O SINIR TAŞLARINIZ, O DUVARLARINIZ…
İnsanlar mitolojinin dünyasında yaşarlarken Terminus adında bir tanrıları varmış. Bu tanrının başlıca görevi sınırları korumakmış.
İnsanlar sınırlara önem vermeye başlar başlamaz bu kavramın çevresinde hemen bir kutsallık zırhı oluşturmuşlar. Sınır taşlarını kutsal saymışlar. Roma panteonunda bu kutsallığı temsil için önce Jüpiter’i yani şu bizim Zeus’u seçmişler. Ama herhalde Zeus beni böyle netameli işlerle, siz insancıklar arasındaki ufak tefek şeylerle uğraştırmayın, benim daha önemli işlerim var, demiş olacak ki; başka arayışlara girişmişler. Sonunda sınır tanrısı Terme, Terminus olsun demişler. Demişler ama zaman içinde Terme, Terminus tanrı öteki tanrılar kadar saygı toplayamamış. Toplayamasa da tanrı yine de tanrıdır.
Bu tanrı ile ilgili bilgileri kısaca derleyelim. Meydan Larousse’ dan başlayalım. (s.12/79)’ da şu bilgiler veriliyor: Terminus Roma mitolojisinde tarla sınırlarını koruyan Lâtin tanrısı. Başlangıçta Terminus Jupiter’in takma adlarından biriyken sonradan ayrı bir tanrı haline sokuldu. İlk zamanlarda kaba bir sınır taşı biçiminde temsil edilirdi. Sonra Yunan tiplerinin taklidiyle bir Hermes veya üzerinde bir baş bazen de kollar bulunan ayaksız bir taş bloku şeklinde yapıldı. Çiftçiler her yıl 23 Şubat bayramını (terminalia) kutlarlardı.
Ansiklopedi Terminalia kavramından Terminus yani tanrı Terme şerefine yapılan bayramlar olarak söz etmektedir.
Terme der demez Samsun’un ilçelerinden şirin Terme (Themiskyra) aklımıza geliyor. Bu ilçemizin tarihi M.Ö. 1000 yıllarına kadar gidiyor. Gaşkalar, Hititler, Frigler, Fenikeliler, Yunanlılar, Kimmerler, Amazon savaşçıları, İskitler sanki bir resmigeçit yapar gibi gelip gitmişler. Terme çayının da adı Termedon ama anladığımız kadarıyla bu Terme’nin bizim şu sınır tanrısı Terme ile bir ilişkisi yok.
Ancak ilçenin adını Roma tanrısı olan Terminus'tan veya Thermodon'dan aldığını düşünenlere de (Elif Ateş) rastlanılmaktadır.
https://onedio.com/haber/themiskyra-neresidir-1039648
Böyle düşünüyorlar ama bir kanıt, kaynak da göstermiyorlar. Bir yandan M.Ö. 1000’li yıllardan söz ediyorlar sonra da bir Roma tanrısının adına bu coğrafyaya taşıyorlar. Terminus tanrı bildiğimiz kadarıyla antik Yunan panteonunun envanterinde yok. Roma da Termedon vadisine, sahile ya hiç gelmedi veya çok, çok sonradan geldi. Bu anakronik yanlış yukarıda sözünü ettiğimiz olasılığı geçersiz kılmaktadır.
Ad olarak benzeyen bir başka yerleşim yeri de Turgutreis sınırları içinde bulunan ve M.Ö. 500-700 yılları arasında Leleglerin yaşadığı Termera kentidir Ancak bu bölge ile de tanrı Terminus’un ilişkisini gösterir bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.
Tanrı Terminus genellikle bir sınır taşının üzerine konmuş bir büst olarak resmedilir. Yazımız ekindeki görselde pek de öyle özenle yontulmamış bir köşeli taş ve iğreti duran takma iki kol, bazen kollar kopuk veya kesik. Ne şekilsiz, ne sevimsiz bir tanrı değil mi? Derler ki; sınır kaymasın, değişmesin, hareket etmesin diye tanrıya ayak yapmadık. Ne diyelim? Gülmek yasak ama gülümsemek serbest. Bu bizim hakkımızdır.
