ÇARPICI ETİMOLOJİLER
Albüm < Fr album. Latince boş, beyaz sayfalardan oluşan defter, kitap.
Ambulans < Fr. , hôpital ambulant, gezici hastane.
Anekdot Yunanca anekdota "yazıya geçmemiş şeyler" demek; yani "off-the-record".
Arsenik. Maden filizlerinde çokça bulanan, maden görünümlü, kimyada As simgesiyle gösterilen basit element. Halk arasındaki adı sıçan otu. Türkçedeki kaynağı Fransızca arsenic, ama asıl kaynağı Farsça zırnîh. Türkçede "zırnık koklatmamak", "zırnık vermemek" gibi deyimlerde mecazi anlamda kullanılan "zırnık" kelimesi. Ayrı mecralardan geldiği için arsenik ile zırnık iki ayrı kelime olarak görünür Türkçede. Zehir olarak da kullanılan arsenik sarı renktedir; Osmanlı Türkçesinde kullanılan, yine Farsçadan alınan zer de "sarı" demek. Türkçede "zırnık sarısı" diye tanımlanan bir renk de vardır.
Attar, Aktar. Baharat, güzel kokular satan kimse ya da dükkân. Kaynağı Arapça 'itr. Itır Türkçede hoş kokulu bir çiçek; hoş koku" anlamında da kullanılır. Türkçede attar ile ıtır birbirinden kopmuş görünüyor. Attar İngilizceye geçmiştir; bu dilde hem güzel koku, hem de çiçeklerden elde edilen yağ anlamındadır.
Avokado. Kelime anlamıyla husye, haya, er bezi. Güney Amerika'nın yerel dillerindeki bir kelime. İspanyollar bildiğimiz meyveyi bu kelimeyle adlandırmışlar. Bağlantı noktası: meyvenin biçimi.
Benelüks / Benelux. Belçika, Hollanda, Lüksemburg arasındaki siyasi, iktisadi işbirliğini ifade eden birlik. Birliğin adı bu üç ülkenin kendi dillerindeki adlarının ilk hecelerinin birleştirilmesiyle (België, Nederland, Luxembourg) türetilmiş. Bu yeni kelime Latincede bir anlam türetiyor. Bene "iyi, hayırlı", lux, "ışık" demek; dolayısıyla Benelux "kutsal ışık, nur" anlamını veriyor.
Boykot. Charles Cunningham Boycott (1832-1897) Britanya ordusunda görevli bir subaydı. Emekliye ayrıldıktan sonra bir toprak sahibinin vekili olarak olarak çalışmaya başladı. 1870'li yıllarda İrlandalı çiftçiler büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya gelmişlerdi. C. C. Boycott kira ödemeyi reddeden kiracıları kullandıkları topraktan çıkarmaya kalkınca İrlanda Çiftçiler Birliğince "boykot" edildi.
Bungalov. Bengal dilindeki bangla kelimesinden. "Bengal tarzında ev"in eksiltili biçimi (elliptical).
Bütçe. Batı dillerindeki "bütçe" kelimesi ile Türkçe "kese" aynı anlama geliyor, aynı ihtiyacı karşılıyor. Osmanlı'da para meşin keseler içinde saklanırdı. Farsçadan gelen kîse kelimesi maliye dilinde paranın miktarını belirten bir terim olarak da kullanılmıştır; bir başka deyişle, kese paranın değer ölçüsüydü. Bir kese altın önceden belirlenmiş bir miktardaki altın para demekti.
Bütçe kelimesi İngilizceye Fransızcadan geçmiş. Eski Fransızca bouget (küçültme ekiyle de bougette) "küçük deri kese" demek. Bu kelimenin kaynağı Latince bulga, aynı anlamda: deri kese. Bu kelime de eski Gal dilinden geçmiş Latinceye, yine aynı anlamda. Terimin mali anlamı onsekizinci yüzyılda ortaya çıkıyor. Kesenin eski işlevi şu: devletin hazinesinden sorumlu, bakan durumundaki görevli kesenin ağzını açınca devletin mali durumunu görüyor, hangi tedbirleri alması gerektiğine karar veriyor. 1733'te yayımlanmış bir kitapçık "olası harcamalarla gelirlerin dökümü" sözleriyle bütçenin modern anlamını da tanımlıyor. Kitapçığın adı da dikkat çekici: The Budget Opened (Bütçe Açıldı). "Açılmak" fiili "kese"yi akla getiriyor. Açmak kelimesi bu anlamıyla günümüz Türkçesinde hâlâ kullanılır: mecliste bütçe görüşmeleri sırasında "bütçeyi açmak" "bütçeyi açış konuşması", bütçe tartışmaları tamamlanınca da "bütçeyi bağlamak"... "Açmak", kesenin ağzını açmayı, "bağlamak" da kesenin ağzını bağlamayı akla getirmiyor mu? Türkçede "kese"li daha birçok deyim var; hepsi de gelir-gider çizelgeleri anlamındaki bütçeyi akla getirir, ama şunlar "kese"den kopup soyutlaşamamıştır: kesenin ağzını açmak (burada bol para harcamaya başlamak anlamında), kesesini doldurmak, kesenin dibi görünmek, kesesine bir şey girmemek. Bu "açma"lar, "bağlama"lar çok eski bir geleneğin yankıları gibidir.
