Akdeniz Dilinden Dört Kelime: Tersane, Damacana, Fırtına, Forsa
Tersane teriminin aslı Arapça dār-as-sinā‘ah / dāru's-san'a(t) [dar, "ev" + sina'ah / dāru's-san'a(t), "sanat, zanaat, hüner, ustalık"]. Birleşik kelimenin ikinci kısmı Türkçedeki "sanat", "sanayi" kelimelerinin aynısı. Bire bir anlamıyla "imalathane, fabrika" demek, en genel anlamıyla.
Bu Arapça kelime bütün Akdeniz dillerine girmiş, tabii, her dilin kendi yazım alışkanlıklarıyla. Batı Akdeniz dillerinde dört ana yazımı var: arsana, darsana, darasana, tarsana. Bunlardan t- ünsüzüyle başlayan dördüncüsü Türkçede benimsenmiş. İlkin İspanyolca ile Eski Fransızcada, sırasıyla atarazana, tarsenal yazımlarıyla kullanılmış (XII-XIII. yüzyıllar). Ama öteki bütün batı ve doğu dillerine İtalyanca üzerinden yayıldığı kabul ediliyor; Türkçeye de İtalyancadan geçmiş. İspanyolcadan geçtiğini ileri sürenler de var. Eski Ceneviz lehçesinde tersana yazımıyla, "donanma için gerekli mühimmat imalathanesi ve deposu" anlamıyla kullanılmış. Bu terimi Venedikliler kendi şehirlerinde, gemilerin barındığı "tersane" ve yanaştığı iskele için kullanmışlar.
Bu kelime İngilizcede arsenal olmuş, çünkü Fransızca arsenal ya da İtalyancadaki arzenale yazımı üzerinden girmiş bu dile. İngilizcede ilkin, onaltıncı yüzyılın başında, İtalyancada olduğu gibi, tersane, donanma mühimmatı deposu anlamında kullanılmış. Daha sonra, aynı yüzyılın ikinci yarısında genel olarak savaş mühimmatı imalathanesi ile deposu anlamını kazanmış. İngiltere'nin köklü bir geçmişi olan futbol takımı Arsenal 1886'da, Londra'nın Woolwich semtindeki mühimmat fabrikasının (Royal Arsenal'in) işçilerince kurulmuştur. Bu takımın ilk oyuncuları da fabrikanın işçileriydi. Arsenal Fransızcada hâlâ "tersane" anlamında kullanılıyor, ama modern İngilizcede "tersane" için kullanılan kelime "dockyard".
Tersane kelimesi, eldeki kayıtlara göre, onaltıncı yüzyılın başlarında Türkçede kullanılmaya başlıyor. Oysa batı Akdeniz dillerinde daha önce kullanılmaya başlamış. Batı Avrupa belgelerinde adı geçen Osmanlı tersanesi Gelibolu'daydı. Istanbul'un fethinden sonra bile uzun bir zaman boyunca bu şehirdeydi tersane. Osmanlı tersanesi ancak onaltıncı yüzyılın ortalarında Istanbul'da Haliç'e taşınmıştı.
Türkçede tersana, tershane, tersehan, tersâhane yazımları, söyleyişleri var. Bunlardan son ikisi bambaşka bir anlama büründürüyor terimi. Osmanlı okumuşlarının etkisiyle "hane" birimi eklenmiş. Oysa bu terimin Farsça hane ile hiçbir bağı yok. Tersâ, hıristiyan, tersâhane hıristiyan evi demek. Böylece "tersane"ye, bir ara, savaşlarda tutsak düşen hıristiyanların angarya olarak çalıştırıldıkları yer anlamı yüklenmiş.
Tersane yeni anlamıyla Türkçe üzerinden Yunancaya, Romenceye, hattâ Arapçaya da geçmiş. Kısacası, tam bir Akdeniz terimidir.
