T A B U ve T A B U L A R I Y I K M A K
Günlük konuşma dilimizde sıklıkla kullandığımız sözcüklerden bir tanesi de tabu sözcüğüdür. Bu söz genel olarak olumsuz bir durumu ifade eder. Belki de bu yüzden “tabuları yıkmak” şeklinde başka bir kavram daha doğmuş oldu.
Tabu kavramının anlamına geçmeden önce ilkel topluluklarda din ve inanç sistemlerinin doğduğu ilk anlara kadar gitmemiz gerekmektedir. İnsanlar diğer bütün canlı türleri gibi kendilerini çevreleyen dış dünyadaki şeylerin hareket edişleri ile yakından ilgilenmişlerdir. Doğada bulunan bazı şeyler insanların varlıklarını sürdürebilmeleri ve daha uygun koşullarda yaşayabilmeleri için gerekli ve yararlı şeylerdir. İnsanlar kendileri için yararı ve zararı dokunan şeyleri gerek bilinçaltlarıyla ve gerekse günübirlik yaşayarak edindikleri bilgi ve deneyimlerle öğrenmişler ve bu öğrendiklerini o güne kadar farkına bile varmadan geliştirdikleri kültürel kalıplar içinde ileriki kuşaklara devir etmişlerdir. İnsanların doğa ile bu ilişkileri içinde durağan şeylerden çok hareketli şeyler daha çok dikkatlerini çekmiştir. Şeyleri harekete geçiren şeye veya şeylere veya kişilere daha çok önem vermeye başlamışlardır. Kişi veya şeylerdeki bu “dinamizm” in kaynağını araştırmışlardır. Örneğin güneşin doğuşu ve batışındaki dinamizm, gizil bir gücün varlığına bağlanmıştır. Aynı şekilde daha hızlı koşan bir ceylanın veya işlerini görmede kendilerine en çok yarar sağlayan bir aletin içinde ayrı bir güç “mana” olduğuna inanmışlardır.
Mana kavramı 1889 tarihinde Melanezya Adalarında incelemelerde bulunan antropolog Robert Henry Codrington tarafından kullanılmıştır. Bu güce, bu kuvvete farklı etnik topluluklarda farklı adlar verildiğini de biliyoruz. Örneğin Kuzey Amerika’da yaşayan İrakualar Orenda, Algonkinler Manito(u), Eskimolar Sila, Afrika’da bazı kabileler Megbe ve bazıları Elima demektedir. İnsanlar bu güce sahip olabilmek için o şeyden bir parçayı yanlarında bulundurmak istemişlerdir. Bir avcının avladığı bir hayvanın dişini kolye yapıp boynuna takması böyle açıklanabilir.
Söz geçiremedikleri, olup bitişlerine akıl erdiremedikleri güçler karşısında da çoğu kez yalvarma biçiminde bir saygı ve korku ile kutsallaştırma yolunu seçmişlerdir. Dinlerin doğuşu bu şekilde açıklanabilir. İnsanda bulunan veya var olduğuna inanılan bazı gizil güçlerin kendilerine geçmesi için insan avlayıp etlerini yemelerinin, yamyamlığın (Cannibalisme) altına da bu nedenler yatmaktadır. Antropofaji bazı durumlarda başkalarına zarar vermek veya yiyecek bulamamaktan da ( Paskalya Adası yerlilerinin bir zamanlar yaptıkları gibi) olabilmektedir. Madagascar yerlileri arasında cesedin bir yıl geçtikten sonra mezardan çıkarılarak müzikli, danslı bir kortejle daha önce yaşadığı evine götürülme ritüelini yerinde gördüm. Bu ritüel sırasında cenaze evinin sahibi köyde büyük bir şölen vermekte, güçlerine göre zebular (büyük boynuzlu sığırlar) kesilmekte ve bu ziyafet günlerce sürebilmektedir. Bu âyin boyunca müzikler çalınıp oyunlar oynanmaktadır. Sarhoş olana kadar içkiler içilmektedir. Evde ölenin en yakını kemik üzerinde kalan et parçaları varsa onları sıyırıp yiyormuş. (Bunu ben görmedim, duydum) Kemiklerin ölünün vasiyeti üzerine birilerine miras olarak kaldığı da bilinmektedir.
Mana inancının bu özelliğinden başka bir özelliği daha bulunmaktadır. Bu da bazı şeylerden ve hareketlerden kaçınma ve yasaklamalardır.
Mana’nın bu olumsuz yanı “tabu” olarak karşımıza çıkmaktadır. Kavramı dilimize kazandıran kaptan James Cook’tur. Cook, Tonga Adasına yaptığı seyahatlerde bu kavramın Tonga dilinde Ta(= işaretlemek, nişan koymak) ve Pu (= sıra dışı, olağanüstü, şaşırtıcı) hecelerinin birleşmesiyle oluştuğunu söylüyor. Tapu İngilizceye taboo, Fransızcaya da tabou olarak geçiyor.
Tabu’nun içeriğinde iki temel duygu yer almaktadır. Bunlardan biri korku ve saygı diğeri o şeyin pis olması veya pis olduğuna inanılmış olması gerekmektedir.
