THESEUS’ UN GEMİSİ PARADOKSU
Aslında Theseus’ un gemisini anlatmadan önce Theseus’u ve Theseus’u anlatmadan önce de babası Aegeos’u ve onunla Girit kralı Minos arasındaki ilişkileri anlatmak gerekiyor. Bundan önceki Labyrinthos ve Ikaros başlıklı yazılarımızda bu konulara bir ölçüde değinilmiş idi. Bu bilgileri özetledikten sonra ünlü gemiyi ve bu gemi üzerinde yaratılan paradoksal düşünce deneyimlerini anlatabiliriz.
Theseus antik Yunanda bir mitoloji kahramanı, masalsı bir kahraman olduğu kadar Atina kentini Atina yapan kurucu öncü bir kişi olarak da kabul edilmektedir. Atinalılar onu Herakles’in bir başka görüntüsü olarak görmekte, görmek istemektedirler. Her tür olayı onunla ilişkilendirirler. Atina’lılar onun için “Theseus’ suz olmaz” “İşte, bir başka Herakles” ifadelerini kullanmaktadırlar.
Kendisini doğrudan bir tarihçi saymamakla birlikte tarihe, felsefeye, doğa bilimlerine olan ilgi ve merakı sonucunda elde ettiği bilgilerle yazdığı çok ayrıntılı ve belge niteliğindeki biyografilerinde bizi aydınlatan Boiottia’lı Plutharkos dilimize Paralel Hayatlar adı ile çevrilen eserinde bu konuları incelemiştir.
Bilindiği gibi Girit uygarlığı Atina’dan kökleri ve nitelikleri bakımından bir hayli farklıdır. Girit Atina’dan çok kez ayrı hareket etmiştir. Tarihçilerce kabul edilen Minoe(a)n/ Minos uygarlığı, kültürü sonraki Aka (Miken) uygarlığını sosyo-kültürel olarak etkilemesi ve doğu-batı kültürleri arasında bir taşıyıcı rol üstlenmesi açısından Avrupa tarihinin ilk gelişmiş uygarlığı olarak kabul edilir. Buna karşın Yunan tarihi içerisinde işlenmektedir. Ancak buradaki halk, sonraki Hint-Avrupalılardan sayılan antik Greklerden (Yunanlar) farklı bir halktır. Anımsanacak olursa Osmanlı devleti ile ilişkileri ve ayrılışları bile farklı zamanlarda ve farklı biçimlerle gerçekleşmiştir. Yunan anakarası ile adaların ve Anadolu’nun demografik yapısı ve kültürel kökleri de hayli farklıdır. Bu farkların üzerinde Cevat Şakir de ayrıntılı olarak durmaktadır.
Minos Zeus’un Eurpe ile birleşmesinden doğmuştur. Kardeşleri Sarpedon ve Rhadamanthys’ dir. Sarpedon Troya savaşında Priamos ve Hektor’un tarafını tutmuş Lykia’lı bir kahramandır. Aigeus/Aegeus Hephaistos soyundan gelme Atinalı kraldır. Theseus’un babasıdır.
Aigeus iki kez evlenmiş, çocuğu olmamıştır. Daha sonra kral kızı Aithra ile evlenir. Delphoi bilicileri bir çocuğu, oğlu olursa bir kazaya uğramaması için babasının adı söylenmeden, gizli, saklı büyütülmesinin doğru olacağını söylerler. Öyle de yapılır, Atina’nın 30 mil kadar güneyinde bulunan Troizen’ de, dedesi Pittheus’un yanında annesi Aithra ile birlikte büyütülür.
Belli bir yaşa gelince Theseus babasıyla tanışmak istemektedir. Atina’ya gelmeden önce de babasının tahtına göz diken 50 kişiyi tepelemiştir. Böylece kendisini de kanıtlamış olmaktadır. Verilen davette çocukken kendisine emanet edilmiş olan kılıcı göstererek babasının kendisini tanımasını sağlamıştır.
Aegeus, Panathenaia şenliklerinde bir atletin Giritli atlet Androgeos’u öldürmesi üzerine Minos’a karşı suçlu konumuna düşmüştür. Girit kralı Minos’un da başı derttedir. Poseidon’a kurban olarak sunması gereken dana adağı sözünü unutmuş. Sonrasında ise işler ters gitmeye başlamıştır. Karısı Pasiphae Poseidon’un gönderdiği bu danaya gönlünü kaptırmış ve ondan Minotauros adında yarı insan yarı boğa bir çocuğu olmuştur.
