BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN
UYGULAMALAR -
YAKALAMA, GÖZALTI VE İFADE ALMA YÖNETMELİĞİ
Yakalamak eylemi, kaçmakta olan bir kişi veya kişiler için ya da avlanacak olan şey için yapılır. Eskiler buna derdest etme diyorlar. (Farsça dardast در دست "elde, yakalanmış, tutuklu" sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük dast دست "el" sözcüğünden der+ önekiyle türetilmiştir.)
Gözaltına almak (Arapça nẓr kökünden gelen niẓārat نظارة "seyretme, bakma veya bakım, gözetim, denetim" sözcüğünden alıntıdır. Nazar, nazarlık, nazar değmesi, bakan anlamında nazır/maarif nazırı veya denize nazır gibi, nezarette tutma, nezaret altına almak kavramlarıyla da ilgilidir.
Yakalamak, yakalanan veya bir yerde duran şeyi göz ltında, göz önünde güven içinde değişmeden, bozulmadan tutmak demektir.
İfade Arapça ifāda ͭ إفادة fyd kökünden türemekte ve faydalandırma yahut bir şeyin daha iyi anlaşılmasını sağlayan sözcük ve anlatım demektir. Arapça söyleyişle fāˀida ͭ فائدة fayda, yarar anlamına gelir. İfade almak, vermek genel olarak bir insanın herhangi bir konuda düşüncesine başvurmak, düşüncesini açıklamak anlamını taşır. Şüpheli, zanlı veya sanığın ifadesinin alınması yargılama sırasında bir gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla yapılır.
01.06.2005 tarih ve 25832 Resmi Gazetede yayınlanan ve yürürlükte olan yönetmeliğin 1. maddesinde bu yönetmeliğin amacı açıklanmıştır.
Buna göre bütün adlî kolluk görevlileri, gerektiğinde veya Cumhuriyet savcısının istemiyle belirlenen başkaca kolluk görevlileri Cumhuriyet savcılarının bilgi ve emirleri doğrultusunda yürütecekleri adlî soruşturma sırasında kolluk tarafından gerçekleştirilen yakalama, gözaltına alma, koruma altına alma ve ifade alma işlemlerinin yürütülmesinde uyulacak usul ve esaslar bu yönetmelik hükümlerinde düzenlemiştir.
Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin 5. Maddesinde; gecikmesinde sakınca bulunan veya Cumhuriyet savcısına veya anında âmirlerine bilgi verilme olanağı bulunmayan durumlarda, hakkında yakalama emri düzenlenmesi veya tutuklama kararı verilmesi gereken kişileri ya da suçüstü yapılması halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer durumlarda, suç işlendiğine veya suç girişiminde bulunulduğuna ilişkin kuvvetli iz, eser, emare ve bir kanıt bulunan durumlarda şüphelilerin yakalanıp haklarında işlem yapılacağı açıklanmıştır.
Yakalanacak kişilerin kimler olduğu da örneklendirilerek ayrıntılı bir biçimde anlatılmıştır.
Yakalanan ve bir yerden bir yere götürülecek olanlara uygulanacak güvenlik önlemleri de aynı yönetmeliğin 7. maddesinde açıklanmıştır.
Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden bir yere götürülecek kişilere, kaçacaklarına ilişkin ya da kendileri ya da başkalarının canlarına veya beden sağlıklarına tehlikeli olacak herhangi bir belirtinin ortaya çıkması durumunda kelepçe takılabilir denilmektedir.
Bu tedbirlerin arasında a) şüphelinin, zanlının, sanığın veya hükümlünün bir yerden bir yere götürülmesi sırasında kolluk kuvvetleri tarafından başının üstüne basılması, başının öne eğdirilmesi yer almamaktadır. b) kaçma tehlikesi bulunmayan birinin kelepçelenmesinin veya arkadan ters kelepçe ile bağlanmasının yasal bir dayanağı da bulunmamaktadır. c) yönetmelikte kelepçe takılır değil takılabilir ifadesi yer almaktadır.
