MARKA – MODA KAVRAMLARINA KÜÇÜK BİR DOKUNUŞ
Marka nedir?
Özetin özetiyle söylemek gerekirse marka bir ticari işletmenin ürettiği ve piyasaya sunduğu ürün ya da hizmetlerin benzerlerinden ayırt edilmesine yarayan çeşitli işaretlerdir. Marka kavramına bu anlamda üretici kişi veya kuruluşun ürün üzerindeki parmak izleri desek pek de yanlış olmaz.
TDK Dijital Güncel Sözlük marka (ma’rka) kavramının dilimize İtalyanca marca sözcüğünün okunuş şekliyle alındığını belirttikten sonra tanımını şu dört ayrı bölümde yapmaktadır.
(Fransızlar sözcüğü marque diye söylüyorlar. İngilizler brand sözcüğünü, Almanlar ise marko veya marke sözcüklerini kullanıyorlar. Almancada mark eski bir para birimi olmanın yanında işaret anlamına da gelmektedir. Marko veya merg sınır işaretidir.
1.Bir ticari malı, herhangi bir nesneyi tanıtmaya, benzerlerinden ayırmaya yarayan özel ad veya işaret; alametifarika.
( alamet ve farika sözcüklerinin birleştirilmesiyle türetilmiş bir birleşik sözcük olan. alâmet-i fârika bir kişiyi veya o şeyi benzerlerinden ayıran özelliktir. İkinci olarak da Bir kişi veya o şeyi belirtmek için kullanılan ayırıcı işarettir. Bu anlamıyla damga veya marka olarak da adlandırılabilir.)
2. isim Resim veya harfle yapılan işaret.
3. isim Bilet, para yerine kullanılan metal veya başka şeyden yapılmış parça.
4. isim, mecaz Tanınmış ürün, saygın kişi vb
Marka sözcüğünü işaret veya işaret koymak olarak tanımlayabiliriz. Dilimize yerleşen bu sözcük ile başka anlatımlar da sağlanmıştır.
Bunlardan biri markalamaktır. Örneğin bir marangozun bir şeyi delmeden önce deleceği yere kalemiyle koyduğu işaret markalamak işlemidir.
Örneğin çay markası da çaycının kim olduğunun işaretlendiği ve içilen her çay için bir tane hesabıyla alınıp verilen bir ücret ödeme şeklidir. Aynı şekilde konser veya tiyatro biletlerini da bu anlamda kabul edebiliriz.
Benzer bir şekilde preoperatif bir kavram olarak opere edilecek organın yerini işaretlemek de markalamak anlamına gelmektedir.
Fransızca marquer eyleminden türetilmiş marque/marke, marke etmenin de anlamı işaret koymadır.
Yine aynı kökten türetilmiş marge/marj ve marginal/marjinal sözcükleri bulunmakta olup anlamları da küçük bir değişiklikle bir şeyin ucuna, sonuna konan işaret anlamına geliyor.
Marjinal ve marjinalist sözcükleri de toplumun uyulması gereken kurallarının dışında hareket eden ve bu hareketleri savunanlar anlamlarına gelmektedir.
Market sözcüğüne gelince İngilizce market "çarşı, pazar" sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Latince mercatus ticaret, çarşı, pazar, panayır sözcüğünden türetilmiştir. Kökeni Latince mercari yani satmak eylemidir. Latince merx, merc Latincede alınan satılan mal, meta sözcüğü olup mercari eyleminin ad halidir.
Martketing/marketçilik-pazarlama yöntemleri de aynı kökten türetilmişlerdir.
Market sözcüğünü, marka sözcüğünün kökenindeki merc ile market sözcüğünün kökenindeki merc veya merx’in aynılığı dikkate alarak belli markaların, markalanmış, işaretlenmiş ürünlerinin satıldığı yer olarak tanımlayabiliriz. Elbette eski Latincede marka kavramı bugünkü gibi gelişmiş ve bugün kullandığımız anlamda değildi. Merc sözcüğünü Latinceden alan Fransızların buradan marque adını ve marquer eylemini türettiğini söyleyebiliriz.
