"Modern"in Geçmişi, Bugünü
"Modern" kelimesi Latince. Kelimenin kökeni olan modus "ölçü" demek. Önce bu kökten türeyen, Türkçeye girmiş kelimelere bir göz atalım.
Model: küçük ölçü, örneklik, kalıp, standart.
Moda: ölçüyü tutturan, zamana uygun, Fransızca "la mode"dan; tersi démodé, zamanı geçmiş.
Moderato: musıki terimi. Ölçülü, ılımlı, orta hızda. Musıki icrasında "allegretto"dan ağırca, "andante"den kıvrakça.
Moderator: ölçüyü koruyan. Türkçedeki anlamıyla, bir tartışmada dengeyi korumakla görevli, ölçünün kaçmamasını sağlayan yönetici.
Module / Modül: modus biriminin küçültme takısı almış biçimi, yani küçük ölçü. Uzay aracının parçalarından biri, ama gerektiğinde kendi başına işleyebilen bir bölümü.
Mode / mod: musıki terimi. Yine Latince modus'ten türeyen bir Fransızca kelime. Uygun ölçü, yol, tarz, üslup. Eski Yunan ve Orta Çağ kilise musıkilerinde bir sekizli ses dizisinin ezgilendirmeye elverişli bölümlendirmelerinden her biri. Bizdeki "makam"ın dengi olan bir terim. Böyle bir musıki türüne "modal musıki" deniyor.
Modulation / modülasyon: ölçüyü değiştirme. Bestecinin belirli bir ses dizisinden başka bir diziye, örneğin do minörden re minöre geçmesi; Türkçede "geçki" ya da "makam geçkisi".
Modem: 1937de türetilen, sesin yayılmasıyla ilgili teknik bir terim. "Modulator"un ("kurallara göre ölçen, düzenleyen) kısaltılmış hali.
Komodin / (Fr) commode, commodine: ilk anlamı "uygun, elverişli ölçülerde". Onyedinci yüzyılda, özellikle Fransa'da şık giyimli kadınların başlarına geçirdikleri bir çeşit başlık. Bir yüzyıl sonra, çekmeceleri olan bir çeşit dolap, şifoniyer.
Modus biriminin zarfı olan modo, "ölçüye göre" demek. Kelimenin bu biçimi zamanla "şimdi" anlamına gelmiş. Orta Çağda, kelimenin sıfatı olan modernus türetilmiş. Bu sıfat ilkin "şu içinde bulunduğumuz an" anlamında kullanılmış, fakat aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra, onaltıncı yüzyıl sona ermeden anlamı genişletilip "şu içinde bulunduğumuz çağ" anlamında kullanılmaya başlamış.
Modernus sıfatı ilkin beşinci yüzyılda, tektanrılı Hıristiyanlık çağını çoktanrılı Roma çağından ayırmak için kullanılmış. Eski Roma çağı sona erdiği zaman Hıristiyanlık çoktanrıcılığa göre "modern"di. Ama onsekizinci yüzyıla gelindiğinde, Orta Çağa göre modern olan Aydınlanma çağıydı artık. Demek ki, esnetilebilip yeni bir dünyayı tanımlayabilen bir kavram modern. Bu uyarlamalarda, İlk Çağa göre Orta Çağ moderndir; ama Orta Çağa göre de Yeni Çağ (Aydınlanma Çağı). Fakat hangi çağı nitelerken kullanılmış olursa olsun, "modern"in çekirdek anlamı değişmiyor: zamanın ölçüsü. Zamanın ölçüsü derken şu anlam da gizli bu kavramda: geçip giden, bizden uzaklaşmış olan zamanın değil, yakın geçmişi de yok saymayan bir şimdiki zamanın ölçüsü...
Modern kavramının esnetilebilen bir anlamı var. Yalnızca tarihin belli başlı çağlarındaki büyük değişimleri nitelendirmiyor; belirli çağın içinde kalan ama bir görüşün, bir tutumun eskidiği, belirli bir konuda yeni adımlar atıldığı, yeninin eskiyi geçersizleştirdiği daha kısa süreli dönemlere de uyarlanabiliyor.
Modern'in karşıtı "antik" (eski); İngilizce ancient, Fransızca ancien, Osmanlı Türkçesinde kadîm. Antik, hem Orta Çağın, hem de modern'in karşıtı olarak Avrupa'da sık sık kullanılmıştır. Bugün "modern demokrasi" derken bu kavramı Antik Yunan demokrasisinin karşıtı olarak kullanıyoruz
İngilizcede de, Fransızcada da kelimenin çoğul bir kullanımı var: modernler. Modernler burada geleneksel değerlerden, eski üsluplardan kopmuş olanları nitelendirir. Onyedinci yüzyılda Fransa ile İngiltere'de hararetli bir edebiyat kavgası kopmuştu "Eskiler" ile "Modernler" arasında (des Anciens et des modernes / Ancients and Moderns). Eskiler, Antik Yunan-Roma edebiyatlarının benzersiz derecede mükemmel örnekler bıraktığını; modernler ise, buna heyecanla karşı çıkarak eski sanatın da aşılacağını ileri sürmüşlerdi.
