NÜFUS KÜTÜĞÜ, NÜFUS KÂĞIDI, KAFA KÂĞIDI KAVRAMLARI
Nüfus, kişi ya da kişiler, kişilerin tümü anlamına gelir. Bu kavram bir ülkede, bir bölgede, bir kentte ya da bir köyde yaşayanların, oralarda oturanların, aralarında ortak özellikleri olanların tümü için kullanılır.
Nüfus sözcüğü Arapça bir sözcük olan (ﻧﻔﻮﺱ) nafs/nefs’in çoğulu olarak dilimize nüfus şeklinde girmiştir. Çoğu kez çoğul bazen de tekil anlamda kullanılmaktadır. Çoğul anlamda belli bir bölgede, kentte, ülkede ya da dünyada yaşayanların tümünü anlatır. “Akıllı” ve “konuşabilen” canlılar nüfus olarak nitelendirilirler.
Bu tanımlamaya göre belirli bir ülkede veya bölgede yaşayan diğer canlılar için örneğin keçiler için nüfus sözcüğü kullanılmamaktadır. Kullanılması yanlıştır. Eskiden insan dışındaki canlıları tanımlamak için Arapça bir sözcük kullanılmakta idi. Ağnam, (ﺍﻏﻨﺎﻡ) / ġanem yani koyun sözcüğünün çoğul şekli olan aġnām eskiden, Osmanlı döneminde koyun, keçi, deve, manda gibi hayvanlardan alınan bâc-ı ağnâm, resm-i ağnâm vergisinin kısaltılarak söylenmiş olan şeklidir.
Sözü edilen bu hayvanların ülkede sayımını yapan ve vergisini toplayanlara da o zamanlar ağnamcı deniyormuş.
Anadolu’muzda hâlâ kullanılmakta olan bir deyim de bu sözcükten türetilmiştir. Ağnamak veya ağnanmak, bu hayvanlar için yerde yuvarlanmayı, debelenmeyi ifade etmektedir.
İşte bu hayvanları ve sayılarını belirtmek için kullanılan sözcük nüfus değil sürüdür. Eski Türkçe “sürüg” sözcüğü zamanla sürü olarak değişikliğe uğramıştır. Evcil veya yabancı, toplu halde yaşayan ve topluca hareket eden hayvanları anlatmak için veya bir çobanın emrinde, yönetiminde olan hayvanları anlatmak için kullanılan sözcük sürü sözcüğüdür.
Düzensiz, düzeysiz, ne yapacağı belirsiz, başıboş adeta hipnotize edilmiş gibi dolaşan amaçsız insan kalabalığı için de sürü ifadesi kullanılmaktadır.
Yine Osmanlı döneminde devşirme yöntemiyle Balkan ülkelerinden İstanbul’a veya belli merkezlere getirilen Hristiyan çocuklarının eli, yüz veya iki yüzlük kafilelerine de sürü deniyormuş. Bu dönemde ne yazık ki; etrak-ı bi idrak olarak nitelenen Türk topluluklarına da bazı metinlerde sürü ifadesi kullanıldığı görülmektedir. İngilizler başta olmak üzere Afrika’dan toplayıp Amerika’da şeker kamışı tarlalarına gönderdikleri insanlar için köle sürüleri ifadelerini kullandıkları gibi. Ayrıca konuşma sırasında öfkesini kontrol edemeyen bazı kişilerin insanların oluşturduğu kalabalıklar için sürü ifadesi kullandıklarına tanık olunmaktadır.
Buraya kadar söylediklerimizi özetlersek; kişileri, nefs-nefis sahibi olanları tanımlamak için nüfus, aklı olmayan ve konuşma yetisi bulunmayan diğer canlıları tanımlamak için de sürü ifadesi gerekmektedir. Doğrusu budur..
Yukarıda örneklendirdiğimiz açıklamalarda dikkat edilecek olursa insanlar için sürü tanımının akıl yoksunu, oturmasını kalkmasını ve konuşmasını bilmeyen, ayrıştırılan, insandan sayılmayan topluluklar için kullanıldığını görmekteyiz.
Dilimizde kullanılan ve sürü sözcüğünden türetilmiş başka sözcükler bakış açımızı genişletebilir.
Sürü sepet, sürüyle… Bunlar kimliksiz, kişiliksiz varlıklar için söylenirler.
