Despot, Tiran, Diktatör
Kelimeler zamanla anlam değişikliğine uğrar. İnsanların çoğu kelimelerin en son anlamlarını, yani bugünkü anlamlarını bilirler. Bu da doğaldır. Eski, geçmişi yüzlerce yıl öncesine dayanan kelimeleri, özellikle terim değeri taşıyanları eski bir metinde gördüğümüz zaman, o metnin yazıldığı çağın söz dağarcığına yabancıysak, yazılanları anlayamayız. Bu bakımdan, eski metinleri okuyup anlayabilmek ciddi bir hazırlığa ihtiyaç gösterir. Eskinin de eskisi vardır; yüzlerce değil, binlerce yıl öncesinden gelen terimlerle de karşılaşabiliriz. İşimiz o zaman daha da zordur.
Eski metinleri bir tarafa bırakalım. Kimi kelimelerin eski anlamlarının daha sonraki anlamlarından ayırt edilememesi günlük dilde bile anlaşmazlıklara yol açar. Niyazi Berkes bu türden bir anlaşmazlığın çok ilginç, çok da eğlendirici bir örneğini verir. Hikâye Türkiye'nin 20 Temmuz 1974 Kıbrıs çıkarmasından bir buçuk ay kadar sonra geçer. Bir İngiliz televizyon muhabiri Kıbrıs'a gelip bir Rum kadına, "Neden kaçıyorsunuz, Türkler Rum yönetimi altında yaşadıkları halde siz Türk yönetimi altında köylerinizde oturamaz mıydınız?" diye sorar. Kıbrıslı Rum kadın, "Hayır, asla hayır," diye cevap verir. Muhabir niçin peki diye deyince, kadın gerilerek, "Çünkü Türkler barbardır!" diye haykırır. "Barbar" kelimesini anlamayan muhabir, "Barbarous mı demek istiyorsunuz," der. Fakat kadın "barbar" demek istiyorum diye cevap verir. İngiliz bu kez, "Barbarian mı demek istiyorsunuz?" diye sorar. Kullandığı kelimeden vazgeçmeyen kadın, İngilizin İngilizcesini beğenmez! Nedenini herhalde tahmin edebilirsiniz. Rum kadın "barbar"ın Eski Yunancadan kalma "bizden gayri, yabancı" anlamını kullanıyordu hâlâ! Dahası, onun küçük dünyasında "barbarlar / yabancılar" olan sadece Türklerdi. Kıbrıslı bir Rum köylüsü olduğu anlaşılan kadın Yunanca kelimenin kendilerine barbarlığı kondurmayan Avrupalıların dilinde kazandığı yeni anlamlara yabancıydı. Nitekim, Rum kadın İngilizin Yunancadaki cahilliğine içerlemiş gibi, bar bar bağırır! Elbette haklıdır kadın. Az çok okumuş bir kimse olması gereken bir gazetecinin (herhalde bir BBC muhabiri) bu kadar basit bir şeyi bilmemesi karşısında Sakallı Celâl'in veciz sözünü hatırlamanın tam sırasıdır: "Cehaletin bu derecesi ancak tahsil ile mümkündür!"
"Barbar" bütün dünyada duyulmuş bir kelime olduğu halde böyle şeyler hâlâ başa gelebiliyor. Burada barbar gibi, üç tanınmış, duyulmuş terimin uğradığı anlam değişiklikleri üzerinde duracağım: başlıktaki üç terim. Bunlar bugün aşağı yukarı aynı anlamda. Ama eskiden öyle değilmiş.
Despotes efendi, köle sahibi efendi, evin efendisi, hâkimi demek. Yine "evin efendisi" anlamına gelen Sanskrit dampati ile aynı anlamda. Her ikisi de Hint-Avrupa kök dilindeki domo (ev) birimine dayanıyor; Latincede "ev" demek olan domus ile onun türevi domestic buradan geliyor. Despotes kelimesinin "- pot" kısmı bir işi yerine getirebilme gücü, yeteneği ile ilgili ("potansiyel" kelimesindeki görüleceği gibi). Latince dominus Yunanca terimin bire bir dengi, o da "evin efendisi" demek. Bu kökten çıkan, Türkçede bilinen kelimeler şunlar: dominyon (İng. dominion, Commonwealth ülkelerinin her biri), domestik, dominant, dominatrix, dame (soylu kadın), Madonna ("hanımefendim" demek, Despina'nın Latincesi, yine Meryem hakkında), matmazel (Fr. mademoiselle), prima donna, dama (bir oyun), domino.
