FRANKLAR, FRENKLER
Frank, Frenk kelimeleri Avrupa dillerinde olsun, Türkçede olsun, pek çok yerde, pek çok anlamda kullanılmış. Hepsinin kaynağı bir kavmin adı. bir Cermen kavmi olan Franklar. Daha doğrusu birkaç Cermen boyunun ortak adı. Franklar Almanya'da Ren nehri ile Weser ırmakları arasındaki bölgede yaşıyorlardı. Üçüncü yüzyılda tarih sahnesinde görünmeye başlıyorlar. Üçüncü yüzyılın ortalarında topraklarını Romalıların elindeki Galya içlerine doğru genişletmeye çalışıyorlar. Burası bir Kelt boyu olan Galyalıların yaşadığı bölgeydi. Bu geniş bölge bugünkü Fransa, Belçika, Lüksemburg topraklarının tamamı ile Hollanda'nın, İsviçre'nin bir kısmını, Almanya'da Ren'in batısındaki bölgeyi, İtalya'nın da Po ovasını içine alıyordu. Frankların Galya'yı istila etme girişimleri dördüncü yüzyılda da sürdü. Dördüncü yüzyılda Romalılar kuzey Galya'daki gücünü kaybedince, Franklar topraklarını bugünün Belçika'sı ile bugünün Fransa'sını içine alacak biçimde genişlettiler. Zamanla batı Frank Krallığı, Frank unsuru daha eski kavimlerle karıştığı halde, kendi yönetimindeki halkı "Frank" olarak adlandırmaya devam etti.
Bu halkın konuştuğu dil, yani Frankça (Cermen lehçelerinden biri) yavaş yavaş unutuldu. Ama bu Cermen kavmi bu ülkede konuşulan dile kendi adını verdi. Ülkenin adı da Fransa diye anılmaya başladı. Galya, yani bugünün Fransa'sı beş yüzyıl Roma egemenliğinde yaşadığı için kültür olarak Latin kültürüne bağlı bir ülke olarak görülür; Fransızca da bir Latin dilidir. Ama daha eski köklere inildiğinde Fransız toprağında Kelt ve Cermen kültürlerinin de bulunduğunu görüyoruz.
Kavmin adı Almanya'da da unutulmadı. Rhineland'ın doğusu ile Main ırmağı boyunca uzanan bir dükalık olan bölgenin adı Franconia' ydı (Almancada Franken). Eski Franconia halkının bir parçası olan halk eski Franklardı. Frankfurt şehrinin adı bu geçmişten geliyor. Bu şehrin Almanya'da resmî adı bugün Frankfurt am Main. Şu demek: Main ırmağı üzerindeki Frank geçidi. Frankfurter adını bu şehirden alan bir sosis türü. Şehrin Eski İngilizcedeki adı Frankfort'tu. Bu adın bu yazımı şu ABD şehirlerinin hâlâ kullanılan adlarıdır: Kentucky, New York, Illinois eyaletlerindeki Frankfort şehirleri.
Asıl çarpıcı olan, Fransa, Fransız kelimelerinin yanı sıra eski bir topluluğun etnik adından pek çok kelime türetilmiş olmasıdır. Eski İngilizcede franc, franca "özgür, soylu kişi" anlamına geliyordu. Sanki Franklar Gallileri, Keltleri yenip egemenlikleri altına aldıkları zaman bu ülkenin "özgür" insanlarının kendileri olduğunu ilan etmişler gibi! Frankların egemenliğindeki Galya'da yalnız Franklar özgürdüler.
İngilizcede frank sıfatı bugün serbest, açık sözlü, dürüst, içten, cömert anlamına geliyor. Kaynağı Eski Fransızcadaki franc. Fransızcada da aynı anlamda tabii. Daha eski kaynağı, yine özgür anlamına gelen Latince francus. Franc aynı zamanda Avrupa Birliği kurulmadan önce Fransa, Belçika, Lüksemburg'un resmî para birimiydi. Franc bugün de, başta İsviçre olmak üzere daha birçok francophone (aşağıda) ülkede geçerlidir.
Frank kelimesi Avrupa dillerinin pek çoğunda özel ad ve soyadıdır. Bu adın ya da soyadının birçok türevi de var: Francis, François, Françoise, Franz, Franco, Francisco, Francesca, Franklin, vb. Tanınmış katolik tarikatlerinden biri Fransisken adını taşır; 1209'da Assisili Aziz Francesco'nun kurduğu tarikat varlığını günümüzde de sürdürüyor.
