ÖDEV, GÖREV, İŞLEV
Türkçede birbirine benzeyen, bir başka deyişle, aralarındaki anlam farkı yeterince bilinmeyen, herhalde özümsenmediği için bilinmeyen birçok kelime çifti var. Bunlardan biri ödev ile görev. Bu iki kelime eşanlamlı sayılamaz, ama eşanlamlı olarak kullanıldığını birçok yerde görüyoruz. Birbirinin yerine geçebilecek kelimeler olsaydı, biri fazlalık olurdu. Aralarında hiçbir farklılık bulunmayan kelimeler dilin sırtında birer yüktür.
Ödev de, görev de Cumhuriyet döneminde dil reformu sırasında türetilen kelimeler. İlkin ödev türetilmiş, "ödemek" mastarından. TDK'nin 1935'te çıkardığı Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu'nda "ödev" kelimesi Arapça kökenli vazîfe karşılığında türetilmiş, Fransızca devoir ile de eşanlamlı sayılmış. Vazife'nin eski Türkçede ne anlamda kullanıldığını bilmemiz gerekiyor bu durumda. Bunun için, aynı yıl çıkarılan, aynı sözlüğün tamamlayıcısı niteliğindeki Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu'nda şu tanımı görüyoruz: Vazife: 1. Borç, ödev = devoir; 2. İş = fonction. Bu tanım eski Türkçede vazife'nin hem ödev, hem de görev ya da işlev anlamında kullanılmakta olduğunu gösteriyor. Kelimenin bu çifte anlamını daha sonra çıkan şu sözlüklerde de görüyoruz: TDK Türkçe Sözlük (1969), TDK Örnekleriyle Türkçe Sözlük (1996), Ali Püsküllüoğlu'nun Arkadaş Sözlük, TDK sitesindeki Güncel Sözlük, Kubbealtı'nın Lugatim'i. Burada üzerinde duracağım meselenin düğüm noktası bu ikili anlam.
Sözlüklerde verilen örnek cümlelere de bir göz atalım: "Sana olan vazifelerimde kusur mu ediyorum" (Ahmet Muhip Dranas). Bugün "ödev" saydığımız anlamıyla kullanılmış burada. "Kalbin vazifesi kalbe kan pompalamaktır", burada görev anlamında. "Nedim bugün vazifesine geç geldi" cümlesindeki vazife yine görev anlamında, ama azıcık farklı gibi duruyor, "çalıştığı işe" deniyor.
"Vazife"nin eski Türkçede hem ödev, hem de (fonction dendiğine göre), görev, iş, ya da işlev karşılığında kullanılmakta olduğu ortada. Fransızca fonction terimini karşılamak amacıyla Ziya Gökalp yirminci yüzyıl başlarında "uf'ûle" kelimesini türetmişti ("uf'ûlevî" de fonctionel karşılığında kullanılacaktı). Demek ki, "vazife"nin Fransızca kelimeyi karşılamakta yetersiz kaldığı hissedilmişti. Ama "uf''ûle"nin ömrü kısa oldu, yaygınlaşmadı. 1930'lu yıllarda "görev" kelimesi henüz türetilmemişti. Sevan Nişanyan Çağdaş Türkçenin Etimolojisi'nde "görev"in 1942'de kullanıma girdiğini belirlemiş (2018, s. 295).
Görev ilkin bir felsefe terimi olarak kullanıma sokulmuştu. Terimin felsefi tanımını Bedia Akarsu'nun Felsefe Terimleri Sözlüğü'nde (TDK, 1975) buluyoruz; şöyle: "[Alm. Funktion, Fr. fonction, İng. function; Lat. functio = yerine getirme, gerçekleştirme; eski Türkçe uf'ûle, vazife]: 1. Bir organın başarısı, gördüğü iş, etkinlik biçimi. Örneğin görme gözün görevidir. 2. Bir etkenin değişmesiyle öteki etkenin de değiştiği bağlılık ilişkisi." (s. 82)
Orhan Hançerlioğlu da Felsefe Sözlüğü'nde "görev"i şöyle tanımlamış: "Osmanlıca "hizmet" (...) Görev ya da işlev (fonktion) anlıksal [zihnî], matematiksel, toplumsal, mantıksal, bitkisel, hayvansal ya da insansal olsun, herhangi bir varlığı belirten bir etkinliktir. Örneğin beslenme ve üreme biyolojik varlıkların görevidir." Bir sonraki cümle burada üzerinde durulan sorunun tam da üstüne basıyor: "Görev, konuşma dilinde çoğu kez ödev (Osmanlıca vazife; Fransızca devoir) ile karıştırılır." (1977, s. 119)
O halde, "görev"in felsefe dilinden konuşma diline geçmesiyle başlıyor karışıklık.
Yanlış kullanım çok yaygın. Bir iki örnek vereyim.
Türkçeyi iyi kullanan bir siyaset adamı: "Türkiye'nin çıkarlarını savunmak benim görevimdir." "Ödev" yerine kullanılmış.
Basından: "Seçimlerde oy kullanmak her vatandaşın görevidir." Aynı hata.
