ENTELEKTÜEL
Bu bölümdeki gezintimizin ana durağı Türkçede de sıkça kullanılan "entelektüel" (intellectuel) kelimesi. Ama ona gelmeden önce intellect kavramı üzerinde durmamız gerekiyor. Latince intellectus'tan geliyor intellect. Şu iki birimden kurulu: inter, "arasında, iki şey arasında, karşılıklı" + lect, "seçme, okuma, toplama, bir araya getirme. Bire bir anlamıyla "iki şeyi birbirinden ayırt edip [doğru olanı] seçebilme" demek intellect. Doğruyu ya da gerçek olanı kavrayabilme yetisi anlamına gelen Yunanca nous'un Latinceye çevirisi. Şöyle tanımlanabilir intellect kavramı: anlama, kavrama, ayırt etme, temyiz yetisi; özellikle soyut konuları nesnel bir biçimde anlama, kavrama yetisi, karmaşık konuları öğrenme, anlama, bunlar üzerinde düşünme yeteneği. Bilme yetisi klasik felsefede üç basamağa ayrılır. 1. Duyum, duyularla algılama (sensatio). 2. Akıl (ratio) duyumların karşıtı olarak düşünme, anlama, kavrama; duyu algılarını kavramlarda toplama yetisi. 3. Intellectus en yüksek basamak; duyum ve iradeden bağımsız olarak bilme yetisi, anlama, yargılama, müdrike. Türkçe felsefe dilinde "anlamak" mastarından "anlık" terimi ile karşılanması uygun görülmüştür.
Intelligent, bu kelimenin sıfatı; günlük dilde, akıllı, zeki, anlayış, kavrayış gücü gelişmiş anlamında kullanılır.
Intelligence ise aynı kelimenin isim hali. Ama bu kelime bir yan anlam da kazanmış. Türkçede "istihbarat" diyoruz. Düşmanların gizli faaliyetleri hakkında bilgi toplama anlamı ilkin onaltıncı yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış, ama yaygınlaşması çok daha sonra olsa gerek. Günümüzde her devletin bir istihbarat dairesi vardır.
Fransızca intellectuel kelimesine gelince, Dreyfus davasından çıkıyor. Fransızcadan İngilizceye, Almancaya geçiyor. Sözün burasında bu davayı ayrıntılarıyla hatırlatmak zorundayım. Alfred Dreyfus Yahudi asıllı bir Fransız topçu yüzbaşısı. Savaş bakanlığında çalışırken 1894'te Fransız askerî sırlarını Almanya'ya verme iddiasıyla askerî mahkemede yargılandı. Bu suçu işlemediği halde mahkemede suçlu bulundu. Yahudi asıllı olduğu için kamuoyunun geniş bir kesimi de suçlu olduğuna inanıyordu. O yıllarda Fransa'da Yahudi düşmanlığı artmış, kamuoyunda Yahudilere karşı bir güvensizlik ortamı doğmuştu. Dreyfus ömür boyunca hapis cezasına çarptırılarak Güney Amerika'da Fransız Guyanası açıklarındaki Şeytan Adası'na sürüldü. 1896'da Esterhazy adlı bir binbaşının suçlu olduğu yolunda ipuçları keşfedildi. 1898'de mahkeme Esterhazy'yi sadece iki gün süren bir yargılamadan sonra suçsuz bulunca yazar Émile Zola cumhurbaşkanı Félix Faure'e seslenerek "Suçluyorum" (J'accuse) başlığı altında bir açık mektup yayımladı. Mektup sonradan başbakan olacak olan Georges Clemanceau'nun yayın yönetmeni olduğu L'Aurore gazetesinin birinci sayfasında basılmıştı. Mektubun başlığını da Clemanceau koymuştu. Dava üzerindeki tartışmalar on iki yıl sürdü. Bu süre içinde Fransız kamuoyu ikiye bölündü. Bir yanda, Dreyfus karşıtları olan Yahudi düşmanları, katolikler, monarşi yanlısı muhafazakârlar, militarist güçler; öbür yanda liberaller, cumhuriyetçiler, Yahudiler, aralarında Georges Clemenceau'nun da bulunduğu Dreyfuscu ileri fikirli aydınlar vardı.