Bu ucube varlığın hayatta kalması için yemesi gereken her yıl 7 genç kız ve 7 genç erkeğin kendisine verilmesi gerekmektedir.
İşte böyle bir durumda Minos, Girit’ten kurbanlar arayıp bulmak derdinden kurtulmak için Aegeus’ tan her yıl kız ve erkek yedişer genç gönderilmesini istemektedir.
Atina’da bu üzücü durumun sona erdirilmesi için Minotauros’un öldürülmesi gerektiği düşünülmektedir. Ne var ki; etrafa zarar vermemesi için ünlü mimar ve heykeltıraş Daidalos’a bir Labyrinthos yaptırılmıştır. Minotauros da burada bulunmaktadır. Buraya giriş bir dert çıkış, ayrı bir derttir. Öykümüzde bu işi başaracak kahraman kralın yiğit oğlu Theseus’tur.
Öykümüzde Theseus’e Minos ile Pasiphae’nin kızlarından Ariadne yardım etmektedir. Yaptığı yardım bir kuka ipliği labirent içinde kendisine kılavuz yapmasıdır. İşte bu yardımı alan Theseus Minotauros’u öldürmeyi başarır. Ve Labyrinthos’tan da kolayca çıkabilir.
Girit’ten ayrılırken de Ariadne’yi yanında götürür, daha doğrusu kaçırır. Ama ona vefasızlık eder ve Naxos adasında bırakır, o uykuda iken çeker gider, yoluna devam eder.
Azra Erhat’ın açıklamalarından öğrendiğimiz gibi Theseus utku kazanmış bir kahraman olarak Atina’ya döner. Kral Aegeus sevgili veliahdını, oğlunu merakla beklemektedir. Ancak Theseus işlerin yolunda olduğunun bir göstergesi olarak babasının verdiği ak yelkenleri açmayı unutmuştur.
Pire limanına yaklaşan gemide ak yelkenler yerine kara yelkenleri görünce oğlunun öldüğünü sanarak kral büyük bir üzüntüye kapılıp kendisini denize atar, intihar eder. Denizde can verdiği yere Aegeus Denizi yani Ege Denizi adı verilir.
Daha sonra da Theseus babasının yerine geçer ve yeni kral olur, Atina’ya yeni yasalar ve yeni bir düzen getirir. Kenti geliştirir, kalkındırır.
Theseus’un serüvenleri bu kadarla bitmez. Bitse bile Helas soyu onun için yeni işler bulur. Theseus, Hades’in ülkesinden Persephone’nin de yeryüzüne çıkarılması olayında karşımıza çıkmaktadır. Bu uzun maceraları “Unutma Sandalyesi” başlığı altında anlatmak sanırım daha uygun bir yol olacaktır. Biz şimdi dönelim şu gemimize
Bu gemi birçok sefere çıkmış ve bu seferlerde birçok yaralar almıştır. Onarımı da ustaca yapılmıştır. Atinalılar bu gemiyi gözleri gibi korumakta haklıdırlar. Çünkü her yıl gencecik yedi kız, yedi oğlan kurban vermekten kurtulmuşlardır.
Plutharkos’un yukarıda adını belirttiğimiz kitabında (23.1’ de) anlatıldığı gibi Atinalılar, Theseus’un kullandığı otuz kürekli gemiyi Phaleronlu Demetrios zamanına kadar muhafaza ettiler. Çürük parçalarını çıkarıp yenilerini takarak onu, o kadar iyi korudular ki gemi hep yepyeni görünüyordu. Hatta filozofların “her şeyin değişime maruz kaldığına” dair tartışmalarına konu oldu. Bazıları geminin aynı olduğunu, bazıları ise her seferinde yeni bir geminin gösterildiğini ileri sürdüler.
Bir geminin kalasları zaman içinde ilk, özgün parçalarından hiçbiri kalmayıncaya kadar değiştirilirse, hala o gemi aynı gemi midir?
Bu konu yalnızca antik Yunan ve Latin düşünürler arasında değil günümüzde de tartışmalara neden olmaktadır. Bu tartışmalara “Theseus Gemisi Paradoksu” adı verilmektedir.
Gemide yelken açmış olanlara sorsak bize bu insanlar ‘Evet, bu aynı gemi, biz yıllardır bu gemide yelken açıyoruz ve çürüyen, kırılan, bozulan yerlerini onarıp yolumuza devam ediyoruz” diyeceklerdir.
