PROLETER VE PROLETARYA KAVRAMLARI
TDK'ye göre proleter sözcüğünün anlamı emekçi, işçi ve proletarya da emekçi sınıfı ya da işçi sınıfıdır. Sözlüğe göre proletarya kelimesi ele alındığında, ‘alt sınıfı anlatmak için değerlendirilen bir kelime’ anlamı olduğu söyleniyor. İlk zamanlar oğullarından başka malı bulunmayan insanlar için söylenen aşağılayıcı bir kelime olarak kullanıldığı, daha sonra ise işçi sınıfını tanımlamak amaçlı sosyolojik bir terim olarak gelişmeye başladığı anlatılmaktadır.
Proleterleşme sözcüğü ise TDK ‘ye göre; ‘emekçileşme,’ anlamına gelmektedir. Günümüzde işçi ve emekçi sınıfı için bu kelime artık pek kullanılmıyor. Özellikle modern ve gelişmiş ülkelerde proleter ya da bununla beraber türemiş kelimeler öne çıkmaz deniyor. Bu cümle ile anlatılmak istenenin değerlendirmesi okuyucuya aittir.
TDK Fransızca sözlükte:
Proltéaire: (Proleter) Emekçi
Proltéariat : (Proletarya) Emekçi sınıf
Proltaérien , ne: (Proletaryen) Emekçilere, emekçi sınıfına değgin şeklinde tanımlanmaktadır.
Larousse de Poche’da ise:
Prolétaire (nom) : Qui n’a pour vivre que le produit de son travail,
(Proleter (isim) : Sadece çalışmasının ürünüyle yaşamak zorunda olan)
Prolétariat : Classe des proletaires
Proletarya: Proleterler sınıfı
Proéltarien (ne) (adj) Relatif au proletariat
(Proleter (sıf) Proletarya ile ilgili) şeklinde anlatılıyor.
Sevan Nişanşan Sözlerin Soyağacı: s.392’de:
Proleter sözcüğünü sosyalizme eğilimli olması umulan işçi, toplumun mülk ve sanat sahibi olmayan en aşağı tabakasına mensup kişi olarak tanımlamaktadır.
Latince proletarius “yavrulayıcı” sözcüğünden doğduğunu, Roma’da toplumun en alt sınıfına mensup kişiler için kullanıldığını söylüyor.
Prolescere, prolet (hayvan gibi) yavrulamak, çoğalmak, pro+alescere, büyümek, yetişmek, artmak sözcüğüyle ve eylemiyle ilintili olduğunu belirtmektedir.
Meydan Larousse:
Proleter: (Latince proles, soy’dan proletarius- Fr. Prolétaire) olarak belirtilmekte ve eski Roma’da en alt sınıftan, vergiden bağışık ve ancak çocuk yapabilmek için yararlı sayılan kişilere yapılan adlandırma olduğu, bugün emek gücünü kiraladığı veya sattığı kimsenin vereceği ücret dışında geçim kaynağı olmayan kimse ve buna koşut olarak çalışanlara da proletarya ya da emekçi sınıfı dendiğini anlatmaktadır.
Kubbealtı Lugatı
Proleter (i). (Fr. prolétaire < Lat.) Geçim kaynağı emek gücü olan, başka gelir kaynağı bulunmayan kimse, emekçi.
Proletarya (Fr. prolétariat) Emekçi sınıfı, Proleter
Proleter kavramı ( Fr) prolétaire toplumun mülk ve sanat sahibi olmayan en aşağı tabakasına mensup kişi anlamındadır : (1760 J. J. Rousseau)
Latince proletarius "yavrulayıcı", anlamına geliyor. Roma’da toplumun en alt sınıfına mensup kişiler için kullanılıyor.
Latince prolescere, prolet- yavrulamak, (hayvan gibi) çoğalmak
Latince pro+1 alescere büyümek, yetişmek anlamlarına gelmektedir.
Artmak → pro+1 : Koalisyon
Koalisyon: Kök benzerliği nedeniyle koalisyon sözcüğünün de üzerinde durmakta yarar var. Fransızca coalition politik bir birliktelik, belki daha yerinde bir anlatımla belli bir amaç için yapılan güç birliğidir denebilir. Güç birliği Latince karşılığı coalitio olup coalescere eyleminden, coalit- birlikte büyümek, (ağaç dalı) birbiri içine geçerek kaynaşmak +tion ve yine Latince con+ alescere yetişmek, boy atmak Latince “alere” büyütmek eylemleriyle ilintilidir.
Sözcüğün doğduğu yer Roma olduğuna göre proleter sözcüğünün tarihsel perspektif içindeki yerini doğru belirlemek gerekmektedir.
Eski Roma'da patrici, pleb, cliens (besleme yanaşma) ve servus (köleler) olmak üzere dört hukuksal sınıf vardır. Bunlardan cliens ve servus sınıfı cumhuriyetin ilk dönemlerinde pek önemli değildi. Ancak krallık büyüdükçe bu sınıflar da sayıca kalabalıklaşmıştır. Öyle olunca da bunlarla ilgili düzenlemeler daha ön planlara çıkmaya başlamıştır.