Zola bu mektupta genel kurmay başkanını, silahlı kuvvetlerin yüksek rütbeli subaylarını eleştiriyor, askerî mahkemeyi Esterhazy'yi suçlu olduğunu bile bile beraat ettirmekle suçluyordu. Zola'nın mektubu davanın yeniden görülmesi yönünde yönetim üzerinde bir baskı kurulmasını sağladı. Esterhazy'nin beraat ettirilmesinden sonra Dreyfus yanlılarının sayısı hızla arttı. Davanın yeniden görülmesi için, altında birçok aydının imzası bulunan iki toplu dilekçe verildi. Bildiriyi imzalayanlar arasında, Émile Zola, Anatole France, Léon Blum, Marcel Proust, Charles Péguy, Claude Monet, Émile Durkheim, Stéphane Mallarmé, Maurice Maeterlinck, Gabriel Monod, Jules Renard, Henri Poincaré, Sarah Bernhardt, Georges Clemenceau ve eskiden bir antisemitist olan André Gide gibi, iki bin bilim adamı, aydın, yazar, sanatçı vardı.
Beş yıllık bir hapislikten sonra, 1899'da, Dreyfus Fransa'ya getirilip yeniden yargılandı. "Hafifletici sebepler" gerekçe gösterilerek cezası on yıl ağır hapse indirildi. Ama yargılamanın hemen ardından yeni cumhurbaşkanınca (Émile Loubet) affedildi. 1906'da Fransız Yüksek Mahkemesinin kesin kararıyla Dreyfus'un suçsuz olduğuna hükmedildi. O yıl Clemenceau önce iç işleri, sonra da başbakan olmuştu. Dreyfus ordudaki görevine döndü, terfi ettirilip binbaşı rütbesine yükseltildi. Kendisine Legion d'Honneur nişanı verildi. Birinci Dünya Savaşına katıldı. Yarbay rütbesiyle emekliye ayrıldı, 1935'te öldü.
Zola'nın açık mektubunun yüzüncü yıldönümü olan 1998'de katolik yanlısı gazete La Croix Dreyfus davası sırasında Yahudi düşmanlığını körükleyen yayınlarından dolayı kamuoyundan özür diledi.
Clemenceau binlerce aydının bildirisini Le manifeste des intellectuels (Entelektüellerin Bildirisi) diye nitelendirmişti. Onlara saygı duyulması gerektiğini söylemiş oluyordu. Bu kullanım kelimeye yepyeni bir anlam kazandıracaktı. Daha önce intellectuel bir sıfat olarak, duyumlara değil de "salt düşünceye dayalı" anlamında, düşünce biçiminin kendisini nitelendiren bir kelime olarak kullanılıyordu. Kişiler için —"entelektüel kişi" sözünde olduğu gibi — bir isim olarak kullanılmıyordu. Bu anlamıyla geçmişte yok denecek kadar az kullanılmış, terimin bu yönü unutulmuştu.
Söz konusu kullanım kelimeye iki anlam kazandırdı. Birincisi, toplumdaki çoğunluğa boyun eğmeyip doğru bildiğinden şaşmadan düşündüğünü açıkça dile getirmekten çekinmeyen, baskıcı yönetime boyun eğmeyen, haksızlığa karşı sesini yükselten, sorgulayan, eleştirel tavırlı muhalif aydın. Sözlükler böyle tanımlamaz, ama altta yatan anlamı budur. İkincisi ise, daha önce intellect'in işlevi, yetisi, ürünü anlamını veren intellectuel / intellectual kavramının kişiler için de kullanılır olmasıdır. Yani kendini fikir, düşünce işlerine vermiş, yüksek düşünce konularıyla uğraşan, düşünceleri doğrultusunda yaşayan kişi. Bu anlamlar birçok dilde yaygınlaşmıştır. Gerçekten de, söz konusu bildiri, dünyadaki muhalif aydın hareketlerinin, toplu imza kampanyalarının anası olmuştur. Bugünkü entelektüel kavramının Dreyfus davası dolayısıyla ortaya çıkması son derece anlamlıdır.
