Felsefe Sorunları Görünür Kılmaktır
Felsefenin diğer bütün kavramlar gibi tek ve mutlak bir tanımında söz etmek hiç de olası değildir. Fakat bu durum, sahip olduğu özelliklerin neler olduğunun sorgulanmasına da engel değildir. Felsefenin en bilinen özelliklerinin başında eleştirel düşüncenin en tipik ve yetkin temsilcisi olması gelir. Bu özellik öncelikle Batı felsefesine aittir. Batı felsefesi denilince, Antik Çağ"da Anadolu'da Ege kıylarında başlayan çok özel, kendine özgü ve felsefe adıyla bilinen düşünce sistemleri düşünülür.
Bu düşünce sistemleri daha sonra Ortaçağ'da ve özellikle İslam dünyasında yeni bir form kazanarak Yaniçağ'a geçmiş oradan da bir zincirin halkaları halinde günümüze kadar uzanmıştır. Bu süreç içinde eleştirel olma özelliğini hep korumuş; hatta bilimlerle ve toplumsal değerlerle olan ilişkisi dikkate alınırsa gittikçe de gelişmiş ve daha çok faydalanılır hale gelmiştir. Bu özellik Batı Felsefesini diğer felsefi yaklaşımlarda ayıran çok temel bir niteliktir. Nitekim son derece görkemli Çin ve Hint felsefelerinde bu özellik çok fazla görünmez.
Antikçağ felsefesinin eleştirel özelliği Ortaçağ İslam dünyasında ve Yeniçağ'da son derece önemli olmuş ve entellektüel gelişmenin de adeta motorunu oluşturmuştur. Batı felsefesinin gelişimi sağlayan bir diğer çok önemli özelliği, aynı soru veya sorun karşısında farklı cevaplar verebilmesidir; bu özellik, felsefenin pek dikkati çekmeyen ve dolaysıyla öne çıkarılmayan yönünü ifade etmektedir. Felsefe dışında diğer bilgi türleri, örneğin bilimsel bilgi güvenilir ve test edilebilir doğrulara ulaşmak ister. Dinsel bilgi ise hakikati ararken, günlük yaşamda tecrübeye dayalı ve kullanılabilir olan bilgilere yöneliniz. Felsefenin farklı cevap araması, deyim yerindeyse onun genetik bir özelliğidir. Bu sebeple de sorgulayan bir yapı taşır.
Dikkat edilirse yukarıda, felsefeyi tanımlamak yerine, özelliklerini ortaya koymaya çalıştım. Böylece onun tarihsel işlevine ve dolayısıyla kullanım özelliklerine dikkati çekmek istedim.
Felsefenin bence dikkati çekmeyen ama çok da önemli diğer bir özelliği, sorunları görünür kılmasıdır. Bunu da o sorunu kavramlaştırarak yapar. Çok bilinen felsefi kavramlardan birisi Platon'un idea öğretisi değil midir? Platon denilince bu kavram, bu kavram dile getirilince de Platon akla gelir. Platon bu kavramı birtakım sorunları çözmeye çalışırken kullanır; yani bu kavram onun sorun olarak gördüğü birşeylere verdiği bir ad ve aynı zamanda da bir cevaptır. Daha doğrusu hem bir cevaptır ama daha öncelikle o bir sorunun adıdır. Ünlü düşünür A. N. Whitehead’in yine ünlü deyişiyle tüm Batıdüşüncesi Platon'a, ama özellikle onun İdealar öğretisine düşülen bir dipnottur. Tüm felsefi kavramlar da bir sorunu görünür kılarlar ama aynı zamanda da o filozofun cevabını içerirler. Bu cevabın öteki yüzünde sorun olan yatar; cevap, soruna getirdiği çözüm ile bir olguyu sınırlar, tanımlar, kısaca ona varlık kazandırır. Felsefe tarihi, kavramlar tarihidir; daha yerinde bir ifadeyle bu kavramlar, filozofların neleri sorun olarak gördüklerini ve onları nasıl çözümlemek istediklerini bize söyler.
Bu durum sadece felsefe için değil, bilim, hatta konuşma dilinin tüm kavramları için de belirli bir ölçüde geçerlidir. Örneğin "gravitasyon" kavramı Newton sisteminde çekim olgusunun bir açıklamasıdır; ama bir adım öncesinde bu kavram, çözüm getirilen olguya/olgulara (gezegenlerin hareketine, bırakılan bir taşın düşmesine) ilişkin bir soruna cevaptır, ama öncelikle cevap verilen bir olguyu tanımlayarak ona varlık kazandırır. Bu varlık kazandırma, daha önce farkedilemeyen, fark edilse bile anlaşılamayan bir olgu veya olgular yığınına ilişkindir; bu olguları ifade eden kavramın içeriği, soruna verilen bir cevap, yapılan açıklama, getirelen bir çözümdür. Dolayısıyla bir kavram aracılığıyla sorunun yeni bir tanımını yapılmış, o görünür, yani anlaşılır kılınmıştır.