Gerekmediği halde gerçekleştirilen bu uygulamalar a) bilinçsizce yapılıyorsa kolluk güçlerine verilmiş olan görevin sınırlarını aşmak eğer b) bilerek ve isteyerek yapılıyor veya yaptırılıyorsa yasa ve yönetmelikle kendilerine tanınmış olan bir hakkın kötüye kullanılmasıdır. Gerekmeksizin kelepçe takılması yasal düzenlemelere, çağdaş hukuk anlayışına, yasanın ve yönetmeliğin amaçlarına, lafzına ve ruhuna aykırıdır. Bütün bu olanları bir de videoya çekip sonra da gazete ve televizyonlar aracılığı ile halka teşhir etmek önlem değil başka amaçlara hizmet etmektedir.
Eskiden darağacına asılarak yapılan idamlarda ceset bir süre asılı olduğu yerden indirilmezmiş. Fransa’da giyotinin kesip koparttığı insan başının içine düştüğü sepet ve içindeki insan başı halkın görmesi için kent meydanına konurmuş. Bununla güdülen amaç idamın korkunçluğunu göstererek onu seyredecek halkın korkacağı beklentisidir. İdam cezası adı altında bir kişinin öldürülmesi ibret olsun gerekçesiyle bazılarının intikam duygularının doyurmaya hizmet etmektedir. Hukuk tarihi ve adalet istatistikleri bize aksini gösterse de caydırıcı olacağı yolunda bir beklenti oluşturulmak istenmektedir. Bütün bu süreç bir gücün toplum üzerinde büyüklüğünü, acımasızlığını göstermektedir...
İnsanın her organı değerlidir ancak baş ve yüz daha da değerlidir. İnsanın kimlik ve kişiliğinin aynası baş ve yüzdür. İnsanın onuru ve saygınlığı en çok baş ve yüzde ifadesini bulur.
Günlük yaşantımızda çok yakınlarımız ve izin verdiklerimiz dışında hiçbir kimsenin başımıza dokunma hakkı bulunmamaktadır. Toplum adına adaletin işlemesi ile görevli kolluk güçlerinin de bir insanın başına dokunmaya, onun başına bastırmaya, başını öne eğmeye hakkı yoktur, olmamalıdır. Onlara bu hak ve yetkiyi yasalar ve yönetmelik vermemektedir. Bir insan, suçun cinsi ve kötülüğü, toplum düzenine aykırılığı ne olursa olsun bir suç işlediğinde yargılanır cezasını çeker. Bu ceza, hükümlünün özgürlüğünden belirli bir süre alıkonulması veya bir miktar paranın ödenmesinden ibarettir. Bedensel cezalar tarihin derinliklerine gömülüp gitmiştir. Onu canlandırmaya çalışmak en temel insan haklarına aykırıdır. Cezanın amacı suçluyu ıslah etmek ve suçluyu yeniden topluma kazandırmaktır. Ceza asla bir intikam aracı yapılamaz, yapılmamalıdır. Bu tür uygulamalar doğrudan adaletin kendisine zarar verir.
Şüpheli, zanlı veya sanık haklarında mahkemece bir karar verilene ve bu karar kesinleşene kadar suçlu değildirler. Hukukun en temel ilkesi kişinin (presumption of innocence) masumiyet karinesidir. Onlara suçlu gibi davranıp hiç hak etmediği, haksız bir ceza uygulamak başlı başına bir haksızlıktır, hukuksuzluktur.