Bu kelimenin Türkçeye nasıl çevrilebileceği konusuna da değinmek gerekir. Hangi bağlamda kullanıldığına bakmalıyız. Örneğin, Türk entelektüelleri" yerine de "Türk aydınları" diyebiliriz, idare eder burada. "Entelektüel hayat" yerine de "düşünce hayatı, fikir hayatı" denebilir. Bu iki kullanım böylece çevrilebilir. Ama "entelektüel bir genç" yerine "aydın genç" diyemeyiz. Sözgelimi, "Ahmet Hamdi Tanpınar aydın bir yazardır" denmesi gülünç olur. Burada mutlaka "entelektüel yazar" denmesi gerekir. Terimin bu anlamı Türkçeye çevrilemez.
"Entelektüel"in muhalif aydın anlamına değil de eski anlamına dayalı bir terim var: intellectualism. Genel anlamıyla, duygunun, heyecanın bir kenara bırakılıp intellect (anlık) doğrultusunda hareket edilmesi; felsefede de, salt akla, akıl yürütmeye dayanan bir bilgi kuramı; akılcılık demek. Türkçede, "anlıkçılık" karşılığı teklif ediliyor.
Osmanlı Türkçesinde, yirminci yüzyılın başlarında, aydınlanma anlamına gelen Arapça "tenevvür" kelimesinden "münevver" terimi türetilmiş. "Tenevvür devri"ne, Aydınlanma Çağı'na bir gönderme tabii bu. Ama Aydınlanma'yı henüz yaşamadan. Mehmet Bahaettin Toven'in Yeni Türkçe Lügat'inde (1924) münevver, "İlim ve marifeti, tecrübesi çok, terbiye ve tahsil görmüş, malûmatlı, açık fikirli" diye tanımlanmış. Yepyeni bir kelime Türkçede. "Aydın", "münevver"in Türkçeleştirilmişi. TDK'nin Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu'nda (1935) "münevver" yerine "aydın" kelimesinin kullanılması öngörülmüş. Münevver de, aydın da aynı anlamı veriyor: aydınlanmış, aydınlatılmış. Aydınlatan değil. Bu yüzden, edilgin bir kişi. "Entelektüel"in anlam dünyasına uzak.
Prof. Şerif Mardin'in aydın kavramı üstüne yayımladığı bir makale var. Konunun derinliğine inen, son derece ufuk açıcı bir makale bu (" 'Aydınlar' Konusunda Ülgener ve Bir İzah Denemesi", Toplum ve Bilim, 24. sayı, 1984). Mardin'in bu makalede söylediklerinin konumuzu ilgilendiren bölümünden yararlanacağım.
İyi yetişmiş, bilgili kişileri Türkçede tek bir kelimeyle nitelendiriyoruz: ya münevver ya da aydın. Şerif Mardin ilkin bu iki terimin de kendi kültür tarihimizden çıkmadığına, kültürümüz dışındaki bir kavramlaştırmadan kaynaklandığına dikkati çekiyor. Öte yandan, batı kültüründe Türkçede aydın dediğimiz kişileri nitelendiren şu dört kavram olduğunu belirtiyor: entelektüel, intelligentsia, literati, les clercs. Bunlar arasındaki farklılıklar çok önemli. Oysa biz bu kavramları teke indirgeyerek hepsine birden "aydın" (ya da "münevver") diyor, böylece aralarındaki farklılıkları ortadan kaldırıyoruz.