Sürmek, sürücülük, sürünmek, sürümek, sürütmek, sürüklemek, sürüklenmek, sürükletmek, sürüm, sürünceme, sürükleyici, sürüngen vb… bunların her birinde insan özgürlüğü dışında, insanın istek ve iradesi dışında eylemler söz konusudur. Hiçbir insan sürüden olmak, sürüden sayılmak istemez. Kendimize layık görmediğimiz bir nitelemeyi biz de başkaları için kullanmayalım.
Bunlardan başka bir de, sürü içgüdüsü, sürü/ kitle psikolojisi gibi kavramlar bulunmaktadır. Bu kavramlarda dikkati çeken nokta insanın kendi aklı ile değil içgüdüleriyle hareket etmesi veya içinde bulunduğu topluluğun hareketlerini taklit etmesidir. Özgür insanlar için “sürü” tanımlaması en azından yakışıksızdır.
İletişim organlarımızda, sosyal medyalarda ve hatta entelektüel olarak nitelendirdiğimiz birçoklarının insanlar için “sürü” ifadesi kullandığına tanık olmaktayız.
Bilerek veya bilmeyerek insanlar için sürü ifadesi kullanmak bir aşağılama, hor görme, ayrıştırma, ötekileştirme anlamını taşımaktadır. Bu ise en hafif deyimi ile günümüz uygarlığına, insan hakları ülküsüne aykırıdır.
Haddimi zorlayarak söylemek istediğim şey bu yanlışın düzeltilmesi, dilimizin bu yanlıştan bir an önce arındırılması gerektiğidir.
Batı dillerinde Fransızca ve İngilizcede nüfus sözcüğü karşılığı olarak population, Almancada bevölkerung sözcüklerinin kullanıldığını görüyoruz. Population humaine, tierpopulation gibi.
Sürü karşılığı Fransızcada troupeau, (un grand groupe d'animaux du même type qui vivent et se nourrissent ensemble)
İngilizcede ise herd sözcüğü kullanılmaktadır. (A large group of animals of the same type that live and feed together)
Population: Belirli bir ülkede, bölgede veya yerde yaşayan tüm insanlar için kullanılmaktadır. Sözcüğün kökeni Latince populus, halk sözcüğüne dayanmaktadır. Ankara’da atların belli bir amaçla toplandığı “At Meydanı” var. İtalyanlarda, Roma’da ahalinin toplandığı “Piazza del Popolo” / halk meydanı bulunmaktadır. Yani atlarla insanların meydanları bile farklı!
İngilizce herd ve Fransızca troupeau sözcükleri insan toplulukları için kullanılmıyorsa biz neden sürü sözcüğünü kullanalım. Bu yanlışı düzeltmeliyiz.
Nüfus kavramına dönersek; daha eski uygarlıklarda toplumlar için kalabalıklar önemli olmuş ama kalabalığın sayısı pek önemsenmemiş, ahalinin sayısına göre uzun boylu bir plan yapılmamıştır. Yerleşim yerlerinin nüfusunun ne olduğuna yani nüfus sayımı yapıldığına ilişkin tarihçelerin elinde çok fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Evliya çelebi, Marco Polo gibi gezginlerin verdiği bilgilerle kesin bir sonuca varılamamaktadır. Şimdinin tarihçileri eldeki verilere dayanarak o dönem yerleşim yerleri için olsa olsa yöntemi ile bir sonuca ulaşmaktadırlar. Örneğin bu topraklarda 600 yılı aşkın hüküm süren Osmanlılarda ilk nüfus sayımının 1831 yılında II. Mahmut döneminde yapılmıştır. Çok daha eskilerde yapılmış “tahrir” ler var idiyse de bunlar genel bir sayım değillerdir. Fetihlerde ele geçirilen toprakların iskânı ile sınırlıdır. İlk nüfus sayımı yapılmasının gerekçesi de ekonomik değil askeri nedenlerdir. 1826 yılında Vaka-i Hayriye adıyla Yeniçeri ocağının kapatılmasından sonra Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla ve Nizam-ı Cedit yerine yeni bir ordu kurulurken ahaliden ne kadar delikanlının silahaltına alabileceğini öğrenmek için nüfus sayımı yapılmıştır. 10 eyalette yapılan sayıma göre Osmanlı tebaasında 3.570.907 Müslim, 1.493.988 Reaya, 47.002 Çingâne, 17.139 Yahudi 30.857 Ermeni olmak üzere toplam 5.159.871’dir. (Vikiwand)
Bu sayılar içinde erkeklerin çocuk ve yaşlılar dışında, eli silah tutabilen kısmının olduğu ve ayrıca bu sıralamada Helen kökenli tebaanın da reaya içinde gösterilmiş olabileceği tarafımdan düşünülmektedir.