Renkleri düşünelim: konuşma dilinde örneğin kırmızı rengi için kaç kavram varsa, o kişi o kadar renk tasavvuruna sahiptir; daha yerinde bir ifadeyle o kavramlar kadar o kişinin kafasında renk, yani kırmızı vardır. Eskimoların dilinde 20 civarında kar kavramı olduğu söylenir. Ben tipi şeklinde kar yağışını, lapa lapa yağışı, sulu sepken kar veya kum gibi kar yağışını bilirim; ve dolaysıyla ben kar denilince bu kavramlara karşılık gelen olguları düşünebilirim. Bu yüzden bizim dil aracılığıyla düşündüğümüz söylenir. Aslında buna anadilimiz demek daha yerinde olacaktır. İlginçtir, Batı dünyasında Rönesans, Aydınlanma gibi olguların milli dillerin ortaya çıkmasıyla gerçekleştiği tarihsel bir gerçekliktir. Hani laf aramızda, dünyanın en eski dillerinden (belki de en eskisi) olup hayranlık veren sentaktik/gramatik yapısıyla, (kut gibi, gönül gibi) kendine özgü kavramlarıyla, hem duyguları hem de düşünceleri ifade edebilme yeteneğine sahip Türkçemizin kıymetini bilelim.
Felsefe demek özelleştirilmiş kavramlarla iş görmek demektir; ve bu özel kavram oluşturma süreci elbette konuşma dilinden farklı şekilde gerçekleşir. Çünkü felsefe öncelikle soyut nesnelere, yani ancak tasarlanabilen nesnelere varlık kazandırır. Daha da açık ifadesiyle kullandığı kavramlarla her filozof kendine göre soyut nesneler tanımlar, bir içerik, yani varlık kazandırır; ve o kavram bu filozof sayesinde hiç düşünmediğimiz, görmediğimiz, farkına bile varmadığımız bir olgunun, ne kadar soyut olursa olsun zihnimizde varlık kazanmasına, böylece düşüncelerimize ve duygularımıza yön verebilmesine olanak sağlar. İşte bu özelliği dolayısıyla felsefe bir kültür işidir; rafine bir kültür oluşturma aracıdır ama aynı zamanda kültürlü toplumlarda yeşerir.Felsefe kültürünün olmamasının beraberinde getirdiği bir özellik, felsefe hayranlığıdır. Bunun en önemli belirtisi, felsefi özdeyişlerin ortalığı kaplaması, çeşitli filozofların görüşlerini çok iyi bilen uzmanların çokluğu, bu uzmanlar arasında benim filozofum seninkinden daha önemlidir tartışması, filozofların kültürel aidiyetlere göre yargılanması, bir doğu-batı savaşının "çok kanlı!" bir şekilde sürmesidİr. Sonuç o toplumun hep yakınması, herseyden şikayet etmesi ve çözümü kendi dışında aramasıdır. Buna tipik bir örnek olarak köy enstitüleri tartışması gösterilebilir. Ben bugüne kadar "köy enstitülerinin kaldırılması iyi olmuştur" diyen kimseye rastlamadım; ama onların ne kadar iyi, güzel, özgün, biricik, faydalı, gerekli, çağın ötesinde olduğunu söyleyen sayısız inceleme ve söylem ile karşılaştım. Fakat bu kurumu "şimdiki koşullara uygun olarak nasıl inşa edebiliriz" kaygısı ve iradesi taşıyan yetkili ve etkili bir kimse veya yönetici ile hiç karşılaşmadım. Gerçi köy enstitüleri örneğine benzer birtakım işler yapan kişilerle karşılaşabiliriz; fakat bunlar ne yazık ki birer istisna olup ortak sorun çözme kültürünün/felsefesinin olduğunun bir göstergesi değildir.
Felsefe, sorunları görünür kılma ve olgulara varlık kazandırma dışında kurumların kurucu unsuru olma özelliğine de sahiptir. Bu felsefenin eyleme dönük yüzüdür. Bu kurumlar günlük yaşamda dernekler, vakıflar, kulüpler olarak karşımıza çıkarlar. Bu kurumlar belirli görüşlerin, amaçların, fikirlerin, düşüncelerin bireylerin kafalarında oluşmasını bir sonucudur. Bir mimar önce tasarlar sonra bu tasarıma fiziksel bir varlık kazandırır. Aynı şeyi mühendis de yapar; bu süreçlerde elbette kullanışlılık, sağlamlık, ekonomik olmak gibi etkenler estetik unsurlarla birlikte o nesnenin ortaya çıkmasında doğrudan rol oynarlar. Fakat kurumların ortaya çıkmasında çok daha soyut etkenler iş başındadır; bu etkenler artık etrafa faydalı olmak, bir görüşün, düşüncenin gelişmesi gibi felsefi içerikli özellikleri arka planda belirler, yönlendirir. Üyesi olduğum mantık derneği, felsefe derneği ve beyaz nokta vakfı gibi kurumların mevcudiyetini sağlayan kurucu unsurlar çevreye, insanlara yardım edebilmek, toplumun refahını, entellektüel dokusunu yukarıya taşımak düşüncesiyle oluşturulmuştur. Belki de işin püf noktası tam da buradadır: çünkü bu tür kurumların ortaya çıkması ve yürüyebilmesi için en altta o toplumda bireylerin felsefi kaygılara ve bakışa sahip olmaları gereklidir. En başta söylediğim gibi burada, farklı bir düzlemde de olsa, felsefenin birçok özelliğinden birisi olan sorunları, duyguları, düşünceleri, fikirleri doğrudan veya dolaylı bir şekilde görünür kılma aracı olması yatmaktadır.
Şafak Ural
13 Haziran 2024
Küçükyalı