Bütçe teriminin Türkçeye Fransızcadan mı, İngilizceden mi geçmiştir, kesin olarak bilinmiyor. Ama ondokuzuncu yüzyılda geçtiğini biliyoruz. Osmanlı belgelerinde daha önce "icmal" teriminin kullanıldığını öğrendim. Uzun bir hesaptan çıkarılan özet, hesapları toplu halde, kısaltarak gösteren cetvele "icmal"; hesapların toplu olarak yazıldığı deftere de "icmal defteri" deniyordu. İcmal hesapları, lâyiha, hesap cetvelleri gibi terimler de "bütçe" anlamında kullanılmıştır.
Delta. Yunanca, Fenike dilinde "çadır kapısı" demek olan daleth kelimesinden geliyor. Yunan abecesinin dördüncü harfi (Δ); Latin abecesinde D. Nil'in ağzında ırmağın birbirinden ayrılan kolları arasındaki alüvyonlu arazinin biçimi tarif edilirken geometrik bir biçim olarak kullanılmış. İlk kullanan Herodotus, Nil'in ağzını bu şekilde tasvir etmiş.
Demirhindi. Türkçede "demirhindi" şerbetiyle tanınır. "Demir"le de, "hindi"yle de ilintisi yok. Batı dillerine tamarind yazımıyla geçen bir Arapça kelimenin bozulmuş biçimidir. Arapçada tamr, "hurma", hindi de "Hind" demek, yani hindhurması. Bu meyveden tıpta da yararlanılır.
Derviş. Fa. darviş "dilenci, yoksul" demek, dolayısıyla "sadaka ile geçinen". Arapça "fakir" ile eşanlamlı. İngilizce, Fransızca, Almancaya da girmiştir.
Doberman. Alman köpek yetiştiricisi Ludwig Doberman'dan.
Ekol: Türkçede sanat, fikir akımları hakkında kullanılıyor. "Okul"un Fransızca école kelimesine benzetilerek türetildiği besbelli. Bu kelime nerdeyse bütün Avrupa dillerinde aynı, işte birkaçı: school (İng.), Schule (Alm.), scuola (It.), escuela (İsp.), escola (Port). Hepsinin kaynağı Latince schola, Onun da kaynağı Yunanca skhole. Kelimenin Yunancadaki ilk anlamı "boş vakit, boş vakitlerde yapılabilecek şeyler, dinlenme, tembellik etme", "boş vakti geçirilecek yer"; "öğrenilen şeyler üstüne söyleşi"; "ders dinlenecek yer". Latincede farklı değil: "işe ara verme, işe ara verilen yer, zaman; öğrenilen şeyler üstüne söyleşi, tartışma", "öğretmenlerle öğrencilerin buluşma yeri, öğretmenlerin çömezleri" demek.
Kelimenin bu ilk tanımındaki "boş zaman" öğesi çok değerli. Bir şey öğrenebilmek için boş zaman gerekiyor. Eski Yunan'da, Roma'da çocuğunu okula gönderebilmek sadece boş vakti olan sınıfların altından kalkabileceği bir şeydi. "Söyleşi, tartışma" da katılanların mutlaka bir şey öğrenmesi, birtakım bilgiler kazanması amacı güden, sonunda belli bir fayda elde edilmesi beklenen bir faaliyet değil, boş vakti doldurmaya yarayan bir faaliyetti. "Boş zaman" gibi, tartışmadan mutlaka pratik fayda beklenmemesi de gerek bilimsel çalışmanın ne olduğuna, gerekse modern eğitim-öğretim ilkelerine ışık tutabilecek can alıcı bir özellik.
Familya. Türkçedeki kaynağı İtalyanca famiglia. Onun da kaynağı Latince famulus. Bu kelimeden türeyen familia "hizmetçi, besleme, köle" demek Latincede. Konak, malikâne gibi büyük bir evde yaşayan hane halkına hizmet veren bütün hizmetkârlar hakkında kullanılmıştır. Eşya, hayvanlar da familia kapsamındaydı. Köleler mal gibi satılabildiğine göre, aynı zamanda mal anlamına geliyordu. Uzun zaman sonra, evin erkeğini, kadınını, çocuklarını, bu arada hizmetkârlarını da kapsayacak biçimde kullanılmaya başladı.