Hatta bir teşekkür sözü olarak Fransızların ve bu dilin etkisi altında kalan halkların dillerinden düşürmedikleri merci/ mersi sözcüğünün de Latincedeki “merc” köküne dayandığını söyleyebiliriz. Bilinen anlamı teşekkür olsa bile gerideki anlamı iyilik, bolluk ve berekettir. Bu güzel şeyleri karşı taraf için de dilemektir. Elbette marka sözünün ilk anlamının işaret ve işaret koymak olduğunu unutmuyoruz ancak gelişen ve değişen bir dilde zaman içinde kök ve köken unutulmakta ve karşımıza yeni, yepyeni bir anlam çıkabilmektedir.
Bir ekonomi terimi olan mercantilisme/merkantilizm de yukarıda işaret ettiğimiz Latince köklere dayanmaktadır.
Bir de futbol deyimi olarak tutmak, perdelemek, birinin hareketlerini engelleyecek biçimde yakından izlemek anlamında kullanılmakta olan marquage /markaj sözcüğü vardır. Bu sözcük de marka sözcüğünün biraz anlam kaymasına uğramış şeklidir.
Eski Latincede marka kavramı bugünkü gibi gelişmiş ve bugün kullandığımız anlamda değildi dedik ama marka anlamına gelen kavramların hiç olmadığı anlamına da gelmemektedir. Bu gereksinimi karşılamak üzere antik dünyada başka bir kavram oluşturmuşlardı. Bu kavram “notam” sözcüğüdür.
Daha önce Beyaz Nokta Gelişim Vakfına ve kendi adıma olan web sitelerinde ve başlığı Sincere- Sine Cera olan bir makale yayınlamıştım.
https://www.kavrammutfagi.com/makale/sincere---sine-cera
https://alicanpolat.com/sincere-sine-cera/
Bu makalede özetle :
“Açıkgöz mermer ustaları, seramik ustaları yaptıkları heykel, amfora ve benzerlerinin çatlaklarını balmumu ile kapatıyorlarmış. Ne yazık ki o heykel veya seramik kap kacak güneşi veya ateşi görünce, balmumu eridiği için çatlak ortaya çıkıyormuş, dolayısı ile o amfora, tencere veya heykel değerini yitiriyor. Heykel delik deşik ve çatlak, tencerelerde ise su, yağ amforalarda da zeytinyağı ve şarap kabın dışına çıkıyormuş.
Heykel ve seramik ustaları yaptıklarının kusursuz olduğunu belirtmek için Sine cera, sine cera diye bağırırlarmış. Sincère, Sine (siz veya sız eki) ve cera (balmumu) sözcüklerinin birleşmesinden oluştuğunu görmekteyiz. Zaman içinde söyleye, konuşa bu şekli almış, yani sincère olmuş. (Without wax : Balmumsuz)
O zamanlar patent veya marka diye bir şey yoktu. Kulaktan kulağa iyi usta kötü vardı ve usta adını böyle duyurabiliyordu. Bu yüzden ustalar ürettiklerini satabilmek, değeri kadar paraya satabilmek için "bu mallar Sine Cera, Sine Cera" diye bağırırlardı.” Açıklamalarını yapmıştım. Giderek bu sesli işaretler yazı veya şekle dönmüş ve böylece markalanmış ürünler dönemi başlamıştır.
Marka bir imza, bir şekil, bir harf veya resim olabilir. Markalar bu örnekte olduğu gibi yapanın kendi becerisinin tanıtılmasına yaramakta ve aynı zamanda kusurlu ürün nedeniyle yapanın veya hizmeti verenin sorumlu tutulmasını da sağlamaktadır. Roma hukuku bunun örnekleri ile doludur. Başka bir anlamda iyi bir ürün yapana olumlu, kötü ve kusurlu ürün de yapıcısına, üreticisine sorumluluk yüklemektedir. İyi, güzel ürün sahibi zamanla toplumda bir saygınlık kazanırken kusurlu bir ürünü iyi diye yapan veya satan da tazminat ile yükümlü tutulmaktadır.