Bir çeviriden: "Unutmayın ki emeklerimizin meyveleri yalnızca çocuklarımıza kalacak, (...) bu tehlikeli tohumlardan tamamen arınmak sizlerin görevidir." Aynı hata.
Türkçeyi çok iyi kullanan bir yazar bir kitabının önsözünde, kendisine yardımcı olan kişilere teşekkür ederken şöyle yazmış: "Bu bilimsel kuruluşa", (...) şu şu kişilere "duyduğum borçluluğu belirtmeyi görev sayıyorum." Yine "ödev"dir doğru kelime.
Böyle yüzlerce örnek verilebilir. Hepsi de "ödev"deki içeriğin "görev"e yüklendiğini gösteriyor. Şunu da gözlemleyebiliyoruz: ödev az kullanılan bir kelime olmuş.
Eski Türkçe sözlüklerimizde de bir bulanıklık var, ödev ile görev orada da harmanlanmış. Şemseddin Sami'ye bakalım: "Vazife: 1. Bir adamın ifâsına mecbur olduğu iş, bir adamın uhdesine muhavvel [üstüne havale edilen] iş." Sözlükteki örnek cümle: "Sadaka vazife-i ubûdiyettir [kulluk, aşırı derecede bağlılık]". 2. (...) ehemmiyet verilen iş." Birinci tanımda bir kimseye verilen bir iş söz konusu edildiğine göre, bir görevdir o. Ama kulluğun gereğinden bahsedilen örnek cümlede o gereklilik bir ödevdir. "Ehemmiyet verilen iş" ise "ödev"e yöneltmiyor bizi. Mustafa Nihat Özön'de tanım aynı (Osmanlıca - Türkçe Sözlük): "Vazife: 1. Bir kimsenin yapmak zorunda bulunduğu iş. Bir kimse üzerine yapılması havale edilmiş iş. 2. Önem verilen iş."
Peki nedir ödev? "Ödev", ahlak, vicdan, insanlık, yurttaşlık duygusu ile, ya da kanunlar bakımından yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüktür. Ahlak, vicdan söz konusu ise "boyun borcu"dur. Eski Türkçe "vecibe" kelimesine yaklaşan bir anlamı var. İngilizce "duty" kelimesinin dengi. Örneğin, kanunlara uymak her yurttaş için bir ödevdir. "Görev" ise, fonction kelimesinin yanı sıra İngilizce "job", "task" kelimelerine denk düşer. Bir tarih kitabından aldığım şu cümlede "görev" doğru bir biçimde kullanılmıştır: "Tarihçinin görevi bir şeyi kanıtlamak değil, geçmişte olup biteni anlatmaktır. " Tarihçinin "işi" diyor yazar, İngilizceye çevirirseniz, "task" olur en uygun kelime. Türkçe kelimelerin yerinde kullanıp kullanılmadığını görmenin bir yolu da o kelimeleri bir yabancı dile çevirmektir. Burada konumuz değil ama, bir Türkçe cümlenin sağlam yapılı, anlamının berrak olup olmadığını daha iyi görmenin de bir yolu onu bir yabancı dile çevirmektir.
"Ödev"in Türkçede yerleşik bir kullanımı daha var. "Öğretmenin öğrencilere okul dışında hazırlamaları için verdiği çalışma"ya ev ödevi deniyor. Bu ödev söz konusu kelimenin yukarıdaki anlamına pek uymuyor. Ev ödevinin daha eski adı "vazife" idi. O zamanın öğrencileri "Öğretmen dün bize bir vazife verdi," derlerdi. Bütün bu söylediklerimizden "ev ödevi"nin "vazife"nin "iş, hizmet" damarından çıktığını, dolayısıyla daha sonraki yılların "görev"ine uygun düştüğünü gösteriyor. Ama başlangıçtaki çifte anlamlılık yüzünden bu biçimde kalıplaşıp dile yerleşmiş. Herhalde "ödev", "görev"den önce türetildiği için tutunmuş orada. Vazife'nin türevleri de "iş" yönünü pekiştirir. Vazifedar, memur, görevli; Vazifeten, işi gereği demek. Bir de vazifeşinas var: vazifesini ya da işini dikkatle, titizlikle yerine getiren kişidir.
Konuşma dilinde görev, daha sonra, batı dillerindeki mission (özel görev) kelimesine de denk düşecek bir biçimde kullanılmaya başladı. Burada herhangi bir yanlışlık yok, kendi anlam çemberinde kalıyor. Mission, yerine göre, işlev diye de çevrilebilir.
Dil olayları yeraltı akarsuları gibi, haberimiz olmadan kendi yataklarında akıp gidiyor. Görev kelimesi, sık sık, ödev anlamında kullanılmaya başlayınca, fonction yönü gölgede kalıyor. "İşlev" bu boşluğu doldurma amaçlı. "İşlev" kelimesi 1935'te, TDK'nin Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu'nda var, ama oradaki tanımı şöyle: "İşlev: amel, fiil = acte, action." Bugünkü "edim" anlamında düşünülmüş. Görev'in "ödev"le karıştırılıp fonksiyon yönü unutulur gibi olunca "işlev"e yeni bir işlev ya da görev verilmiş. İşlev'in bu yeni anlamı öyle sanıyorum ki, 1960 sonrasında kullanıma girdi.
