Türkçe Sorunları: BİRBİRİNE KARIŞAN, KARIŞTIRILAN İKİ KAVRAM: EĞİTİM İLE ÖĞRETİM
Eğitim ile öğretim birbiriyle ilintili, Türkçede yan yana kullanılabilen kelimeler ise de, her durumda birbirinin yerine kullanılabilecek anlamdaş terimler değil. İç içe geçmiş kavramlardır, ama mutlaka ayırt edilmesi gereken yönleri, içerikleri vardır. Bu iki terim çoğun karıştırılır; kastedilen şey eğitim midir, öğretim mi, belirsizleşir. Söz konusu karışıklık Türkçede yeni bir durum da değil, nicedir gördüğümüz bir şey. Ama aralarındaki farkı umursamayanların sayısı yıllar geçtikçe arttı.
Haber bültenlerinde "Şiddetli kar yağışı dolayısıyla eğitime üç gün ara verildi" haberi duyuruluyor. Bazı öğrenciler "Yurt dışında eğitim almak istiyorum" diyorlar. Yabancı dil öğretiminden bahsedenler "yabancı dil eğitimi" diyorlar. "Anadilinde eğitim" diye siyasi bir talep var nicedir; bu talep bir gün kanunlaşırsa, belki de bu tanımla kanun metnine girecek. Dahası, yüksek lisans eğitimi, doktora eğitimi diyenler de sıraya girmişler. "Eğitim" sadece konuşma dilinde değil, hiç sakınılmadan yazı dilinde, örneğin özgeçmiş metinlerinde de kullanılıyor. Bakıyorum, değerinden şüphe edemeyeceğimiz bilimciler, aydınlar tıp eğitimi, hukuk eğitimi, ekonomi eğitimi diyebiliyor.. Şaşmamak elde değil. Bazı bilimsel içerikli, tarih, toplum bilimi, siyaset bilimi metinlerinde bile öğretimin yerine eğitimin kullanıldığını görüyorum. Bu ciddi metinlerde "ilkeğitim", "ortaeğitim", "yüksekeğitim" gibi kelimeler bile kullanılmıştır. Covid-19 salgınından sonra şunları da sıkça duyduk, gördük: yüz yüze eğitim, uzaktan eğitim.
Çevirilerde de, İngilizce education terimi hep "eğitim" diye çevriliyor. Bu eğitim bolluğu karşısında "öğretim", "öğrenim" kelimelerinin kullanım alanının daraldığı bir gerçek. Bugün en çok kullanılan iki çevrimiçi sözlükte (TDK Güncel Sözlük, Kubbealtı) eğitim, öğretim terimleri doğru bir biçimde tanımlanmıştır, ama gariptir, gerek yazı dilinde, gerekse konuşma dilinde bu tanımlar nerdeyse hiç dikkate alınmıyor.
Eğitim yeni bir kelime Türkçede. Cumhuriyet döneminde dil reformu sırasında keşfedilmiş. Eğitmek fiiline isim türeten —im takısı eklenerek türetilmiş. Eğitmek fiili Eski Türkçeden (Asya Türkçesinden) kaynaklanıyor. Eski Türkçede igit-mek ya da igid-mek besleyip büyütmek, yetiştirmek anlamında kullanılmış. Orhon anıtlarından Bilge Kağan yazıtında (735) şöyle geçiyor: "Olurupan Türük bodunuğ yiçe itdi, yiçe iğitti" ([amcam hakan] "Türk halkını yeniden düzenledi ve yeniden besleyip doyurdu" demek).[1] Besleyip doyurma anlamı bu metnin birçok yerinde kullanılmış. Bir anlamı da at beslemek. Kâşgarlı Mahmud'da çok yakın bir anlamı var, "yetiştirme" demek. "Ol anı igitti" (o, onu yetiştirdi).[2] Eski Uygur Türkçesinde yine aynı anlamda: "İgidmäk: yetiştirmek, beslemek, özen vermek, bakmak, itina göstermek."[3] Eski Anadolu Türkçesinde, Iğdır, Kars yöresinde kullanılan, "alıp götürmek" anlamına gelen bir "eğitmek" fiili daha var,[4] ama bunun bizim konumuz olan terimle hiçbir anlam benzerliği yok, ayrı bir kelime.
Türk Dil Kurumunun çıkardığı, yeni Türkçedeki ilk arayışların bir ürünü olan Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu'ndaki (1935) "eğitim" maddesi için verilen karşılıklar şöyle: terbiye, éducation, dressage. Bir Türkçe kelime iki yabancı, bir Türkçe kelimeyle tanımlanmış. Eğitmek fiili de "Osmanlıca" terbiye etmek, Fransızca éduquer karşılığında kullanılmış. Bu karşılıklar akıl karıştırıcı. Türkçe kelimeyi yabancı kelimelerle tanımlamak sakat bir yol. Anıt'taki "besleyip doyurma" ile Kâşgarlı'daki "yetiştirme"den "terbiye"ye ulaşmak kolay, ama "terbiye" çok daha zengin bir kelime, yan anlamları, mecazları var. Anlamlarından sadece biri yetiştirme. Besleyip büyütme, yetiştirmeden başka, görgü, âdap, edep, iyi ahlak, nezaket, incelik, zarafet, bunlarla ilintili faydalı bilgiler öğretme ("terbiyeli", "terbiyesiz" kelimeleri bu anlamından çıkıyor); çocuk yetiştirme, gerekli davranış kurallarını öğretme (pedagojiye yakın bir anlam); alıştırma, hazırlama; hayvan, bitki, çiçek yetiştirme; te'dip (edep öğrenilmesine yardımcı olacak hafif cezalar verme); ıslah etmek, disiplin altına almak; uslandırmak, bir düzene sokmak gibi anlamları da var. "Terbiye"li birçok deyim var Türkçede. Eti, balığı, çorbayı daha lezzetli kılmak için terbiye ederiz. "Terbiyeli köfte" adlı bir yemek de vardır.
