi seçilir.
Ailelerin ad seçme seçenekleri aşağıdaki gruplardan biri arasında yapılmaktadır.
1- Hayvan adları, 2- Şehir ve ülke adları, 3- Nehir, göl ve deniz adları, 4- Bitki ve çiçek adları, 5- Değerli madenlerin adları, 6- Din ve inançla ilgili adlar, 7- Gök cisimleri ve gök olaylarına ilişkin adlar, 8- Ünlü kişilerin, destan kahramanlarının adları, 9- Renk adları, 10- Kavim, boy, oymak adları, 11- Sayılar, 12- Meslek adları, 13- Müzikle ilgili adlar, 14- Kumaş adları, 15- Çocuğun doğduğu güne, aya denk gelen bayramlar, özel günler 16- Özdeyişler, 17- Meyve adları 18- Halk ozanlarının adları, 19- Eşya adları, 20- Organ adları, 21- Bazı eylem adları vb.
Özellikle de mütedeyyin, muhafazakâr kesim aileleri, çocuklarına bir ad verirken koyacakları adların Kur’an’da geçip geçmediğine özel bir özen gösterirler. Ancak bu adların köken ve anlamları üzerinde hemen hemen hiç düşünmezler. Şimdi bu adlardan bazılarının anlam ve kökenleri üzerinde biz duralım, bakalım karşımıza neler çıkacak, neler göreceğiz?
***Sanem: Put, tapınılacak heykel anlamına Arapça şnm kökünden şanam, Aramca şlm kökünden şalem olarak türetilmiştir. İmge, put, heykel anlamındadır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da heykel değil tapılacak, bir tapınç aracı olan heykel söz konusudur. Arapça bu sözcüğün eş anlamlısı da mabuddur, yani ibadet edilmesi gerekendir.
***Kezban: Kur’an’da Rahman suresinin “febieyyi alai rabbikuma tukezziban” 55/13 ayeti içinde geçmektedir. Türkçedeki anlamı: “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” şeklindedir. Buna göre Kezban sözcüğünden yalanlama ve yalancı anlamı çıkmaktadır. Kezban adının Farsça “ked-bânû” sözcüğünden dilimize girdiği ve evin soylu kadını anlamına geldiği de iddia edilmektedir. Görüldüğü gibi sözcüğün kökeni konusunda bir görüş birliği bulunmamaktadır. Bu durumda çocuklarına bu adı koyacak kişiler biraz daha düşünmeliler. Bu da bizim dilimizin etimoloji sözlüğüne olan gereksinimini bir kez daha gözler önüne koymaktadır.
***Enes: Arapça olan Enes sözcüğü soylu Arap atı anlamına da gelmektedir.
***Bekir: ~ Arapça bikr بكر [#bkr msd.] 1. ilk doğan evlat, genç kız veya erkek (ad),
2. yeni, taze, turfanda (sıfat) Bakir, bekâr sözcükleri ile de ilintilidir. Bikrini kaybetmek kızlığını kaybetmek anlamına bu kavram dilimizde seyrek de olsa kullanılmaktadır.
Arapça bakr بكر deve yavrusu anlamına gelmektedir.
İbranice bəkūr, Akatça bukru (ilk doğan evlat, yavru), Aramice/Süryanice bakārā (turfanda meyve, ilk ürün). "Hymen", kızlık zarı anlamı da Türkçeye özgüdür.
Dikkat edilecek olursa sözcüğün Arapça kaligrafisi tümüyle aynıdır.
4 halifeden bir tanesi Hz. Ebubekir’in ismi aslında Abdullah olduğu Ebubekir sözcüğünün ise onun lakabı olduğu söylenmektedir.
***Aleyna: Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk Aleyna sıkça duyduğumuz bir isim ama anlamı üstümüze bela, sıkıntı aksın demektir, diyor.
*** Rumeysa Hayrettin Öztürk, Rümeysa 'gözü çapaklı kadın', Hüreyre, 'kedicik' Erçin 'ücret' anlamına gelir. Bir insanın ücreti olamaz.'' diyor. Zannederim ücret, icar, ecrimisil, müstecir, sözcüklerinin kaynağı olan ecir ile ilişkilendirmek istediği sözcük ile anlatmak istediği Ecrindir.
***Ecrin: Arapça ecrin ecr kökünden gelen ecir sözcüğü ile bağıntılıdır. Emeğin karşılığı olarak ödenen ücret anlamına gelmektedir. Elbette insan çocuğuna istediği adı koyabilir ama ücret, kâr, maliyet gibi adlar bir insanı tanımlamak pek de uygun değildir.
***İrem: İrem sözcüğünün kökeni Türkçe olup anlamı, görkemli bahçedir. Bu bahçe insanlara huzur ve mutluluk veren cennet bahçelerine benzemektedir. İrem bahçeleri mitolojik anlatılarda, masallarda ve edebi öykülerde de sıklıkla geçmektedir. Antik dünyanın mitolojisi içinde İrem karşılığı olarak Elysion ovalarından söz edilmektedir. Ancak Elysion yeraltı dünyasına ait bir yerdir. Kahramanlık gösteren ve erdem sahibi her ölümlünün gideceği yerdir. Homeros'a göre Okeanos Irmağı'nın kıyısında ve yeryüzünün bir ucunda bulunan ruhların son olarak varacağı bir ödüllendirme yeridir. Bu tanımlama insana cennet kavramını çağrıştırıyor. Bu denli güzel anlamları olan bu sözcük ve kız adı kimi tutucu çevrelerce adeta lanetlenmektedir. Allah’ın gazabına uğramış cennet olarak nitelendirilmektedir.