Modern'in üç yaygın türevi var: premodern, modernite (İngilizce modernity) ile modernism. Birincisi, genel olarak, modern öncesini nitelendirir. Modern olma durumu anlamına gelen ikincisi, premodern'in karşıtı olan toplumsal, iktisadi, ideolojik yapılar anlamındadır. Üçüncüsü ise, ondokuzuncu yüzyılın sonlarıyla yirminci yüzyıl başlarında güzel sanatlarda (edebiyat, tiyatro, musıki, resim, mimarlık, heykeltıraşlık) ortaya çıkan, eski sanat göreneklerine sırt çevirmiş olan, yenilikçi üslupları, avant-garde akımları nitelendirir.
Modern denince, üç yüzyıldır Aydınlanma çağı, Tanrı-merkezli bir dünyadan insan-merkezli bir dünyaya geçişi temsil eden "akıl çağı" kastedilir Avrupa'da. Ama bu çağın da bir öncesi ile sonrası var: öncesinde Rönesans, Reform; aynı çağın ürünü olan Fransız Devriminin ilkeleri; sonrasında ise Sanayi Devrimi. Bütün bu büyük dönüşümleri kapsamına alır modern.
Öte yandan, kullanımı 1960'larda yaygınlaşan bir "postmodern" terimi var. Akıl Çağını sorgulayan, o çağa eleştirel bir gözle bakan, o çağın artık aşıldığını dile getiren bir tavır, bir kavram ya da perspektif bu. 1970'lerden bu yana modern, modernity, modernism terimleri daha çok, postmodern(ity), postmodernism dolayısıyla tartışılıyor. Bu yeni terimler olmadan "modern"den bahsetmek zorlaştı. Batı dünyasında ortaya çıkan her türden yenilikçiliğin ya da genel olarak, içinde bulunduğumuz dünyanın "modern / modernite" diye tanımlanmasının bugün artık hiçbir anlamı kalmamıştır dense yeridir.
Modern kelimesi Türkçede ilkin "asrî" kelimesiyle karşılanmış. Ama ne zaman? Yirminci yüzyıl başlarında! Mustafa Nihat Özön Osmanlıca-Türkçe Sözlük'te asrî kelimesinin "yirminci yüzyılda Fransızcadan moderne karşılığında kullanıldığını" belirtiyor. Bu terimi ilk kez kimin kullandığı bilinmiyor. Aslında "asrî"nin kaynağı olan "asır" bile çok yeni bir terim o zaman. Geçerken şunu da ekleyelim: Arapça kökenli "asır", zaman, devir, çağ anlamında kullanılıyordu eski Türkçede, yüz yıllık süre anlamı ise ondokuzuncu yüzyıl sonlarında türetiliyor. Şemsettin Sami Kamûs-ı Türkî'de (1900) "asrın müddeti muayyen olmayıp, bir tarihin beher yüz senesine, yani karn ve mi'eye asır denmesi galattır" diyor, yani "dil yanlışı" diye nitelendiriyor. Daha önce "yüzyıl" anlamında kullanılan kelimeler "karn" ile "mi'e"ymiş.
Asrîlik, tutucu çevrelerin gözünde makbul sayılmayan bir kavram. Niyazi Berkes yazıyor: "Bu sözcük [asrîlik] secularism sözcüğünün kapsadığı anlamı taşırsa da, Cumhuriyet döneminden önceki dönemde 'çağa uymak' ya da 'onun gereklerine uyacak biçimde değişmek' anlamı, dincilerin elinde kötü bir kavram durumuna getirilmişti. 'Asrîlik', züppelik, köksüzlük, yüzeysellik, dinsizlik anlamlarına gelmeye başladı".
Yine Berkes'ten, Ziya Gökalp'in bu kelimenin olumsuz çağrışımlarından kurtulabilmek için aynı kökten "muasır" kelimesini kullanmaya başladığını öğreniyoruz. Nitekim, Gökalp 1913-1914 yıllarında Türk Yurdu dergisinde yayımlanan dizi makalelerini 1918'de Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak adıyla kitaplaştırmıştı. Gökalp bu kitapta "muasırlaşmak"ı modernisation karşılığında kullandığını ayraç içinde belirtir. Aynı eserde yine modernleşme karşılığında "asrîyet" terimini de kullanmış. Bunların yanında iki yerde "âsri"yi de kullandığını görüyoruz. Gökalp muasırlaşmak derken bilim ("fen" diyor o) ile teknolojide modernleşmeyi anlıyor.