Latince domus ile Anadolu Türkçesindeki dam ya da tam, tām büyük bir benzerlik gösterir. Türkçede sonradan "evin çatısı" anlamında kullanılan dam, daha önce "duvar, ev, oda" anlamına geliyordu. "Başımı sokacak bir dam" sözündeki "dam" bu anlamını açıkça gösterir. TDK'nin Derleme, Tarama sözlüklerinde kelimenin "ev" anlamı için birçok örnek cümle verilmiştir. Gerek anlam, gerekse ses benzerliği gösteren bütün bu kelimelerin ortak kaynağının Sanskrit olduğu sanılıyor.
Yunancada despotes efendi, hâkim, hükümdar anlamlarında kullanılmış. Hiçbir olumsuz anlamı yok. Herhangi bir olumsuz yönü olmadan kullanılan imparator, hükümdar terimlerinden farksız bir anlamı var. Aristoteles bu terimin Yunancadaki anlamını "barbar" denilen, yani Yunan-dışı doğu (Asya) toplumlarının, özellikle Perslerin yönetim biçimi hakkında kullanmış. Despotes onun kullanımında "tiran", zorba anlamında değil. Despotes nasıl evin efendisi ise, o toplumlarda da ülkenin efendisi oluyor. Böyle bir benzetmeyle kullanıyor. Asya toplumlarında despot, halkına korku salarak değil, rıza ile yönetir. Halk itaatkârdır, hükümdarın sultasını kendi iradesiyle kabul etmiştir. Meşru bir yönetimdir, meşru bir temeli vardır, babadan oğula geçer. Babadan oğula geçen yönetim yetkisi Eski Yunanistan'da da meşruydu. Oysa tiranlık gayrimeşru, keyfîydi. Kısacası, Aristoteles Asya toplumlarında bir "kerim devlet" zihniyetinin hâkim olduğunu anlatmak istemişti. Öte yandan, bu türden yönetimlerin Yunanistan için uygun olmadığını da söylemişti.
Gelgelelim, despotizm Batı Avrupa'da yüzyıllarca yanlış anlaşılmıştır. Roma Kilisesinin din devletine karşı mücadele eden, "devlet benim" diyen Fransa Kralı XIV. Louis gibi hükümdarların tavrını eleştiren Aydınlanma düşünürleri despotizm terimini hak hukuk, adaletten yoksun, keyfî yönetimlere uyarladıkları için despotizm bugün bilinen anlamına gelmeye başladı. Bu düşünürler daha da ileri gidip "doğu despotizmi" diye bir kavram da kurgulamışlardı. Yani özlemini duydukları özgürlükçü rejimleri dolaylı yoldan, "doğulular" üzerinden tanımlamışlardı. Doğu despotizmi kavramını en çok işleyen düşünür Montesquieu bütün doğulu devletlerin yönetimlerini monarşiden farklı olan despotik rejimler olarak tanımlamıştır. Despotluk böylece bugünkü, en olumsuz anlamını kazandı; Türkçede de bu anlamıyla tanındı.
Geçmişe, Orta Çağa dönelim. Batı ve Doğu Roma imparatorlukları döneminde despot, imparatorların resmî unvanı haline geldi. Resmî belgelerde, basılan sikkelerde, bu gibi resmî bağlamlarda kullanıldı. İmparatorlar dışında, prenslere, soylulara, patriklere, piskoposlara da despot unvanı verildi. Doğu Roma'da zamanla en yüksek resmî unvan oldu. Eski Yunancada olduğu gibi, Orta Yunancada da hiçbir olumsuz yönü yok. Modern Yunancada piskoposlara "despot" deniyor. Türkiyeli Rumlar bu terimi, Avrupa dillerindeki olumsuz anlamını akıllarına getirmeden, bugün bu anlamda kullanıyorlar. Demek ki, "despot"un Avrupa'da başına gelenler Yunancanın semtine uğramamış. Daha doğrusu, Yunanca doğru bildiği yolda yürümüş.
Despot'un Yunancada bir de dişil biçimi var: despoina / despina. "Hanımefendi, kraliçe" demek. Ortodoks dünyasında Bakire Meryem'in unvanlarından da biridir; ona duyulan saygıyı dile getirir. Ortodoks dünyasında (bu arada Türkiye Rumları arasında) kadın adı olarak kullanılır. Yıldırım Bayezid'in nikâhlı karısının (Sırp Kralı I. Lazar'ın kızı) adı Despina Hatun'du.
