RAKAM BİLDİREN ÖNEKLER
Hind-Avrupa kök dilindeki rakamlar, rakam göstergesi olan kelimeler bu dil ailesinin üyelerinde birer önek işlevi görüyor. Rakamları bildiren kelimeler bir ismin önüne konunca söz konusu ismin işaret ettiği şeyin kaç parçalı olduğunu belirliyor. Türkçe, has Türkçe önek kullanılmayan bir dildir. Ama Türkçeye Hind-Avrupa dillerinden giren kelimelerin öneklerinde yer alan rakam göstergelerini biliyoruz. Monolog, düet gibi kelimelerdeki öneklerin anlamını herkes bilir; dekalitre, hektometre kelimelerinin anlamları ilkokulda öğretilir. Ne var ki, bildiğimiz bir öneki tanımak her zaman kolay değil. Kelimeyi hangi dilden aldığımıza da bağlıdır söz konusu öneki tanıyabilmek. Kimi öneklerin sesleri dilden dile biraz değişiklik gösterir, bükünler, çekimler (inflection) sesleri yalın hallerinden çıkarıp öneki gizler. Dolambaçlı diyebileceğimiz bir yoldan geçen kelimeler bazen değişik bir kılığa bürünür.
Türkçe rakam bildiren önekli pek çok kelime almıştır yabancı dillerden. Bunların büyük bir bölümü herkesin aşina olduğu kelimelerdir. Ama kimi kelimelerin genel anlamını bilsek bile taşıdığı öneke anlam vermekte zorlanabiliriz. Önekin nitelendirdiği ismin anlamını bilmediğimiz kelimelerde de, önekin işlevini açıkça kavrayamayabiliriz. Burada bu türden önekli kelimelere dikkati çekeceğim.
Hind-Avrupa kök dilindeki *oi-no 1 rakamı, biricik demek. Latincedeki biçimi uni.
Ünite (<Fr. unité). Bir bütünü meydana getiren, kendi içinde bir bütün olan bölümlerden her biri, birim. Okulların ders kitaplarında, ayrı ayrı konulardaki bölümlere "ünite" deniyor. Hastanelerde "tanı ünitesi", "tedavi" ünitesi" gibi bölümler var. Oysa Türkçedeki karşılığını bulmuşuz: birim. "Birim" kelimesi henüz türetilmemişken "ünite" kullanılıyordu. Ama "birim"in türetilmesinden bu yana uzun zaman geçti. Neden hâlâ "ünite" diye sormak gerekir. Buna karşılık, Türkçede isimden isim türeten —m eki yok diyenler var. Acaba bu yüzden mi "ünite"yi kullanmaya devam ediyoruz!
Üniter (< Fr. unitaire). (siyasette) Birlikçi, birlikten yana, birleştirici, merkeziyetçi.
Üniforma (< It. uniforma). Tek biçimli, birörnek.
Ünison ( < İng / Fr. unison, unisson). Musıki terimi. Birlik halinde. Bir topluluktaki sazların aynı perdeden, birlik halinde çalması, ya da şarkıcıların aynı perdeden okuması.
İnç ( < İng. inch). Bir birimin on ikide biri. Burada bir ayağın (foot) on ikide biri. 2, 54 cm. uzunluğundaki İngiliz uzunluk ölçüsü.
Ons ( < İng. ounce). Bir İngiliz pound'ının on ikide biri. Türkiye'de altın, gümüş gibi değerli madenlerin, elmas, yakut gibi değerli taşların ölçülmesinde kullanılır.
***
Mono- , monos- (Yun): bir, tek, yalnız. Hind-Avrupa kök dilinde *men- "küçük, yalnız".
Monoksit (< Fr. monoxyde). Yapısında bir tek oksijen atomu bulunan madde.
Monokl ( < Fr. monocle). Monos, "bir" + L. oculus, "göz": tek gözlü, bir gözü görmez.
Manastır (< Yun. monasterion). Dinî duygularla inzivaya çekilenlerin birlikte yaşadıkları konut. Bu anlam kelimenin kuruluşunda da açık. Monos "yalnız", monazein "yalnız yaşamak" demek, "- terion" da yer bildiren bir sonek. Kilise Yunancasında, yani Orta Yunancada ortaya çıkmış. Yunancanın bu döneminde "inziva hücresi" anlamında. İngilizcede monastery, Fransızcada monastère sadece keşişlerin bir arada yaşadıkları yer için kullanılır. Türkçede ise manastır, rahibelerin yaşadıkları yer anlamında da kullanılıyor.