Entelektüelin anlam alanını yukarda gördük. İkinci terim olan intelligentsia'nın kaynağı Rusça. Bu dilden çıkmış bir terim olması ilginç. Çünkü Rusça bir Latin dili değil. Yerel dillerde tamamıyla yabancı öğeler kullanılarak yeni kelime türetilebilmesi çarpıcı bir dil olgusudur. Görüşleri, fikirleriyle kamuoyuna, toplumsal hareketlere yön veren, sanatta, kültürde öncü kişiler, seçkinler, aydınlar topluluğu demek. Ondokuzuncu yüzyılda Rus aydınlarının çoğu (aynı dönemde bizim aydınlarımız gibi) Fransızca öğrenmişler, batı Avrupa kültürüyle yakın temasa geçmişlerdi. Özellikle yüzyılın ikinci yarısında Rusya'da çeşitli siyasi, ideolojik, felsefi akımlar ortaya çıkmıştı; Marksizm, anarşizm, nihilizm, halkçılık (popülizm) gibi. Bu hareketlere öncülük edenlerle kamuoyu önderleri Rusçada topluca intelligentsiya diye nitelendirildi. Daha çok toplumsal işlevleriyle ayırt edilen bir yazar çizer kesimi bu. Rusya'da 1860-1870 arasında türetilmiş, İngilizceye de 1905 dolaylarında geçmiş.
Bu tanım ile entelektüel arasında ince bir farklılık var. Intelligentsia içinde yer alanlar genel anlamda "okumuş, tahsilli" dediğimiz kesime göre daha faal, görüşleri sorulan, fikirleri önemsenen, toplumu etkileyen, sesi daha çok çıkan kimseler. Ama her birinin mutlaka entelektüel (özellikle kelimenin ikinci anlamıyla) olduklarını varsayamayız.
Mardin'in tanımladığı literati kavramına geçiyorum. Okumuşlar çevresini nitelendiren literati (tekili literatus) ise çok daha eskilere dayanan ama zamanımızda teknik bir anlam kazanmış bir terim. Avrupa'da okuma yazmayı bilen insanların çok az olduğu bir çağın okumuşlarıdır bunlar. Kitaplarda yazılı bilgileri öğrenmiş, bütün güçlerini "bilme" uğraşına veren, bilgiyi kayda geçiren kimselerdir. Bireysel bir tavırları, arayışları yoktur. Kolektif bir çalışma etkinliği gösterirler. Bağlı oldukları zümre içinde erimiştir kişilikleri. Bu yüzden, aralarında "entelektüel" aramak boşunadır. Onların ödevi, var olan bilgiyi sorgulamak, yeni bilgi üretmek değil, toplumun temel değerlerini korumak, bildiklerini yeni kuşaklara aktarmaktı. Şerif Mardin Osmanlı toplumundan da bir örnek verir: saray okullarından, medreseden, tekkeden yetişen okumuşlar Osmanlı toplumunun literati zümreleridir.
Fransızca clerc, İngilizce clerk kilise Latincesindeki clericus'tan bu dillere geçen terimler. Ruhban sınıfından, rahip demek. Bunlar literati sınıfının birer üyesi olan tek tek insanlar, birer literatus. Ortaçağda mahkemelerde zabıt kâtipliği (terimin bugünkü anlamı, yani kâtiplik, buradan kaynaklanıyor) görevi ruhban sınıfından olanlara verilirdi, çünkü o dönemde okuma yazmayı bilen tek kesim onlardı. Bu kişiler başka işlerde de defter tutan yazıcılar olarak görevlendirilirdi; örneğin, şehir meclislerinde de kayıt tutarlardı. Şunu da eklemek gerekir: ortaçağda okuma yazma bilmek demek Latince bilmek demekti. Bu eski anlamıyla clerc / clerk okuma yazma bilen, bilgili, bilgin, âlim, yazılı kültür çevresinde yaşayan kişiydi. Şerif Mardin, "Bu kişilerin [literatinin] bilgiyi muhafaza ve topluma 'iyi'yi gösterme yolunda yüklendikleri sorumluluklar les clercs tabirinde vurgulanmıştır," diyor.
Mardin'in getirdiği bu kavram açılımlarından sonra, "aydın", "münevver" kavramları bizler için doyurucu olmaktan çıkıyor. Şerif Mardin açıkladığı kavramlar arasındaki farklılıkları göstermekle hem genel olarak aydınlar konusunu, hem de okumuşların eski ve yeni dünyadaki toplumsal işlevlerini batı kültüründeki kavramlardan yararlanarak daha iyi kavrayabileceğimize dikkati çekiyor.