Şüphesiz, Gökalp bu terimleri olumlu bir anlamda kullanıyordu. Fakat daha sonra "asrî" ile "muasır"ın anlamları ayrıştı. Asrî, "modern" olarak kalırken; "muasır" çağdaş, yani aynı çağdan anlamında kullanılmaya başladı. Asrî, Cumhuriyet'in erken döneminde gerek gündelik dilde, gerekse romanlarda sık sık kullanıldı; asrî hayat, asrî adam, asrî baba (otoriter olmayan), asrî kadın, asrî terbiye, asrî ev döşemesi, asrî düğün (yani bir düğün salonunda düzenlenen çalgılı danslı düğün), asrî nikâh (yani belediye nikâhı) gibi. Bu kelime, kullanıldıkça içeriği biraz uysallaşmış olsa da, olumsuz çağrışımlardan uzun zaman kurtulamadı. TDK'nin 1995'te çıkan Örnekleriyle Türkçe Sözlük' ünde "âsrî"nin yan anlamı şöyle verilmiş: "giyim, kuşam ve davranışlarında aşırıca, hoppaca."
Artık her anlamıyla eskimiş bir kelime asrî, kullanımdan düşmüş gibi, anlamını bilenler de çok azaldı. Fakat kelimenin geçmişini bilmek faydalı. "Muasır"ın ise herhangi bir olumsuz çağrışımı yok. Anlamı bilenlerin de sayısı çok. Atatürk'ün "Millî kültürümüzü muasır medeniyet [yani çağdaş uygarlık] seviyesinin üstüne çıkaracağız" sözü dolayısıyla da sık sık hatırlanıyor.
Modern kelimesinin altını üstünü kurcalarken tarihî, toplumsal oluşumlara bir göz atmamak olmaz. Geniş anlamıyla modernleşme ya da asrîlik Sultan III. Selim döneminde başlatılan, daha kapsamlı bir içerikle Tanzimat'tan sonra getirilen bir sıra yeni düzenlemeyi, tabii Cumhuriyet'ten sonra da sürdürülen yenilikleri adlandırmak için kullanılıyor. Elbette günümüzden geçmişe dönük olarak. Bütün bu yeniliklere "Türk modernleşmesi" diyenler var. Oysa Avrupa'da modernleşme en az dört yüzyıl öncesinden başlayan bir büyük dönüşümün ürünü. Şunu biliyoruz ki, Osmanlı modernleşmeyi tam anlamıyla yaşamadı; modernliği çok eksik bir biçimde yaşadı. Binbir yüzü olduğunu söyleyebileceğimiz, çok değişik yönleri olan bir kavramın bir iki yüzünü görebildi sadece. Modernleşmeyi çoğu kez batılılaşmakla (daha doğrusu "alafrangalaşmak"la) bir tuttu. Bunu Tanzimat dönemi yazarlarında, özellikle bu dönemin romancılarında çok açık bir şekilde görürüz. On dokuzuncu yüzyılın bütün romancılarında modern hayatın getirdikleri karşısında eski gelenekleri, eski ahlakı koruma kaygısı ağır basar. Hepsi de yeni yaşama biçimlerini öznel bir ahlakın kalıplarına sığınarak abarta abarta eleştirir; hikâyenin sonunda da yeni hayatın çekiciliğine kapılanları cezalandırır. Erken Cumhuriyet dönemi romanlarının da birçoğunda modernleşme ile gelenekler arasındaki ahlaki gerilim işlenir.
1980'den sonra Türkiye'de yeni bir dönem başladı. Bu dönemin başlıca tartışma konusu yine modernleşme merkezliydi. Bu tartışmalara "İslamcı" diye nitelendirilen çevre etkin bir biçimde katıldı. Şuydu soru: İslamcılık modernleşme ile bağdaşabilir miydi? Bağdaşırsa, nasıl bağdaşmalıydı? İslam, modernleşmeye açık mıydı?..