Bütün batı dillerinde kullanılan (İng. family, Fr. famille, Alm. Familie) bu kelime onbeşinci yüzyılda İngilizceye girince Latincedeki anlamıyla girmişti. Yavaş yavaş anlamı genişledi, ancak onsekizinci yüzyılın sonlarına doğru bugünkü anlamını kazandı.
Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile yirminci yüzyıl başlarının Mınakyan ağzı Osmanlı tiyatrosunda canlandırılan tiplerin ağzına yakışan familya kelimesi günümüz Türkçesinde sanki bilim terimi terimiymiş gibi birbirine benzer hayvan, bitki öbekleri hakkında kullanılır oldu; tıpkı düpedüz "nüfus" demek olan "popülasyon" gibi... Batı dillerindeki bazı gündelik kelimeleri teknik terim sanmaktan doğan bir yanılgı.
Fetiş < Port. fetiço: üstünde taşıyana uğur getirdiğine inanılan nesne, yani nazarlık, muska.
Flört (İng. flirt). Eski Fransızca, "geçerken hafif bir biçimde dokunma", "çiçekten çiçeğe konma".
Fokstrot. < İng. foxtrot: fox, "tilki"+ trot, "tırıs (gitme)". Yirminci yüzyıl başlarında moda olan bir dans ile onun ezgisi. Dansın adımları tilkinin kısa ama hızlı adımlarına benzetilmiş.
Galoş. "Galli (Galyalı) sandaleti" anlamına geldiği sanılıyor.
Gazete. Aslı gazeta de la novità, İtalyancanın Venedik lehçesinden. Gazeta Venedik devletinde bir para birimi, çok düşük değerli bir bakır para. "Bir gazetalık haberler" anlamında, gazetenin bu kadar para karşılığında satıldığını gösteriyor. Gazete denilen haber verme aracını İtalyanlara borçluyuz.
Giyotin < Fr. guillotine. Fransız hekim ve siyaset adamı Joseph-Ignace Guillotin'in (1738-1814) adıyla. Dr. Guillotin ölüm cezalarının daha insancıl bir biçimde infaz edilebilmesi için bu yolu salık vermiş. Ölüm cezasına karşıymış. Kendisi giyotinden kıl payı kurtulmuş.
Hamburger. Kelime anlamıyla "Hamburglu". Hamburg şehrine özgü bir sandviç değil. Ama ondokuzuncu yüzyıl sonlarında Hamburg'tan ABD'ye gelen göçmenlere mal ediliyor. Ekmek arası bir çeşit köfte anlamı yirminci yüzyıl başlarında ABD'de ortaya çıktı. Çizburger (cheeseburger) halk etimolojisidir; tabii, öteki "burger"ler de. Kuzey Amerikalılar "hamburger" kelimesini ikiye bölmüşler: ham + burger. Birinci kelime İngilizcede jambon, işlenmiş domuz eti demek, ikinci kelimeye de 1930'larda her nasılsa "ekmek" anlamını yüklemişler. Burger zamanla bağımsız bir biçim haline geliyor. Sandviç benzeri hafif yiyecekler yenebilen lokantalara günümüzde "burger restoranı" deniyor.
Histeri. Terimin kökü hyster'in kaynağı Yunanca; "rahim, uterus" demek. Eski tıpta, hysteria rahimdeki bir rahatsızlıktan ileri gelen bir kadın hastalığıydı. Tanya Wexler'in yönettiği Hysteria (2011) filmi, hikâyesi ondokuzuncu yüzyılda geçen, bu "hastalık"a eskiden nasıl bakıldığını gösteren, "vibratör" denen aletin bu rahatsızlıkla baş edilmeye çalışılırken icat edildiğini anlatan bir romantik komedya. Histeri karşılığında Türkçede türetilen "isteri", "isterik", sadece ses benzerliğinden faydalanılan, terimin anlamını hiçbir şekilde yansıtmayan uydurma kelimeler.
Jaluzi. Şerit biçiminde madenî ya da plastik ince uzun levhalardan yapılmış, indirilip kaldırılarak açılıp kapanan bir çeşit pancur. Kaynağı ya İtalyanca geloso ya da Fransızca jalousie; her ikisi de "kıskançlık" demek. Anlam genişlemesiyle, İslam ülkelerinde kadının evinde pencereden bakarken hem dışarıdan görünmemesini, hem de sokaktan geçenlerin evin penceresinde kimseyi görememesini sağlayan perde.