ZEYL
Intellect, intellectuel kelimelerindeki lect kökünün şu değişkenleri de var: -leg-, -lig-, -log-. Bunların gerisinde Yunanca leg-ein (söyleme, konuşma, seçme), onun da temelinde Hint-Avrupa kök dilindeki *leg-, leig- birimleri bulunuyor. En çok Latincede işlenmiş bir damar. Dallanıp budaklanıp bir yığın kelime türetiyor. Anlam budaklanmasını şöyle gösterebiliriz: a) toplamak, bir araya getirmek; b) seçmek; c) okumak, söylemek, konuşmak, söz, kelam; d) toplaşmak, parçaları birleştirmek, birbirine bağlamak, bir yerde toplayıp birlik haline getirmek, bir yerde yeniden toplamak, derleyip toplamak, sıralamak.
Bu anlam salkımlarından çıkıp Türkçeye giren, çok bilindik bir kelimeyle başlayalım: koleksiyon. Latince önek co-, com-, con-, col- "birlikte, aynı" anlamını verdiğine göre koleksiyon isminin mastarı "toplamak, bir araya getirmek". Aynı kelimenin sonuna Türkçe - cu ekini getirip "koleksiyoncu" deriz. Bazı kimseler kelimenin bu türevi sanki yanlışmış gibi koleksiyoner derler, onlara bakılırsa Fransızca collectionneur denmeli! Bir de teknolojide, "atık suların akmasını sağlayan boru"ya "kolektör" deniyor; "toplaç" karşılığı öngörülmüş.
Fransızca élite kelimesinin kökü "seçmek". Başka dillere çevrilemiyor. İngilizcede, Almancada karşılığı bulunamamış, olduğu gibi alınmış. İngilizcedeki "distinguished" (seçkin, mümtaz, müntahap) ile élite benzerlik gösterirse de bu iki kelimenin asıl anlamları başkadır. Türkçede de seçkin ile élite bir tutulamıyor. Seçkin yazar, seçkin öğrenci, mümtaz devlet adamı derken söz konusu kişileri övmüş, yüceltmişizdir. Oysa élite bir yüceltmeyi dile getirmez, içeriği nesneldir. Seçkin bir kimse beğenilen biri olduğuna göre, seçkinci, seçkincilik terimlerinin de élitism'i karşılaması beklenemez. Birçok yeni kelime türeten Ziya Gökalp élite kelimesini Türkçede "güzide" ile karşılamaya çalışmıştı. Türkçülüğün Esasları'nda bakın nasıl kullanmış: "Güzideler yüksek bir tahsil ve terbiye görmüş olmakla halktan ayrılanlardır. Güzideler halka doğru niçin gidecekler? Güzideler halka hars götürmek için gitmelidirler." "Güzide"yi élite karşılığında kullandığı açık.
Yunanca kökenli eklektik terimi kuram dilinde Türkçede de kullanılan bir terim. Burada da "seçme" anlamı var. Yunanca ekletikos'un kuruluşu şöyle: ek- dış, dışta, dışarı çıkarma + legein, "seçmek", yani birçok şey arasından seçmek, altta yatan anlamıyla "en iyisini seçmek". Yirminci yüzyıl başlarında, "devşirme, derme" anlamına gelen Arapça kökenli "iktitâf" kelimesinden türetilen "iktitâfiye" terimiyle karşılanmak istenmişti; yeni Türkçede "seçmecilik" deniyor.