Tabu, bir topluluk tarafından yasaklanan, yasağın çiğnenmesi halinde yaptırımlara bağlanan kişi, kural, kavram, davranış veya sözlerdir. Bu anlamda tabu bir tekinsizlik durumudur. Saygı ve korku ile korunan tabunun çiğnenmesiyle kişisel veya toplumsal bir zarara uğranılacağı kabul edilir.
Tabu ile korunan bir insana dokunulamaz, hakkında konuşulamaz, onun bütün istekleri hiç sorgulanmadan yerine getirilir, uygulanır. Bir zamanların Japonya kralı, imparatoru “güneşin oğlu “ olarak tabulaştırılmıştır. Anlatıldığına göre en trajik örneklerden birisi 1874 yılında Kamboçya’da yaşanmış. Kral arabasından düşüp bayılmış ancak çevresindekiler korku ve saygı şeklinde kendini gösteren tabu yüzünden ona dokunamamışlar, bu yüzden de kral yaşamını yitirmiş.
Bazı kutsal kitaplar, kişiler hakkında da böyle bir tabu söz konusudur. Bunlara karşı söz ve hareketler sövgü, hakaret ve saygısızlık sayılmakta ve büyük toplumsal olaylara neden olabilmektedir.
Bazı inançlarda bazı hayvanların etinin yenmesi tabudur. Örneğin domuz eti yenmesi Yahudi ve Müslüman topluluklarda haramdır, yenmesi yasaklanmıştır. Koşer-Helal gıda kavramı böyle bir tabu sonucu doğmuştur. Domuzun ve hatta bazı deniz den çıkan canlıların eti yenmez. Bu tabunun altında o şeyin pis olduğu yolundaki bir inanış vardır. Bazı inançlarda seksüel etkinliğin bir kirlilik oluşturacağı ve bazı işlere başlarken belli şekillerde temizlenmesi öngörülmüştür. Regl olan bir kadının pişirdiği yemeğin murdar olacağına ilişkin inançlar da bulunmaktadır. Tayland, Myanmar gibi bazı ülkelerde tapınakların bazı bölümlerine kadınların girmeleri kesinlikle yasaktır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Zaman ve yer değiştikçe tabular da değişikliklere uğramışlar, kimi tabular unutulup gitmişler kimi tabular da şekil değiştirmişlerdir. Öte yandan modern toplumlarda yeni yeni tabular oluşturulmaktadır. Günümüzde bazı gelenek, görenek ve düşüncelerin eleştirilemezliğine, anlamsız gelen bazı yasaklara, dokunulmazlıklara karşı bir tepki de oluşmuştur. Bu tepkinin adı “tabulara karşı çıkmak veya tabuları yıkmak” olarak adlandırılmaktadır.
Tabuları yıkmak deyimi kulağa hoş gelmektedir. Tabular yıkılırsa insanın özgürlük alanının genişleyeceğine inanılmaktadır. Bu tarzda bir düşünce ve eylem haklı nedenlere dayanabilir. Ancak önce tabunun ne olduğu, ne olmadığı araştırılmalıdır. Vebadan kaçar gibi tabu sözünü duyar duymaz “zaten” diye başlamadan önce tabunun niçin ve hangi amaçla yıkılacağı da sağlam gerekçelerle ortaya konmalıdır. Tabunun nasıl yıkılacağı ve yıkıldıktan sonra ortaya çıkacak boşluğun ne ile doldurulacağı da önceden belirlenmelidir. Tabularla savaşmada başarının anahtarları bu soruların yanıtlarında gizlidir.
Yukarıda da anlatmaya çalıştığımız gibi tabular, bilim ve teknolojinin gelişmediği, insanların doğada olup bitenlerle ilgili bilgilerinin çok yetersiz olduğu çağlarda ve topluluklarda insan sezgileriyle bulunmuş kurallar, toplumsal uygulamalardır. Profanik bu uygulamaların modern anlamdaki dinlere de bir ölçüde girdiğini söyleyebiliriz. Totemcilik ve Şamanizm de bir gereksinimin sonucu olarak doğmuştur. Geliştirilen o kurallar, o gelenekler sayesinde insanlık bir ileriki aşamaya ulaşabilmiştir. Kölelik elbette kötü bir şeydir, insan haklarıyla taban tabana zıt bir uygulamadır. Ancak unutmayalım, o köleler sayesinde bu gün gıptayla baktığımız, hayranlıkla seyrettiğimiz piramitler yapılabilmiştir. Kolomb’un gemisindeki tayfalar olmasaydı kaptan Kristof Kolomb değil yeni bir kıtaya Kanarya Adaları’na bile gidemezdi. Ancak şimdi değil bir kıtaya gitmek aya, yıldızlara bile gider gelir olduk. Bunların hepsi tabuları koruyarak değil eleştirel aklın yarattığı bilimle gerçekleşti.
Bilim ve teknoloji bize salt sezgilerimizle değil duygularımız ve aklımızla birlikte olayları ve şeyleri tanıma, onları insan yararına uygun kullanma olanağı vermiştir. Eğer tabulara karşı çıkacak isek tabuları iyi tanımalı ve mutlaka bilimin bize gösterdiği yolda yürümeliyiz.
Ali Can Polat
01.02.2022