"Terbiye"nin alıştırma, hazırlama, temrin anlamı da daha sonra "eğitim"e devrediliyor. Cumhuriyet döneminde uzunca bir süre kullandığımız "beden terbiyesi" sözü vardır. "Beden terbiyesi daha sonra beden eğitimine çevrilmişti. 1930'larda kurulan "Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü"nün adı da 2011'de değiştirildi, müdürlüğün adı Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğü oldu. Günümüzde "köpek eğiticisi" denen yeni bir meslek var. "Aslan terbiyecisi" yerine aslan eğiticisi dendiğini henüz duymadım, ama köpek eğiticisi olduğuna göre aslan eğiticisi de pekâlâ denebilir. Uyuşturucu madde kaçakçılarını yakalamakta polise, depremlerde de arama-kurtarma görevlilerine yardımcı olan köpeklere de "eğitimli köpek" deniyor. Eğitimli at da var. Batı dillerindeki education kelimesi hayvan terbiyesi hakkında kullanılmıyor artık. İngilizcedeki training, Fransızcadaki entraînement (yani "antrenman") eğitimin uygulamaya dönük anlamına denk düşüyor. Örneğin "askerlik eğitimi"nin İngilizcesi military training, Fransızcası da entraînement militaire.
Bunların hepsinde "terbiye"nin iki ana yönü var: ya zihni besleyerek ya da uygulamalı çalışmalarla daha iyi ya da istenilen bir biçime, kalıba, davranışa sokmak, yoğurmak. Ama ikisinde de okul öğretimi anlamı yok.
Görüldüğü gibi, terbiye çok işlenmiş bir kelime; eğitim bu kelimenin bir anlamına denk düşürülebiliyor. Education da geniş anlamıyla "terbiye"dir; fakat terbiye, education teriminin öğretim, öğrenim anlamını karşılamıyor. Dressage ise Fransızca ile İngilizcede terbiye etme, özellikle atın terbiye edilmesi demek. Hayvan terbiyesiyle de bağ kurulmuş Kılavuz'da.
Eğitim kelimesi kullanıma sokulurken Batı dillerinden fikir alınmış gibi. At terbiyesi anlamına gelen bir Fransızca kelimeye de yer verilmesine bakılırsa, anlam bağlantıları yönünden education kelimesinin Batı dillerindeki eski anlamları da göz önünde tutulmuş. Hayvan terbiyesi anlamının Eski Türkçede de olduğunu görmüştük. Anlamın bu yönü denk düşmüş. Fakat terimin bu evrim sonunda ulaştığı içerik dikkate alınmamış.
İtalyanca ile İspanyolcada da kullanılan bu kelime Latince kökenli. Şu iki birimden kurulu: ex - (ed-), "dışarı(ya)" + "ducere", götürmek. İkisi birden, dışarı çıkarmak, [bir yerden başka bir yere] götürmek, yol göstermek, meydana çıkarmak, gün yüzüne çıkarmak anlamına geliyor. Bu etimolojiye göre, kelimenin anlamı bu haliyle biraz soyut. Ancak kavramsal gelişmesini dikkate aldığımız zaman kökendeki damarın yol açtığı anlamı sezer gibi oluyoruz. Söz konusu iki birimden kurulu educare fiili Latincede çocuk yetiştirme, besleyip büyütme (hem bedence, hem zihince), çocuğa öğrenmesi gerekenleri öğretme, yol gösterme, onu bir kalıba sokma, yani terbiye etme anlamına geliyor. Educare çocuğu daha çok zihince yetiştirme; onun başka bir gramer biçimi olan educere ise daha çok bedence yetiştirme anlamında kullanılmış. Bu demektir ki, kelimemiz ikisini de içine alıyor. The Century Dictionary kökende, bizim eski deyimle "kuvveden fiile çıkarmak"ı kastettiğimiz anlamını doğrulayacak örnek bir kullanımı olmadığını belirterek bizi uyarıyor.