Kâbe. “dört köşeli, küp şeklinde" anlamındaki ka‘b kökünden gelen ka‘be “küp şeklinde nesne” demektir. Geometrideki anlamı onaltıncı yüzyılda kullanılmaya başlıyor.
Klitoris. anat. < Yun. kleitoris, "küçük tepe".
Kravat: Aslı Hırvatça, "Hırvat" demek. Fransızca cravate üzerinden başka dillere geçmiş. Fransa'da görevli ücretli Hırvat askerlerinin taktığı boyun bağı. Onyedinci yüzyıl ortalarında Hırvat taklidi olarak yaygınlaşmış.
Kruvasan (Fr. croissant). Bu çöreğin eğlendirici bir hikâyesi var. Kelime anlamıyla ay çöreği. Osmanlı ordusu ikinci Viyana kuşatmasında (1683) başarılı olamayıp çekilirken çuvallarca kahve çekirdeğini savaş meydanında bırakmıştı. Avusturyalıların kahveyi kuşatmadan sonra tanıdıkları söylenir. Avusturyalılar kazandıkları zaferi kutlarlarken kahve içiyor, kahvenin yanında da bir çörek yiyorlardı. Bu çörek Fransızcada croissant, yani hilal biçimindeydi. Çünkü savaş meydanında çarpışan Türk birliklerinin sancaklarında hilal resimleri vardı. Viyanalı aşçıların çöreği Almanca Halbmond (yarım ay) ya da ana dilleri olan Almancada o yıllarda kullanılmakta olan Hoernchen (hilal) kelimesiyle adlandırmak yerine Fransızca bir kelimeyi tercih etmişlerdi. Çünkü o dönemde aristokrat çevrelerde gözde olan dil Fransızcaydı. Viyanalı usta aşçıların bu yeni çöreğe hilal biçimi vermeleri boşuna değildi. Avusturyalıların kahvelerini yudumlayıp çöreklerini yerlerken düşmanları olan Türkleri de "yemiş" gibi hissetmelerini amaçlamışlardı!
Leydi (İng. lady). Eski İngilizcede "ekmeğin hamurunu yoğuran kadın " demekti. Şöyle: hlaf : somun, ekmek + dige, kız; ikisi birden: "ekmek hamurunu yoğuran kız". Victoria çağının önde gelen yazarlarından John Ruskin'in kadın hakları hakkında muhafazakâr görüşleri vardı. Bir keresinde şöyle demişti: "Lady hamur yoğuran anlamına geldiğine göre kadınların yeri ev olmalıdır." Lord kelimesinin Eski İngilizcedeki anlamını da verelim burada, o da "evin ekmeğini koruyup gözeten" demek. Birimleri: hlafweard (hlaf + weard, "koruyan, muhafızlık eden".
Mareşal. Eski Türkçedeki "müşir" yerine Cumhuriyet'ten sonra Fransızcadan alınan maréchal kullanılmaya başladı. Terimin kaynağı Ön-Cermence ya da Eski Almanca markhaz (dişi at) + skalhaz, "uşak, dişi at seyisi"). Aynı kişi, şartların değişmesiyle erkek atlara da bakıyor, onları da nallıyor olmalıydı. Zamanla faaliyet alanı genişleyen nalbant bir at çiftliğinde savaş atları yetiştirmekle görevli kişi oluyor. Böylece toplumdaki yeri gitgide yükseliyor, sonunda süvari birliği komutanı oluyor. Mareşal bugün en yüksek askerî rütbe. Özellikle savaş kazanmış komutanlara verilen bir unvan. Uşaklık, seyislikten çok yüksek bir rütbeye yükselişi son derece şaşırtıcıdır elbette, ama bunun Orta Çağdan yirminci yüzyıla kadar atın nakliye işlerindeki, özellikle silahlı kuvvetlerdeki öneminin gitgide artmasından kaynaklandığına şüphe yok.
Marmelat. İlk anlamı ayva jölesi. Portekizceden. Onbeşinci yüzyılda bu dilde marmelade sadece ayvanın kaynatılmasıyla hazırlanıyor. Onyedinci yüzyılda anlamı genişliyor, turunçgillerin marmelatı olabiliyor. Bugün herhangi bir meyve kullanılabiliyor.
