Puslu Havalar, Sakin İnsanlar Ülkesi Vietnam, Hüzünlü Kamboçya (17-25 Mart 2024)
Bizler ve bize yakın yaş grupları için, Vietnam, Uzak Doğu’da ABD emperyalizmine karşı savaşan ve 20 yıl sonra bir süper gücü dize getiren kısa boylu, çekik gözlü insanların ülkesiydi, ama zaman her şeyi olduğu gibi algılarımızı da değiştiriyor, şimdi görünen ise genç Vietnamlıların geçmişi çok fazla hatırlamadıkları. Bir müzeye dönüştürülen Cu Chi tünelleri ile Savaş Müzesi dışında o günlerde yaşananları çağrıştıran her şey, günlük yaşamın içinden bilinçli olarak silinmiş görüntüsü veriyor.
Vietnamlıları çalışkan, sakin ve huzurlu olarak tanımlamak mümkün. Herkes bir şekilde çalışıyor, üretim yapıyor, boş oturan kimseyi görmedik desek yeridir. Yollarda, kavşaklarda hiçbir trafik ışığı olmadan, hareket halindeki binlerce motosiklet, araç, yayalar birbirlerini engellemeden sakince yollarına devam ediyorlar. Bu devinim içinde korna sesi ya da başka bir tartışma yok, yazılı olmayan kurallar eşliğinde günlük hayatın akışı devam ediyor. Genel olarak tepkisiz bir görüntüleri olsa da bir soru sorduğunuzda herkes gülümseyerek cevap veriyor ve size yardımcı olmaya çalışıyor, yakından bakınca insanların dingin ve huzurlu olduğu görülüyor.
100 milyonu aşkın nüfusu, çalışkanlığı ve gelişmesi ile Vietnam geleceğin başarılı ülkelerinden biri olmaya aday. Hafızalarımızda kalan komünist yönetim şekliyle değil ama, planlı bir devlet kapitalizmi ile komünist parti tarafından yönetilen ülkede, seçimler sadece sembolik olarak yapılıyor, biz orada iken Cumhurbaşkanı yolsuzluklara karıştığı gerekçesi ile, ülkenin en güçlü organı KP tarafından, görevden alındı. Rehberimizin anlattıkları ve ülkede son yıllarda yaşanan gelişmeleri gözlemleyince, yetkin bir kadro tarafından planlı bir ekonomi ile yönetilmenin yararlarını ve demokrasinin her zaman ve koşulda en iyi yönetim biçimi olmayabileceğini de düşünmeden edemiyor insan.
İlk durağımız, savaş sonucunda güneyin ele geçirilerek, Kuzey ve Güneyin birleşmesinin sağlanmasının ardından Vietnam direnişinin lideri Ho Chi Minh’in adıyla onurlandırılan Saygon(Ho Chi Minh City).
(Fotoğraf 1)
Su kaynaklarını, Tibet Platosunda doğup, Çin, Myanmar, Laos, Kamboçya ve Vietnam'dan geçerek Güney Çin Denizi'ne dökülen Mekong nehri ile Tonle Sap Gölünden alan ve muson yağmurları döneminde sular altında kalan Mekong Deltası bölgenin yaşam kaynağı. Bir ölçüde turistik havaya bürünse de bal ve doğal yiyecek üretiminin yapıldığı köy yaşamı devam ediyor, deltanın dar kanallarında, sık bitki ve ağaçlar arasında yöresel kayıklarla yaptığımız yolculuk, şehir hayatında unuttuğumuz doğallığı, kısa süre için hatırlamamıza neden oldu.
Saygon yakınında çok küçük bir köyün yerlilerinin süper güç ABD’nin ordusuna kök söktürüp, ağır zayiat verdiği Cu Chi ve yer altı tünelleri şimdi müzeye dönüştürülmüş durumda. Müze, tünelleri, tuzak çeşitlerini ve yer altındaki yaşamı çarpıcı bir şekilde izlemenizi sağlıyor. Çok yoğun çatışmaların olduğu ve ABD ordusunun ağır kayıplar verdiği bu bölgede, müzenin sonunda isteyenlerin kullanabildiği atış poligonundan gelen kurşun sesleri eşliğinde, bölgeyi dolaşmak tam bir ironiydi bence. Bu poligonu kurmak kimin fikriydi bilmiyorum ama bölgede yaşananları içselleştirmek için iyi bir araç olarak düşünülmüş gözüküyor.