Douglas Harper'ın hazırladığı çevrimiçi etymonline sözlüğüne göre, education ilkin ondördüncü yüzyılda Fransızcada Latincedeki anlamıyla kullanılıyor, hayvan terbiyesi anlamı da var. On altıncı yüzyılda kelime aynı anlamıyla İngilizceye geçiyor. Sistemli okul öğretimi anlamı onyedinci yüzyıl başlarında — modernleşmeyle birlikte—ortaya çıkıyor. Bu evrim çizgisi çok anlamlı. Başlangıçta yetiştirme, terbiye verme anlamında, dar bir bant içinde kullanılmakta olan bir kelime zamanla, bilimin, teknolojinin gelişmesiyle, toplum yapısının karmaşıklaşmasıyla çocuk terbiyesinden daha zengin bir anlam boyutuna yükselmiş. Bu yeni anlamıyla education yaşayarak öğrenilen şeylerin üstüne çıkan, gözlemle, tecrübeyle, kişinin başından geçenlerle öğrenemeyeceği konulara yöneltir, kuramsal bilgiye yönlendirir insanı. Evde ya da dar bir çevrede edinilemeyecek, ancak okulda elde edilebilecek bir birikim kazandırır. Öğretilen, damıtılmış bir bilgidir. Bu anlamıyla education teriminin karşılığı öğretimdir.
Bununla birlikte, modern toplumlardaki okullaşma ve okul öğretimi kavramın bünyesindeki "terbiye" öğesini ortadan kaldırmamış. Education'ın terbiye anlamı bugün de kavramın bir yönüdür. "Eğitim" teriminin bugün olduğu kadar yaygın olmadığı yıllarda "terbiye" Türkiye'de eğitim anlamında kullanılmıştır ("millî terbiye", "dinî terbiye" sözlerinde olduğu gibi). İnsan toplumsal bir varlık olduğuna, bir toplumsal ilişkiler ağı içinde doğup yaşadığına göre, her birey içinde yaşadığı toplumun verdiği terbiye ile hayatı tanır, anlamlandırır. Buna toplumsallaşma denir. İçinde yaşanılan toplumdaki bütün siyasi, iktisadi, kültürel ilişkiler ile kurumlar insanı toplumsallaştırır. Çocuk yetiştirme bilgisi, çalışma şartları, gelenekler, töreler, ibadet, eğlenme biçimleri; aile, arkadaş çevresi, okul, devlet, hükûmetler, siyasi partiler, ordu, ibadet yerleri, yayınevleri, radyo, televizyon, basın, sinema gibi etmenler toplumsallaştırıcı güçlerdir. Bütün bu güçler insanlara kendi toplumlarının yerleşik değerlerini, yaşama biçimini, alışkanlıklarını tanıtır. Bütün bu terbiye edici işlevler insanı bir kültürün kalıplarına sokar. Bu yetişme, yetiştirme süreçleri ideolojileri doğurur. İdeoloji aşılamak da bir eğitimi gerektirir. Otoriter, totaliter, militarist, teokratik, faşist, ırkçı, milliyetçi yönetimlerin de bir eğitim siyasetleri vardır. Bunlar eğitim değildir diyebilir miyiz?
Terbiye anlamındaki eğitim zihni işlemekle, davranışları toplumsal şartlara, kurallara alıştırmakla olur. Bir yönüyle, insanı olgunlaştırmak, zihnini, ahlaki görüşünü, zevkini, dünyaya bakışını da geliştirmek, bilgi, kültür seviyesini yükseltmek için yapılan olumlu, faydalı şeyleri akla getiren eğitim, başka bir anlamıyla da, ister istemez ya bir ideolojiyi, öğretiyi, inancı ya da belirli bir dünya görüşünü aşılamak demektir. Dolayısıyla, "kirletilmeye" açıktır. Bu yüzden, Batı dillerinde indoctrination denen telkinleri, aşılamaları eğitimden ayırt etmeye kalksak işin içinden kolay kolay çıkamayız. Türkiye'deki maarif / kültür / eğitim bakanlıklarının hep millî "eğitim" işlerini yürütmesi bunun işareti değil midir? Kısacası, toplumsallaşma terbiyeyi, eğitimi, ideolojiyi zorunlu kılar. Education bu anlamıyla da eğitim demektir. Bir başka deyişle, Batı dillerinde education hem öğretim, hem de eğitim anlamında kullanılmıştır.
Dil reformunun ilk yıllarında eğitmek kelimesinin Türkçede Batı'daki education teriminin verdiğimiz tarihçesine koşut bir gelişme göstereceği öngörülmüş gibi. Cep Kılavuzu'nda education karşılığına yer verilirken bu noktadan yola çıkılmış gibi görünüyor. Yoksa bir Türkçe kelimeyi yabancı terimlerle neden karşılasın? Anlamı daha ilk elde zora sokan da bu durum. Oysa Kılavuz'da education teriminin Batı dillerindeki öteki anlamı olan "öğretim" de var. Ama öğretim denmemiş karşılığında. Şu iki kelimeyle açıklanmış "öğretim": 1. talim, 2. tedrisat. Öğretmek fiilinden türetilen öğretmen, öğretmen okulu kelimeleri de yer alıyor aynı sayfada. "Muallim, müderris" karşılığında öğretmen; "tedris" yerine öğretme; "talim etmek" yerine öğretmek; "tederrüs" (ders alma) yerine öğrenme; "talebe" karşılığında öğrenci; "tahsil" yerine de öğrenim karşılıkları teklif edilmiş. Böylece eğitim ile öğretim ayırt edilmiş.