Monarchy ( < Fr. monarchie < Yun. monarkhia). Mono + arkhein, "yönetme, hükmetme". Bir kişinin —krallıklarda— mutlak iktidarı. "Otokrasi" ile karıştırılmamalı.
Monopol ( < Fr. monopole): mono + Yun. polein, "satmak". Tek bir şirkete tanınan satış imtiyazı.
***
Bi - L. iki, ikinci kez.
Bis ( < L. bi, bis): bir kere daha, tekrar. Bir konserde daha çok beğenilen bir parçanın konserin sonunda bir kere daha çalınıp söylenmesi. Son yıllarda bu kelimenin Türkçesini buldu musıkiseverler. Konserin sonunda "bir daha, bir daha!" diye alkış tutuyorlar. "Bis", bestenin nota üzerinde işaretli bölümünün bir kere daha çalınacağını da bildirir.
Bienal ( < Fr. biennale, < L. biennium, "iki yıllık süre", bi- "iki" + annus, "yıl": iki yılda bir). Yılaşırı. İki yılda bir düzenlenen etkinlik.
Bisküvi ( < Fr. biscuit, bi, "iki" + L. coctus, "pişirmek"): kelime anlamıyla "iki kere pişirilmiş". Pişirme yöntemini tanımlıyor. Bu hamur işleri fırında bir kere pişirildikten sonra çıkarılıyor, daha gevrek bir tadı olması için az sonra bir kere daha fırına sürülüyor.
Bikini kelimesinin yeri burası olmamalıydı. Çünkü birinci hecedeki bi- "iki" anlamına gelmiyor; "iki"yle uzaktan yakından ilintisi yok. Ne var ki, "monokini"yi icat edenler "bikini"yi —bilerek bilmeyerek— "iki parçalı" mayo" gibi tanımlayarak kelimeyi çarpıttılar. Bu yüzden, bikininin gerçek hikâyesini anlatmak kaçınılmaz oldu.
Bikini, Amerikalıların imal ettikleri yeni bir atom bombasını 1 Temmuz 1946'da denedikleri, Pasifik okyanusunda bulunan bir mercan adası. Uzak bir ada olduğu, üstünde kimse yaşamadığı için bu türden denemeler için uygun bir adaydı Bikini. İki parçalı bir kadın mayosu olan bikini ise bir Fransız tasarımı. Peki neden bu mayoya bikini denmişti? Bir yazar bunu çok güzel açıklamış. Demiş ki: "Amerikalıların attığı bomba adayı ikiyi böldüğü için değil, Fransız erkeklerinin kadınları bu kadar kısa bir giysi parçası içinde görmüş olmalarının ilk etkisinin atom bombasınınki kadar yüksek bir 'infilak' gücü olduğu için!.."
Bu kadın mayosunu tasarımlayan Fransız modacı Louis Réard (1897-1984) bu yeni ürünü tanıtması için birçok mankene teklifte bulunuyor. Ama bikini giymeyi hiçbiri kabul etmiyor. En sonunda, Paris gece kulüplerinin striptizci dansözlerinden on dokuz yaşındaki Micheline Bernardini teklifi kabul ediyor, böylece bu mayoyu giyen ilk kadın olarak tarihe geçiyor. Tarih 5 Temmuz 1946. Yani Amerikaların bombayı patlatmalarından sadece dört gün sonra! M. Réard o gün muazzam bir reklam gösterisi düzenliyor. Tuttuğu uçaklar Fransız Rivierası göklerinde "mayonun en kısasından da kısa" yazısını yazıyor; gazetelerde sütun sütun haberler, Bernardini'nin bikinili pozları... Bikini kelimesi ilk kez Le Monde Illustré dergisinde kayda geçiyor.
1964'te tek parçalı bir kadın mayosu, sözümona "bikini"ye dayanarak monokini adıyla tanıtıldı. Bu mayoya bu adı verenler ya ilgiyi bu yeni mayo üzerinde toplayabilmek için bile bile bikininin anlamını çarpıtıyorlar, ya da "bikini"deki "bi"nin iki demek olmadığını bilmiyorlardı. Bu ikincisine "halk etimolojisi" denir. Monokini başlangıçta üstsüzdü. Ama bu tasarım kalıcı olmadı. Sonunda monokini modeli değiştirildi. Yine tek parçalı ama göğüsleri örten bir tasarımla yeniden biçimlendirildi. Fakat "bikini"nin "- kini"si ile oynamaya doyamayanlar bu anlamsız oyundan vazgeçmediler; unikini, pubikini, tankini, en sonunda da "burka"dan burkini kelimelerini türettiler! Türkçe yokini ise laubalilikte hepsini geride bırakıyor!..