Moher. Tiftik, tiftikten imal edilen kumaş, yün örgü. Sözlüklerimizde bu tiftiğin Ankara keçisinin meşhur tiftiği, yapağısı olduğu belirtilmemiş. Tiftik bizden, ama kelime Arapçadan. Demek ki, Avrupa piyasasına sokanlar Arap tüccarlar, daha ondördüncü yüzyılda. Mohair yazımıyla İngilizceye, Fransızcaya, Almancaya, İtalyancaya, İspanyolcaya geçmiştir. Kelimenin kaynağı olan Arapça muhayyar 'in bileşenleri şöyle: mu - : kıl, tüy + hayyar, "iyi, hayırlı, faydalı," ("hayr" mastarından), dolayısıyla iyi, üstün nitelikli yün demek; keçinin tiftiğinden dokunan kumaşın seçkin mal olduğunu belirtiyor. Türkçe "muhayyer" kelimesi de buradan. Yine seçmekle ilintili. Müşteriye memnun kalmaması, beğenmemesi halinde geri getirebileceği şartıyla satılan, seçmece mal anlamında kullanılır. Örneğin "Bu gömlekleri muhayyer olarak satın aldım" sözü, beğenmezse geri verebilir anlamındadır. Muhayyer aynı zamanda musıkide bir makamın adı; o da "seçkin makam" anlamına geliyor.
Molotov Kokteyli. Fin-Sovyet savaşında (1939-1940) şişelere doldurulan benzinle hazırlanan bomba. Bu şişe-bomba 1939-1949 arasında Sovyet Dışişleri Bakanı olan V. M. Molotov'un adıyla anılır. Stalin ile Ribbentrop arasında imzalanan, Rusya'ya Finlandiya'ya saldırma fırsatı veren Nazi-Sovyet saldırmazlık antlaşmasının mimarı sayılan Molotov Finlandiya'da lanetle anılıyordu. Bombaya bu alaycı adı veren Finler. Ama bu tür bombayı ilk kez hazırlayanlar İspanya iç savaşı sırasında Cumhuriyetçilerdi.
Nargile < Farsça nargil, "Hindistan cevizi". Nargile içilen aracın gövdesi başlangıçta Hindistan cevizinden yapılıyordu. Nargile Balkan ve batı Avrupa dillerine Türkçeden geçmiştir.
Nepotizm. Akrabaları, yakınları kayırma, nepotismo < İt. nipote, "erkek yeğen". Bu kelime Roma Katolik Kilisesinde papaların önemli makamlara kendi oğullarını ataması uygulamasından çıkmıştır. Papalar bekâret yemini ettikleri için, oğullar aslında papaların gayrımeşru çocuklarıydı. Yeğen kelimesi "oğul"u örtmek amacıyla kullanılıyordu.
Orkestra. Eski Yunan çağında orkhestra tiyatro sahnesinin önünde, koronun dans ettiği yarım daire biçimindeki alandı. Orkheisthai dans etmek demekti. Koronun Yunan tiyatrosunda sahnedeki eylemi danslarıyla, şarkılarıyla, sözleriyle yorumlayan oyuncular olduğunu biliyoruz. Onsekizinci yüzyılın başlarında orchestra çalgıcıların sazlarını çaldıkları bölüm için kullanılmaya başladı. Daha sonra anlamı genişledi, "musıkişinaslar topluluğu"nu adlandıran bir musıki terimi oldu.
Pandispanya (Türkçe). İspanyolcada İspanyol ekmeği demek pan di İspanya. Bu çörek büyük olasılıkla İspanya'dan göç edip Türkiye'ye yerleşen Yahudilerin getirip tanıttığı bir yiyecek.
Paparazi. İtalyancanın bir lehçesinden gelen paparazzi, "vızıldayan böcek, haşere" demek. Kelimenin çoğulu bu. Tekili paparazzo. "Paparaziler" kullanımı yanlış. İngilizcede bile bu galatı kullananlar var.
Papirus-Papel. Papirus kâğıt demek. İng. paper, Fr. Alm. papier kelimeleri papirus'tan. Türkçe argodaki papel ise İspanyolca papel 'den. Papel, kâğıt para demek.
Penis: anat. "kuyruk" demek. Hind-Avrupa kök dilindeki biçimi *pes, "kuyruk". Sonek alınca *pes-ni olmuş. Latince penis, *pesnis biçiminden.
Pencil, İngilizcede kurşun kalem. Eski Fransızcadan alınmış, onun da kaynağı Latince penicillus. Latincede ressam fırçası demek, ama kelimenin bire bir anlamı "küçük kuyruk". İngilizce pen (mürekkepli kalem) kelimesinin pencil ile ilintisi yok.
Penisilin pencil üzerinden de "penis"le ilintili. Penicillium diye adlandırılan küfün bu şekilde adlandırılması küfün görünüşünde göz çarpan sorguç benzeri çıkıntılar. Şurası ilginç: modern bir süslenme malzemesi olan eyebrow pencil (kaş kalemi), pencil kelimesinin "fırça"dan çıktığını açıkça yansıtıyor.