Ama bir kişi çıksa bu gemi tarih ve mitoloji açısından çok değerli, çıkarılan parçaları toplayıp bir müzede yan yana getirsek dese ve bu şekilde geminin eksiklerini çıkan parçalarla tamamlanmış olsa; şimdi Theseus’ un gemisi hangisi olacaktır? Denizde yüzen gemi mi yoksa müzede seyredilen gemi mi?
Özgün gemi hangisidir? Denize açılan ilk gemi mi, denize indirildiğinde şampanya patlattığımız gemi mi yoksa son seferinden limana süzüle süzüle yaklaşan gemi mi?
Paradoks dilimize Fransızca paradoxe sözcüğünden alınmıştır. Kökeni eski Yunancadaki parádoksos παράδοξος sözcüğüdür. Yine eski Yunaca para+1 (dışında) eki dóksa δόξα görüş, kanı, dékomai/dokéō δοκέω kabul etmek, benimsemekkökü ile birleştirilerek parádoksos παράδοξος sözcüğü bulunmuştur.
Paradoks a) kökleşmiş inanışlara aykırı düşen düşünceler veya b) kimi zaman şaşırtma amacı güden, aykırı duygu ve düşünceleri ifade için kullanılan bir terimdir. Görünüşte doğru olan bir ifade veya ifadelerin bir çelişki oluşturması veya sezgilerimizin aksine aykırı bir durum veya sonuçla karşılaşılmasıdır.
Örnek olarak bir çekiç düşünelim. Bu çekicin önce sapı kırılmıştır. Sapını değiştirmişizdir. Zaman içinde sap sağlam kalmış ama çekicin bu kez metal kısmı kırılmıştır. Bu kez de metal kısmı yenilediğimizi düşünelim. Böyle bir durumda özgün çekiç çıkarıp hurdalığa attığımız parçaların toplamı mı mı yoksa yenilenip çivileri çakmakta kullandığımız alet mi olacaktır?
Tıp ve teknoloji büyük bir hızla ilerliyor? Dünyada canlıdan canlıya ilk böbrek nakli 1947 yılında Amerika Birleşik Devletlerinin Boston kentinde, ilk başarılı kalp nakli de Güney Afrika Cumhuriyetinde Cape Town/Beaufort West kentinde 1967 yılında Dr. Christian Barnard tarafından yapılmıştır.
Şimdi bu organ yenilemelerinin sayısını aynı insan üzerinde artıralım. Kalp, karaciğer, el, kol derken tüm organların değiştirildiğini varsayalım. Hastamız uzun ömürlü ve yenilenen organlarla sağlığı daha da yüksek bir düzeye ulaşmaktadır. Yenileme işlemleri yüzde yüze ulaştığını düşünelim. Bu hastamızın adına hala Ali demeye devam edecek miyiz yoksa Ahmet + Mehmet + Ayşe…xn mi diyeceğiz?
Aynı şeyler estetik kaygısı ile görünüşü veya işlevselliği değişen insanlar için de söz konusu edilebilir.
Aynı insanın içinde bulunduğu ortamın veya ortam koşullarının değişimi ile davranışının değişeceği, bugün evet dediği şeylere yarın karşı çıkabileceği, örneğin havanın soğuması nedeniyle yüzünün mutlu veya mutsuz bir şekil alacağı ve bizim de onun yüz şekline bakarak onu güzel ya da sıradan bulabileceğimiz gibi. Örnekleri çoğaltmak hiç zor değildir.
Orson Welles’in Davudi sesi ile seslendirdiği bir şarkısı vardır. I know what it is to be young/Genç olmanın nasıl bir şey olduğunu ben bilirim. Diye başlar. “Ama sen, yaşlanmanın ne olduğunu bilmiyorsun” diye devam eder. Bunun anlamı her yeni içinde geçmişten bir miktar iz var demektir.
Her gemide yaptığı seferlerden mutlaka izler vardır, kalmıştır. Ne kadar değiştirilirse değiştirilsin onun maddi varlığından öte adı hala durmuş olabilir. Bir fabrika düşünelim, bu fabrikada takımlar, tezgâhlar ve hatta üretim süreçleri/prosesleri ve ürünler değişmiş olabilir ama fabrikanın adı ve tescilli markası devam edebilir. Bu durumda; ilgili birçok kavramın tanımlanmasında büyük güçlükler ortaya çıkacaktır.
Bu çelişkili durumu anlatabilmek için paradoks veya Theseus Paradoksu kavramını kullanıyoruz.
Yerküre döndüğü sürece hareketlilik yaşamsal enerjinin olmazsa olmazı, en önemli bir özelliğidir. Dünyada her şey değişmektedir, değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Bu sözleri binyıllardır birçok insan söylemiştir. Efes’ li Herakleitos da “aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” öz sözü de değişimin gerekli ve zorunlu olduğunu bildirmektetedir.
