PROKRUSTES’ in YATAĞI
Theseus ve Procrustes, Attika kırmızı, figürlü seramik, MÖ 440 - 430 MÖ, British Museum (Vazo E 84)
Antik Yunan’da, İsa’ lı yıllardan çok daha eskilerde Atina’dan Megara’ ya doğru gidildiğinde 22. kilometrede Eluisis’ kentinde bereket tanrıçası Demeter (Ceres) ve kızı Persephone (Kore) onuruna her yıl büyük şenlikler düzenleniyordu. Antik dünyada en kutsal ve en çok saygı duyulan kutlamalar burada yapılıyordu. Bu ritüellere Eleusis Gizemleri adı veriliyordu.
Söylencemizin kahramanı Attika’lı Προκρούστης / Prokroústês Prokrustes/ Procrustes mitolojide bazılarınca Poseidon' un oğlu olarak kabul ediliyor. Annesinin kim olduğu konusunda bir bilgi bulunmuyor. Söylenceye göre bu ad onun takma adı olup asıl adı "uzatmak için çekiçleyen" anlamında Polypemon ( Πολυπήμων / Polupếmôn imiş. Bir başka takma adı ise evcilleştirici anlamına gelen Damastès'tir ( Δαμαστής / Damastếs ‘ tir. Diğer konulara geçmeden dam, dame, domus ve domestique sözcüklerini anımsayalım. Domestic animals, domestic airlines vd.
Prokrustes miti sadist, zorba ve haydut bir varlık olmasından öte çok ilginç bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Eleusis/ Elefsína şenliklerine katılan kişileri kendisine ait büyük bir evde konuk ediyor, onlara ev sahibi olarak iyi davranıyormuş. Onları yedirip içiriyor, onlara neşe içinde çeşitli şaraplar ikram ediyormuş. Gece olup sıra yatmaya, uyumaya gelince işler değişiyormuş.
Prokrustes kavramı günümüze “tek tipleştirme” nin bir simgesi olarak gelmiştir. Belirli bir yerde yaşayanları standart bir ölçüye uydurma, böylece yeni bir toplum yaratma çabası ve bunun için de baskı uygulama “Prokrustes Yatağı” olarak anılmaktadır. Şimdi bu kişiyi ve sözü edilen yatağını biraz daha yakından tanımaya çalışalım.
Azra Erhat Mitoloji Sözlüğü (s. 326)’ da Prokrustes için bize “Atina ile Megara yolu üstünde bulunan bir haydut. Biri küçük biri büyük iki yatağı varmış ve gelen geçen yolcuları soyduktan sonra uzun boyluları küçük yatağa yatırır ayaklarını keser, kısaları büyük yatağa yatırır ayaklarından çeker uzatırmış. Bu korkunç eşkıyayı Theseus öldürmüş.” bilgilerini vermektedir.
İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlüğü (s.769) Procrustean sözcüğünün karşılığı olarak zulüm ve cebirle yola getiren açıklamasını yapmaktadır.
Aynı kökten gelen procreate, procreant, procreative, procreation sözcükleri için de sırasıyla döllemek, var etmek yaratmak-yaratan, yaratıcı, dölleyici, doğuran ve yaratma -dölleme anlamlarını ifade etmektedir.
Bu arada Batı dillerinde bulunan ve ilerici anlamında kullanılan progressive sözcüğünü de anımsayabiliriz.
Redhouse, Procrustes sözcüğünün Yunan Mitolojisinde boylarını yatağına uydurmak için misafirlerinin kol ve bacaklarını çekip uzatan veya kırıp kısaltan efsanevi dev anlamına geldiğini yazmaktadır.
Dictionnaires Larousse Français de Procrustes kavramını yolcuları konuk olarak ağırlayan sonra da onları demir yataklara yatıran ve daha sonra vücutlarını yataklarla aynı büyüklükte olacak şekilde uzatan, kısaltan Attika'lı efsanevi haydut olarak anlatmakta ama Theseus’ un onu öldürdüğü açıklamasını yapıyor.
Prokrustes’in Yatağı, adını Yunan mitolojisinden alıyor: konuklarını yatağına tam olarak sığdırmak için ya boylarını uzatan ya da bacaklarını kesen bir adamın hikâyesi.