Petrol < L. İki bileşenden kurulu: petra, kaya, taş + oleum, "yağ"; yani "taş ya da kaya yağı" . Eski biçimi petroleum. Petrol kelimesi ilkin Orta Fransızcada pétrole yazımıyla kullanılmış. Onbeşinci, onaltıncı yüzyıllardaki anlamı bazı kaya yataklarında bulunan, çabuk alev alan, arıtılmamış bir mineral yağı. Bugünkü anlamı ondokuzuncu yüzyıl sonlarından. TDK'nin Derleme Sözlüğü'nde bulduğumuz petrol, gazyağı anlamındaki "daşyağı" kelimesi çok ilginç. Şu Anadolu illerine bağlı beldelerde, köylerde kullanılmış: Afyon, Uşak, Isparta, Burdur, Denizli, İzmir, Manisa, Balıkesir, Kütahya, Antalya.
Pornografi < Fr. pornograhie < Yunanca porne, "satılık kadın, fahişe" + graphein, "yazmak, tasvir etmek". Yun. pernanai: satmak; pornographos: fahişeler üstüne yazan, satılık kadınları tasvir eden. Eski Yunan ve Roma sanatında cinsel içerikli birçok resim, heykel, şiir vardır. Fakat İlk Çağda bu eserlerin ne ölçüde doğal sayıldığını, nereden sonra ahlaki sınırları zorladığını bilemiyoruz. Bu yüzden bunları modern anlamıyla pornografi diye nitelendiremeyiz. Pornografi ilkin Fransızcada ondokuzuncu yüzyılda kullanıldı. Gerek Fransızcada, gerekse İngilizcede pornografi önceleri türün sadece Yunan-Roma örnekleri, özellikle Baküs şenliklerini canlandıran resimler hakkında kullanıldı. Kelimenin bugünkü anlamını kazanması ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde. Pornografi erotizm ile karıştırılmamalı.
Propaganda. İnancı Yayma Amaçlı Heyet anlamına gelen "Congregatio de Propaganda Fide"nin kısaltması. Yani "yaymak" önemli olan. Papa V. Gregorius'un 1622'de kurduğu, yabancı ülkelerde faaliyette bulunmakla görevli bir kardinaller kuruluydu. Bugünkü anlamı yirminci yüzyıl başlarında ortaya çıktı.
Restoran. Fransızcadan yayılan restaurant bir kimsenin kendini "restore" ettiği, gücünü kuvvetini tazelediği yer.
Robot. Çekçeden. Çek tiyatro yazarı Karel Čapek'in 1920'de yazdığı R.U.R (Rossum's Universal Robots - Rossum'un Evrensel Robotları) adlı oyunda kullandığı, "zoraki işçi" anlamına gelen "robotnik" kelimesinden geliyor. Robota "zoraki iş, zoraki hizmet" demek. Bu Slavca kelime Almanca Arbeit (iş, çalışma) kelimesiyle yakından ilintili. Gerçi "robot" kelimesini tanıtan, yayan Karel Čapek'tir, ama kelimeyi türetenin o olmadığı anlaşılmıştır. "Robot"u ilk kez yazarın kardeşi; bir hikâyesinde kullanmış.
Sabotaj. < Fr. sabotage. Bu kelimenin türetildiği sabot Fransızcada eskiden ağaçtan oyma ayakkabı, bir çeşit çarık demekti. Saboter ise bu ayakkabılarla paldır küldür yürümek demek. Buradan "baştan savma iş görme, işin gereğini yerine getirmeme" anlamı çıkarılıyor, sonra bu anlam iyice olumsuzlaşıyor; en sonunda alet edevatı, makineleri bile bile bozma, tahrip etme anlamına geliyor. Başlangıçta hoşnutsuz fabrika işçilerinin makineleri, işverenin malını tahrip etmesi hakkında kullanılıyor. Fransızcadan birçok dile girmiş olan bir kelime.
Safari. Kelime anlamıyla seyahat, yolculuk, gezinti. Arapça safara doğu Afrika sahillerinde konuşulan Svahili diline geçmiş, ondokuzuncu yüzyılda oradan da Avrupa dillerine. Özellikle doğu Afrika'da yaban hayvanlarını doğal çevreleri içinde görmek ya da avlamak için düzenlenen gezi. Arapçadan Türkçeye geçen sefer, seferî kelimeleriyle kökteş. Safari Türkçede safariye özgü anlamında giyim kuşamda da yer almış: safari giyim, elbise, mont, şapka gibi.
Saksafon. İsim babasının adını taşıyan bir kelime: Sax'ın sesi. Bu üflemeli sazı Belçikalı musıkişinas Adolphe Sax 1846'da imal etmiş. Türkçede batı dillerindeki yazımından nedense farklı bir yazım benimsenmiş.