Herakleitos’un bu yargısı insanın aklına varlığın zaman içindeki anlamını getirmektedir. Bir insanın gençliğinde iken vardığı değer yargısının zamanla değişmesi halinde gerçeğin ne olduğu veya olacağı sorunsalı hep askıda kalacaktır. Burada da relativisme/ görecelik kuramına başvurmak gerekmektedir.
Belki de insanlar carpe diem özdeyişinde olduğu gibi şimdiyi, anı yaşamanın önemini bildiklerinden yaşamı ertelemek istemiyor hemen, şimdi yaşamak, olacakları görmek istiyorlar.
Theseus’ un gemisine dönersek; gemi dediğimiz şey kalaslarının toplamı mı, yaptığı seyirlerin toplamı mı, yoksa her ikisinin toplamı mıdır?
Bu sorulara yanıt bulmak için zaman kavramını yardıma çağırmamız gerekecektir. İki şeyin aynı anda aynı yerde bulunup bulunamayacağı konusu sorunun özünü oluşturmaktadır. Herakleitos’a göre zamanlar içinde bir değil sayısız gemi vardır. Sözünü ettiğimiz gemi hangisi, hangi zamanın gemisi olacaktır?
Parçaların bütünle ilişkisi kanımca rasyonel bir yöntemle tanımlanmalıdır. Bu görüşü şu örnekle anlatabiliriz. Bir binanın uzayda doldurduğu yere biz bina diyor isek ve bu binayı oluşturan parçalardan birinin çıkarılması ile bina tanımı yok oluyorsa ona “A” binası demeye devam edebiliriz. Bu parçalara hukuk dilinde mütemmim cüzi diyoruz. Binanın bütünlüğünü bozmuyorsa onlara da müştemilat veya teferruat, aksesuar diyebiliriz.
Aynı şekilde Eğer bir restorasyon özgün şekli tanınmaz hale getiriyorsa o işlem restorasyon olmaktan çıkıp bir rénovation/renovasyon ya da relevée /rölöve olacaktır.
Kimileri bütünü oluşturan parçaların geminin kendisi olmadığını bunlar bir araya gelerek kalas olma özelliklerinden sıyrılarak gemi özeliğine büründüklerini söylemektedirler.
Söz dönüp dolaşıp ontoloji, varlık sorunsalına gelmektedir. Varlık kavramının kapsamı Aristoteles’ e göre dört özellikten oluşur. Şekil, yani o şeyin tasarımı, görünen halidir, biçimidir. İkinci olarak da o şeyin yapılmasını, var olmasını sağlayan maddedir, ahşap, metal vd. üçüncü özelliği ise işlevi yani istenen şeyi yapabilmesi ve son olarak da onu hareket ettiren insanlardır.
Bu derin felsefi tartışmalar arasında güncel bir konu gözümüzün önünde bir anda ete kemiğe bürünüvermektedir.
Bilindiği gibi çok partili bir hayata geçtikten sonra iktidarı eline geçiren bir parti demokratik sistemle uyuşmayan karar ve eylemlere girişmiş bunun üzerine ordu yönetime el koymuştur. Askeri yönetim uygulanmakta olan anayasa yerine daha sonra kurulan geçici hükümetler döneminde yeni bir anayasa yapılmasını sağlamış ve bu anayasa halkın oyları ile kabul edilmiştir. Çağdaş anayasalar içinde ileri, birey özgürlüğüne bir hayli çok önem veren yeni düzenlemeler yürütme organınca her ne kadar bize dar geliyor, bol geliyor diye eleştirilmiş olsa da 1980 yılına kadar uyulmuş, uygulanabilmiştir.
12 Eylül darbesi ile anayasa cunta tarafından yürürlükten kaldırılmıştır. 1982 yılında hazırlanan yeni bir anayasa yine halkın oyları ile kabul edilmiş ve uygulanmaya geçilmiştir. Bu anayasa aradan geçen 40 yılı aşkın süre içinde hem iktidar ve hem de muhalefet tarafından sürekli eleştirilmiş ve fırsat bulundukça da değiştirilmiştir. Deyim yerinde ise yamalı bohçaya dönmüştür. Bu satırların yazıldığı son günlerde yine değişiklik yapılması ve hatta yeni bir anayasa yapılması düşünülmeye ve bu düşünceler seslendirilmeye başlanmıştır.