"Eğitim"e dönelim. Bugünkü Gazi Üniversitesinin temeli olan, öğretmen, müfettiş yetiştirmekle görevli bu öğretim kuruluşunun adı birkaç kere değiştirilmiştir. 1929'daki adı Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsüydü. O yıllarda "eğitim" diye bir kelime yoktu Türkçede; TDK henüz kurulmamıştı. 1935'te çıkan Cep Kılavuzu'nda terbiye karşılığında eğitim kelimesi türetilince aynı yıl içinde okulun adı Gazi Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü olmuş, 1947'de de kısaltılıp Gazi Eğitim Enstitüsüne çevrilmişti.
Okulların bağlı olduğu bakanlık da bu yeni kelimeyle adlandırılabilirdi. Ama öyle olmadı.
Söz konusu bakanlığın 1923-1935 yılları arasındaki adı Maarif Vekâletiydi. 1935-1941 arasındaki adı Kültür Bakanlığı; 1941'de de tekrar Maarif Vekâletine dönüldü. 1946'da, anayasa dili sadeleştirilirken Millî Eğitim Bakanlığı adı verildi.[5]
Modern anlamı ile türevleri Cumhuriyet'ten sonra sözlüklere giren "eğitim", daha önce bakanlık adı dışında da uzunca bir süredir kullanılmakta olan "maarif" kelimesi yerine kullanılır oldu. Niyazi Berkes yeni kelimenin anlamı üzerinde dururken diyor ki:
II. Mahmut zamanında yeni bilgi ve teknikler için "ilim" yerine "fen" terimi kullanılmaya başladı. Fenlerle ilgili işler için de "nafıa", yani "yararlı işler" terimi yerleşti. O dönemdeki "nafıa" bugünkü anlamındaki gibi bayındırlık anlamına gelmekle birlikte bundan çok daha geniş bir kapsamı vardı. Bunu da bize yine çok kapsamlı başka bir terim, "maarif" terimi gösterir. Bu sonuncu terim, sonraları "eğitim" anlamına gelmişse de o zamanın geleneksel medrese "ilm"ine karşılık yeni ve bilinmeyen bilgilerle tanışma, hattâ "aydınlanma" anlamına geliyordu. [6]
Gözden kaçmaması gereken bir anlam genişletilmesi gayretine değiniliyor burada. "Maarif''in içeriği sonradan, olduğu gibi "eğitim"in içine boşaltılıyor. Ama boşaltıldığı kabı doldurmuyor. Maarif, "marifet"in çoğulu, yani hünerler, ustalıklar, bilgiler demek; Türkçe sözlükler "bilim, bilme, irfan, dâniş, kültür" karşılıklarını veriyor. Eğitim onun yanında cılız kalıyor. Burada şunu eklemek gerekir: education'ın yanı sıra "terbiye" ile "maarif"in de içeriğinden besleniyor "eğitim".
Cumhuriyet döneminin "maarif" dilinde talim, terbiye terimleri var; sırasıyla öğretim, eğitim anlamlarında kullanılıyor. 2 Mart 1926 tarihli 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanunla kurulan Talim ve Terbiye Kurulunun görevleri sıralanırken talimle terbiyenin içerikleri doğal olarak belirtilmemiş; çünkü o yıllarda bu iki kelimenin anlamı herkesçe biliniyordu: "talim"in öğretim, "terbiye"nin de yeni Türkçedeki eğitim anlamında kullanılmış olduğu açıktı. Talim, Arapça 'ilm kökünden türüyor; bilme, anlama, öğretme anlamına geliyor zaten. Nitekim, 1973'te çıkarılan Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yönetmeliği'nde kurulun görevleri madde madde sayılırken pek çok maddede eğitim ile öğretim terimleri aynı cümlelerde, yan yana kullanılıyor; kurula bütün bir eğitim-öğretim hayatı hakkında görevler, ödevler veriliyor. Demek ki, eğitim ile öğretim anlamdaş olmayan iki terim olarak mevzuattaki yerini almış.
Öğretim daima okulda (ilkokuldan üniversiteye kadar, yüksek lisans, doktora dersleri de içinde) ya da okul benzeri ortamlarda (eski çağlarda yaygın olan, özel öğretmenlerden ders alarak bilgi edinilmesi de bir öğrenim şeklidir) uygulanan bir programdır. "Okullar hem eğitim, hem öğretim kurumlarıdır" dendiğinde (üstelik, eğitimi öğretimin önüne koyarak) eğitimin ideolojik terbiye veren yönüne kapı açılmış olur. Oysa öğretim Latince kökenli education kelimesinin modern kullanımındaki birincil anlamına denk düşer. Talim ederek öğrenme, öğrendikçe bilgi kazanma, böylece düşünme yeteneğini geliştirme anlamı da bu birinci anlamın bir parçasıdır. Avrupa'da meslek bilgileri öğreten yüksek öğretim birimlerinin adlarında da bu terim kullanılıyor; çünkü bu da bir education, yani öğretim gerektirir. İngilizcede meslek okulu niteliğindeki yüksek öğretim birimlerine daha çok "training school" deniyor. Biraz yukarıda Gazi Eğitim Enstitüsünden bahsetmiştim. Zamanla yeni eğitim enstitüleri açıldı. Bunlar ortaokullara öğretmen yetiştiren iki ya da üç yıllık okullardı. Bu enstitülerin çoğalmasıyla "eğitim" teriminin anlamında bir kayma daha oldu. 1980'den sonra bu sınıfa giren öğretim birimlerinde öğretim süresi dört yıla çıkarıldı, "eğitim fakültesi" adı altında, daha başka meslek dallarının öğretimini de içine alan yeni fakülteler kuruldu. Böylece toplumda "eğitim" meslek bilgileri edindirme, öğretim ise yüksek seviyede bilim öğretimiymiş gibi yanlış bir izlenim uyandı. Oysa bir eğitim fakültesi mezunu "eğitim fakültesinde eğitim gördüm" diyemez, söz kulak tırmalayıcı olduğu için değil, yanlış olduğu için. O da bir öğrenim görmüş, temel kuramsal bilgilerin yanı sıra öğretimin yöntemini öğrenmiştir.