Sayımın amaçları arasında kadın nüfusunun belirlenmesi bulunmadığı için kadınlar sayılmamıştır. Kadınların da sayıldığı ilk nüfus sayımı 1881 yılında yapılmıştır.
1831 yılında yapılan sayımlarda ülkedeki hayvan varlığı da belirlenmiştir. Amaç yeni kurulan ordunun hayvan lojistiği için bilgi derlemektir. Büyük ve küçükbaş hayvanlardan ağnam vergisi adı altında alınan vergiye de bu sayımlardan sonra yeni düzenlemeler getirilmiştir.
Nüfus sayımı sonucunda ülkenin yurttaşlarına bir belge verilmesi esası vardır. Osmanlı'da ilk kimlik belgesi dağıtımı II. Abdülhamit döneminde, halk arasında adına kafa kâğıdı denen “Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye Tezkiresi” adlı belgeler verilmeye başlanmıştır. Ancak bu belgeler herhangi bir nüfus kaydına dayanmıyordu. 1905 yılında yeni bir sayım yapılmış ve kütükler tutulmaya başlanmıştır. 1914 yılından sonra da II. Meşrutiyet yönetimi tarafından çıkarılan Sicilli Nüfus Kanununa göre tüm Osmanlı Vatandaşlarına ay yıldızlı, mühürlü, padişah tuğralı hüviyet cüzdanları verilmesi kararlaştırılmıştır.
1927 yılında 896 sayılı Nüfus Sayımı Kanunu uyarınca ‘Umumi Nüfus Tahriri’ adıyla Cumhuriyet tarihinin ilk nüfus sayımı yapılmıştır. Bir yıl sonra 32 sayfalık defter biçimli, Arap harfleriyle yazılmış, hüviyet cüzdanlarının dağıtımına başlanmıştır. 1934 yılında Latin harflerinin kabulü ile bu belgeler yenilenmiştir.
1972 yılında çıkarılan Nüfus Kanunu'yla kimlik belgelerinin adındaki hüviyet sözcüğü çıkarılarak Türkiye Cumhuriyeti Nüfus Cüzdanı adlı yeni kimlik belgeleri düzenlenmiştir. 1976 yılında kimlik belgeleri erkekler için mavi, kadınlar için pembe renkli, tek yapraklı olarak tekrar düzenlenmiştir. 2017 yılında ise tamamen dijital hâle getirilen üzerinde çip ve biyometrik veriler bulunan Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Kartı kullanılmaya başlanmıştır. Yeni kimlik belgeleri ile tüm yurttaşlara bir TC kimlik numarası verilmiştir. Bu numara dijital ortamda kişinin nüfus kütüğü bilgilerinden sağlık bilgilerine adli sicil bilgilerine, tapu bilgilerine ve daha birçok bilgilere ulaşılmasını sağlamaktadır.
Kısaca not edelim, hüviyet sözcüğü Arapça (ﻫﻮﻳّﺖ) huve sözcüğünden türetilmiş olan huviyyet şekliyle dilimize alınmıştır. Hüviyet cüzdanı bu günkü kimlik belgesi anlamındadır. Ait olduğu kişinin kimlik bilgilerini gösteren belgedir. Yakın zamana kadar kimlik belgesi için hüviyet cüzdanı tamlaması kullanılmıştır. Cüzdan kişiye özel bilgilerin, para ve değerli şeylerin konduğu, üstte taşınan küçük bir çantadır. Bu anlamda kişiye ait bilgilerin bulunduğu kimlik belgesi, devletçe kişilere verilen, resmî belgedir. Dilimizde kimlik, kafa kâğıdı, kafa koçanı, nüfus kâğıdı, kimlik kartı, nüfus tezkeresi olarak da söylenir.