Bir yurttaş ve bir hukukçu olarak yapılan değişiklikleri, kırpılan, atılan maddeleri bir araya topladığımızda atılanların 1982 Anayasasının özgün metninden niteliksel açıdan daha çok olduğunu görmekteyiz. Ancak amaç ve niyetler ne olursa olsun değişiklik isteklerinin bitmediğini görüyoruz. Bunu toplumsal dinamiğin itici gücü olarak değerlendirmek işin kolayına kaçmaktır. Görece 1982 Anayasası, 1961 Anayasasına göre daha geri hükümler taşımış olması bir yana aradan geçen 40 yıl içinde yapılan değişiklikler yapısal bütünlüğünü daha da bozmuştur. İçine daha ileri hükümler yerine anti demokratik hükümler doldurulmuştur. Uygulamada daha da işin içinden çıkılmaz durumlar yaratılmıştır.
Bizim bu anayasa ve değişiklik istemleri Theseus’ un gemisi üzerine yapılan tartışmaları akla getirmektedir. O kadar çok değişiklik yapıldı ki bunun aslı neydi diye sormadan geçilemiyor. Oysa anayasalar o devletin kuruluş belgesidir sık sık değiştirilmemesi gerekir. Yeryüzünde tarih kitaplarından başka bir yerde yazılı metni bile bulunmayan 1215 Magna Carta’ sı İngiltere’de, hala toplumun tüm kesimlerinde saygınlığını korumakta ve ama - acaba denmeden uygulanmasına devam edilmektedir.
Gemi ile ilgili olarak yukarda sözünü ettiğimiz, Aristoteles’in ileri sürdüğü dört temel özellik vardı. Bu özellikleri bizim Anayasanın üzerine konunca belli bir sonuca varabiliriz. Aristoteles’ in sözünü ettiği “şekil” ve “madde”, anayasaya varlık kazandıran kavramlar, terimler aynıdır. Theseus veya adamlarının yerine de halkımızı koyabiliriz. Varlığın işlevine yani anayasadan beklenen şeye gelince işler sarpa sarmaktadır. Birileri geminin yüzmesini isterken bir başkaları uçmasını beklemektedirler.
Çağdaş anlayış ile toplumun laik, demokratik yapısının teokratik ve monarşik bir yapıya sürüklemek istendiği anda anayasa yapma iradesi ortadan kalkmaktadır. Başka bir anlatımla anayasanın anayasa olma özelliği, saygınlığı, “meşruiyet” özelliği ortadan kalkmaktadır. Çünkü bir anayasanın “işlevi” nin toplumun tamamını kucaklaması gerekmektedir. Toplumun bir yarısı için diğer yarısına karşın hazırlanan ve dayatılan metinler anayasa olmaktan çok bir “emirname” olurlar. Bu da huzur ve refah yerine çatışmaları beraberinde getirir. Theseus’un gemi örneğinde, gemiyi yüzdürmek yerine uçmaya zorlamak olur ki; bunun da sonu acılarla gelir. Kuş uçmak balık yüzmek için kurgulanmıştır.
Herakleitos’ a dönersek anayasa bir nehirdir, anayasaya uygunluk veya aykırılık o anın sonucu veya sorunudur. Hiçbir zaman aynı anayasal statü her an var olmaz. Sürekli bir değişim söz konusudur. Geçen her zaman diliminde ve her olay karşısında, ayrı bir anayasa, anayasal bir düzen, bir nomos vardır.
Anayasamız Theseus’un gemisi gibi gerçekten çok fazla değişikliğe uğramıştır. Eğer bunca değişikliğe karşın biz yine de ona anayasa, anayasamız diyorsak, diyebiliyorsak temelindeki düşünce, ana kuram, yurttaşların beraberlik içinde tasada ve kıvançta bir olma düşüncesi devam ediyor demektir. Yani geminin karinası hala aynıdır, sapasağlam yerindedir. Yok, eğer bu özelliklerde, Aristoteles’in söylediği işlev özelliğinde bir farklılaşma varsa artık aynı değil farklı gemiden, aynı anayasadan değil başka bir anayasadan konuşuyoruz demektir. Binanın asli yapısı ve mütemmim cüzilerinin aynı kalması ile teferruatın, müştemilatın değiştirilmesini ayrı ayrı değerlendirmek gerekmektedir.
Tüm bu açıklamalara, farklı filozofların değişik görüşlerine karşın Thesesus’ un Gemisi üzerine çıkan paradoksal durum tazeliğinden bir şey yitirmeden varlığını bize her an anımsatmaktadır.
25.11.2023
Al Can Polat