Asıl önemli sorun patrici ve pleb sınıfları arasında yaşanıyordu. Roma'da Patriciler mülki, siyasi, askerî haklara sahiptiler.
Equestrian (Latince: eques, çoğulu equites) Roma Cumhuriyetinin ve Roma İmparatorluğunun erken dönemlerinin iki üst sosyal sınıfından birinin mensuplarına verilen ad. Bu sosyal sınıf, gücü savaş atı edinmeye yeten ve "şövalye" ya da "süvari" olarak adlandırılan ve genellikle varlıklı kişilerden oluşurdu. Equites, zengin ve soylu üst sınıf patriciler ve alt sınıf plebler arasında bulunan orta sınıf oluştururlardı. Equestrian sınıfın işareti bir altın yüzük ve (patricilerinki demir yüzüktü) ve tunik üzerinde dar siyah banttı.
Plebler, çiftçilik, hayvancılık zanaatkârlık gibi işlerle devletin ve toplumun sürekliliğini sağlayan sınıf idi.
İki sınıf arasındaki çatışma, aslında hep vardı. Ancak Roma topraklarının genişlemesi, patricilerin de topraklarının genişlemesine neden oluyordu. Ancak plebler umduklarını bulamıyorlardı.
Proletarya ve grev sözcükleri belleğimizde öyle yer etmiştir ki; grevi ancak işçiler yapar başka bir sınıf grev yapmaz, yapamaz diye düşünürüz. Oysa ilk grev patriciler ile pleblerin anlaşmazlıkları sonrasında plebler tarafından yapılmıştır.
M.Ö 494’te Roma, iki kent ile savaş halindeyken plebler, Roma için savaşmak yerine Pleb Tanrıçası olarak da adlandırılan Tanrıça Ceres’in (Anadolu’nun Demeter ‘ine karşılık) tapınağının bulunduğu tepede çekilip oturdular. Böylece tarihte ilk grev olarak adlandırılabilecek bir olay yaşanmış oldu. Toplumsal yaşamın devamlılığını sürdüren pleblerin üretim ve hizmet sektöründen çekilmesiyle günlük yaşamı durdu. Ordunun lojistik desteği sağlanamadı, askerler aç kaldı. Tarlalar sürülmedi, zanaatkârlar iş bıraktı. (Grev kavramının günlük dile girmesi için MS 1800’lü yılları beklememiz gerekmektedir.)
Grev sonuç verdi, patriciler elçi gönderip pleblerin koşulların kabul etti ler. Bu tarihten sonra plebler kendi meclislerini kurdular.
Bildiğimiz gibi Roma savaşçı bir devletti. Çevre ülkelere savaşlar açar, bu savaşlarda silah gücü ile o ülkeleri topraklarına katar ve bu topraklarda çok sağlam bir idari yapılanma sağlarlardı. Kendi kültürel varlıklarını o ülkelere savaş sonrasında kurdukları sistem ile kabul ettirirler, o ülkelerde tarımsal gelişmeyi özendirirler ve çok sağlam da bir vergi sistemi kurarlardı. Bütün bunları tutarlı bir hukuk sistemiyle yaparlardı. Galya’dan Anadolu’ya, Romanya’dan Mısır’a kadar ve Akdeniz’de ulaşım ve ticaret onlardan sorulurdu. Elbette bu savaşlarda tutsaklar da olurdu. Onlar bir yurttaş değil ve yurttaşlık haklarından yararlanamazlardı. Her türlü işlerde boğaz tokluğuna çalışırlardı.
Patronus (hami)-cliens (yanaşma) ilişkisinin Roma’da hukuki olmaktan çok ahlâki dayanakları bulunmaktadır. Patrici sınıfından birinin bir başkasını koruması altına alması zaman içinde gelişerek bizim patronage diye adlandırdığımız sisteminin temelini oluşturmaktadır. Bu hamilik işi, kişi ölçeğinde olduğu gibi bir bölge ve o bölge halkı için de geçerli olabilmektedir. Bu ilişki ileriki zamanlarda yaygınlaşmıştır. Hami-yanaşma ilişkisi resmi bir ilişki türü değildir. Kişisel hami-yanaşma ilişkisinde soylular değerli gördükleri sanatçıları ya da azatlı kölelerini himayeleri altına alıyorlaardı.
Bu sınıfların dışında mülk sahibi olmayan özgür Romalılara da “proletarii” deniyordu. Günümüzde kullanılan “proletarya” sözcüğünün kaynağı bu kavramdır. M.Ö. 1. yüzyılda Roma’nın yukarıda sayılan özgür yurttaşlar 3,3 milyonken, kölelerin sayısı 2 milyona ulaşmıştı.