Salep < Ar. sahlab. Kelime anlamı: tilki husyesi. Salep orkide kökünden elde edilir; orkidenin kökündeki yumrular tilki husyesine benzetilmiş, aynı benzetmeyi avokadoda da (yukarda) görmüştük. Salep Türkçeden Fransızcaya, İngilizceye geçmiştir.
Sam Amca / Uncle Sam: ABD'yi simgeleyen ad. Bu simge 1813'te, Britanya'yla tutuşulan savaş sırasında, İngilizleri simgeleyen John Bull'a karşı türetildi. Bu adı türeten kişinin, Amerikan devrimine mali destek sağlayan Samuel Wilson olduğu; Uncle Sam'in de bu ülkenin kendi dilindeki adı olan United States'in baş harfleri olan U. S'den esinlenmekle ortaya çıktığı sanılıyor. Uncle Sam'den önce bu ülkenin simgesi Brother Jonathan (Jonathan Kardeş) idi.
Sandviç. Güney İngiltere'deki Sandwich şehrinin dördüncü Earl'ü olan John Montagu (1718-1792) oyun masasından kalkmayan bir kumarbazdı. Uşakları ona ekmek arası soğuk et getirirler, böylece gün boyunca masadan kalkmadan oyuna devam etmesini sağlarlarmış. Montagu Denizcilik Bakanı olunca, İngiliz denizci, kâşif James Cook Hawaii adalarına 1718'de Sandwich Adaları adını vermişti.
Saniye (zaman birimi): kelimenin Latincesi ondördüncü yüzyılda kayıtlara geçmiş olan secunda minuta, yani ikincil dakika. Buna göre, minuta (dakika) birinci derecedeki zaman birimi, seconda ise bir kısaltma. İngilizcede de, Fransızcada da aynı kısaltma ile kullanılıyor. Arapçadan aldığımız saniye de "ikinci" değil mi? Daha doğrusu sânî (ikinci) kelimesinin dişil biçimi.
"İkinci" anlamıyla second kelimesi "birinciden sonra gelen" demek. Arapçadan aldığımız "sânî" gibi. Daha çok, Osmanlı döneminde sultanların saltanattaki sırası belirtilirken kullanılırdı (Murad-ı Sâni, Selim-i Sânî gibi). Bu sıfatın bir de zarfı vardır: saniyen, yani ikinci olarak.
Sekreter - Sır Kâtibi. Bu kelime İngilizce, Fransızca secret (gizli) kelimesinden çıkıyor. Onun bileşenleri şöyle: Latince se- öneki, "bir kenara, ayrı bir yere, kendi başına" + cernere, "ayırmak, ayrı tutmak " anlamında; secret ise gizli, saklı demek. Bu kelimenin kaynağı da "bir kenara ayrılmış, ayrı bir yere konmuş, gizli, özel, mahrem" anlamındaki Latince secretus. İngilizce, Fransızca sekreter bu anlam üzerine oturuyor. Geç dönem Latincesinde secretarius "gizli kalması gereken işlerde güvenilir bir memur, tutanak görevlisi, noter" anlamında. İngilizcede ondördüncü yüzyıl sonlarına doğru kendisine sır emanet edilebilecek bir kimse olarak devletin resmî kayıtlarını tutan; kral / kraliçe adına mektup yazan, yazışma işlerini yürüten kişi; "özel kalem" anlamında kullanılıyor. Fransızcada da "özel kalem". İngiltere'de "bakan" anlamında kullanılmaya başlaması çok sonra, onaltıncı yüzyıl sonlarında.
"Sekreter"in Osmanlı Türkçesinde bir dengi var: sır kâtibi. Sekreterinkilere benzer görevleri şunlardı: saraya gelen belgelerin okunması, saraydan gönderilecek bazı belgelerin yazımı, sultanın kaleme aldığı hatt-ı hümayunu Bâbıâliye götürecek olan görevliye teslimi, saraya verilen arzuhalleri toplamak, devletin temel defterlerini muhafaza etmek, padişahın günlük işlerini takip etmek, seferde günlük tutmak vb. gibi. TDV İslam Ansiklopedisi'nden Abbasiler, İlhanlılar, Memlükler’de de sır kâtipleri bulunduğunu öğreniyoruz. Demek ki, Osmanlı öncesinden devralınan bir gelenekti. Tanzimat'tan sonra sır kâtipliği görevi "mabeyn kâtibi"ne verilmeye başladı.
Semaver. < Rus. samovar, "kendi kendine kaynayan" demek.