Lübnan’lı bir akademisyen ve gezgin olan Nassim Nicholas Taleb, Siyah Kuğu yayınları tarafından dilimize kazandırılan “Prokrustes’in Yatağı” adlı yapıtında insanları teknolojiye uyacak şekilde değiştiren, gerçekliği ekonomik modellere uymadığı için suçlayan, ilaç satmak için hastalıklar icat eden, zekâyı sınanabilecek bir şey olarak tanımlayan ve halka iş verip çalıştırmanın kölelik olmadığına onları ikna eden, çağdaş uygarlığın yan etkilerine ilişkin görüşlerini anlatıyor.
Yunan mitolojisinde Procrustes, kendisine konuk olan yolcuların boylarını yatağa uydurmak için kol ve bacaklarını çekip uzatan, ya da kırıp kısaltan sadist ruhlu dev olarak biliniyor.
Belirli kalıplar, ölçüler ve normlar dışında olan her şeyi kendinin belirlediği ölçülere ve yapılara sokmaya çalışan ve bunu savunan görüşler için günümüzde bu kavram kullanılmaktadır.
Theseus’ un Gemisi Paradoksu başlıklı yazımızda anlatıldığı gibi Atina kralı Aigeus iki kez evlenmiş, çocuğu olmamıştır. Aigeus, daha sonra kral kızı olan Aithra ile evlenir. Delphoi bilicileri bir çocuğu, oğlu olursa bir kazaya uğramaması için babasının adı söylenmeden, gizli, saklı büyütülmesinin doğru olacağını söylerler. Öyle de yapılır, doğan çocuk Atina’nın 30 mil kadar güneyinde bulunan Troizen’ de, dedesi Pittheus’un yanında annesi Aithra ile birlikte büyütülür.
Belli bir yaşa gelince Theseus babasıyla tanışmak istemektedir. Atina’ya gelmeden önce de babasının tahtına göz diken 50 kişiyi tepelemiştir. Böylece kendisini de kanıtlamış olmaktadır.
İşte bu Thesseus Atina’ya varmadan önce yolda haydut Prokrestus ile karşılaşıyor ve benzer işkencelerden sonra onu öldürüyor.
Theseus Prokrustes’u öldürmüş ama onun yatağı bir metafor olarak günümüzde de varlığını ve gerçekliğini korumaktadır. Theseus keşke, yatağı da parçalasaymış!
Konumuz açısından Theseus’un kahramanlığı arka plana düşmektedir. Prokrustes konusunda haydutluk, zorbalık ve sadizmden öte aklımızda tek tipleştirme, standartlaştırma, belirli kalıplara uydurma bunlar için zor kullanma gibi kavramlar kendiliğinden çağrıştırmaktadır.
Neolitik dönemle birlikte insan ve toplum yaşamına şeyleri sınıflandırma, belli ölçülere uydurma bir kavram ve eylem biçimi olarak girmiştir. Örneğin bazı hayvanlar evcilleştirilmiş istendiği gibi hareket etmesi sağlanmıştır. Bir köpek kendi başına kırda bayırda dolaşıp dururken doğal yaşamdan kopartılmış, yiyecek vb. şeyler verilerek evin bir eşyası durumuna sokulmuştur. Evcilleşen köpek ise bunun sonunda başkalarının ve onların mallarının bekçisi, koruyucusu olmuştur.
İnsan dışındaki şeylerin özellikle cansız şeylerin olduğundan farklı şekillere sokulmasının bir zararı yoktur. İnsanlar için yararlı olduğu da bellidir. Ancak iş canlı şeylere ve özellikle insana gelince sorun çıkmaktadır.
Yatağa uzanacak yani bir canlının istenen şekle uyumunu sağlamak için bazen korkutmak da yeterli olabilir. Örneğin evcilleştirme korkutarak sağlanabilir. Kişiler veya hayvanlar korku nedeniyle istenen duruma uyum sağlayabilirler. Veya bu durumda olanları gereksinim duydukları şeylere alıştırarak da istenen sonuca ulaşılabilir. Kişiler elde ettikleri bu yeni durumun devamı için olmak veya yapmak istedikleri şeylerden, özgürlüklerinden vazgeçebilirler. Buna konformizm hastalığı deniyor.