Bu fotoğrafta “concedo nvlli veya concedo nulli” yazılarını okuyoruz. Yazı "kimseye boyun eğmiyorum" anlamına geliyor. Doğrusunu söylemek gerekirse günümüzde bile o sınırlar hırsların, o duvarlar ihtirasların sembolleri olarak insanlara hükmetmesini beceriyor. Terminus tanrı sözüm ona sınırlar belli olsun kavga, gürültü olmasın düşüncesinden doğmuş. Tanrımız Terminus’a karşın kavga gürültü hiç eksik olmamış, bir karış toprak senin benim diye insanlar birbirlerinin gözlerini çıkarmaya devam etmişler.
Latin dilinde Terminus (+Technikus) kavramının çoğulu termini’dir, sınırlar. İlerleyen yıllarda tarla sınırı yani Marcus’un tarlasının sınırının bittiği yerde Antonius’un tarlasının sınırının başladığı yer, nokta şeklinde anlamlandırılmış. Şimdi bile tarlalar arasında sınır olsun diye konan taşların tarihinin bu tanrı olduğunu söyleyebiliriz. Her yıl 23 Şubat'ta, Terminus'un onuruna, Terminalia adlı bir festival düzenleniyormuş. Bilindiği gibi 14 Şubat Roma’da arınma, temizlenme Mars ayına hazırlıkların yapıldığı ünlü Lupercalia festivalidir.
https://alicanpolat.com/14-subat-sevgililer-gunu/
https://www.kavrammutfagi.com/makale/14-subat-sevgililer-gunu
Bu festivalde gençler çiftleşmeye de özendirilirmiş. Hristiyanlar hep yaptıkları gibi bu günü Saint Valentine adında uyduruk birisine bağlamışlar. Yaparlar, düdük ellerine geçince istedikleri gibi öttürürler. Öttürsünler bakalım, biz kendi öykümüze dönelim. Terminale festivali Roma'da ilk kral Romulus veya onun yerine geçen Numa döneminde MÖ 717-673 düzenlenmiş. Festivalin ana teması bir dönemin bittiği yeni bir dönemin başlamakta olduğu anlamına geliyormuş. Yani eski ile yeni arasındaki sınır “terminus” imiş. Şair Ovidius’un da anlatımlarına göre festivalde kurbanın kemikleri, külleri yanı sıra çeşitli ürünler, bal petekleri ve şarap, mülkiyeti kutsayacak şekilde bir noktada bir deliğe yerleştirilir, kesilen domuz veya koyunun kanı o yere akıtılır ve buraya bir taş çakılırmış. Terminus’u öven ilahiler okunurmuş. Bu arada Jüpiter’in son hecesi ter ile Terminus’un ilk hecesi ter arasında bir bağ kurma çabası da var.
İsa’dan 300 yıl geçtikten sonra Hristiyanlık dini dalga dalga Roma topraklarında yayılmaya başlamış. Nicomedia’da Diocletianus bu yayılmaya karşı bir sınır koyması için tanrı Terminus’un yardımını istediği de söyleniyor.
Haklı olarak siz şimdi neymiş be, bu Terminus diyeceksiniz? Terminus yalnız tarla aralarında değil hayatın birçok yerinde karşımıza çıkıyor. Bülent Aksoy hocamızın “Kelimelerin Dünyasında Gezintiler” adlı kitabında ( s.34) belirttiği gibi günlük dilimizden düşürmediğimiz “terim” sözcüğünün kaynağı bu tanrı. Terim sözcüğü bizim dilimize Fransızca terme, İngilizce term sözcüğünden alınmış.