(Fotoğraf 2)
Saygon’un içinde yer alan Savaş Müzesi ise savaşın zalim ve acımasız yönünü tüm çıplaklığı ile yüzünüze çarpıyor, direnişçilerin gizlenmelerini engellemek amacıyla, ağaçların yapraklarını dökmesi için havadan atılan kimyasallar, çatışmalar dışında da binlerce insanın ölmesine ve sakat kalmasına neden olmuş, halen de bölge insanlarında bir ölçüde genetik kalıntıları bulunuyor. Buraları görünce, son dönemlerde bir ölçüde gelişmeler olsa bile, emperyalizme karşı ilk zafer olan Kurtuluş Savaşımızın geçtiği bölgelerin neden, daha iyi düzenlenmiş şekilde, yerli ve yabancı turistin ilgisini çekecek hale getirilmediğini düşünmemek mümkün değil. Tabii bir de yakın geçmişin Bosna ve halen içinde yaşadığımız Gazze, katliamlarında çekilen acılara çözüm bulmasa da, insanlığın yüzüne bir şamar olarak vuracak müzelere dönüşmesini beklemek. Bugünü anlamlı kılan bir diğer rastlantı da bir gün önce Mekong Deltası ziyaretinde otobüste kutladığımız, emperyalizme karşı ilk başarılı karşı çıkış olan 18 Mart Çanakkale zaferinin ertesi günü, bölgeyi ziyaretimiz oldu.
İki gün için geçtiğimiz Kamboçya, gelir yetmezliği içinde ama bu yetmezliğe rağmen insanların yine de mutlu göründüğü bir ülke. Gazete haberlerinden bildiğimiz Kızıl Kmerler ve Pol Pot yönetiminin yaptıklarını ve bağnaz bir yönetimin bir ülkenin kaderini nasıl değiştirebileceğini yerinde görmek insanda etkili bir hüzün duygusu yaratıyor. Pol Pot yönetiminin 4 yıllık iktidarı döneminde, öğretmen, doktor, sanatçılardan ve hatta aydın olma belirtisi taşıdığı için gözlük takanlardan oluşan, ülkenin öncü kesimlerinin ya tarlalarda çalışmaya zorlanması ya da ( iki milyona yakın kişinin) öldürülmesi , okulların kapatılması, ülkenin ondan sonraki süreçteki gelişiminin de belirleyicisi olmuş görülüyor. Bizdeki karar alıcıların, aydın düşmanlığının bir ülkenin kaderini nasıl değiştirdiğini anlamak için bir laboratuvar özelliği taşıyan, Kamboçya’da olanları izlemeleri yararlı olabilir.
Bir doğa harikası olan banyan ağaçları ile çevrili Angkor Wat, Angkor Thom ve Bayon tapınakları, dünya çapında ünlü olsalar da, benim gözlemime göre içinde bulundukları doğal güzelliklerden daha etkileyici değiller.
(Fotoğraf 3)
Kamboçya gezimizin bana göre en önemli etkinliği, Tonle Sap gölünde, dönemsel yağışların sebep olduğu su seviyesindeki değişimler nedeniyle (2.700 m2 olan gölün yüzölçümü, su taşkını döneminde 18.000 m2 ye çıkıyor), yılda 3 kez konum değiştiren yüzen köy Chong Kneas oldu. Bölge halkı Kamboçya’da yaşayan Vietnamlılar’dan oluşuyor. Son derece ilkel şartlarda olmalarına rağmen yaşama sevincini yitirmemiş insanlar, yüzen bir okulda cıvıltılar içinde öğrenimlerine devam eden ilkokul öğrencileri, çağdaş kent yaşamının yol açtığı tükenmişliğe karşı bir ilaç gibi göründü bana. Dünyanın bu unutulmuş bölgesinde ve zor ulaşım koşullarında bile insana kapitalizmin gücünü hatırlatan şey ise, Coca Cola ve benzeri içeceklerin satışa sunulmuş olması. Bölgedeki en ilginç şeylerden birisi de, mezarların suyun en yüksek olduğu dönemde su üstünde kalmasını sağlayacak yükseklikteki ayaklar üzerinde inşa edilmiş olması.
(Fotoğraf 4). (Fotoğraf 5)
Akşam yemeği sırasında izlediğimiz Apsara dans gösterisi, mahalli özellikler taşıyan, estetik yönü kuvvetli ve dinlendirici bir etkinlik oldu.
Gezinin son durağı başkent Hanoi’de, Saygon’dan daha yoğun olarak puslu bir hava egemen. Ülkenin içinde bulunduğu iklim kuşağı ve bölgesel etkiler nedeniyle oluşan bu puslu hava, şehre ayrı bir dinginlik veriyor ve mistik bir ortam yaratıyor.