Şemsettin Sami'nin Kamus'unda kelimeyi bu anlamıyla, "Rum piskoposu, metropoliti" diye tanımlaması, buna karşılık, Fransızcadan Türkçeye kamûsunda despote'u "Kadîm Roma imparatorlarına ve muahharan ailelerine verilen nâm. (mec.) Âmir-i mutlak"; despotisme'i de "Âmiriyet-i mutlaka" diye tanımlaması çok dikkate değer. Değerli yazar Türkçe sözlüğünde bu ülkeye sesleniyor, "despot" kelimesinin Rum-ortodoks çevresinde ne anlama geldiğini bilmeyen yurttaşlara bu anlamını bildirirken, Fransızca sözlüğünde de bu dildeki anlamını veriyor.
Türkçede despotizmin karşılığı "istibdat". İstibdat uygulayana da "müstebit (müstebid)" denir. Ondokuzuncu yüzyılda Arapçadan almışız. Arapçada "men etmek, uzaklaştırmak" anlamına gelen "bedd kökünden türemiş. Ferit Devellioğlu şöyle tanımlamış "istibdâd" kelimesini: "1. keyfî idâre sistemi; 2. idarede tazyık, baskı." Yazar şu bilgiyi de vermiş: "Arapçada 'başlı başına olma, müstakil bulunma' mânâsındadır."
Tiran kelimesi de Yunancadan yayılmış, ama bu dile daha eski bir dilden geçmiş. Avrupa dillerinde Aydınlanma çağından bu yana tiran, kanun kural tanımaz, halkını ezen, zalim, zorba hükümdar anlamında kullanılıyor. Yunancada tyrannos hükümdar, efendi demek. Kelime anlamıyla zararsız. Ama kavram olarak, ülkesini kanunlarına bağlı kalarak yöneten kraldan (monarch) farklı olarak kanunla bağlı olmayan kayıtsız şartsız hükümranlık anlamındadır. İktidarı zor kullanarak, gayrimeşru bir yoldan ülkenin başına geçen kişiler için kullanılıyordu; iktidarı bu şekilde ele geçiren kişilerin mirasçısı olarak devletin başına geçenler de gayrimeşru sayılıyordu. Eski Yunanistan'da bir kimse, özgür bir şehir-devletinin yönetimini zor kullanarak ele geçirmişse tiran diye nitelendiriliyordu. Oysa monarch iktidara meşru bir yoldan (babadan oğula kuralına uygun olarak) gelen bir yöneticidir.
Eski Yunan dünyasında tiranlar sadece "tiranlar çağı" diye anılan İÖ. VII-VI. yüzyıllarda değil, daha sonraki yüzyıllarda da zaman zaman görülmüştür. Tiranlığın (tyrannos) olumsuz anlamı Perikles demokrasisinin ideal bir yönetim biçimi olarak görüldüğü İÖ. IV-V. yüzyılların anlayışına bağlanıyor. Eski Yunan'da başka bir yönetim şekli olan aristokrasilerin geniş bir kitle tabanı yoktu. Bu yüzden, tiranlar aristokrasi karşısında ezilen yoksul halkın desteğini kazanabiliyorlardı (çağımızın bazı popülist otoriter rejimlerinde olduğu gibi). Bu açıdan, tiranları "kötü adam"la bir tutmak da pek doğru değil.
Sophokles'in ünlü tragedyasının Yunanca adı Oedipus Tyrannus. Bu oyun Avrupa dillerine "tiran" kelimesi kullanılamadan, Kral Oedipus adıyla çevrilmiştir. Çünkü "tiran" kelimesi batı dillerinde karşılanamamış; Fransızca ile İngilizcede "kral" anlamına gelen roi, rex kelimeleri kullanılmış. İlk Türkçe çevirisi de Fransızca, İngilizce çevirilerine dayandığı için bu eser Kral Oedipus adıyla çevrilmiş. Oysa Eski Yunan'da tiranlık krallıktan kötü bir yönetim şekliydi.
Türkçede bugün "tiran", daha çok, geçmişe dönük, eski bir terim olarak kullanılıyor, antika bir kelime gibi. Ama Avrupa dillerinde durum bildiren isim soneki alınca (İngilizcedeki "tyranny" gibi) zorbalık anlamında yaygınlaşmıştır.
Üçüncü terimimiz diktatör. Önce fiil kökünü görelim: dictare, dicere söylemek, konuşmak, önemli bir şeyi bildirmek demek. Ham anlamıyla "konuşan, söyleyen, yetkisini kullanarak konuşan, dediğini yaptıran demek Latince dictator. Terimin Latince kökü daha pek çok kelimede kullanılmıştır.