Anadolu Ahilik örgütlenmesinde de “pabucu dama atılmaktadır” Toplumda bu saygınlık ödenen ücretin yerini bulması şeklinde bir genel güven duygusu yarattığı gibi üreticisine de bir hak olarak yansımaktadır. Bu hak ilerde karşımıza telif olarak çıkacaktır. Bu hakkın çiğnenmesi ise intihal dediğimiz hırsızlık suçunu, ayıbını oluşturmaktadır.
Yukarıda marka sözcüğünün sözlük anlamlarını açıklarken bu anlamlardan birinin de damga olduğu belirtilmiştir. Damga sözcüğü eski Türkçeden gelen ve aslı tamga veya tamka olan bir sözcüktür. Sözcük zamanla fonetik ve morfolojik değişikliğe uğramış olup şimdi damga olarak kullanılmaktadır. Anlamı ise bir şeyin üzerine belli bir amaçla konan, yapıştırılan veya kazınan işaret, mühür, nişan veya kaşedir. Bu da tam olarak marka denen şeydir.
Orta Asya halkları, Göktürkler ve Oğuz boyları tamkaları en çok kullananlar olmuştur. Tamka o şeyin üzerindeki mülkiyet hakkını ifade ettiği gibi temsil ettiği kişi veya topluluğu da belirlemektedir. Tamkalar temsil ettiği kişi veya kuruluş adına bir saygınlık dokunulmazlık ve kutsanmışlık da kazandırmaktadır.
Damgalamak, damgalanmak psikolojide de önemli bir yer tutmaktadır. Tıp dilinde buna stigma deniyor. Stigma kabaca bir kimseyi yara izi, leke, delik ve benzeri bir şeyle işaretlemeyi bir utanç ve aşağılamayı içerir
Damgalanmanın bir çeşidi de kan kardeşliğidir. Tarihi çok eskilere dayanan bu gelenek genellikle aralarında kan bağı olan akraba veya hısımdan ya da yabancıdan iki ya da daha fazla erkeğin birbirine sadakat yemini etmesi demektir. Bunun için bir ritüel de yapılmaktadır. Kan kardeşi olacak kişiler genellikle parmak, el ya da önkol kısmında küçük bir kesik oluşturur ve bu kesikleri karşılıklı olarak birbirine bastırırlar yahut da bu kesikten bir miktar kanı emer veya yalarlar.
Kadınlar, genç kızlar ise birbirlerine sadakat sözü vererek bağlanmak istediklerinde saçlarından kestikleri birer tutam saçı birbirlerine bağlarlar ve sonra bunu bir köprüden aşağıya, akmakta olan suya atarlar. Böylece bu ritüeli gerçekleştirdiklerine inanırlar.
Eski Türklerde daha çok kadınlar arasında geçerli olan bir dayanışma türü de tuz-ekmek hakkı anlayışıdır. (Tuz-ekmek hakkını bilmeyen kör olur / Türk atasözü) Bu anlayışı üzerine kurulan dostluk ve dayanışma İslam dininin kabulünden sonra da Anadolu'da ahiretlik veya ahretlik adıyla devam ettirilmiştir. Burada söz konusu damgalanma yaralama, belli bir işaret koyma şeklinde olmayıp soyut olarak karşılıklı söz verme, sözünde durmayanın kör olacağı şeklindeki öngörüden, inançtan ibarettir.
Görüldüğü gibi damgalanmanın folklorik bu üç hali aşağılayıcı değil yüceltici, kutsallaştırıcı anlamdadır.
Sosyal atropoloji anlamında bir damgalanma olayından daha söz edilir. Bu da çocuk küçük yaşta iken kendisinden büyük veya yaşıtı olan arkadaşları, ebeveyni veya öğretmeni tarafından ödüllendirilerek, korkutularak, mobbing uygulanarak belli bir düşünceyi kabule zorlanması, ikna edilmesidir. Çocuk bu yolla o düşünce kalıbını sorgulamadan, sorgulayamadan kabul etmekte ve başka bir kimlik yapısına girmektedir. Bu yaştaki kabuller o kimsenin çoğu kez ölene kadar yakasını bırakmazlar. Örneğin futbol sempatizanlığı, fanatikliği böyledir. Elbette buradaki en önemli belirleyici kişinin sürü psikolojisi içinde kalmayı kendi egosu ile bağdaştırmış olmasıdır.