Di - (Yun. >L. du: iki (2); du / dü (Fa.)
Duble (<Fr. doublé). 1. Belirli bir miktarın iki katı. 2. Elbiselerin içine geçirilip kumaşla birlikte dikilen astar.
Bir de "duble paça" vardır Türkçede. İkiye katlanmış paça meram edilmiş. Ama Fransızcada kullanılmıyor, Türkçede uydurulmuş bir anlam.
Dubleks (<Fr. duplex, du + plex, "kıvrım, kat"). İki katlı, çift < Yun. plekein, "katlama, örme, bükme, sarma, dolama". "İki katlı daire" anlamı yirminci yüzyıl başlarında Amerikan İngilizcesinde ortaya çıkmıştır.
Dublör (<Fr. doubleur). 1. tiyatroda, sinemada ikinci, yedek oyuncu. 2. filimlerin tehlikeli sahnelerinde asıl oyuncunun yerine oynayan kimse. TDK Güncel Sözlük ile Kubbealtı Lugati' nde verilen Fransızca kaynak Fransızcadakinden farklı. Fransızcada bu anlama gelen kelime aynı değil.
Dublaj (< Fr. doublage): (bir iken) ikiye çıkarma. Bir filmi başka (ikinci) bir dilde seslendiren.
Dioksit. İki oksijen atomlu bileşik.
Döpiyes (<Fr. deux-pièce). Aynı kumaştan bir eteklik ile bir ceketten oluşan iki parçalı kadın elbisesi.
Diploma ( < L. diploma < Yun. diploma): di + ploun (katlama, dubleks kelimesindeki ismin aynısı: ikiye katlanmış. Resmî mektuplar eskiden iki katlanırmış. Diploma daha sonra resmî belge anlamına gelmiş. Yunancada, ikiye katlanmış yetki belgesi, ruhsatname; Latincede resmî tavsiye mektubu. Bir okuldan mezun olanlara verilen belge anlamı onyedinci yüzyılda ortaya çıkıyor. Diplomat, diplomatik terimleri uluslararası ilişkilerde resmî belgeler kullanılması dolayısıyla onsekizinci yüzyılda Fransızcada türetilmiş.
Düşeş. (tavlada) 1. Zarlardan ikisinin de altı gelmesi. 2. (mecazi) Beklenmedik kazanç.
Osmanlı Türkçesinden — Dütâ (Fa. ): (dü, "iki" + tâ", "kat"): iki büklüm, beli bükülmüş, kamburu çıkmış. Düşenbih (Fa. dü + "şenbih"): (eskimiş) ikinci gün, pazartesi (birinci gün pazar). Dübeyt (Fa.): iki beyit, yani dörtlük, rubai.
***
Tri - Yun., L. üç (3)
Trilyon (tri + million)
Tripod: video kameralarını, fotoğraf makinelerini sabitleştirmek, yükseltip alçaltma hareketi sağlamak için kullanılan üç ayaklı bir alet. Türkçe sözlüklere henüz kabul edilmemiş, ama de facto olarak dile girmiş. Bu aleti satan şirketler ürünü bu adla piyasaya sürüyor. Oysa bu kelimenin bir karşılığı var Türkçede: üç ayaklı anlamına gelen "sehpa". Kelimenin bileşenlerini "Ayak" başlıklı bölümde görmüştük: Farsça seh, "üç" + pā, "ayak". Tripod kelimesini hiç sakınmadan dile sokanlar bunun üç ayaklı anlamına geldiğini bilmiyorlar demek ki! Öyle ki, bir şirket (şirketin adını yazmayayım bu ürünü sitesinde şöyle tanıtmış: üç ayaklı tripod!..
Troyka ( < Rus. tro'yka) 1. Rusya'da, üç atla çekilen kızak ya da araba. 2. (sıfat) Üçlü. Üç devlet başkanının bir araya gelip görüşmesi (üçlü zirve) anlamında kullanılıyor.