Bu terim de eskiden farklı bir anlamdaydı. Kelimenin ilk anlamı Eski Roma'dan. "Despot" gibi onun da başlangıçta kötü bir anlamı yoktu. Roma Cumhuriyetinde dictator, senatonun tavsiyesi, bir konsülün (en üst seviyedeki iki devlet yetkilisinden biri) kararıyla, magistratus denilen yüksek rütbeli devlet yöneticileri arasından uygun görülüp geçici olarak atanan, gerek devletin yönetiminde, gerekse yargı işlerinde olağanüstü yetkileri olan bir resmî görevliydi. Diktatörlük kanunlara dayalı bir devlet kurumuydu. İtalya'nın Latin şehir-devletlerinin bazılarında geçici olmayan resmî bir görevdi. Fakat Eski Roma'da ancak ordu içinde kargaşa, ülkede iç karışıklık gibi bunalımlarda başvurulan bir olağanüstü hal uygulamasıydı diktatörlük. Diktatörlüğün devleti tehdit eden bir güç haline gelmesini önlemek için, diktatör olarak atanan kişinin yetkilerini sınırlandıran sıkı kurallar konmuştu. Diktatörün görev süresi altı aydı. Ayrıca, yetkisini ancak öngörülen sınırlar içinde kullanabilirdi. Görev süresinin sonunda da çekilmek zorundaydı.
Dictator Roma'da Cumhuriyet döneminin kapanmasıyla birlikte olumsuz bir anlam kazanmaya başlamıştı. İngilizcede Roma dönemine özgü bir uygulamanın adı olarak kullanılmış ilkin. Onyedinci yüzyılın başında yetkisi sınırsız, iktidarın mutlak hâkimi anlamını kazanmış. Fakat diktatörlüğün olumlu bir şey mi, olumsuz bir şey mi olduğu sorusunun cevabının daha uzun bir süre verilemediğini görüyoruz. Ondokuzuncu yüzyılda bile sorunun kesin cevabı hâlâ verilememişti. Yüceltilen diktatörler vardı bu dönemde. Ama biraz daha zaman geçince kötü bir şey olduğu fikri öne geçti. Nitekim, bazı ülkelerde, devletin başındaki kişinin yetkisini kötüye kullandığını ileri süren muhalefet önderlerinin yönetimi suçlamak için kullandıkları bir yergi sözü oldu. Öte yandan, "iyi diktatör"lerden de bahsediliyordu. Tarihte "iyi despot" , "iyi tiran" olarak görülen hükümdarlar çıkmışsa da, despot, tiran terimlerinin anlamında bugün hiçbir kararsızlık yok. Aynı şey "diktatörler" için söylenemiyor. Bugün hiçbir batı Avrupa ülkesinde, kuzey Amerika'da kimse diktatörlüğü açıkça savunmaz. Ama yüzyılların diktatörleri tek tek ele alındığında kimilerinin iyi bir devlet adamı olarak anıldığını görmezlikten gelemeyiz. Ondokuzuncu yüzyılda demokrasi yaygın bir yönetim biçimi değildi, ama demokrasinin geçmişe göre çok geliştiği yirminci yüzyılda bile "iyi" diktatörlerden bahsedilebilmiştir. Özellikle bazı Avrupalılarla Amerikalılar demokrasi fikrinin gelişmediği toplumlarda ortaya çıkan kimi diktatörleri "bizde olmaz, ama onlar için iyidir" diye düşündüklerinden olacak, beğenir, överler (Aristoteles'in despotlar hakkındaki görüşüne benzer bu). Bir görecelik var kavrama yaklaşımda; terimin yorumundaki farklılık buradan geliyor. Bu yorumların baskısından sıyrılmak pek kolay değil. Ama şunu söylemeliyiz: diktatörlerin insan olarak mutlaka birer "kötü adam" oldukları söylenemez; "iyi insan" olmaları da pekâlâ mümkün. Yönetimleri sırasında halk katında çok da sevilmiş, saygı görmüş olabilirler. Ama şunu da görmeliyiz: diktatörler yönettikleri toplumların bir kesimini verdikleri keyfî kararlarla bir süre için hoşnut edebilir, ne var ki, muhaliflerini baskıyla susturdukları, kanun kural tanımadıkları için toplumun temel sorunlarını ister istemez göz ardı ederler, dertlere köklü çözümler getiremezler. Açıkça dile getirilemeyen temel sorunlar bu yüzden bir köşede biriktikçe birikir. Nitekim, diktatörlerin çoğunun ölümünden sonra, birikmiş sorunlar bir anda görünürlük kazanır, toplumun gerçek durumu gün gibi ortaya çıkar. Dolayısıyla, sürdürülebilir, yaşatılabilir bir rejim değil diktötörlük ...
Bülent Aksoy
29 Mayıs 2021