İnsanlar arasındaki iletişimde ve bilim dünyasında kavramlar bir şey, kişi veya olay ile ilgili uyarılara, duyu organlarımız aracılığıyla beynimize ulaşan iletilere koyduğumuz adlardır. Bu kavramlardan yeni düşüncelerin önerilmesi ve yeni yaratılar ortaya konması ancak o konuda üretilmiş olan kavramların sınırlandırılması ile sağlanabilir. Örneğin benim ağzımdan bir kalem sözcüğü çıkmış ise sizin kafanızda kalemi çekiçten veya daha birçok şeyden ayıran düşüncelerin hemen belirmesi gerekir. Kalem nedir ne değildir düşüncesinin sizin kafanızı uğraştırmaması gerekir. Bunun için de kalem konusunda sizin ve benim daha önceden uzlaşmış, anlaşmış olmamız gerekmektedir. Gerçek nedir ve nerede başlayıp nerede sona ermektedir sorusunun yanıtlanması işlemi, termination, termine etmek yani sınırlandırmak, tartışmayı sonlandırmak, uzlaşmayı sağlamak (ıstılah) demektir. Bu işlemden sonra elimizde kalan sözcüğe biz terim diyoruz. Terime sınırlandırılmış düşünce, sınırlandırılmış kavram dersek sanırım pek yanlış olmaz. Kavram ile terim arasındaki bu farkı aklımızda tutmakta yarar vardır. Bülent Aksoy hocamızın da üzerinde durduğu gibi concept sözcüğü ile kavram ve terim sözcüklerini karıştırmamak gerekmektedir. Şimdilerde özellikle moda dünyasında moda haline gelen concept, konsept sözcüğü tasarlanmış, tarz anlamına gelebilir. Konsept terimden çok kavrama yakındır. Daha doğru bir tanımla bu konuda seçkinlerin üzerinde uzlaşabildiği bir anlayış demektir.
Terim sözcüğünün ortaya çıkması ve genelleşip kullanılması çok eskilere dayanmıyor. Bilim dünyasında 18. Yüzyılın yarısından sonra yazılıp çiziliyor. Terim bilgisi anlamına gelen terminologie de eş zamanlı olarak doğuyor. Günlük yaşamın diğer alanlarına da yayıldığını görüyoruz. İş ve ticaret alanında vade anlamında termin, bir yolculuğun başlangıç veya bitiş noktasına terminal adı veriliyor. Termineaux son nokta, termine edilmek randevulaşmak, termin duruşma günü, termin hakkı sözleşmeyi sona erdirmek, fesih hakkı gibi…
Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız gibi şu bizim Terminus tanrı başımıza ne işler açmış değil mi?
İnsanlar neden böyle bir tanrıya gereksinim duymuşlar? Bu soru üzerine çok geniş bir perspektif ile düşünenlerin başında Friedrich Engels geliyor. Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı (1884) eserinde bu sorunun yanıtlarını materyalist, diyalektik bir bakış açısından irdeliyor. Engels sorularına yanıtlarını Tarihte Zorun Rolü adıyla 1888 de yayınladığı eserinde açıklıyor.
Atalarımız olan homo sapiens neolitik dönemle birlikte üretmeye de başlayınca o artı+k değere bir ad koymaya çalışmışlar. Koydukları ada “hakk” demişler, kendi kafalarına göre bir hukuk (haklar) yaratmışlar. Hak Arapçadan dilimize geçmiş bir sözcüktür. Diğer anlamlarını bir yana bırakalım, konumuzla ilgili olana bakalım. Hak bir eylemi gerektirir, durduk yerde hak olmaz. Hiç kimse bir kimseye bu senin hakkındır, al senin olsun demez. Yürüyüşlerde, mitinglerde ve benzer gösterilende hak verilmez alınır sözü boşuna söylenmiyor. Hakk etmek Arapça kazımak demektir. Kabaca bir şey üzerine daha sert bir şeyle bir işaret koymak, imzasını atmak, bu benim demektir. Bunu hakk ettim, bunu kazıdım, bu işareti ben yaptım, benim hakk’ım, hakkım demektir. Hakkın göstergesi bazen bir taş, bazen yazılı bir belge, bazen de bir duvardır.
Büyük şairimiz Nazım Hikmet bu süreci en güzel açıklayan bir düşünürdür.