***Bade: Farsça bāde باده sözcüğü içki, şarap anlamına gelmektedir. İslam dini duyarlığı olan aileler umarım bu adın anlamını biliyorlardır.
***Hannas: Kur’an’da Nas suresi içinde "min şerr il-vesvas il-hannas" ayetiyle şeytan anlamında geçen bir sözcük. Arkadan gelen (ve vesvese veren) ya da vesvese verip geri çekilen" gibi ilintileri bulunmaktadır. Bu ad Türkiye’de çok sık kullanılmıyor ama dünyada bu adı taşıyan kişi sayısı bu gün için 568.380 kişi imiş. Daha çok kız adı olarak bulunuyormuş.
Eğer siz de adınızın ne anlama geldiğini öğrenmek, ülkemizde ve yaşamakta olduğunuz kent sınırları içinde kaç kişi adaşınız olduğunu öğrenmek istiyorsanız size bu hizmeti Google vermektedir.
***Asiye: Bazı kaynaklar Arapça Asiye adının direk, sütun, acılı, kederli üzüntülü kadın, isyan eden anlamında olduğunu ayrıca, Hz. Musa'yı Nil'den çıkararak büyütüp yetiştiren Firavun'un eşi olduğunu yazmaktadır. Mersin ağacının bir türü olduğunu da söyleyenler bulunmaktadır. Asi, isyan eden, isyancı, dik başlı, başkaldıran sözleriyle ilintisi bulunmaktadır.
***Cemre: Arapça cmr kökünden gelen camrat جمرة "1. kor, köz, 2. Şubat ayında artan sıcaklık" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice gamərā "kor, köz" sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu sözcük Akatça aynı anlama gelen gumāru sözcüğü ile de eş kökenlidir.
***Sude: Ezilmiş, dövülmüş, sürmüş, sürülmüş anlamlarına gelen Farsça bir sözcük olup çok sık kullanılan kadın adlarından bir tanesidir.
***Sibel: Bu ad da kız çocukları için çok beğenilen bir sözcüktür. Fransızca' da Cybèle (Sibele okunur) biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca sözcük Farsça yağmur damlası ahlamı taşır ve bu dilde Sebil (su, çeşme) sözcüğü ile aynı kökten gelir. Buğday başağı anlamına da geldiği, Araplardaki Hübel ile de eşdeğerde olduğu da ileri sürülmektedir. Yunanca büyücü veya kâhin (Kör bilici Kirke) kadın manası taşıdığı da iddia edilmektedir Ancak bunların hepsinde belirgin bir zorlama vardır.
Sibel adının kökeni doğrudan Kybele tanrıçadır. Kybele daha öncesinde de Hititler çağında Kubapa’dır. Cevat Şakir Kabaağaçlı’ya göre Kubapa tanrıça Sakarya nehri kıyısında bulunan Ballıhisar sınırları içindeki Pessinus’ta, bulunduğu yere bol yağış, bolluk ve bereket getirdiğine inanıldığından, bunu duyan Arap yarımadasında yaşayanlar da bu tanrıçanın heykelini ödünç istemişler. Gerçekten de heykel bu günkü Mekke’ye götürüldüğünde yağmur yağmış. Onun bu yararını gören Araplar tanrıça heykelini geri vermemişler. Bulunduğu yere bir tapınak inşa etmişler. Arapların Kubapa, Kupaba söylemeye dilleri dönmediği için ona kestirmeden Kâbe demişler. Bugün dünyadaki bütün Müslümanların Kıblesi olan, İslam dinini en kutsal yerin, hac farizesinin yerine getirildiği yerin inşasında böyle bir sav da bulunmaktadır. Bu anlamda Arapların Hübel-Hibel-Kibel olarak adlandırdıkları ana tanrıça bir olasılıkla aynıdır.
Değerli okurlar bu örnekler uzayıp gitmektedir. Kimseye adınızı şu veya bu şekilde belirleyin demek gibi bir hak ve yetkimiz yoktur. Ancak bir insan için en önemli şey olan adının belirlenmesinde o sözcüğün, o kavramın anlamının ve kökeninin nereden geldiğinin bilinmesinde yarar vardır diye düşünmekteyim. Bu açıklamalara karşın yine de aynı ya da başka bir adı kendilerine seçme özgürlükleri elbette bulunmaktadır. Konuyla ilgili yapılmış araştırmalar ve çalışmalar yok değildir. Ama yetersizdir. Konuya ilgi duyanların, gerek kişi adları, gerek yaşadığımız kent, coğrafya ve çevremizdeki flora eve fauna zenginliğimizle ilgili olarak daha çok araştırma yapmalarına ve eserler yazmalarına ihtiyaç duyulmaktadır
Ali Can Polat
17.03.2022