Kafa kâğıdı Osmanlı döneminde ‘’Devlet-i Aliye-i Osmaniye Tezkiresi’’ adıyla düzenlenen kimlik belgesi 24x34 cm boyutlarında tek yaprak olarak hazırlanmış olup bu belgenin erkeklerin sokakta dolaşırken üstlerinde taşımaları, gösteremeyenler için ceza yaptırımı uygulanması öngörülmüştür. O zamanın erkekleri belgenin kaybolmaması ve kaybolduğunda cezaya uğramamak için giydikleri fesin içinde veya püskül kısmına bağlayarak taşırlarmış. Tezkire sorulduğunda, feslerinden çıkarıp gösterdiklerinden halk arasında bu belgeye “kafa kâğıdı” adı verilmiştir. Giderek görevli zabıta da “göster bakalım, kafa kâğıdını görelim” demeye başlamış.
Nüfus kütüğü nüfusa kayıtlı olunan defter anlamına kullanılmaktadır. Bir ülkedeki yurttaşların adı, soyadı, doğum yılı ve yerlerinin, yaşadıkları süre boyunca askerlik, evlilik gibi önemli bilgilerin yazıldığı ana defterdir. Anlamı bu olmasına karşın bu tamlamada geçen sözcük defter değil de niçin kütük olarak söylenmektedir? Bunun için önce kütük sözcüğünün yapısına bakmamız gerekmektedir.
TDK sözlüğüne göre: Kütük sözcüğü kalın ağaç gövdesi, kesilmiş ağaç gövdesi, kesimden sonra ağaç gövdesinin toprakta kalan bölümü, üzüm teveğinin gövdesi, resmî kayıt defteri, nüfus kütüğü, bilişim dilinde birbirleriyle ilgili olan verilerin tümü, verilerin işlemci içinde yazıldığı yer, madencilikte kütük demir, görgüsüz, kaba kimse, eskiden kum, odun, kömür taşımakta kullanılan hafif tekne, Osmanlı'da kullanılan, tek kürekli yelkenli gemi gibi anlamlara gelmektedir.
Ayrıca çok sarhoş olan birini (körkütük) anlatmak veya bir organın yahut bir şeyin çok şişmiş olduğunu ifade etmek için de kütük gibi tamlaması kullanılmaktadır.
İçine mermi koymaya yarayan palaskaya bağlı kösele çanta, fişekliğe de kütüklük adı verilmektedir.
Kütük sözcüğüne yakın veya aynı anlamlara gelen bir sözcük de tomruk sözcüğüdür. Tomruk Eski Türkçe tomur-mak bir ağacı yuvarlak biçimde kesmekten tomur-uk olarak türetilmiştir. Bulgar ve Sırp dillerine de bu şekliyle geçmiştir.
Kerestelik kütük veya işlenecek mermer taş kütlesi için de tomruk denmektedir.
Tomruk ile kütük arasındaki fark; kütük, kalın ve kabaca kesilmiş ağaç gövdesine denir. Kütükler kesildikten sonra bütün dal, ur ve şişkinliklerden temizlenir, kabukları soyulur ve istenilen boylara bölünür. Bu şekilde temizlenmiş kütüklere tomruk denir.
Kütük sözcüğünün etimolojisi hakkında Sevan Nişanyan Sözlerin Soyağacı adlı eserinde (s.287) Dilbilimci ve Doğubilimci François de Mesgnien Meninski’ ye dayanarak sözcüğün aslının kötük olduğu ve kalın ağaç gövdesi, tomruk olduğu bilgisini vermektedir. Lehçe i Osmani’ ye göre de kütüğün büyük defter olduğunu söylüyor. Nişanyan Yunanca kodikos sözcüğünün kalın ağaç, büyük defter ve yasa külliyatı anlamına geldiğini ifade ediyor. Yine Latincede caudex , codex, codic sözcüklerinin bulunduğuna Latince codex sözcüğünden dekoder, kod, kodeks, kodifiye ve kütük sözcüklerinin türetilmiş olabileceğini işaret etmektedir.
Şemseddin Sami’nin Kâmûs-i Türkî’sinde (s. 919) Türkçe kütük sözcüğünün anlamlarından birinin ana defter, büyük ve esaslı defter olduğu açıklanmıştır.
İsmet Zeki Eyüboğlu’nun Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’ nde (s. 461) Türkçe kütük sözcüğünün soy kütüğü, tapu kütüğü, nüfus kütüğü gibi önemli konuların yazıldığı yer açıklamasına yer verilmiştir. Sözcüğün kütülmek’ ten, küt’ e “ük” eki ulanarak kütük sözcüğüne ulaşıldığı belirtilmektedir.