Seminer, Sezon, Semen. Bu terim ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde Almancada ortaya çıkmış. İleri seviyedeki, az sayıda üniversite öğrencisinin önemli bir konuyu bir öğretim üyesi ile birlikte tartışması, grup çalışması anlamında. Onun kaynağı olan Latince seminarium "tohum yatağı, fidelik" demek. Bu da Hind-Avrupa kök dilindeki *se , "tohum ekmek" fiilinden çıkıyor. Seminer'in bir türevi olan, seminary de İngilizcede din adamı yetiştiren okul demek. Türkçede ancak tıp dilinde kullanıldığını gördüğümüz, tohum, yani sperm içeren ersuyu demek olan semen bu fiile dayanıyor. Öğrenci yetiştirmekle döllemek arasındaki bağlantı ilginç. Sezon (Fr. saison, İng. season) da "tohum atma zamanı" demek.
Slogan. < Kelt. slaugh (savaş), ghein (nâra, haykırma, bağırma) biçimlerinden kurulu; "savaş nârası" demeye geliyor.
Snop. < İng. snob. "Kunduracı, kunduracı çırağı" demek. Onsekizinci yüzyılda, ilkin Cambridge Üniversitesi öğrenci argosunda "kasabalı, kasaba tüccarı", daha sonra da "aşağı sınıftan" anlamında kullanılmış. İngiliz yazar William Thackeray Book of Snobs (Snoplar Kitabı, 1848) adlı kitabında kelimeyi bugünkü anlamına kavuşturmuş: "kendisinden üstün durumda olanları âmiyane bir şekilde, maymun gibi taklit eden". "Snop" ile "züppe" aynı anlama gelmiyor.
Stadyum < L. < Yun. tadion. Stadion bir uzunluk ölçüsü, koşu yolu, yarış güzergâhı, özellikle Olympia'daki. Bu koşu yolu bir stadion uzunluğundaydı. Bir stadion aşağı yukarı 185 metreydi. Daha sonra bu uzunluktaki bir mesafeye eşit bir uzunluk ölçüsü birimi olarak kullanıldı. Onyedinci yüzyılda Latince yazımıyla spor sahası anlamında kullanılmaya başladı.
Şah mat. Satranç oyununda şah sıkıştırılıp kımıldayamaz hale gelince, Farsçada, Arapçada "şâh mât" (Arapçada şâh mâta) denir; yani "şah öldü, mevtâ" oldu; krş. İng. checkmate; Fr. mat; Alm. schachmatt; Rus. shakhmaty.
Tabldot. < Fr. table d’hôte: "ev sahibinin sofrası".
Türkmen. Dîvânu Lugati't-Türk'e göre, türk + men: Türküm, ben Türküm.
Vajina -Vanilya anat. < L. vagina. Vulva ile uterus arasındaki döl yolu. Onyedinci yüzyılın ikinci yarısında bir tıp terimi olarak kullanıma girmiş. Latincede vagina "kılıç kını, kılıf, kabuk, tahıl başağının kabuğu" demek. İlk Çağda anatomideki anlamında kullanılmıyordu.
Öte yandan, İspanyolca vainilla "küçük kılıf" demek. Bu kelime aynı dildeki vaina' nın, yani kılıf, kın, kabuk anlamındaki kelimenin küçültme takısı almış biçimi. Vanilya kabuğunun biçimine bakarak "kılıf" demişler buna. Dolayısıyla vanilya "küçük vagina" anlamına geliyor.
Vampir. Bu kelimenin en eski kaynağının Kazan Tatarcasında cadı, acuze anlamına gelen
ubyr / ubir kelimesi olduğu ileri sürülüyor. Öte yandan, Almanca, Fransızca, İngilizcede kullanılan, sırasıyla Vampir, vampire, vampire kelimeleri yirminci yüzyıl başlarında İngilizcede "erkekleri baştan çıkarıp sömüren kadın" anlamında kullanılmaya başlayan "vamp"ın küçültme eki almış biçimi. Vampir ise, onsekizinci yüzyılda Fransız biyolog Kont Buffon'un kan emici bir yarasaya verdiği ad.
Viski (İng. whisky). İskoç içkisi olduğu halde, adı Galce. Kelimenin değişik birçok yazımı görülmüştür. Kelime anlamı şu: hayat suyu. Bu adın Latincede yine "hayat suyu" demek olan aqua vitae kelimesinin çevirisi olduğu sanılıyor. O halde, viski, "âbıhayat, iksir-i hayat, bengisu" sözleriyle eşanlamlı!
Votka. Rusçada "su" anlamına gelen voda kelimenin küçültme takısı almış biçimi. Voda Eski İngilizcedeki wæter (water, su) kelimesiyle yakınlık gösteriyor.
Bülent Aksoy
5 Mart 2022