Ödev, görev, işlev kelimelerinin yapısına bakalım. Üçünde de -v / -ev ekleri var. Tuncer Gülensoy (Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü, TDK, 2011, s. 384) bu ekin Kıpçakçadan alındığı bilgisini veriyor. Sevan Nişanyan (s. 294) da Kıpçakça ve Çağataycadan alındığını, Türkiye Türkçesinde hiç kullanılmadığını belirtiyor. Dil reformundan sonra kullanıma giren kelimelerin nasıl türetildiğini anlamak her zaman kolay olmadığı için —bazen de kökü ya da eki bilemediğimiz için— bu bilgilerin bir değeri var.
Kubbealtı'na (www.lugatim.com) göre ise, bu üç kelime de yanlış ekle türetilmiştir. . Şöyle deniyor üç kelimenin de karşılığında: "(yanlış türetme) [Türkçe’de fiilden isim yapan -v eki yoktur; ayrıca v sesi Türkçede yalnız tek heceli kelimelerin sonunda bulunur]." Ne var ki, sözlüğün yazarı "vazifeten" kelimesini tanımlarken "görevle" demekle "görev"i kaleminden kaçırmış! Bu sözlük yine - v'li "sınav", "söylev", "türev" kelimelerini de yanlış türetme sayıyor. Kuralcı dilbilgisi açısından öyledir herhalde. Bir ölçüt bu. Ama bütün bu -—v'li kelimelerin tutunduğu açık. Bu da bir ölçüt.[1]
Başka bir noktaya değinelim. "Ödev"in "ödemek" fiilinden türetildiği belli. Ama "görev"in "görmek" fiiliyle hiçbir anlam yakınlığı yok. Sözlüklerde görev'in - ev eki üzerinde durulduğu halde, kökü olan "görmek" fiili ile "görev"in anlamı arasındaki bağ üzerinde durulmamış. Görev, bir yardımcı fiilden, "vazife görmek"ten alınmış. "İş görmek" de akla gelebilir. Tıpkı "şart koşmak"tan "koşul"un türetilmesi gibi.
Ödev, görev, işlev kelimelerinin anlam paylaşma mücadelesinden öğrenebileceğimiz bir şey var. Bir dil başka bir dile bazen zararlı, bazen de yol gösterici olabilir. Türkçesi var olduğu halde onu kullanmayıp yabancı dildeki karşılığını kullanmakta ısrar etmenin savunulacak hiçbir yanı olamaz. Örneğin, aktivite, jenerasyon, departman, doküman, buton, konsept, kriter, transparan, inovasyon, detay gibi kelimelerin Türkçede bire bir karşılığı olduğu için hiçbirinin dilimize zerre kadar hayrı yoktur. Ama yabancı dillerle temas bazen de alıcı dile eksiklerini hissettirir, yeni kavramlar kazandırır. Burada üzerinde durduğumuz ödev, görev, işlev bu soydan. Eski Türkçede "vazife"nin iki anlamı da karşıladığını gördük. Fransızca devoir, fonction kelimeleri vazife'nin yetersiz kalışını hatırlatmış bize. Önce "ödev"i türetmişiz. Ama kökündeki fiilin getirdiği anlam pek iyi anlaşılmamış; bir süre, vazife'nin iki anlamını da yüklenmiş. Bu yüzden, kısa bir süre sonra "görev" türetilmiş. Bu da geniş bir kesimde iyi anlaşılmamış. Birçok kimse bugün ödev anlamında kullanıyor. Gelgelelim, "görev" kelimesi "ödev"le karıştırılıp fonction yönü unutulur gibi olunca bu kez "işlev" türetilmiş. İşlev, "görev"le aynı anlamda kullanılabilecek bir kelime, ama ondan ayrıldığı ince bir anlamı da var. Bu üç kelime, yerli yerinde kullanılırsa, yeni Türkçe için bir kazançtır elbette. Bu kazançta yabancı dillerin katkısı ortada.
Sonuç şudur: ödev kelimesinin kullanımı bugün nerdeyse "ev ödevi"ne hapsedilmiş gibi. Görev ise ödev'i de içine alacak biçimde kullanılınca eskimiş "vazife"nin çift anlamlılığına dönmüş oluyoruz. Bundan kurtulmak için, tembelleşen "ödev"i dürtmek, kımıldatmak gerekiyor. "Ödev"i kaybetmemeliyiz.
[1] Bu sözlükte yanlış türetme sayılan daha başka kelimeler de var; "önem", "gündem", "ortam", "araç", "bağımlı", "bağımsız" gibi. Yanlış bulunması yine biçimsel gramer açısından. Şu verdiğim kelimeler dile öylesine yerleşmiş ki, bu "yanlış"lardan dönmek herhalde artık mümkün değil. Öte yandan, yanlış türetme sayılan "bağımlı"nın, "bağımlı kelime" maddesinde edat karşılığında kullanıldığını, bir rastlantıyla, gördüm.
Bülent Aksoy