KALPAZANLIK
Neolitik dönemle birlikte toprağın işlenmesi ve bazı hayvanların evcilleştirilmesi sonucunda üretilen şeylerde nitel ve nicel artışlar meydana gelmiştir. Üretimin o topluluğun gereksiniminden daha fazla olması halinde de bu ürünler gelecekte tüketilmek üzere belli bir yerde saklanmaya başlanmıştır. Topluluklar zaman içinde farklı gereksinimlerin karşılanması için bazı alanlarda uzmanlaşmışlardır. Bazı ürünler belli alanlarda daha az, belli alanlarda daha çok yetişmekte veya hiç yetişmemektedir. Böyle durumlarda birbirlerinden ayrı yaşayan topluluklar kendilerine yeterli olmayan ürünleri komşu topluluklardan takas yolu ile alma yolunu bulmuşlardır.
Üretim ve tüketim ilişkileri geliştikçe takas yöntemi de yetersiz kalmıştır. Bu durumda insanlar ve topluluklar belli bir güven ortamında alım satım işlerinde kullanılmak üzere bir sembol üzerinde anlaşmışlardır. Bunun adına da para demişlerdir. Yani bir kişi diğerine örneğin, beş tavuk verdiyse, karşılığında teslim ile birlikte 5 altın, gümüş ve benzeri değerli bir maddeyi almaktadır. Aynı şekilde kendilerinde bulunmayan ürünleri de elindeki bu değerli madenleri veya şeyleri vererek satın gereksinimi olan ürünleri alabilmektedir. Giderek bu paralar gereksinim duyanlara borç/ kredi olarak da verilmeye başlanmıştır.
Toplumsal ilişkilerde keşfedilen bu yeni madde yani para, ürünün kendisi kadar değerli olmuştur.
Paranın ortaya çıkması ile birlikte o para hakkındaki güveni zedeleyen girişimler de olmuştur. Örneğin altın ve gümüş gibi madenler saf olarak toz halinde olduklarından bunların içlerine başka madenler karıştırılarak taşınması ve saklanması daha kolay hale getirilmiştir. İşte sorunun büyüğü de burada başlamaktadır. Örneğin 10 gram ağırlığında bu madenden yapılma paranın içinde değerli olan altın veya gümüş kaç gram, örneğin daha az değerli olan yabancı maden ne kadar konacaktır? Elimize verilen paranın ayarı kaçtır. Ne kadarı altın veya gümüş, ne kadarı demir veya bakırdır.
Ticari ilişkiler o kadar gelişmiştir ki; artık değerli madenlerin taşınması ve saklanması zorlaşmış onların yerine geçen/ ikame olan kaimeler/ kâğıt paralar-banknotlar kullanılmaya başlanmıştır.
Toplumda üretmeden sadece paranın içindeki değerli madeni azaltarak para kazanan veya taklit kâğıt para yapanlar türemiştir. Bunlara kalpazan denmektedir.
Dilimizde kullanılmakta olan kalpazan sözcüğü Arapça kalp/ bozuk ve Farsça zen-zan/ vuran-darp eden sözcükleri birleştirilerek üretilmiştir. Bu sözcüğün dilimizdeki anlamı a) Sahte para basan veya piyasaya süren kimse. b) mecaz olarak yalan ve hile ile iş gören kimse anlamına gelmektedir.
Sözcüğün Latincesi, fictus, İngilizcesi, forgery, Fransızcası da falcification’dur.
Bu gün devletin para üretme işi ve parasal işlerinin düzenlenmesi ile görevli kurumlar merkez bankalarıdır. Bu bankaların ve piyasanın ihtiyacı olan para darphanelerde yaptırılır. Madeni paraların, sikkelerin ve nümismatik değeri olan, meskûkât/ süs eşyası niteliği olan ve diğer anı belgelerinin yapımı, üretimi o değerli metalin bir pres makinası altında ezilmesiyle yapıldığından eski geleneğe bağlı kalınarak para yapılan, basılan yerin adına darphane denmiştir. Sözcük anlamı darp evi demektir. Para basma işi bir egemenlik göstergesi de sayıldığından yönetimi elinde tutan kral veya padişah tahta çıkar çıkmaz adlarına paralar bastırmışlardır. Bu darp şimdilerde basitleştirilmiş haliyle kimi müzelerde turistlere uygulamalı olarak gösterilmektedir. Hatta turistler darp işini kendileri yapmaktadırlar.