Tuncer Gülensoy da Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü’ de (s.593) kütük sözcüğünün kökenini küt eylemi, kesmek, kütleşmek ile ilişkilendirmektedir. Anlamlarından biri de aile büyüğüdür.
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi kütük sözcüğünün kökeni tartışmalıdır. Türkçe kökenli olduğunu da Latince kökenli olduğunu söyleyenler vardır. Latince kökenli diyenler savlarını cōdex, cōdic- sözcüğünden alıntı olduğuna dayandırmaktadırlar. Türkçe diyenler küt+ ad kökünün bulunması sözcüğün kökeninin Türkçe olduğuna dayanmaktadırlar. Sözcüğün bu günkü hali, küt eyleminden zaman içinde adlaşmış olabileceğini düşündürmektedir.
Kütük bir ağaç ile ilgili olduğuna göre bir şeyin kütük olabilmesi için de o ağacın kesilmiş küt edilmiş olması gerekmektedir.
Buna göre codex, codic ve caudex ile kütük arasındaki ilişki fonetik bir çağrışımdan ibaret kalmaktadır.
Kaldı ki, soy kütüğü ile soy ağacı arasında bir ilişki kurulması ağacın bir noktasından kesik yapılarak yeni bir şey eklenmesi, aşı yapılması da ‘nüfus kütüğü’ birleşik adı için çok anlamlı gelmektedir.
Okul bitirmelerinde o yıl için bir temsilci tarafından okul kütüğüne anı plâketi çakılması ile nüfus siciline örneğin doğum nedeniyle yeni bir kişi adının eklenmesi arasında büyük bir anlam benzerliği bulunmaktadır. Okul kütüğü ile nüfus kütüğü arasındaki ortak olan şey de pekâlâ yaşam/soyağacı kavramları olabilir.
Herkül Milas’ın Türkçe-Yunanca Ortak Kelimeler, Deyimler ve Atasözleri adlı kitabında (s.398) kütük gibi uyuyor deyiminin Yunanca karşılığı kimate san kuçuro / κοιμαται σαν kuçuro olarak gösterilmektedir. Bu sözcüklerin içinde kuçuro’dan kütük türetmek daha zordur. Kaldı ki; kütük sözcüğünün günümüz Yunancasına kutüro olarak geçmiş olması da olasıdır.
Kütük sözcüğüne Google Translation’un Latincede önerdiği sözcük conata’dır.
Latince codex, codic sözcüklerinin bunlardan türeyen Fransızca codifié/ düzene koyma, codification/ yasal düzenleme, décodeur/ şifreyi çözme ve code/ şifre-parola sözcüklerinin Türkçedeki kütük sözcüğü ile bağı kanımca çok zayıf kalmaktadır.
Nüfus sözcüğüne geri dönersek; bu sözcüğün Yunancadaki karşılığı πληθυσμός /Plithysmós, Latincedeki karşılığı population’ dur. Yani bizim dilimizde de zaman zaman kullanılan popülasyon sözcüğüdür. Her iki dilde de sınırları belli bir bölgede yaşayanların sayısı anlamına gelmektedir.
Toplum yöneticileri yaşayanların sayılarını bilmek ve gelecek için bu sayılara göre plan ve programlara yapmak istemişlerdir.
Population sözcüğü bir bölgede yaşayan her türden, her cinsten canlı sayıları için kullanıldığı halde demografi, Fransızca démographie sözcüğü insan nüfusu için kullanılmaktadır, kısaca demografi nüfus bilimidir. Nüfus kayıtları, nüfus olgularını inceleyen uzmanlık dalıdır. Eski Yunanca aynı anlama gelen dēmographía δημογραφία sözcüğünden alıntıdır. Dêmos δῆμος “halk” ve Eski Yunanca graphḗ γραφή “yazı, kayıt” sözcüklerinden +ia ekiyle türetilmiştir. Demografinin konusu topluluğu oluşturan kümeler arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin zaman içindeki değişimlerini incelemektedir.
Bir ülke sınırları içinde yaşayan halkın demografik özellikleri, o ülke yönetiminin en önemli dayanak noktasıdır. Örneğin dil birliği, etnik ve kültür özellikleri gibi. Bir ülkeyi yönetenler uygulayacakları politikalarını bu demografik özellikleri göz önünde tutarak belirlerler.
13.04.2024
Ali Can Polat