İkinci kelimemiz, su taşımaya yarayan, ağzı dar, karın bölümü şişkin, yuvarlak, üstü hasırla kaplı büyük şişe anlamındaki damacana. Kelimenin İngilizcesi ilk bakışta gülünçtür: demijohn. Bire bir anlamıyla "yarım John". Çağrışım yoluyla "bir adam boyunun yarısı kadar" diye tarif edilmiş sanki. İngilizceye Fransızcadan geçmiş. Kelimenin kaynağı Fransızca dame-jeanne, yani Lady Jane. On yedinci yüzyıldan başlayarak bu dilde uzun zaman kullanılmış. Şişenin biçiminin eski zamanların kabarık giyiminin etkisiyle tıknaz, toplu görünümlü bir kadına benzetilmiş olduğu izlenimini uyandırıyor. Kelimenin kökeni belirsiz. Kelimenin İtalyancası da damigiana, aynı kelime. Türkçeye İtalyan denizcilerden geçmiş olsa gerek. Bilinmeyen bir yabancı dilden çıkan bu kelimenin halk yakıştırmasıyla bu biçimlere sokulduğu sanılıyor. Webster sözlüğünün gözden geçirilmiş, kısaltılmamış basısında, bu kelimenin Arapça damajāna'nın (ya da damjāna) bozulmuş bir biçimi olduğu, onun da İran Horasanı'nın bir zamanlar cam işleriyle tanınmış şehri Damaghan'dan gelmiş olabileceği tahmini yürütülmüş. Değişik yazımlarla Arap dillerinin yanı sıra Yunanca, İspanyolca, Portekizce, Romence, Arnavutça, Bulgarca, Dalmaçyaca gibi dillerde de kullanılan bir ortak kelime damacana.
Üçüncü kelime fırtına, karada, denizde esen, kasırgaya yol açan çok sert rüzgâr. Kaynağı Latince fortuna. Akdeniz gemicilerinin dilinden, başlangıçta fortuna, furtuna söyleyişleriyle girmiş Türkçeye. Güney ve doğu Akdeniz dillerine Venedikli gemicilerinin ağzından şu güney ve doğu Akdeniz dillerine geçmiş: fortunale (Italyanca), furtuna (Yunanca), fartana / fartūna (Arapça), fortuna (Malta dili), fartunë / fortunë (Arnavutça), fortuna (Bulgarca), furtuna (Romance). Türkçeden de kuzey Kafkasya dillerine geçmiş.
Latince fortuna (baht, kader, kısmet, talih, felek) kelimesini ödünç alan dillerde "iyi talih" anlamında, yani olumlu bir anlamda kullanılır. Ne var ki Akdenizli denizcilerin dilinde "kötü talih, talihsizlik"e dönüşmüş, "denizde ansızın esen çok sert rüzgâr" anlamına gelmeye başlamış. Şuradan çıktığı anlaşılıyor: "denize açıldıktan sonra fırtınaya uğramış olma talihsizliği, denizcilerin talihsizliği".
Dördüncü kelimemiz forsa. Akdeniz dillerinde çok yaygın. Eskiden yelkenli gemilerde kürek çekmeye mahkûm edilen savaş tutsağı yahut hükümlü kimse demek. Venedik İtalyancasında "gayret" anlamına geliyor. Akdeniz gemicilerinin bir ünlemi; kürek çekilirken "ha gayret, çabuk, daha kuvvetli"; yelken açarken ise "daha çabuk" anlamında bir zarf. Sıfat olarak kullanılınca da "süratli" anlamına geliyor. Kelimenin bu anlamı Türk denizcileri arasında kullanılmış. Ama daha sonra "kürek mahkûmu" anlamına da gelmeye başlamış. "Forsa", Ömer Seyfettin'in çok okunmuş bir hikâyesinin adıdır. Tarihçi Reşat Ekrem Koçu da Forsa Halil adlı bir tarihî roman yayımlamıştır.