Duvar başlıklı şiirinden bazı dizeleri birlikte okuyalım.
O duvarın ilk temeltaşı
şahsi mülkiyetin ilk adımından geliyor.
…
O duvarın bir ucu:
tahta sapanlı sarı Çinde.
Öbür ucu:
Çelikleri elektrikli Newyork’un içinde
….
O duvarın dibinde
bizimkiler kurşunlanıyorlar…
İnsanlar böyle bir işaret koymuşlar ama o şeyin başından uzaklaşınca diğerleri eskiden olduğu gibi yine alıp kullanmaya, tüketmeye devam etmişler. Hak sahipleri (!) başka çareler düşünmüşler, hak ettikleri şeyin başında kendileri bekçilik yapmışlar, başkalarını bekçi olarak dikmişler. Diğerlerini korkutarak, ürküterek caydırmak istemişler. Hak sahipleri yan yana gelip bir birlik oluşturmuşlar, son noktada bu birliğin adına devlettir demişler. Devlete çalışanlar bulmuşlar, çalışanların ellerine silah vermişler, hakkı çiğneyen biri çıkarsa ona karşı zor kullan demişler. Bu çok etkili olmuş ama yeterli olmamış. Bunun gibi insanlar bir de tanrılardan yardım istemişler. Aynen bizim Diocletianus gibi Terminus tanrıyı görevlendirmiş. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi tanrının gönlünü hoş tutabilmek için adaklar adayıp sunmuşlar. Saygılarını sunmak için çeşitli ayinler, ritüeller yapmışlar.
Hak iddia ettikleri topraklar, toprakları işlemek için kullanılan alet edevat, bunları kullanmak için gerekli silah ve benzeri araç gereçler, ekonomi geliştikçe çeşitlenen daha nice çıkarlar aynı şekilde korunmak istenmiş. Bu arada insanların hırsı, ihtirası arttıkça artmış, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında olmuş başkalarına zırnık koklatmamak için her şeyi yapmışlar. Yakmışlar, yıkmışlar, öldürmüşler. Bunların hepsinin temelinde “hakk-hak” dediğimiz o kavram bulunuyor. Bir ozanımız çıkıyor “Mal sahibi, mülk sahibi - Hani bunun ilk sahibi” diye bir soru ortaya atıyor ama hiç kimse oralıklı olmuyor. Herkes bildiğini okuyor, hak sahibi olmayanlar da sıranın kendisine gelmesini bekliyorlar.
Şu zavallı tanrı oraya bostan korkuluğu gibi ayaksız, hareketsiz dikilmiş ama hiçbir işe yaramamış. Sözüm ona bekçi ama neyi beklediğinin asla farkında değil. Öte yandan üstlendiği bekçiliği de beceremiyor. Çalanlar çalmaya devam ediyor. Çaldın-çalmadın derken kızılca kıyametler kopuyor, insanlar birbirlerinin kanlarını akıtıyorlar.
İnsanlar geç de olsa dönen bu fırıldağın rüzgârını merak etmişler. Rüzgârın nereden estiğini araştırmışlar. Keşişlemeden esen rüzgâr ile hesaplaşmak istemişler. Örneğin gazeteciler çıkmış
Sınır Tanımayan Gazeteciler
Örneğin doktorlar çıkmış
Sınır Tanımayan Doktorlar
adı altında birleşmişler, ağaların, beylerin, devletlerin koyduğu sınırları aşmışlar.
Biz avukatların da bir derneği var. STAD.
Sınır Tanımayan Avukatlar Derneği
Bi avukatlar da derlenip toplanalım, STAD olarak var olan örgütte güçlerimizi birleştirelim. Sınırları kaldıralım, insana, kamuya, doğaya ve ortak geleceğimize yönelen saldırılar nereden geliyorsa oraya gidelim.
Mesleğimizin gücü şahsi mülkiyetin gücünden daha üstündür, doğaya ve insana, insan onuruna daha uygundur.
Haydi…Haydi…
27.10.2023
Ali Can Polat