Okulların sunduğu öğretimde elbette uygulamalı ya da terbiye edici çalışmalar da yer alır. Ama okullar söz konusuysa öğretim-öğrenim şemsiye kavramdır, öyle olmalıdır; eğitim ise öğretim içinde erir. Her öğretimin eğitici bir yönü vardır elbette; bilgi —nesnel bilgi tabii— insanı eğitir, terbiye eder. Ayrıca, okullarda öğretim dışı, müfredat dışı faaliyetlere de yer verilir; tiyatro, halk oyunları, gezi kolu gibi kolların çalışmaları bu türdendir. Bunlara okul dilinde, doğru bir kullanımla, "eğitsel kol faaliyetleri" denmiştir. "Talim"e dönelim, aslında öğretme, belletme, ders verme, tedris anlamına gelen talim kelimesi zamanla, daha çok, uygulamalı çalışmaları akla getirir oldu. Bunda askerlerin kışlalarda gördükleri talimin büyük payı var. Türkülere manilere girmiş olması bu yeni anlamını pekiştirdi denebilir. Talim denince artık tamamıyla uygulamaya dönük çalışmalar geliyor akla. Uygulamayla öğrenilir askerlik zaten, ama şunun da etkisi var: Türkçede talim sadece öğretim, ders anlamında değil, bir şeyi iyice öğretmek için uygulanan düzenli alıştırmalara de deniyor; atış talimi, nişan talimi gibi. Ama talimin bu anlamı da eskiyor gibi; uzunca bir zamandır askerler kışlalardaki günlük çalışmalarda talime değil, "eğitim"e çıkıyor. Bu çalışmaların tamamına da "askerlik eğitimi" deniyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinde eğitim merkezi komutanlıkları var. Bu bağlamdaki "eğitim" kavramı zihnî terbiyenin yanında uygulatma, alıştırma, temrin ile terbiye etme anlamını "talim" üzerinden yüklenmiş oluyor; Education, maarif, terbiye kelimelerinden sonra, "eğitim"in üstüne oturduğu dördüncü kelime "talim".
Batı dillerinde education teriminin kökenindeki besleme, terbiye etme, yetiştirme, (buradan da, ideoloji aşılama) anlamı kaybolmuş değil modern kullanımında da. Olumlu bulacağımız bir anlamı da olabiliyor, olumsuz bulacağımız bir anlamı da. Dolayısıyla, terimin bu iki yönü ne sonu gelmez tartışmalara, ne de yanlış uygulamalara yol açıyor o ülkelerde. Kelimenin anlamı kullanıldığı bağlamdan anlaşılabiliyor. İngilizce training, Fransızca entraînment kelimelerini Türkçeye eğitim diye çeviririz, ama bunlar bizim eğitime yüklediğimiz geniş kapsamlı anlama pek uygun düşmez; kastedilen, daha çok, yetenek, iş becerisi, maharet, alışkanlık kazandırma amaçlı uygulamalı işlerdir. Türkçede durum böyle değil. Bizde eğitim, genellikle, bu kelimeyi telaffuz edenin dünya görüşüne, zihnindeki toplum modeline hizmet eden bir faaliyeti akla getirir. Garip olan, Türkçede iki ayrı terim olduğu (hattâ bu terimler mevzuatta da geçtiği) halde, çoğunluğun öğretim ile eğitimin sınırlarını çizmiyor, çizemiyor olmasında. O yüzden, bu iki terimin anlamları iç içe geçirildiği için anlamdaş oldukları izlenimi uyanmış. Ama bir sınır çizmek, neyin kastedildiğini anlayabilmek için karışıklığın önüne geçilmesi bir zorunluk. Öğretim uluslararasıdır, bilimsel bilginin uluslararası ölçütlerine göre yürütülür; oysa eğitim yereldir, ülkeden ülkeye değişir, devletler yönettikleri toplumlar için neyi uygun görürlerse ona göre düzenlerler eğitimi.