Marka sözcüğünün kök ve kökenlerini bu şekilde açıkladıktan sonra şimdi konumuza gelebiliriz. Marka üretici ve tüketici için karşılıklı hak ve yükümlülükleri de beraberinde getirmektedir.
Ulusal ve uluslararası hukuk sistemleri zaman içinde insan emeğini korumak için markaların kayda alınmasını, tescil edilmesini ve bu hakların çiğnenmesi halinde yaptırımlar uygulanmasını öngören kurallar geliştirmişlerdir. Bunlara kısaca fikri ve sınai hakları koruyan telif hakları kuralları diyoruz.
Marka Patent hukuku, bir markanın, lisansın korunmasını düzenleyen hukuk dalıdır. Bu hukuk dalı, özellikle endüstri ve ticaret alanında markaların tescili, korunması, kullanımı, ihlali, taklit edilmesi gibi konuları düzenlemektedir.
Patent, bir şey icat etmiş, yaratmış olanların, bir buluşun, ortaya koyduğu eserin sahibi olanların bu buluşlarını korumaları ve belirli bir süre bu buluşları üzerinden üretim, kullanım, satma ve satın alma gibi tekel haklarına sahip olmalarını sağlayan hukuksal bir korumadır. Bu hakların kullanılabilmesi ancak tescil işlemi ile sağlanabilir…
Patent sistemi teknolojik inovasyonu (yenilik-innovation), rekabeti, AR-Ge çalışmalarını teşvik ve yatırımları kolaylaştırıp hızlandıracaktır. Bu da bilim, sanat ve teknolojiyi geliştirecek. Toplumun refah düzeyini yükseltecektir.
Patent olarak tescil edilmemiş olsalar bile kişi veya firmaların yaptıkları üretimle elde ettikleri bilgi birikimi ve deneyimleri de koruma altıdadır. Know-how kavramı bir patentle tanımlanmamış olan bilgiler, uygulamaya yönelik, gizli bilgi paketi (knowledge: doğruluğu, gerçekliği kanıtlanmış bilgi) anlamına gelir.
Moda nedir?
Bu yazıda üzerinde duracağımız kavramlardan ikincisi moda kavramıdır.
Oxford sözlük moda kavramını süslenme özentisi ya da değişiklik gereksinimiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik ya da belirli bir süre bir şeye karşı toplumca gösterilen aşırı, yaygın, düşkünlük olarak tanımlamaktadır.
TDK Dijital Güncel Sözlük’ e göre moda (mo'da), İtalyanca moda sözcüğünden alıntıdır. Anlamı: Değişiklik gereksinimi veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik; nevzuhur, belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük veya geçici olarak yeniliğe ve toplumsal beğeniye uygun olan.
İlhan Ayverdi’nin Dijital Kubbealtı Sözlüğünde: Moda sözcüğünün Latinceden İtalyancaya oradan da dilimize girdiği belirtilmiştir. Anlamı da İnsanların yeniye olan meraklarından, başkalarından farklı olma, güzel görünme isteklerinden kaynaklanıp hemen her alanda, özellikle giyim kuşamda toplum hayatına giren geçici yenilik ve değişikliklerden her biridir. Toplum hayatında geçici olarak herhangi bir şeye gösterilen büyük ilgi, aşırı düşkünlük ve toplum içinde belli bir süre yaygın ve geçerli duruma gelen tarz, biçim, alışkanlık olarak açıklanmaktadır.
Modaya uyan, moda olan: “Moda fikir.” “Moda renk.”
Moda olmak: Pek çok kimse tarafından beğenilmek, benimsenmek, yaygın duruma gelmek
Modası geçmek: Günün modasına uymaz duruma gelmek, moda olmaktan çıkmak, eskimiş olmak.
