HELALLEŞMEK, HESAPLAŞMAK
İnsanlar topluluk halinde yaşamaya başladıktan sonra birbirleri ile bir dizi alış veriş ilişkisi geliştirmişlerdir. Bu ilişkiler içinde bir taraf bir edimde bulunmakta karşı taraf da bunun karşılığı olan parayı (nakdi) veya şeyi (ayni) ödemektedir. Her iki taraf da kural olarak bu ilişkinin dengeli olmasına, birinin hakkının diğer tarafa geçmemesine özen gösterirler. Borç alacak takıntısından kurtulmak isterler. Bunun sonucu olarak elde olmayan veya o anda görülmeyen nedenlerle verilenin dışında bir hakkımız kalmasın, birbirimize borçlu kalmayalım diye helâlleşme tarzında bir gelenek geliştirmişlerdir. Aralarındaki ilişkiyi “hakkını helal et” veya “helal olsun” diyerek sonlandırmaktadırlar. Kurban alış verişi sırasında bu uygulama çok belirgin olarak izlenebilmektedir. Yani taraflar karşılıklı olarak birbirlerinin ‘artık’ haklarını bağışlamaktadırlar. Özellikle İslam kültürünün yaygın olarak yaşandığı ülkelerde bu karşılıklı işleme helâlleşme adı verilmektedir.
Helâl sözcüğü dilimize Arapçadan girmiştir. Sözcüğün kaynağı Arapça halaldır. Anlamı dinen izinli olan şey, durum veya eylem demektir. Arap ve Yahudi kültüründe örneğin bazı yiyeceklerin, domuz etinin yenmesi yasaklanmıştır. İslam inanışına göre helâl gıda, Yahudi inanışına göre de koşer gıda, koşer restoranlar bu anlayışın ürünüdürler. Helâlim kavramı ise din kurallarına göre birbirleriyle evlenme hakkı bulunan ve evli olanları kapsamaktadır.
Haram sözcüğü de yine Arapçadan dilimize alınmıştır. Anlamı tabu veya yasak, özellikle dinen yasak olan şeyler veya eylemlerdir. Harem veya harami sözleri de aynı kökten türetilmiştir.
Helâlleşmedeki helâl sözcüğü ilk bakışta haramın karşıtı olan helâldir. Ancak haramın karşıtı olarak kullanıldığında helâl sözcüğünde bir kesinlik vardır. Oysa helâlleşme kavramı içinde yer alan helâl görecelidir. Helalleşmeden sonra söz konusu hak ortadan kalkmaktadır. Ancak helâlliğe konu eylem aynen durmakta ve helâl niteliğine kavuşmamaktadır. Yalnızca hakkın istem (talep) hakkı sona ermektedir.
Helâl ve haram kavramları dinen yasak edilmiş olan şeyler ve eylemler tarafların helâlleşmesi ile haram olmaktan çıkıp helâl niteliği kazanamaz. Örneğin domuz eti hep haram olarak kalır.
Başka bir anlatımla Allah’ın yasakladığı, haram olarak adlandırdığı şeyler ve eylemler helâl hale gelmez. İnsanların birbirleri üzerindeki hakların ise isteme, talep hakları ortadan kalkmış olur.
Her ne kadar istihlâl sözcüğü ile helâlleşme kavramı (İslam Ansiklopedisi/Zübeyir Yetik) ilişkilendirmeye çalışılsa da helâl sözcüğü ile bir bağı bulunmamaktadır. İstihlâl sözcüğü hilal sözcüğünden türetilmiştir. Hilal’in ilk görünme hali veya bir basılı eserin başlangıcında açıklanan amaç olarak tanımlanmaktadır.
İslam inanışında öteki dünyaya kul hakkı ile gidilmemesi öngörülmektedir. Allah ile kul arasındaki ilişkinin tövbe ile çözümlenebileceği düşünülmekte ancak insanların kendi aralarındaki ilişkilerin bu dünyada sonuçlandırılması insanlara bırakılmaktadır. Yani bir insanın oruç, namaz gibi borçlarını Allah affeder, affedebilir ama örneğin bir işçinin ücret alacağına Allah karışmamaktadır. Kutsal metinlerde siz insanlar bu işi kendi aranızda halledin denmektedir.
Aynı şekilde bir kimseye karşı kırıcı bir söz söylenmiş veya eylemde bulunulmuşsa, ya da örneğin bir cinayet işlenmiş ise helâlleşme ile o eylem yok sayılamaz, cinayet ortadan kaldırılamaz. Takibi şikâyete bağlı suçlarda bir tür bağışlanma sağlanmış olur.
İnsan öldükten sonra cenaze namazı kılınmasından önce imam cemaate bir soru yöneltmektedir. Hakkınızı helâl ediyor musunuz diye. Bunun anlamı ölen borcunu ödeyemeden ölmüş ise o borcu mirasçısı durumundaki yakınları ödesin ve ölen kişi ahirete borçsuz gidebilsin diyedir. Cemaatin orada hazır bulunanları da hakkımızı helâl ediyoruz diyerek haklarını istemekten vazgeçmiş olmaktadırlar. Ölünün bıraktığı borçların hemen orada ödenmesi veya silinmesi, terkin edilmesi güzel bir gelenektir.