Kavramların kendisi bulanıklaşınca ya da yanlış anlaşılınca, o kavramlara dayalı yeni kullanımlar da hatadan payını alıyor. Sık sık gördüğümüz yeni kullanımlardan biri şu: eğitimli insan, eğitilmiş insan. İlk anda akla gelen, okumuş, bir okulu, özellikle bir üniversiteyi bitirmiş insanlardır. İngilizce "educated person" sözünü Türkçede karşılamak istiyorsak bunun doğru karşılığı "öğrenimli insan"dır. Eskiden "tahsilli" dediğimiz insanlara bugün eğitimli değil, öğrenimli (ya da "okumuş insan") demek gerekir. Ama eskimeye yüz tutmuş bir kelime olan "tahsilli" kadar bile kullanılmıyor. Ne var ki, "eğitimli insan"ın bir de "gizli" anlamı vardır. Bu sözü kullananların zihninden geçen şey, okumuş, üniversite bitirmiş insan değildir sadece, çok daha fazlasıdır. Eğitim teriminin sonradan "maarif" kelimesi yerine kullanıldığını görmüştük. Bu ikincisi içi dopdolu bir kelime. Eğitimli kişi sözünü kullananların birçoğunun zihninden geçen ama "eğitimli"nin dile getiremediği kavram, maariften, "irfan"dan, bilimden nasibini almış, Berkes'in dikkati çektiği gibi, aydınlanmış (eskiden "münevver" denen) kişi olsa gerek. Gelgelelim, irfandan, yüksek kültürden, maariften nasibini almamış kişi olur da eğitimsiz insan olmaz. Her insan yaşayarak bir şeyler öğrenir; ailesinde, yakın çevresinde, içinde yaşadığı toplumun imkânları, teknoloji seviyesiyle mutlaka bir şeyler edinir, bir eğitimden geçer. Ama okula gidince bu eğitimin veremeyeceği şeyler öğrenir. Okula gitmemişse, hayattan öğrendikleri, öğrenecekleriyle doldurur dağarcığını, ya da azimli biriyse kendi kendini yetiştirebilir, böylelikle eğitir kendini.
Bir de "eğitim sistemi" diye bir söz vardır. Sadece talim-terbiye yönetmeliğinde geçmez, herkesin ağzındadır. Ülkenin sorunları tartışılırken, eğitim sistemimiz bozuktur, şöyledir böyledir derler. Oysa burada da söz konusu edilen şey, öğretim sistemidir. Ama "eğitim sistemimiz" diye söze başlayanlar doğrudan doğruya "eğitim"i kastediyorlarsa, onların zihinlerinden geçen uygulamaları bilmek gerekir. İstedikleri şey "sistem" dedikleri örgütlenmiş yapı içinde belirli bir ideolojinin (o ideoloji kişiden kişiye değişir elbette) topluma aşılanması mıdır (ideolojinin dozu da "sistem"den sisteme değişir), yoksa gerçekten de bilimin, sanatın uluslararası seviyesine, öğretim kurumlarının dünya çapında kabul görmüş ilkelerine uygun bir zihin terbiyesi midir, budur önemli olan.
Şu tatsız çeviriye de değineyim: sık sık duyduğumuz, İngilizceden tercüme "[Filanca okulda] eğitim aldım" cümlesi "receive education" sözünün tatsız bir çevirisidir. "Eğitim almak" yerine eğitim görmek denir Türkçede ("görmek" fiilinin zenginliğini de düşünelim burada). Bu çeviri "eğitim almak" sözü sadece tatsız değil, yanlıştır da. "Öğrenim gördüm" demesi gerekirdi, bir okuldan bahsediyor çünkü.
Eğitim ile öğretim gibi öğretim ile öğrenim de birbirine karıştırılmamalı. Okul çatısı altında öğretme-öğrenme anlamındaki education Türkçede iki kelimeyle karşılanıyor: öğretim ile öğrenim. Öğrenim, öğrenme isteğiyle bir okula yazılanların; öğretim ise bu faaliyeti yürüten kurumun işidir. Bu bakımdan, bir kimse bir okulda öğrenim görür, öğretim değil.
Buraya kadar söylediklerimden, eğitimin daima ideoloji aşılamaya açık bir kavram, öğretimin ise doğrudan doğruya bilim öğretimi olduğu, dolayısıyla bu ikincinin her zaman "temiz" olduğu sonucu çıkarılmamalı. Eğitim okul çevresini aşan, bütün toplumu ilgilendiren daha genel bir kavram olduğu için, bu durum, öğretimin eğitime tâbi olması gerektiği kanısını besler. Bu yüzden, pek çok ülkede devletin güdümündeki "eğitim sistemi" öğretime müdahale eder. Öğretmenlerini ona göre yetiştirir, ders kitaplarını ona göre yazdırır. Bilim, sanat, araştırma özgürlüğünü, akademik hayatın uluslararası seviyede kabul gören ilkelerini ya hiç tanımaz ya da olması gereken ölçüde tanımaz. Müdahalenin oranı ülkeden ülkeye değişir. Demokratik olmayan ülkelerde, otoriter-totaliter rejimlerde, bir de ulus devletini yeni kurmuş ülkelerde öğretimin, okul kitaplarının büyük bir bölümü ideolojik "eğitim"e ayrılır; buna karşılık, öğretime daha çok özgürlük, özerklik alanı açan sistemlerde ideolojik müdahalenin dozu daha düşük olabilir. Öğretimin özerklik alanı genişledikçe "eğitim"in ağırlığı azalır; tersinden bakılırsa, ağırlık eğitim üzerindeyse nesnel bilgi öğretimi eksilir, eksiltilir. Doğrusu, ideolojiler bilimin içinde de barınabilir, barınmıştır da. Ama bilim namına ortaya atılan her şey çürütülüp yanlışlanabilir olduğu için bilimsel bilgi üretimi geliştikçe bilim kendini içindeki ideolojilerden arıtır. Şuna benzer bu: demokrasi nasıl sınırları bir kerede kesin olarak çizilmiş bir yönetim biçimi değilse, insanlık olgunlaştıkça demokrasinin sınırları genişlerse, öğretime verilen değer artıkça öğretimin seviyesi de o ölçüde yükselir. Böyle bir kalkınma sürecinde "eğitim" de bu gelişmeden payını alıp öğretime yardımcı olabilir. İdeal şartlarda öğretime düşen ödev "eğitim"in aşıladığı ideolojileri temizlemek, bilimsel bilgi alanını bilime aykırı müdahalelere kapatmaktır. Aslında bu da bir eğitim işidir — olumlu anlamıyla eğitim. Eğitim her zaman olumsuz yönüyle ideolojik olamaz. Bir ülkede iyi yurttaş olma, demokrasi bilincinin yükseltilmesi, ethik ilkeler, meslek ahlakı, evrensel insan hakları, başka ülkelerin halklarına, farklı inançlara karşı düşmanca duygular beslenmemesi konularındaki duyarlığın artırılması vb. iyi eğitimin ödevleridir. Eğitimin bir de şu yönü vardır... Eğitim denen faaliyet her zaman, her yerde devletin denetim alanı içinde tutulamaz. Bir devlet gençleri öngördüğü doğrultuda eğitecek programlarla okul öğretimini istediği gibi düzenleyebilir, ama eğitimin her yönünü her bakımdan kendi denetimi altına alması mümkün değildir. Demokratik ülkelerde, hattâ çok-partili ama "yarı-demokratik" diyebileceğimiz ülkelerde bağımsız düşünürlerin, sanatçıların, yazarların pek çoğu devletin öngörmediği bir kültür üretirler, onlar da eğitirler halkı. Otoriter rejimlerde bile muhalif yazarlar, sanatçılar devlet siyasetine uymayan eserler verirler. Eğitim burada da öğretimi aşar, sistemin çizdiği çerçeveden çıkar. Devletin kendi içinde tutarlı, uyumlu bir eğitim sistemi olabilir, ama eğitim kapsamındaki işler bütün bir toplumda kolay kolay bir hizada tutulamaz.
Eğitim ile öğretimin birbirine karıştırılması sadece bir dil meselesi ya da kanıksanmış bir kavram kargaşası olarak görülmemeli. Bu iki kavramın birbirine karıştırılması can alıcı sorunlara da yol açabilir. İki örnek vereceğim. 1982 Anayasa'sının 42/3. maddesine göre, "Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz." Eğitimin "Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda" yürütülmesini bazı kimseler doğal karşılayabilirler. Ama aynı kişiler bu doğrultuda bir öğretim, bu doğrultuda bir bilim öğretimi olamayacağını kabul etmek zorunda kalırlar. 1961 Anayasa'sında böyle bir madde yoktu. 21. madde şöyle yazılmıştı orada: "Eğitim ve öğretim, Devletin gözetim ve denetimi altında serbesttir. (...) Çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz." Atatürk adı da o anayasanın maddelerinde değil, sadece Başlangıç bölümünde, devletin kuruluşuna göndermede bulunulurken geçiyordu.
İkinci örnek 1982 Anayasa'sının tasarısı ile kabul edilen metninden. Tasarının ilk ve orta dereceli okullarda müfredata din dersi konması hükmü "Din ve Vicdan Hürriyeti" başlıklı 24. maddenin 4. fıkrası ilkin şöyle yazılmıştı: "Din eğitimi ve öğretimi devletin denetim ve gözetimi altında yapılır. Din eğitim ve öğrenimi, ancak kişilerin kendi isteğine; küçüklerin de kanunî temsilcilerinin isteğine bağlıdır [ikinci cümle 1961 Anayasa'sının 19/4. maddesinden olduğu gibi alınmış. Bu anayasanın "din eğitimi ve öğretimi"ne ilişkin tek fıkrası buydu.[7] 1982 anayasası tasarısının metni ile maddeleri hakkındaki rapor Anayasa komisyonu üyelerinin bazılarının "karşı oy" gerekçeleriyle birlikte 30 Temmuz 1982 tarihinde basılmıştı. Görüldüğü gibi, bu metinde ilk ve orta dereceli okullarda din dersinin mecburi tutulacağı yolunda bir hüküm yoktu. Ama biliyoruz ki, Millî Güvenlik Konseyinin görüşü bu yönde değildi. Anayasa komisyonu üyelerinin tasarı üzerindeki eleştirilerini bir araya getiren raporda bu maddeye din dersi mecburiyeti sözünün eklenmesini isteyen tek komisyon üyesi emekli Korgeneral Tevfik Fikret Alpaslan'dı. Bu maddeye, içinde beş kere "eğitim" kelimesi geçen şu şerhi koymuştu bu üye:
Din ve ahlak eğitimi ilk ve orta öğretimde mecburî olmalıdır. Köyler ve kırsal bölgelerde de din eğitimi sağlanmalıdır. İl ve ilçelerde devlet elindeki imkânlarla din eğitimi yaptırılabilir. Köy ve kırsal alanlarda ise devletin bu imkânı bugün için yoktur. Dolayısı ile buralarda din eğitimi yaptırılamaz. Okuma-yazma bilmeyen kız, erkek çocuklarımız ve vatandaşlarımız da mevcuttur. Bunların dîn eğitimi nasıl ve hangi imkânlarla yapılacaktır. Burada bir boşluk ve noksanlık kalmaktadır. Din ve ahlak bilgisine sahip vatandaş ülke için daima yararlıdır. [8]
Herhalde gerek bu şerh, gerek Danışma Meclisindeki eleştiriler, gerekse görüşülen çevrelerden alınan fikirler üzerine söz konusu bölüm daha sonra şöyle yazılmıştı:
Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.