Terza rima: kelime anlamıyla "üçüncü kafiye". İtalyan edebiyatında Dante, Petrarca, Boccaccio'nun kullandıkları bir koşuk biçimi. Üç mısralık kıtalardan kurulu yapının kafiye şeması şöyledir: aba, bcb, cdc, vb. Dante'nin bu biçimi Tanrısal Komedya'da kullanmış olması terza rimanın başka edebiyatlarda da kullanılmasına yol açmıştır. Türk şiirinde ilkin Tevfik Fikret "Şehrâyin" adlı şiirinde bu kalıbı kullanmıştır. Daha sonra başka şairler de aynı kalıpta şiirler yazmışsa da, terza rima yaygınlaşmamıştır.
***
Quadr - L, dört (4)
Kare ( < Fr. carré)
Karo (< Fr. carreau). 1. İskambil kâğıtlarında dört çeşit işaretten köşelemesine konmuş, kırmızı bir kare şeklinde olanı. 2. Çimento, tuğla ya da fayanstan dört köşe döşeme taşı.
Carrefour (Fr.): (ünlü bir mağaza zinciri) dört yolun birleştiği yer, kavşak.
Kadraj ( < Fr. cadrage): sinemada, fotoğrafçılıkta görüntüyü çerçeve içine alma.
Kadro: Dört kenarlı, dörtle ilintili. Fr. cadre, It. quadro kelimelerinin kaynağı "kare" anlamına gelen L. quadrum. Fransızcada "levha, liste, çizelge, çerçeve, bir tablonun çerçevesi" (hepsi dört kenarlı); buradan "çerçevedeki, listedeki kişiler". İtalyancada "bir askerî birliğin iskeletini meydana getiren daha seçme kişileri". Ondokuzuncu yüzyılda Türkçeye girmiştir.
Çehâr ( < Fa.): dört (4)
Çarşamba ( < Fa. çehâr + şembih): dördüncü gün.
Çarşı ( < Fa. — + su, "taraf"): dört taraflı. Dört tarafında dükkânlar bulunan alan.
Çardak ( < Fa. — + Ar. tâk, kemer, kubbe)
Çeyrek ( < Fa. — + yek): dörtte bir.
Çerçeve ( < Fa — çūb > çūbe “değnek, çubuk": dört çubuk, dörtgen.
Çarpâre / Çalpara ( < Fa. — + pâre, "parça"): dört parçalı vurmalı saz.
Çarmıh ( < Fa. dört mıh): dört çivi.
Kerte ( < It. quarta). Denizcilerin kullandığı pusula üzerindeki on altı dereceden her biri; işaret için atılan çentik; 2. (Türkçede) derece, radde.
Kerteriz ( < Yun. karatarisma < İt.). 1. Pusula kertelerine bakarak bir noktanın gemiye göre hangi yönde, ne kadar uzaklıkta olduğunu belirleme. 2. Balıkçıların deniz derinliğini belirlemek için kullandıkları işaretler.
Kıranta ( < It. quaranta). Kırk yaşında. TDK tanımı: 1. saçları ağarmaya başlamış erkek, orta yaşlı erkek; 2. ileri yaşına karşın bakımlı erkek.
Karantina ( < It., Venedik lehçesi, quaranta giorni, "kırk gün"). Gemiler Ragusa şehir devletinin (bugün Hırvatistan'ın Dubrovnik şehri) limanına girmeden, gemidekilerin kırk gün karaya ayak basmadan açıkta bekletilmesi uygulaması. Veba salgınına karşı uygulanan bir tedbir.
Katrilyon ( < Fr. quatrillion): dört + million.
***
Quinque - / quint - (L. ) Hind-Avrupa kök dilinde *penkwe: beş (5)
Latince quinque İtalyancada cinque olur. Bu kelime Türkçede "çinko" kelimesinde yaşıyor. Tombala oyununda torbadan çekilen numaralarla oyun kartı üzerindeki bir sıranın doldurulması. Zn simgeli element olan çinko ayrı bir kelimedir. "Tombala"nın kaynağı da "takla atma" anlamına gelen İtalyanca tombolo.
Penta (Yun). Hind-Avrupa kök dilinde *penkwe: beş (5)
Penç ( < Fa.): beş (5)
Pençe ( < Fa.): beş parmak (bir arada).