Roma egemen sınıfları, savaşlarla kazanılan yeni topraklara yoksul plebleri ve proletariileri yerleştiriyor ve oralarda karışıklık çıkmasını bu yolla engelliyordu. Ancak yine de isyanlar oluyordu. (Örneğin M.Ö.73 Spartacus ayaklanması vb.)
Julius Sezar’ın M.Ö. 44 yılında öldürülmesinden sonra yerine Gaius Octavius’un geçti, Roma İmparatorluğu’nu kurdu, Augustus adını aldı, “Roma Barışı”nı (Pax Romana) sağladı ve ülkeyi M.Ö.27-M.S.14 yılları arasında yönetti. Bu barış M.S. 180 yılına kadar sürdü.
Pax Romana’nın en önemli özelliği, Roma’daki patrisyenler, plebler ve proletarii arasında, başka bir anlatımla, köleler dışında kalan özgür yurttaşlar arasında barış sağlamasıydı.
Kavramın anayurdu olan Roma’da proleter kavramı bugün bizim anladığımız anlamadaki işçi kavramından hayli farklıdır. Bu gün işçi olmanın en önemli özelliğini geçim kaynağını işverenden alacağı ücretin belirlemesidir.
Avrupa’nın feodalite sistemi içinde çalışan mülksüzlerin veya sahip oldukları toprakların geçimlerini sağlamalarına yetmeyen kimselerin sanayi devrimiyle birlikte manifaktür atölyelerinde, fabrikalarda çalışmaya başlamaları, buna koşut olarak topraksızlaşmaları, toprakları olmadığı için de oradan geçimini sağlayacak tarımsal üründen yoksun kalışları, patronun vereceği ücretten başka hiç geçim kaynakları olmayışı, onların bu kimliklerinin pekişmesine ve modern anlamda proleter kavramının doğmasına ortam sağlamıştır. Proleterlerin kendi sınıf bilincine kavuşmaları ve kendi sınıf çıkarları için çalışmaları da proletarya kavramını doğurmuştur.
Çalışanların Zonguldak bölgemizde olduğu gibi (Havza-i Fahmiye) münavebeli olarak çalışmaları, yani 2 ay madende, iki ay köyünde çalışmaları, onların proleter değil yarı-proleter olarak nitelendirilmelerine neden olmuştur. Elbette yarı proleter olmanın sosyoekonomik ve sosyokültürel birçok sonuçları vardır.
Şimdilerde esnek çalışma adı altında işçilerin çalışma koşullarında değişiklikler yapıldığını görmekteyiz. Bunlar işçilik hakları için olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Öte yandan bu işçilerin sosyal güvenlik haklarını da olumsuz yönde etkilemektedir.
Son olarak 20.yüzyılın sonlarında ortaya çıkan, tanımlanan yeni bir kavrama da değinmek gerekmektedir. Bu yeni kavramın adı prekarya veya prekarite’dir.
Prekarite veya prekarya kavramı ağırlıklı olarak; belirli süreli, yarı zamanlı, proje bazlı sözleşmeler ile işgücü piyasalarına iş yapan sınıf için kullanılmaktadır.
Kavramın etimolojisi anlamını kavramamıza yardımcı olmaktadır. Latin dillerindeki (İngilizce precarious, Fransızca. Précaire, Latince precari) istikrarsız, güvensiz, güvenilmez sözcüklerinden türetilmiştir.
Bu tanımlamanın arkasında karşımıza çıkan en iki önemli özellik, sürekli iş güvencesinin bulunmayışı ve birçok kez iki tarafın birlikte bu çok önemli kuralı yok saymalarıdır. Reklamcılık, yazılım ve programcılık, sinema ve oyunculuk gibi genelde yaratıcı sektörlerde çalışanlar, çevirmenlik, yarı-zamanlı eğitim görevliliği işleri, mimarlık, muhasebecilik bu grubu oluşturmaktadır.
Emek yoğun (mavi yakalıların kas gücüyle çalışanlardan çok) bilgi yoğun bilişsel çalışanları tanımlamak için bu yeni prekarya terimi kullanılmaktadır. Yukarıda da söylemeye çalıştığımız gibi serbest zamanlı (freelance) çalışanlar ve prekaryanın sözleşmelerinde sürekli işlerdeki iş güvencesi ve sosyal güvenlik hükümleri çok kez bulunmamaktadır.
Mart 2020’de ilan edilen Coronavirus pandemisi’nin bu tür uygulamaların yaygınlaşmasına neden olduğu gözlemlenmektedir. Bazı işlerin evde yapılması yeni bir kavrama da ebelik etmektedir. Home Office İngilizce bir sözcük. Home ev, office ise ofis anlamına geliyor. Home ofis karşılığı ev ofisi denebilir. Ama nedense biz o harfini de biraz uzatarak hoom ofis demeyi daha uygun ve daha fiyakalı buluyoruz !
Belki başlangıçta birçokları için cazip gelebilir ama bu uygulama sonuçta patrona yarar işçiye ve işçilik bilincine zarar verir.
Ali Can Polat
30.01.2022