Ünlü yatak metaforumuza dönersek; içinde bulunduğumuz doğa ve toplumun koşullarında hayatta kalabilmek için uyum zorunludur. Örneğin soğuğa veya sıcağa karşı vücudumuz sahip olduğu biyolojik ve fizyolojik düzenekler ile bir koruma sağlar. Aynı şekilde bizim için zararlı olacak mikrop, virüs gibi şeylere karşı da bir bağışıklık duvarı oluştururuz. Charles Darwin bunu doğal seçilim ve evrim kuramı ile açıklamaktadır. Uyum sağlayabilirsek ayakta kalacağız ve soyumuzu sürdürebileceğiz, uyum sağlayamaz isek yarış dışı itileceğiz. Uyum sağlamak aynı zamanda bizim beden ve ruhsal yapımızın da değişmesi anlamına gelmektedir. Toplumsal yaşantının da kendine özgü kuralları vardır. Trafik işaretlerine uymaktan suç ve ceza kurallarına kadar toplumda nomos dediğimiz kurallar bizi belirli şekillerde hareket etmeye, yaşamaya zorlamaktadır. Kurallara aykırı işler yaptığımızda yaptırımlarla karşılaşmaktayız.
Dilimizdeki bir atasözünde olduğu gibi “ayağımızı yorganımıza göre uzatmak” zorunda kalıyoruz. Örneğin gelirimize göre harcamalarda bulunuyoruz. Dikkat edilecek olursa bu örneklerde görüldüğü gibi elinde testere başımızda bekleyen bir Prokrustes yok ama doğal veya toplumsal seçilimde eleğin üstünde kalabilmek için bunu biz bilerek ve isteyerek kendimiz yapıyoruz. Bunları da id, ego ve süperego etkileşimleri sayesinde yapıyoruz, yapmak zorunda kalıyoruz.
Toplumda dirsek dirseğe yaşadığımız diğer insanlar ile bu konuda bir sözleşme, anlaşma, uzlaşma içinde olduğumuz için söylencede adı geçen Prokrustes ’i göremiyor duyamıyoruz.
Friedrich Nietzsche bu durumdaki topluluğu “sürü insanı” olarak değerlendirmektedir. Ona göre sürü insanı ortaya herhangi bir değer koymaz, koyamaz. Çünkü böylesine bir güce sahip değildir. Nietzsche’nin bu kavramı aşağılama anlamında kullanmadığını biliyoruz ama bu kavramla anlatmak istediği anlama da katılmıyoruz. İnsanın bu “yatak” dışında kalan ve kendisi için olan bir özgürlük alanının bulunduğunu düşünmekteyiz. Eğer tam olarak Nietzsche’nin dediği gibi olaydı hiçbir sanatçı veya bilim insanı var olamazdı. Öte yandan “ortaya herhangi bir değer koymaz, koyamaz” sözü de doğru değildir. İnsanlar dayanışma ile çok daha büyük değerler yaratabiliyorlar. “Bir elin nesi var iki elin sesi var” atasözünün doğruluğunu ve geçerliğini biliyoruz. Örneğin solo bir keman yerine pekâlâ koca bir orkestra da harika müzikler yapmaktadır. Tek başına oynanacak oyunlar olduğu gibi takım halinde oynanacak oyunlar da vardır.
Özetlersek; Prokrustes gibi bir zorbanın, faşist yönetimlerin, köktendinciliğin, Nazi milliyetçiliğinin koyduğu kurallara karşı biz kendimiz olabilmek veya kendimiz kalabilmek için elbette var gücümüz ile çalışacak veya direneceğiz ayrıca konformizmin tuzağına da düşmeyeceğiz.
Bir şey yapabilmek, eylemde bulunabilmek kuşkusuz bir enerjiyi, gücü gerektirir. Toplumda karar verme, kural koyma, kararları uygulama, denetim ve gerektiğinde yargılama gücü başka bir anlatımla egemenliğin üç ana bileşeni olan yasama, yürütme ve yargı erklerinin olması ve işlemesi toplum yaşantısı için zorunludur.
Ancak bu erklerin bir elde toplanması halinde karşımıza Prokrustes örneklerinin çıkması kaçınılmaz olmaktadır. Mitolojide anlatılan bu öyküden gereken dersi çıkarmalıyız. Toplumdaki çoğulcu yapılar ve bu yapıların işlevselliği ile işleyişlerinin saydamlığı gerekli olduğu gibi bu güçlerin birbirinin üzerindeki denetimi de zorunludur. Bu ikisi barış ve esenlik içinde yaşamanın önkoşullarıdır.
29.04.2024
Ali Can Polat