(Fotoğraf 6)
İktidarın ele geçirilmesi sonrasında Başkanlık Sarayı olarak, Fransız Sömürge Yönetiminin binasının kullanılması önerisini kabul etmeyen ve binanın bahçesine yaptırdığı 3 odalı mütevazi konutta tüm yaşamını sürdüren Ho Chi Minh, itibardan tasarruf olmaz diyenlere, dünyanın bu uzak köşesinden çarpıcı bir cevap veriyor. Hatta konut ve içindeki eşyaların sadeliği, bizlerin tüketim ekonomisinin dayatması ile, işlevsel olmayan pek çok eşya ile doldurduğumuz, evlerimize de örnek olacak nitelikte.
(Fotograf 7)
Gezideki hemen herkesi etkileyen bir rastlantı ise Edebiyat Tapınağı ziyaretimizin ilkokul öğrencilerinin ziyareti ile çakışması oldu. Çekik gözlü, şirin ve sevecen çocuk grupları ile kısa da olsa beraber olmak, yılların hepimizin üzerinde biriktirdiği olumsuzlukları bir an için unutmamızı sağlamış görünüyordu.
(Fotoğraf 8). (Fotoğraf 9)
Gezinin çarpıcı finali, UNESCO dünya mirası listesinde yer alan ve koruma altına alınan, Ha Long (alçalan ejderha) körfezindeki bir günlük tekne turuydu. Ha Long körfezi birbiri peşi sıra konumlanmış 1.500 ün üzerinde kireçtaşı adacıktan oluşan bir doğa harikası, sessizliğin ve dinginliğin insana huzur verdiği bir bölge ya da öyle olması gerekiyor ama gezi teknelerinin yoğunluğu buna pek imkân sağlamıyor. Ayrıca koruma altında olmasına rağmen, gezi teknelerinin sintine atıkları ile pissularının ve nereden geldiği tam anlaşılamayan katı atıkların yarattığı kirlenme, insanda eğer önlem alınmazsa bu güzelliğin ömrünün fazla olmayacağı izlenimi yaratıyor. Akşam teknenin üst güvertesindeki kokteyl sonrasında, grubumuzun “Ankara’nın Bağları” eşliğinde başlattığı oyun havaları, ülkenin boğucu ve baskıcı havasına inat yaşama sevincini sürdürmenin izlerini taşıyor gibi geldi bana.
(Fotoğraf 10). (Fotoğraf 11)
Gezi sırasında aldığım kısa notlar ise şu şekilde;
· Güneye giden insanlar anlamına gelen Vietnam, M.Ö. 800 de bölgeye Çinden göç edenler tarafından kurulmuş
· Halkın geneli Budist ama dini ritüeller uygulanmıyor
· Kırsal bölgelerde vefat eden aile büyükleri ailenin sahip olduğu araziye gömülüyor
· Hanoi’nin kuruluşunun 1.000 inci yılında (2010) dünyanın farklı yerlerinden gelen seramik sanatçıları şehir içindeki 50 km uzunluğundaki duvarı seramik kaplamışlar
· Ortalıkta hiç üniformalı polis olmamasına rağmen güvenlikle ilgili bir sorun yok görünüyor
Sadece Vietnam ve Kamboçya için değil, tüm gelişmekte olan ülkeler için bir sorun olan çevre kirliliği, bu seyahat sırasında da gözle görülür şekilde ve rahatsız edici boyuttaydı. Batılı gelişmiş ülkeler dünyanın hemen her yerindeki ülkelerin kaynaklarını sömürüp kendi gelişimlerini sağladıktan sonra şimdi çevreci olmuş durumdalar. Gelişmekte olan ülkelerin doğa korumayı başarabilmesi için toplumda çevre bilinci oluşturulması kadar önemli bir diğer konu da bu iş için ayrılacak finansal kaynak gerekliliği, ama henüz temel ihtiyaçlarını karşılama düzeyindeki bu toplumların doğanın korunmasına ayıracak kaynakları ne yazık ki yok veya çok sınırlı. Çok geç olmadan gelişmiş ülkelerin sadece kendileri için değil, tüm dünyada doğanın korunması için, kaynak ayırmaları gerekir diye düşünüyorum. Yoksa hiçbirimiz yaşanılacak bir alan bulamayacağız.
Gezide grup içindeki tartışma konularından biri de, bu tür gezilerin katılanlara sağladığı katma değerin, gezinin yarattığı çevre kirliliğine (karbon ayak izi vb) değip değmediğiydi, bence böyle bir yazının konusu olmaktan ziyade ciddi bir akademik/sosyolojik çalışmayı gerektiriyor, bunun hepimizin düşünmesi, sorgulaması gereken bir konu olduğunu söyleyerek bitiriyorum.
Ayhan YILDIZEL
28 Mart 2024