Eklektik felsefede ilkin EskiYunan - Roma filozofları arasında belirli bir okula bağlanmayıp değişik filozofların fikirleri arasından kendilerince en akla yatkın olanları seçip yeni bir sistem kurmaya çalışanlar hakkında kullanılmıştır. Bu tanım bugün de aynıdır. Ama eklektizm iyi bir şey midir, kötü bir şey midir diye sorulabilir. Belirli bir sistem benimsenmeden o sistem içindeki kimi öğretilerin, önermelerin alınıp tek tek kullanılması sorgulanması gereken bir tutumdur. Çünkü sistemlerin dayandığı öğretiler karşılıklı bir bağlantılar bütünlüğü gösterdiği, her öğreti ya da önerme o bütünlük içinde anlam taşıdığı için, fikirlerin değişik sistemlerden derlenip keyfî bir biçimde bir araya getirilmesi kuramsal bir tutarsızlığa yol açar. Kurulmak istenen sistem, sistem seviyesine çıkamaz, yamalı bohçaya döner. Sistemsizlik kuramsal konularda ilke olarak iyi bir şey sayılamaz. Fakat var olan bir sistem tarihî şartların değişmesi, eski kuramların yeni şartlarda açık vermesi ya da yeni kuramlar karşısında aşınması halinde düşünen kişi değişen durumu değerlendirebilmek için başka sistemlerden gelen fikirleri, yeni önermeleri elbette gözden uzak tutamayacaktır. Aksini savunmak, dogmatizme yol açar. Böyle bir durumda eklektizme kapı aralamak ilk örnektekinden elbette farklıdır.
Bu kökten türeyip de Türkçeye giren kelimelerden biri de kolej. Burada da çekirdek anlam seçmek. Latincede college başkalarıyla birlikte çalışmak üzere seçilen demek. College ile colleague (meslektaş) aslında aynı kelime. College kelimesi yüzyıllarca, lonca, oda, dernek benzeri bir meslek kuruluşu anlamında kullanıldı; bu anlamı bugün de kullanılır. Bir üniversite içindeki bağımsız okul anlamı ondokuzuncu yüzyılda Oxford, Cambridge üniversitelerinde ortaya çıktı. Bu üniversitelerde hâlâ kullanılır. Günümüzde özel orta öğretim okullarına da "college" denebiliyor. Türkçede yabancı dil ağırlıklı öğretime yer veren okullara "kolej" deniyor. Terimin bu anlamı ondokuzuncu yüzyılda açılan Amerikan okulları dolayısıyla Türkçeye girdi. Bugün sağlık koleji, polis koleji gibi meslek okulları ise terimin eski anlamına dayanıyor.
Alyans, Fransızca "alliance"tan. Şöyle yapısı: ad- mastar görevi - mek /- mak + Latince ligare, "bağlamak", dolayısıyla "birbirine bağlamak" demek. Ally , ittifak kuran öznelerden her biri, yani müttefik. Kelimenin Fransızcada "nişan yüzüğü " anlamı var bir de. Çekirdek anlam: evlilik bağı. Yirminci yüzyılda Türkçeye bu anlamıyla girmiş. Dünyanın çok güçlü mali kuruluşlarından biri olan Allianz'ın Türkiye'de temsilcileri, uzantıları var. Bu kuruluşların adlarında bu yazımıyla yer alıyor. Terimin Türkçeye bu ikinci girişi 1980 sonrası. Yazımı da değişmiş.
Lig (league) kelimesini yalnızca spor severler değil, herkes bilir. Kelime burada da "birlik" demek. Futbol, basketbol, voleybol gibi spor dallarında kulüpler birliğinin anlaşmasıyla takımların yarışmalarını sağlayan düzene bugün dünyanın her yerinde "lig" deniyor. Kelime Türkçeye ilk kez 1904-1905 futbol mevsiminde İngilizceden girdi. Bu ilk Istanbul liginin asıl adı Constantinople Football Association League, yani Konstantinopolis Futbol Dernekleri Birliği'ydi. Türkler futbolu Istanbul'da yaşayan İngilizlerden öğrendikleri için, bu ilk ligin resmî adı da İngilizceydi. İlk lige katılan dört takım da Türk oyunculardan kurulu değildi.
Birinci Dünya Savaşından sonra, 1920'de kurulan Cemiyet-i Akvam ya da Milletler Cemiyeti'nin İngilizce adında yine aynı kelimeyi görüyoruz: League of Nations. Günümüzün bir başka uluslararası örgütü olan Arap Birliğinin İngilizce adı da "Arab League"dir.
Bülent Aksoy
22 Ekim 2021