Şemseddin Sami’nin Kâmûs-î Türkî’sinde (s.1103) Fransızca mode’ tan alınan moda kavramı için mer’i (yürürlükteki) ve mütedavil (değişken) olan tarz ve biçim tanımlaması yapılmıştır.
Sevan Nişanyan da Sözlerin Soyağacı adlı eserinde (s.326) moda kavramı için güncel olan usul veya davranış biçimi tanımlaması yapmıştır.
Yunanca móda sözü Latince movēre değiştirmek eylemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yenilemek eyleminden türetilmiş olan muto, mōto ve mōtus devinim, hareket, haraketlilik, değişiklik, coşku anlamlarına gelmektedir. Daha sonraki yüzyıllarda bu İtalyancaya moto mo’da, Fransızcaya da mode olarak yansımıştır. Birçok batı dilinde de şekil, biçim, tarz anlamında bu sözcüğe rastlamaktayız.
İngilizler moda konusunda biraz daha farklı bir yol izlemişler.
Fashion, fashionable, mode, trendy, style, vogue.
Bunların içinde fashion çok havalı olmasına karşın Türkçemizde çok tutulmamış onun yerine trend almış başını gitmektedir. Cümlenin içinde bir trend sözü geçmişse o kişinin havası mükemmeliyete ulaşmış demektir! Peşinden stil gelmektedir.
Şimdi kısa kısa moda sözcüğünden türetilmiş başka sözcüklere bakalım.
Modern: İçinde yaşanılan çağa, günlere uygun. Modernite de çağa uygunluk anlamında kullanılmaktadır.
Modern, dilimizde Türkçemizde şimdiki zamana ait, asri anlamına gelir.
Fransızcası aslı moderne sözcüğüdür. Kökeni geç Latince modus: tarz, usul, yöntem olup modernus sözcüğü adaba ve usule uygun, ölçülü, zamana göre sözcüğünden alıntıdır. Başlangıçta ‘anakronik olmayan’ özelliği önde iken sözcüğün ‘değişkenlik’ özelliğinin öne çıktığını görmekteyiz.
Postmodern/ post-moderne: Modern sonrası. Post truth gibi bu da dilimize girmiş ve modern olanın bir anlamda yadsınması için kullanılmaktadır.
Demode/ demodé- daté modası geçmiş, eski, eskimiş moda.
Alamod/ à la mode modaya uygun olan, halen geçerli moda.
Modifiye/ modifier sözcüğü aslı aynı kalmak koşuluyla bazı bölümlerinin değiştirilmesi, yeni gereksinimlere uydurulmasıdır.
Modül/modül: Bir mimarlık terimi olarak bir binada çeşitli bölümler arasında orantı sağlamak için kullanılan ölçü birimi. Uzay modülü bir uzay aracının ana parçasına eklenen parça anlamındadır. Fizik terimi olarak da herhangi bir mekanik özelliği belirten katsayıdır.
Modülasyon/ modulation: Modülasyon ya da kipleme, bir taşıyıcı sinyal ile bilgi sinyalini birleştirmekten ibaret olan ve iletişim teknolojisinde (yayıncılıkta) kullanılan bir yöntemdir.
Model: Bu sözcük de benzerleri gibi dilimize Fransızca modèle sözcüğünden alınmıştır. Anlamı resim, heykel gibi plastik şeylerin yapımında bir zanaatkârın baka baka benzerini yapmaya çalıştığı nesnedir. Bir şeyi tanıtmak veya yapımına geçmeden önce hakkında fikir edinebilmek için belli oranda küçültülerek meydana getirilen örnek, numune, maket veya mostradır. Masanın modeli, elbisenin veya arabanın modeli gibi biçim, şekil ve tip bildiren niteleme sıfatıdır. Örnek alınan, örnek alınmaya değer bir özelliği bulunan şey veya kişi. Bir şeyin veya düşüncenin tanıtımı için görevli kişi yani manken. Modaya uygun kıyafet örnekleri anlatan ve resimleyen dergilere model adı verildiği gibi bir ressam veya heykeltıraşa poz veren kimselere de model denmektedir.