Ancak burada unutulan bir şey daha vardır. Ölünün sağlığında hak edip de alamadığı haklar ne olacaktır? İmam da bu konuda suskun kalmaktadır. Örneğin, bu kişi yattığı musalla taşından doğrulup, başını kaldırıp şöyle dese; “ey cemaat benim de sizin gibi yaşama hakkım vardı, ama siz beni koruyamadınız, benim haksız yere ölmemi engelleyemediniz, benim hakkım ne olacak” dese bizler ne yanıt vereceğiz?
Bir de dilimizde ve dinsel inançlarımız arasında bir kefaret sözü bulunmaktadır. Bu sözcüğün kaynağı Arapça kfr kökünden gelen kafārat كفارة ‘dır. Suçunu örtme, suç veya günaha karşılık bedel ödeme anlamındadır. Sözcük Arapçada kafara كفر "örttü, kararttı" eyleminin mastar halidir. Bu sözcük Aramice/Süryanice kpārā כפרא "örtme, suçu veya bir yükümlülüğü ortadan kaldırmak için ödenen bedel" sözcüğü ile eş kökenlidir. Aramice/Süryanice sözcük Akatça kapāru "silme" sözcüğü ile aynı kökenden gelmektedir. Küfür, kâfir sözcükleri de bu kökenden türemişlerdir. Kefaret sözcüğünün çağdaş ve seküler anlamı ise tazminat kavramıdır. Kefaret sözcüğü kişinin eyleminin haksız olduğunu kendisinin kabul etmesi ve bir şeyi karşı tarafa vermesidir. Tazminat kavramında ise nedenleri, sorumlusu mahkemece belirlenir ve karşılığı yaptırım yine mahkemece gösterilir.
Ölenin sağlığında iken işlediği günahlar veya o kişinin çeşitli nedenlerle eda edemediği namaz, oruç, kurban, adak gibi dinî yükümlülüklerinin ölümünden sonra fidye ödenerek sona erdirilmesi, böylece o kişinin bu tür borçlarından kurtulması, kurtarılması anlamını taşır. Mezarlıkta ölü defnedilirken, toprağa konulurken yakınları tarafından dağıtılan paralara da ıskat adı verilmektedir. Ancak diyanet Din İşleri Kurulunun da açıklamalarına göre bunların anlamının günahların af edileceği yolundaki bir umuttan ibaret olduğudur. Asıl olan kişinin borçlarının alacaklılarına ödenmesidir. Her tür miras kuralının da bir gereği budur. Elbette bu dağıtma işinde ölenin vasiyetinin aksine hareket edilmemesi de gerekmektedir. Allah, Tanrı ile kişi arasındaki ilişki için bir helâlleşme söz konusu olamaz.
Peygamber İsa’nın anlattığı dine inanmış olan insanlar bir gün İsa’ya gelirler ve “Tanrı dururken yeryüzünde Roma kralına mı vergi ödeyeceğiz” diye akıl danışırlar, daha doğrusu kendileri gibi düşünmeyen pagan Roma krallığına vergi vermek istemezler. İsa ise düşünür, taşınır ve en güçsüz dönemlerinde böyle bir başkaldırmanın sonucunun çok ağır olacağını öngörerek onlara: “Sezar'ın hakkı Sezar'a, Tanrının hakkı da Tanrıya, yani bana” şeklindeki o ünlü sözünü söyler.
Doğrusunu söylemek gerekir ise peygamber İsa Sezar’ın hesabı ile tanrının hesabını bu sözü ile net olarak ayırmaktadır.
a) Iura deorum/ Tanrıların hakları doğrultusunda kişiler inançları veya inançsızlıklarıyla birlikte yaşam sürmektedirler. Kültürlerinin temelini oluşturan nomos’lar (kurallar) çerçevesinde, birlikte yaşadığı kişi ve tanrılarla aralarında kurulmuş olan barışı sürdürebilmek için ödemek zorunda olduklarına inandıkları bedelin yerini bulduğuna ilişkin karşı tarafın rızasına, onayına gereksinim duymaktadırlar. İşte bu bir helâlleşmedir. Yine antik Yunan’dan örnek verirsek tanrılara gösterilen saygı, sunaklara konan armağanlar onların dünyalarını zenginleştirmekte, onları huzura kavuşturmaktadır.
b) Corpus Iuris Civilis/ Medeni hukuk çerçevesinde yer alan hakları ve yükümlülükleri nedeniyle kişilerin kişilerle asıl olan hesaplaşmalarıdır. Örneğin bir marangoza yemek masası ve sandalyeleri sipariş edilmiştir. Usta öngörülen süre içinde siparişini teslim etmiş ve siparişin sahibi de karşılığı bedeli ödemiştir. Yani taraflar aralarındaki sözleşmeye uygun olarak edimlerini yerine getirmişler ve karşılıklı olarak birbirlerini ibra da etmişlerdir. Eğer bu konuda bir uyuşmazlık ortaya çıkarsa hakem veya mahkemeler gerekli uzlaşmayı sağlayacaklardır.