Vurgulamam gerekir, ikinci cümlede eğitim denmiş olsaydı, sadece iman, öğreti aşılama değil, dinin uygulamalarını, namaz kılmak, dua etmek gibi ibadet şekillerini de kapsayacak, bu da laiklik ilkesine "lafzen" (ama açıkça) aykırı düşecekti. Din dersi mecburi hale getirilmiş, ama "Din kültürü ve ahlak" sözü bu maddeyi biraz yumuşatmıştı. Yeniden yazılan madde şu anlama geliyordu: okul dışı çevrelerde din, ahlak eğitimi de öğretimi de devletin gözetimi, denetiminde serbestçe yürütülür. İlk ve orta dereceli okullarda bu ders mecburidir, ama bu bir "eğitim" dersi değil, din kültürü ve ahlak öğretimiyle sınırlıdır. Okul dışındaki din eğitim ve öğretimi ise ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin isteğine bağlıdır. 12 Eylül generallerinin istediği bu olmalıydı. Konumuz açısından önemli olan, fıkraya eklenen "öğretim" kelimesinin bu hassas sorunda eğitim ile öğretimin içeriğini ayırt etmesiydi. Uygulamada din dersinin daha sonra nasıl verildiği, bugün nasıl verilmekte olduğu ayrı bir konu. Konumuz fıkranın yazılışındaki, lafzındaki anlam. Ama şunu da belirtmek gerekir: "Din ve Vicdan Hürriyeti" başlıklı maddenin yazımında gözlenen dil titizliğini, eğitimin de öğretimin de Atatürk ilkelerine göre yürütülmesini öngören 42 /3. maddede görmüyoruz.
Eğitim-öğretim kavramları arasındaki farkın din dersi bağlamındaki anlamı üzerindeki tartışmalar anayasa kabul edildikten sonra da devam etti. Aynı bağlamda bir değişiklik daha oldu bir yıl sonra: 1973'te çıkarılan 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu'nun bazı maddelerinin yanı sıra adı da 1983'te değiştirilmiş, "temel eğitim"in yerini "ilköğretim" almıştı. Tevfik Fikret Alpaslan "din eğitimi" derken ne dediğini biliyordu herhalde. 2012'de müfredata eklenen seçmeli "Kur'an-ı Kerim", "Hazreti Muhammed'in Hayatı", "Temel Dinî Bilgiler" dersleriyle emekli general ile onun gibi düşünen çevrelerin otuz yıl önce "noksan" buldukları "eğitim" böylece mevzuata değil ama müfredata girdi sanırım.
Bütün bunlardan sonra, mevzuatta eğitim ile öğretim ayırt edildiği halde, binlerce insan neden hâlâ öğretim demiyor da eğitim de eğitim diyor diye sormalıyız. Eğitimin her an olumlu bir anlamı olduğunu sandıkları için mi? Türkçenin istikrarsızlığı mı? Yoksa kötü bir ağız alışkanlığı mı? Öğretim kelimesini unutanlara şunu sorabiliriz: siz öğretimi ikinci sıraya koyup onu eğitime bağımlı kılıyorsunuz, yani okulları ideolojilere — sizin ideolojiniz size göre ne denli iyi olursa olsun— açık tutuyorsunuz. Buna razı mısınız?
Bülent Aksoy
2 Şubat 2024
[1] Talat Tekin, Orhon Yazıtları, Simurg, Istanbul, 1998, s. 66-67.
[2] Dîvânü Lugati't-Türk, hazırlayanlar Ahmet B. Ercilasun - Ziyat Akkoyunlu, TDK, Ankara, 2014, s. 114/103.
[3] Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, TDK, üçüncü baskı, Ankara, 2015, s. 90.
[4] Anadilden Derlemeler, derleyenler Hâmit Koşay- Orhan Aydın, TDK, Ankara, 1952, s. 51.
[5] 1950'de Demokrat Parti iktidara geldiğinde eski anayasa diline dönünce bakanlığın adı bir kere daha değişti: Maarif Vekâleti. 1961 Anayasası'nın kabul edilmesinden sonra bu bakanlığın adı yine Millî Eğitim Bakanlığı oldu, adı bir daha değiştirilmedi.
[6] Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, YKY, Istanbul, 2020, s. 179.
[7] Danışma Meclisi, S. Sayısı 166'ya I. Ek, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/463). Bu metne şu adresten de ulaşılabilir: https://www.tbmm.gov.tr › tutanaklar › TUTANAK ve Anayasa Komisyonu Raporu TBMM, 1/463 TBMM.
[8] Aynı yerde, s. 78.