Yine aynı dönemde, daha önce yalnızca felsefe kitaplarıyla kuramsal metinlerde geçen Aydınlanma kelimesi modernleşmeci aydınlar çevresinde yaygınlık kazandı. Öyle ki, kimi yazarlar, düşünürler günlük basında, televizyon programlarında "aydınlanmacı" diye anılır oldu. Oysa modernleşme, Aydınlanma terimlerini üreten batı ülkelerinde bu iki terim güncel bir sorunmuş gibi tartışılmaz bugün. Bu durumda, 1980 sonrasında, yani kırk yıldır hâlâ aynı sorunla uğraşılması bir anachronism'den başka bir şey olmasa gerek. Çok çarpıcıdır, yalnız modern kelimesi değil, "aydınlanma" terimi de bize çok geç gelmiş. Arslan Kaynardağ'ın araştırmasına göre, bu terimi ilk kez Hasan Âli Yücel 1922'de Düşünce dergisinde çıkan "Tenevvür Devri" adlı yazısında kullanmış. Bilindiği gibi, aydınlanma, "tenevvür" demek; oradan türeyen "münevver" de aydınlatılmış anlamına geliyor. Bugün TDK sözlüğünde "eskimiş kelime" olarak tanıtılan, gerçekten de çoğu kişide Tanzimat döneminden kalma bir kelime çağrışımı uyandıran "münevver" de demek ki bir yirminci yüzyıl kelimesi. Mehmet Bahaettin Toven'in (1881-1959) Yeni Türkçe Lügat'inde (1924) münevver, "İlim ve marifeti, tecrübesi çok, terbiye ve tahsil görmüş, malûmatlı, açık fikirli" diye tanımlanmış. Yepyeni bir kelime Türkçede. "Aydın", "münevver"in Türkçeleştirilmişi.TDK'nin Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu'nda (1935) "münevver" yerine "aydın" kelimesinin kullanılması öngörülmüş.
Bir konu daha var: "modern" ile "çağdaş" çoğu kez birbirine karıştırılıyor. Çağdaş da, muasır da modern anlamına gelmez; bu iki kelime contemporary (İng), contemporain (Fr) kelimelerine denk düşer. Aynı çağda yaşayan iki kişi çağdaştır. Çağdaş olan bir kişi, bir tutum hiç de "modern" olmayabilir. Bir örnek verelim. Bugün yaşayan bir yazar, bir sanatçı ile bizler çağdaşızdır; ama söz konusu kişi ne denli değerli olursa olsun, ondokuzuncu yüzyıl üsluplarının izinde yürüyen, köklü bir yenilik getirmek gibi bir niyeti olmayan bir sanatçıysa, modern sayılamaz. Ama ölümünden bu yana dört yüzyılı aşkın bir süre geçen Shakespeare basbayağı moderndir. Çünkü eskimek bilmiyor, eskimek şöyle dursun, kendini durmadan yeniliyor, her dem taze. Dünya hızla değiştiği halde, o, bugün yaşıyormuş gibi, hiç eksilmiyor. Başka hiçbir yazarın söylemediği şeyler söyleyen bu yazarın bıraktığı oyunlar sahnelenirken bütün dünyada yeniden, yeniden yorumlanıyor...
Çağdaş ile modern birbirine karışınca, daha yakın bir geçmişte modern karşılığı olarak "çağcıl" kelimesi türetildi. Fakat yayılamadı, anlam karışıklığının önüne geçilmek istenmesi elbette olumlu. Ne var ki, sözlüklerdeki karışıklık sürüp gidiyor. TDK sözlüğünde asrîlik, "çağdaşlık"; çağdaşlık ise, "aynı çağda yaşayan, çağcıl, asrî, muasır" diye açıklanmış. Karmakarışık! Kubbealtı Lugati'nde de "asrî" maddesinin karşısında hem "çağdaş"ı, hem "modern"i görüyoruz. Kubbealtı'nın almadığı "çağcıl"a TDK sözlüğü yer vermiş, ama maddenin yanında Selim İleri'nin anlamı yerli yerine oturtan "Kuşku yok ki çok modern, çağcıl bir roman" cümlesini örnek verdiği halde, kelimeyi hem "çağdaş", hem "modern" diye tanımlamış! Gökalp'in Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak'ının (Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2019) yeni basımını hazırlayan Nargiza Sattarova kitabın sonuna eklediği eski kelimeler sözlüğünde "muasır"ı da, "asrî"yi de "çağdaş" diye açıklamış. Oysa Gökalp her iki terimi de modern anlamında kullanmıştı.
Bütün bunlardan sonra, "modern"in bugünkü durumu hakkında bir sonuca varmak pek zor olmasa gerek. Dilde gözlenen bu kargaşa sadece bir dil sorunu, sadece biçimsel bir dil sorunu mudur? Diyelim ki, dili özensizce kullanmamızın bir sonucudur. Peki, Türkçeye ancak yirminci yüzyıl başlarında giren, üstelik çok eksik bir biçimde yaşanan modernleşme ile onun temelinde yatan Aydınlanma felsefesini özümsediğimiz söylenebilir mi? İçeriği özümsenmeyen bir kavram dilde dengini bulabilir mi? Modern karşılığında son zamanlarda masa başında türetilen "çağcıl" kelimesi batıda çok eski bir tarihçesi olan, geçmişi beşinci yüzyıla dayanan "modern"i karşılayabilir mi? Bunları da okurlara bırakalım.
13 Mart 2021