c) Lex Publica/ Kamu hukuku çerçevesinde yer alan hakları ve yükümlülükleri nedeniyle kişilerin ve devletin asıl olan yine hesaplaşmalarıdır. Yurttaşların devlet ile olan sözleşmelerine, kabaca anayasaya göre yurttaşlık ödevlerini yapması, vergilerini ödenmesi devletin de yurttaşının refah ve güvenliği için her türlü ödevi yerine getirmesi, topladığı vergileri yurt ve yurttaş için harcamasıdır. Bunun için dönem dönem kamu temsilcileri yurttaşları bilgilendirecekler ve hesap vereceklerdir. Yönetim biçimi demokrasi ise yurttaş da gerektiğinde seçimle yöneticisini değiştirecektir.
Helâllik isteyecek kişi kadar helâllik istenecek veya hesaplaşılacak olanın da önemli olduğunu söylemeliyiz. Taraflardan birisi ölmüş ise bu eylemin konusu ortadan kalkmıştır. Bu eylemin bir anlam taşıması ve bir yarar sağlaması bekleniyorsa sağlar arasında, taraflar sağken yapılması gerekmektedir. Bu bakımdan bir felakette yaşamlarını kaybedenler için helâllik istenmesi anlamdan yoksundur.
Benzer bir durumda bir muhalefet partisi liderinin yaptığı gibi toplumun bir kesiminden helâllik istenmesi de bu kavramın bileşenlerinin hiç birisiyle bağdaşmamaktadır.
Yukarıda (a) ile gösterilen seçenekte kesinlik yoktur ancak bazı yasaklar arasında izinli, din ağırlıklı helâl şeyler vardır. (b) ve (c) seçeneklerinde ise din dışı bir (ladini) netlik ve hesap söz konusudur. Bu seçeneklerin ilkinde korku diğerlerinde korkusuzluk vardır. Hesaplaşma denetime açık helâlleşmede ise denetim söz konusu değildir. Hesaplaşma sonunda ibra etme, ibra edilme yani aklama veya aklanma vardır. Helâlleşmede ise sonuçta bir iç huzuru ve inanç vardır.
Buraya kadar anlatmaya çalıştıklarımızı özetlersek; inanışa göre kullar veya toplumun bireyleri arasında öncelikle hak doğurucu bir ilişki olması, bu hakkın istenebilir ve ödenebilir olması gerekmektedir.
Helâlleşmek yukarıda sözlük anlamlarından da anlaşılacağı gibi dinsel niteliktedir.
Böyle bir gereksinim duyan kendi vicdanı ile yüzleşir. Yapması gereken de budur, bundan ibarettir. Bu kavramın tarafları o kişi ile o kişinin inancını belirleyen Allah, Tanrı veya benzer bir güçtür.
Kısaca hesap ve hesaplaşma kavramlarına da değinmek gerekmektedir. Hesap sözcüğünün kökeni Arapça hisab sözcüğü olup, hesap, aritmetik, sayma, dizme, sıralama anlamlarına gelmektedir. Olayları ve borç alacak ilişkilerini tartma, bir düzene koyma da denebilir. Hesap etmek, hesaplamak, hesaplı, hesapsız, hesapçı gibi sözcükler de hep aynı kökten türetilmişlerdir. Aynı anlam yakınlığı içinde hendese, endaze kavramlarını da düşünmeliyiz. İnsanlar yukarıda yazının giriş bölümünde anlatmaya çalıştığımız gibi ilişkilerini bir düzen içinde tutmak isterler. Bu yaşamın doğal bir sonucudur.
a) Kişiler bir kısım haklarından vazgeçmek istiyorlarsa bunun yolu yazılı olarak devletin ilgili birimlerine bir dilekçe vermeleridir. b) Devlet veya hükümetler de bir kısım haklarından vazgeçmek istiyor ise af yasaları çıkarması veya benzer yasal düzenlemeler yapmalıdırlar. Devleti temsil eden kişi veya kişiler bir kısım halktan helâllik istemekle, almakla bir sonuca varamazlar. Çünkü o kişi veya kişilerin hesap verecekleri veya helâlleşecekleri kitle ulusun tamamıdır. Bunun yolu da demokrasilerde sandıktır, seçimdir. Halk, oyları ile aklar ya da aklamaz. Kaldı ki; oraya gelmiş olanlar halkla veya halkın bir kesimiyle helâlleşsinler diye değil usul ve esasları anayasa ve yasalarla belirlenen hesaplarını zamanında versinler ve aklansınlar diye seçilmişlerdir. Hesap vermek de öyle zor bir şey değil, belgeler doğrultusunda ben şunları şu gerekçelerle yaptım, şunları şu nedenlerle yapmadım, şunları da olanaklar elvermediği için yapamadım demekten ibarettir. Bu kadar basit bir konuyu inanç dünyasından ödünç alınan ama anlam ve kapsamıyla yerini bulmayan bir kavramla açıklamaya çalışmak işi daha da zorlaştırmaktadır.
01.03.2023
Ali Can Polat