Şirpençe ( < Fa.: "Aslan pençesi"). Deri altı hücre dokusu ile yağ bezlerinin iltihaplanmasından ileri gelen, genişlediğinde çok tehlikeli olabilen bir kan çıbanı.
Pencap (Pencap dilinde beş + âb : beş su, beş ırmak). Pakistan'ın doğusuyla Hindistan'ın kuzeyindeki bölge.
Pencik ( < Fa.: penc + yek: beşte bir). Osmanlı devletinin 1363'te başlattığı, savaş tutsaklarının beşte birinin orduya yazılması uygulaması.
Punç ( < İng. punch < Hind / Sanskrit panch / pancha ): beş bileşim maddesinin karışımıyla hazırlanan içki. Limon, çay, şeker, tarçın üstüne konyak ya da rom konur. Ondokuzuncu yüzyılda Istanbul'da punç hazırlanıp satılan, içilen dükkânlar vardı. Bunlara "punççu" deniyordu.
Perşembe ( < Fa. penc + şembih): beşinci gün.
Pençgâh / Penc ü gâh (Fa.): "beşinci yer, mevki"): Osmanlı-Türk musıkisinde ana dizinin beşinci sesi. Aynı zamanda bir makamın adı. Musıkişinaslar bilir bunu. Musıki diline aşina olmayanlar için yazdım. (Aynı şekilde, yukarda verilen öneklerin musıkideki öbür örneklerini de buraya ekleyeyim: Dügâh [Fa]: "ikinci yer". Osmanlı-Türk musıkisinde ana dizinin ikinci sesi; aynı zamanda bir makam. Çargâh [Fa]: "dördüncü yer". Osmanlı-Türk musıkisinde ana dizinin dördüncü sesi; aynı zamanda bir makam).
Pandik: TDK Güncel Sözlük'e göre Rumca kökenli. Elle (yani beş parmakla) sarkıntılık etmek anlamındaki "pandik atmak" ve "elle sarkıntılığa uğramak" anlamındaki "pandik yemek" deyimlerinde geçer.
Pentatlon ( < Fr. pentathlon < L. < Yun.: beş + athlon, "yarış, ödül"). İkinci kelime, athlon, "atlet" kelimesinin kaynağı. Beş spor dalını içine alan atletizm yarışması. Eski Yunan’da koşu, uzun atlama, cirit atma, disk atma, güreş; bugün ise uzun atlama, mızrak atma, 200 metre koşusu, disk atma, 1500 metre koşusu.
***
Sex - : L. altı (6)
Sömestir, Sömestr (< Alm. XIX. yüzyıl başı, üniversitelerde "altı aylık öğretim" < L. "altı aylık".
Siesta ( < İsp. siesta): gün doğumundan sonra altıncı saat: öğle uykusu.
***
Hepta - Yun. yedi (7)
Heft ( < Fa): yedi (7)
Hafta ( < Fa. hefte): yedi gün.
Osmanlı Türkçesinde kullanılan çok sayıdaki "heft"li tamlamadan üçü: heft-elvân (yedi renk), heft-iklîm (yedi iklim), heft-meyve (yedi meyve).
***
Octo - L. sekiz (8)
Ahtapot ( < Yun. ohtapodi: okto, sekiz + pous, "ayak": "sekiz ayaklı"). Aslında sekiz kollu deniz canlısı.
Oktav ( < Fr. octave < L. octavus): sekizinci. Sekiz sesten meydana gelen dizi, sekizli. Örneğin pest do sesiyle tiz do sesi arasındaki aralık.
***
Dec - L. on (10) .
Dekatlon ( < Yun.): atletlerin on ayrı dalda yarıştıkları spor.
***
Cent - / Centum - L. yüz (100)
Kantar ( < Ar. qintâr < Yun. < L. centenarius): 100 birimli bir ağırlık ölçüsü. Aynı zamanda ağır yük tartmaya yarayan terazi.
***
Hecto - Yun. yüz (100)
Hektar ( < Fr. hectare < — + L. area, "alan": 100 ar). Bir ar, kenarı on metre olan bir karenin alanıdır.
***
Mille - L. bin (1000)
Milföy ( < Fr. mille-feuille, "bin yaprak"). Çok ince yufka yapraklarının üst üste getirilmesiyle hazırlanan, kabarık, bir çeşit kremalı pasta. Milföy hamuru: aralarına yağ yedirilip kat kat açılarak hazırlanan bir çeşit börek hamuru.
Bülent Aksoy
12 Şubat 2022