Model sözcüğü esas alınarak türetilen modelci, modelist gibi kavramlar da bulunmaktadır.
Modem (çevirici/çevirgeç) sözcüğünün de kökeni moda, Latince modus sözcüğüdür. Sesi ve görüntü taşıyıcılarını ve elektronik sinyalleri sese ve görüntüye çeviren, değiştiren aygıt anlamına kullanılmaktadır. Bilgisayar ve mobil iletişim araçları için gerekli olan bir alettir. Modem terimi, modülatör ve demodülatör sözcüklerinin birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Modemler, internete bağlanmak, bir bilgisayarı uzaktan kontrol etmek ve haberleşmeyi sağlamak için kullanılmaktadır. Modemler aldığı dijital (sayısal) veriyi analog veriye çevirerek gönderir ve karşı taraftan gelen analog veriyi de tekrar dijital veriye çevirirler.
Komodin sözcüğünün kaynağı da yine moda/modus sözcüğüdür. Görüldüğü gibi bizim bu moda sözcüğümüz çok üretken, verimli ve çok bereketli bir sözcük. Klavye başında bunları yazarken bir çırpıda aklımıza gelenler bunlar. Kim bilir daha ne kadarını unutmuşuzdur. Komodin, karyolanın yanı başına konulan ve üstü masa gibi kullanılmaya elverişli olan çekmeceli bir dolaptır. Sözcüğün kökeni Latince commodare aynı ölçüde olmak, birbirine uymak eylemidir. Latince com ve modus ölçü-şekil sözcüklerinden türetilmiştir.
Değerli okuyucular buraya kadar eksiğiyle fazlasıyla marka ve moda sözcüklerinin kök, köken ve anlamlarını anlatmaya çalıştık. Bu anlatımların her cümlesi elbette eleştiriye ve yoruma açıktır. Yaşadığımız toplumda, gündelik yaşantımızda bu sözcüklerin bir ölçüde anlamlarından kopartıldığına daha özel bir anlam yüklendiğine tanık oluyoruz. Sizi bilmem ama ben bunlardan, bu özel anlamların fazlaca öne çıkarılmasından rahatsız olmaktayım. Konunun biraz daha iyi anlaşılması için şu birkaç cümlede özetlenen düşünceleri gözden geçirmek yararlı olabilir.
Marka nedir? Bu kavramın kökü kökeni ve anlamı nedir?
Bir ürünün en göze batan yerine markasının adının veya sembolünün konmasının nedeni, anlamı nedir?
Bu ekonomik sistemde insanın değeri giydiği çıkardığı, kullandığı ürünlerin marka değerleri toplamı kadardır.
Yüzyılımızın insanları sahibi olduğu, mülkiyetinde tuttuğu şeylerin çokluğu ve markalarıyla övünen primatlar oldular. 'Homo Marca’
Bu ekonomik sistemin ve yarattığı kültürün ulaştığı en son aşama marka budalalığıdır.
*
Moda nedir? Bu kavramın kökü kökeni ve anlamı nedir?
Moda, sözlük anlamına göre süslenme özentisi ya da değişiklik gereksinimiyle toplum yaşamına giren geçici yeniliktir. Süslenme gereksinimi veya özentisinin dayandığı nedenler nelerdir?
Modaya uymak özgürlük mü, özgürlükten vazgeçme midir?
Moda zevk ise bu zevk sizin mi, modacının mı zevkidir.?
Moda güzel bir şey midir? Güzel ise niçin sık değişiyor? Güzel şeyin kalıcı olması gerekmez mi?
Modaya niçin uymak zorunda kalıyoruz? Bizi zorlayan nedir?
Modacıların iyi niyetli olduklarına inanıyor muyuz?