Aynı kökten gelen diğer sözcükler de:
Kalp: a) düzme, sahte para,
b) Yürekli, güçlü kuvvetli, bilgili veya içi temiz göründüğü halde gerçekte böyle olmayan kimseyi,
Kalplaşmak: İnceliğini, bir işe uygunluğunu ve çalışkanlığını kaybetme halini,
Kalpazanlık: Kalpazan olma halini, parada sahte kopyasını üretmeyi, sahteciliği,
Kalplık: Sahtelik, düzmelik b) iş yapma isteksizliği ifade etmektedir.
Sahtecilik, kalpazanlık toplumda her zaman güveni sarsan bir durum olduğundan, insanlar ve toplumlar bu eylemi hırsızlıkla eş değer görmüşlerdir. Esasen çalışmakla, üretmekle elde edilen şeyleri üretmeden, çalışmadan bir sikkenin ayarını tahfif ve tağşiş ederek/ bozarak, taklit ederek para kazanmak başkalarının ürettiği şeyleri çalmak demektir. Ancak yasal düzenlemeler içinde hırsızlık ve dolandırıcılık suçlarından ayrı bir bölümde ele alınmıştır.
Bilindiği gibi kâğıt paradan önce, gümüş veya altın paralar kullanılıyordu.
1690'da İngiltere'de Thomas Rogers ve Anne Rogers isimli bir çift, 40 tane gümüş para yaptıkları için yüksek kademede vatana ihanetten suçlanmıştır. Thomas asılmış, ölmeden önce de çok ağır işkencelerden geçirilmiştir..
Kalpazanlık suçu parayı taklit, tağyir, tahfif ve tağşiş ederek işlenir. Eski ceza yasamızın 316. maddesinde bu suç ve cezası tanımlanıyordu. Şimdi ise kalpazanlık suçu yeni ceza yasamızda özel maddede düzenlenmiştir. Tedavüle sürülen kalp paranın aynı zamanda inandırıcılığının olması, iğfal kabiliyetinin bulunması da gerekmektedir. Öyle örnekler var ki; hiç filigran, falan kullanmadan, adi bir kâğıdın üzerine elle yazı yazılarak veya rakamın önüne bir sıfır konarak bile taklit girişimlerinde bulunulabilmektedir. Bazıları ise bu işte çok uzmanlaşmışlardır. Birçok kez özel makinalar bile bu sahteciliği fark edememekte, yanılmaktadır.
Kalpazanlık işi ve kalpazanlar sanat ve edebiyatla, sinema işi ile uğraşanların da dikkatlerini çekmiştir. Sahtecilik de öyle kolay sanılmamalı. Bu iş için paranın yapılmasını, bu teknolojiyi iyi bilmek gerekir. Aksi halde fark edilir edilmez kalpazanlık hevesleri kursaklarında kalabilir. Benim bu güne kadar seyrettiğim en ilginç dizilerden bir tanesi Marcos dizi filmiydi. Çete merkez bankasına giriyor ve çalacağı paraları kendisi basıyordu.
Kalpazanlık suçu 5237 sayılı YTC’ nin 197-198-199-200. Maddelerinde düzenlenmiştir. Madde 197: (1) Memlekette veya yabancı ülkelerde kanunen tedavülde bulunan parayı, sahte olarak üreten, ülkeye sokan, nakleden, muhafaza eden veya tedavüle koyan kişi, iki yıldan oniki yıla kadar hapis ve onbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Sahte parayı bilerek kabul eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.