Bu uygulamalar insanın aklına bir Nasrettin Hoca fıkrasını getirmektedir. Bir gün hoca eşeğini teslim ettiği bir delikanlıya bir de tokat atar. Yanındakiler hoca efendi bu senin yaptığın hiç yakışık almadı, yanlış diye karşılık verirler. Hoca az sonra bu delikanlı bir yanlış yapacak, ben sadece cezasını peşin verdim, fazla bir şey yapmadım, hepsi o kadar der. Hoca örneğinde oldu gibi bu kişiye nasıl olsa kadı veya yargıç bir ceza verecek biz o cezanın ilk taksitini şimdi uyguluyoruz anlayışı ile başına öne eğdirmek çok yanlıştır. Hoca’nın fıkrasına gülebiliriz ama günümüzdeki bu ilkelliğe gülemeyiz. Hocanın çağında tokat atma gibi yöntemler bir ceza ve terbiye aracı gibi kabul edilse bile yüzyılımızda bunlar çoktan terkedilmiştir.
Günümüz Türkiye’sinde tutuklama işlemleri de toplumda de “peşin ceza”, “cezanın ilk taksiti” gibi anlaşılmaktadır.
Bu hukuksuzlukla yaralanan bir kalbin, aşağılanmış bir onurun onarılması çok zordur. Bazen de olanaksızdır.
ABD’nin bazı eyaletlerinde bunlar yetmezmiş gibi bir de yüzükoyun yere yatırıp üstüne çıkma şeklinde, kabul edilmesi olanaksız durumlar vardır. Avrupa ceza yargılamasında ise bunlar yoktur.
Ortaçağ Avrupa’sında ve aynı dönemlerde Osmanlı devletinde taç giyme ve kılıç kuşanma adı altında krallar veya padişahlar için özel törenler düzenlenirdi. Bu törenlerde din adamı da hazır bulunurdu. Taç giyme, yemin ve kutsama sırasında görevli Papa ya da yerine bir başka kardinal sol eliyle İncili tutar ve sağ elini temsili olarak kralın başının üzerine koyarmış. Bunun anlamı sen büyük bir güçsün ve bu gücü mutlak anlamda kullanacaksın ama unutma senden daha büyük olan bir güç, kilisenin gücü vardır düşüncesini egemen kılmak içindir. Buna isyan eden ve din egemenliğini reddeden Napoleon Bonaparte 1804 yılında Notre Dame Katedralinde yapılan törende başına tacını kendisi takmıştır.
Benzer şekilde Osmanlı’da da kılıç kuşanma ("taklîd-i seyf, takallüd-i şemşîr") ve tahta çıkma ( cülus) Eyüp Sultan Camiinde kılınan namaz ve Fatih türbesine yapılan ziyaretle birlikte, şeyhülislam eşliğinde (İslâmiyet’te gerçek hâkimiyet Allah’a aittir ve insan yeryüzünde O’nun halifesidir) anlamını vurgulayan bu ritüeller yerine getirildikten sonra padişah kendi adına bir mühr-i hümayun kazıtırmış.
Bu ve benzeri uygulamalar din-tarım toplumlarının göstergelerindendir. Bu törenlerde görüldüğü gibi ülkenin başı hükümdar ve onun da en öne çıkan yanı başıdır. Bu başa taç takılacak ve bu baş hiç eğilmeyecektir. Önünde eğileceği veya secdeye duracağı tek güç yaratanın gücüdür. Buna karşın hükümdarın egemenliği altına giren ona bağlılık andı için herkes onun önünde diz çökecek ve başını eğecektir. Öyle ki; kral ile konuşurken bile baş kaldırılmayacak ve asla göz göze gelinmeyecektir.
Dilimizde yerleşmiş bir deyim vardır. “Başkaldırma”. Alınmış bir karara veya verilmiş bir emre karşı haksız ve dayanılmaz sonuçları olduğu gerekçesi ile karşı çıkmaya, isyan etme eylemine halkımız bu adı vermiştir. Bu konuda Meydan Larousse (c2.s193)’ te şu açıklamayı yapmaktadır. Kurulu düsene karşı ayaklanma, isyan. “Dünyada adaletsizlik varsa isyan da var olacaktır-Claudel.”