Yıllar önce Ayvalık’taki yazlık evimizin önündeki ara sokakta küçük kız çocukları konuşuyorlardı. Sözcükleri yarım yarım telaffuz etmeleri hayli sevimliydi. Balkondan başımı uzatıp baktığımda çocuklardan iki tanesinin ayağında annelerinin olduğu anlaşılan iki tane topuklu ayakkabı vardı. Biri diğerine giydiği ayakkabının markasını söylüyordu. Diğeri kendi ayağındaki ayakkabının markasının daha değerli, daha pahalı olduğunu anlatarak deyim yerindeyse arkadaşlarına hava atıyordu. Dahası, kırmızı rengin şimdi moda olduğunu arkadaşına “ cicim ” diye seslenip kırıtarak anlatıyordu. Çocukların sayısı 5 taneydi ve yaşları 4 ile 7 arasında değişiyordu. Bu yaşlardaki çocukların markalardan söz etmesi ve bunları kendilerine göre değerlendirmeleri bana çok ilginç geldi. Üzerinde çok düşündüm. İki tanesinin anne ve babasını tanıyordum. Üniversite öğrenimli, orta ve ortanın üzerinde geliri olan ailelerdi. Aradan yıllar geçti özellikle televizyonlardaki reklamlar bu anlattıklarımın üzerine çok şeyler ekledi.
Kız ya da oğlan çocuklarının moda ve markadan ne kadar etkilendiklerini hemen hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu çocukların toplumda, okulda ve sokakta o moda ve markaya sahip olduklarında arkadaşlarına karşı ne kadar acımasız, ezici bir tavır takındıklarını biliyoruz. Her aile çocuğunun iyi giyinmesini, iyi bir eğitim görmesini haklı olarak ister ama görülen odur ki; aileler çocukların bu şeylere sahip olmalarıyla kendileri övünmekte ve çocuklarına da bu övünmeyi ve bunlarla kibirlenmeyi öğretmektedirler. Çocuklar ise arkadaşlarıyla görünen veya görünmeyen bir rekabet içine girmektedirler. Oysa öğrencilerin yarışacakları alanlar bilgi ve becerilerini geliştirileceği alanlar olmalıdır. Bu alanların dışında arkadaşları ile rekabet değil yardımlaşma ve dayanışma duyguları içinde, dostluk ve arkadaşlık ilişkileri içinde yetişmelidirler. Moda ve pahalı markalara sahip olamayan genç öğrenciler ise bunun ezikliğini duymakta ve bu eziklik onların kişiliklerinin gelişmesinde birer yara açmaktadır.
Gençler, öğrenciler örneği ‘kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ deyimine döndü. Yetişkinlerimiz ise hayatın her alanında hangi yolla elde ettikleri veya edemedikleri yoruma açık olan marka ve moda düşkünlükleri hayatın güzelliklerini ıskalamakta ve yaşamanın zevkini kendileri için de başkaları için de zehir etmektedirler. Eskiden bir deyimimiz vardı, “yırtık olmasın da yamalı olsun” veya “eski olsun ama kirli olmasın” diye, şimdi ise bunların hepsi çöpe atıldı, unutuldu. Ucuz markalı veya modası geçmiş bir giysi giyen, alet edevat, otomobil kullanan kimseler aşağılanır, hor görülür oldu. Nasrettin hocanın fıkrası gibi kişiye değil kürküne itibar edilir oldu. Toplumda konfor yerine lüks anlayışı, sevgi yerine kibir ve küçümseme, kendi seviyesinden aşağı olanı ötekileştirme, aşağılayıp dışlama, anlamsız bir rekabet, ben ve benim düşüncesi egemen oldu. Toplumda söze dökülmeyen ama tüm tarafların içlerinde duydukları ve yaşadıkları bir huzursuzluk doğdu. Kendisiyle ve çevresiyle barışık insanlar yerine ne olduğu anlaşılamayan bir statü sahibi olmak önem kazandı.
Bunların önlenmesi barış ve huzur içinde, güler yüzlü bir hayat için marka ve moda kavramlarının anlamlarının yerli yerine oturtulmasına kanımca zorunluluk vardır.
Saygılarımla…
12.10.2023
Ali Can Polat