(3) Sahteliğini bilmeden kabul ettiği parayı bu niteliğini bilerek tedavüle koyan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Kalpazanlık paranın tarihi kadar eskidir. Paranın olduğu her yerde böyle girişimler de olmuştur. ABD’ nde 18. ve 19. yüzyıllarda para sahteciliği önemli olmuştur. Daha sonra merkez bankaları taklidi zorlaştırıcı önlemler almışlardır. Bütün bunlara karşın günümüzde, ortalama 600 milyar dolar değerinde sahte paranın halen tedavülde olduğu kabul edilmektedir.
Geçmişteki buna benzeyen birçok olayların bir tanesi de Bizans Devletinde, I. Justinianus döneminde yaşanmıştır. Alexander Barber adında biri benzeri bir işe girişmiş yakalanmış sonra da bu sahtecinin uzmanlığından yararlanmak için imparator tarafından işe alımış. Ceza mı ödül mü bu ayrı konu ama imparatorun yaptığı tam bir pragmatizm uygulaması.
İstanbul’un şirin adalarından, Sait Faik Abasıyanık ile özdeşleşmiş olan Burgazada iskelesinden iki kilometre daha, sahilden batıya doğru yürüdüğümüzde manzarasına ve hele de günbatımı seyrine doyum olmayan bir küçük koy ile karşılaşırız. Aynı adlı lokantaya oturduğumuzda kahvemizi yudumlarken karşımızda Kalpazankaya’ yı görürüz. Burası hakkında çok söylenceler var. Bir söylentiye göre I. Justinianus döneminde yukarda adı geçen kişi sahte parayı gözden ırak, bu küçük adacıkta yapmıştır. Söylence bu ya, kulaktan kulağa gelmiş ama küçük adanın adı bize kadar değişmeden Kalpazankaya olarak ulaşmıştır.
Emeksiz kazanç sağlamanın bir adı paranın sahteciliği yani kalpazanlık ise bir diğer adı da bilimde ve sanatta taklitçilik intihal/ aşırtmacılıktır. Kendisine ait olmayan bir bilgiyi kendisininmiş gibi halka veya belirli kurullara sunan kişi emeksiz bir kazanç veya kariyer sağlamaktadır. Bu da kalpazanlık suçu kadar ağır bir suçtur. Örneğin, hiçbir uzmanlığı olmadığı halde kendisini hekim olarak tanıtan bir kimsenin veya hekimlik için uzmanlık eğitimini hileli yollarla kazanmış bir kimsenin insan sağlığı için yarattığı tehlikenin ne kadar büyük olabileceğini düşünmek bile istemeyiz.
Bir de kendisinin ürünü olan, örneğin bir şiirin, bir sözün altına ünlü bir şairin veya düşünürün adını yazanlar var. Onların ne yapmak istediğini, amaçlarının ne olduğunu da anlamak mümkün değildir. Sanırım bu yolla, yani aktarıcı rolü ile toplumda kendilerine bir yer açmak istemektedirler. Bu tür sahteciliklerden en çok nasibini alanlar, Ömer Hayyam, Can Yücel, Nazım Hikmet gibi ünlü şairlerimizdir.
Ayrıca politika alanında bilgileri çarpıtan, yalan söyleyen, belge ve bilgilerdeki verileri bozan, değiştiren veya taklit eden, kalp bilgileri propaganda malzemesi yapan kişileri görüyoruz. Bunlar toplum için, toplumun geleceği için para kalpazanlarından daha tehlikelidirler. Parayı kalp edenler bir miktar paramızı çalmakta ama sahte hekimler ve sahteci politikacılar sağlığımızı ve geleceğimizi çalmaktadırlar. Sağlık ve geleceğimiz, güvenliğimiz paradan daha önemlidir.
Kalpazanlara karşı bizlerin de üzerine düşen ödevler vardır. Uyanık olmamız ve onları teşhis/ tanıma ve teşhir etmemiz/ halkın önünde onların kimlik ve sahteciliklerini açıklamamız gerekmektedir.
Ali Can Polat
24.04.2022