Kralın emirlerine ve yasalarına karşı gelen bir kimse başkaldırmış sayılır. Yapılması gereken şey ise hiç zaman geçirmeden suç işlediği düşünülen, otoriteye karşı başkaldıran kişinin başının öne eğilmesidir. İşte yakalanan kişinin bu amaçla kralın adamlarınca başına bastırılır, başı öne eğilir.
Günümüzde bu uygulamalar genellikle adi suçlar için değil daha çok “düşünce ve ifade” suçları için yapılmaktadır. Kurulu düzene karşı çıkan kişi başına yapılan baskıya karşı daha da bilenmektedir. Dahası toplumda geçici bir süre korku yaratılmış olsa bile bu korku öfkeye dönüşmektedir. Uygulayıcılar için yarardan çok zarar getirmektedir. Toplumda o sahneyi gören, seyreden topluluklar suçun niteliğini düşünmeyi bir yana bırakıp şüpheli, zanlının veya sanığın mağduriyetine inanmaktadırlar. İnsan onurunun göz göre göre zedelenmesi başlı başına bir mağduriyet duygusuna ortam hazırlamaktadır.
Zaman çok şeyi değiştiriyor. Artık ne eskinin kralları kaldı ne de padişahları. Onların taç ve tahtları da, kılıçları da müzelere konuldu. O dönemin yasaları tarihin tozlu sayfaları arasında kaldı. Toplumda üretim ve tüketim ilişkileri değişti, insan hakları da gelişti, yepyeni bir dünya kuruldu. Buna koşut olarak hukuk sistemleri ve hukuk sistemlerinin ceza ve yargılama yasaları da değişti.
İnsanlar, bir güce bağlanmak onun koruyuculuğuna sığınmak yerine adalete olan ve olması gereken güven duygusuyla eşitlik ve özgürlük ilkelerine bağlı, barış içinde kardeşçe huzurla yaşamak isteğinde birleşti. İnsanlar korku içinde değil korkusuz yaşama özgürlüğü düşüncesini benimsediler.
Bu anlatılanların ışığı altında yasalarımızda ve yönetmeliklerimizde de yer almayan yanlış, yersiz ve haksız uygulamalara bir an önce son verilmesi gerektiği düşüncesindeyim.
Bu uygulamanın sona erdirilmesiyle sanıldığı gibi toplum düzeni, hukuk sistemi ve yasaların egemenliği zedelenmeyecek tam tersine insana, insan onuruna, insanın en yüce değer olduğuna ilişkin görüşler güçlenecektir. İnsanlar şimdi göz önünde böyle yapılıyor içeride kim bilir ne işkenceler uygulanacaktır şeklinde düşünmeyeceklerdir. Henüz şüpheli iken bunlar yapılıyorsa hüküm verildikten sonra neler yapılmaz kaygısına son verilmiş olacaktır. Güçlü bir yönetim fiziki güç yerine adaletin gücünü kullanır düşüncesi yerleşecektir. Tarafsız, adil bir yargılama yapılacağı duygusu toplumda huzuru getirecektir.
Toplumda en önemli duygu insanın onuru, haysiyeti, izzetinefsidir. Bu duygunun zedelenmesine yöneticiler de izin vermemelidir. Hiç kimsenin başı öne eğilmemelidir. Başın öne eğilmesi fiziki olarak insanın gözünü yere çevirtir toplum yaşantısı içinde de insanların gözüne bakamamayı gerektirir.
En güzelini Sabahattin Ali şu dizeleri ile dile getirmiş:
Başın öne eğilmesin,
Aldırma gönül, aldırma;
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül aldırma...
...
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma
Ne kişi ne de devlet olarak kimsenin başını öne eğmeyelim, eğdirmeyelim. Toplumda herkes başı dik gezebilsin. Bir kimse hakkında bir suçlama varsa adalet ile yargılansın elbette, ama asla başı öne eğilmesin. Toplumda korku değil güven ve sevgi egemen olsun.
Başta hukukçu meslektaşlarımın ve tüm okuyucularımın ilgi ve dikkatlerine saygılarımla sunarım.
16.12.2022
Av. Ali Can Polat