Mary Shelley'in bilim kurgunun erken örneklerinden biri sayılan ünlü gotik romanı Frankenstein ya da Modern Prometheus (1818) adını taşır. Frankenstein (Almancada "Frank taşı" anlamına geliyor) romanın başkişisi olan bilimcinin adı. Romanı okumayanların Frankenstein'ı hikâyede yaratılan canavarın adı sanması çok yaygındır. Yazarın hikâyenin başkişisine bu adı, kocası, İngiliz romantizminin önde gelen şairlerinden Percy Bysshe Shelley ile çıktığı bir seyahat sırasında tanıdığı, Almanya'nın Hessen eyaletindeki Gernsheim şehri yakınlarında bulunan Frankenstein Kalesi ile, simyacı Johann Konrad Dippel'in 1673'te buradaki şatoda doğmuş olmasından esinlenerek verdiği sanılıyor.
Franchise, franchising terimi Türkçe sözlüklere girmemiştir, ama 1990'lardan bu yana ticari hayatta kullanılıyor. İngilizceden geliyor. İzin, ruhsat, imtiyaz hakkı demek. Kelimenin "özgür, serbestlik" damarından çıkıyor. Bir şirketin belirli şartlar çerçevesinde bir işin yönetimine ve yürütülmesine maddi destek sağlayarak belirli bir bedel karşılığında bağımsız yatırımcılara markasını kullanma hakkı tanımasına deniyor.
Lingua franca: kelime anlamıyla "Frank dili". Akdeniz denizcilerinin Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Yunanca, Arapça, Türkçe kelimelerden oluşan ortak dilidir. Bu deyimdeki Frank kelimesinin Arapçada Haçlı Seferlerinden sonra bütün Avrupalılara Frank denmesinden kaynaklandığı sanılıyor. Avrupa dillerine onyedinci yüzyılda İtalyanca üzerinden yayılmış.
Hikâyesi şu olsa gerek... Akdeniz bir iç deniz. Denizin doğusunda, kuzeyinde, güneyinde değişik dillerin konuşulduğu ülkeler bulunuyor. Bu iç denizde iç ticaret öteden beri canlı. Gemiler limandan limana geçiyor. Kaptanlar, tayfalar her limanda bir iki gece konaklıyorlar. Konakladıkları yerlerde hangi dil konuşuluyorsa o dilden birkaç kelime öğreniyorlar. Bunlar birike birike denizciler arasında ortak bir söz dağarcığı oluyor, ana dilleri farklı denizcilerin anlaşmasına yardım ediyor... Akdeniz yüzyıllar boyunca dünyanın en önemli bölgesi oldu. Bundan dolayı Akdeniz dili demek dünya dili demekti. Bugünün dünyasında İngilizce en yaygın dil olduğu, ana dilleri farklı olan insanlar en çok İngilizce üzerinden anlaşabildikleri için, İngilizce zamanımızın lingua franca 'sı sayılabilir.
"Frank", batı Avrupa dillerinde Fransızlıkla ilintili olarak kullanılır; Francophone (Fransa dışında yaşayan, ana dili Fransızca olan insanlar), francophile (Fransız sever) kelimelerinde görüldüğü gibi. Arapçada ise bu kelime ne Frankları, ne de Fransızları akla getirir. Bir anlam kaymasıyla batı Avrupalı anlamına geldiğini gördük. Deyim bu anlamıyla Arapçadan Türkçeye geçmiş. Türkçede Frank değil, Frenk diyoruz, yine batı Avrupalı anlamında, bazen de hıristiyanlar kastedilir. Kelimenin Türkçedeki başka bir yazımı da "efrenc"; başka kelimelerde de görülen bir katma ses eklenmiş başına. Frenkçe ise batı Avrupa dillerinden herhangi biri, Avrupalılara özgü olan demek.
Karacaoğlan'ın bir şiirinin şu dizelerinde ilginç bir yeni kelime vardır: İndim seyran ettim Firengistan'ı / İlleri var bizim ile benzemez. "Benzemez" redifli bu şiirin öteki dörtlüklerinde Firengistan'ın dininin, dilinin, güllerinin, beylerinin yabancılığı vurgulanır. Prof. İlhan Başgöz Karac'oğlan adlı incelemesinde halk edebiyatımızda Karac'oğlan mahlaslı beş şair bulunduğunu, bunlardan birinin Kanuni Sultan Süleyman'ın 1542'de çıktığı Budin seferine katılan bir bektaşi, asker şair olduğunu belirtir. Bu şair, Firengistan'ı söz konusu sefer sırasında tanımış olsa gerek. Firengistan pek hoş bir türetme.
Frenk gömleği: yakası kravat takmaya uygun, çoğu uzun kollu, ceket altına giyilen erkek gömleği, yani bildiğimiz gömlek. Giysinin bu adı bugün unutulmuş gibi görünüyor, ama 1960'larda —belki 70'lerde de— hâlâ kullanılıyordu.
Frenk sicimi: Avrupa'dan gelen iyi cins sicim.
Frengi locası (— deliği, oluğu): fırtına sırasında gemiye giren ya da gemi yıkanırken biriken suyun boşaltılması için bordaya açılan delikler.
Frengi lombarı: yine aynı iş için açılan ufak delikler, menfez.
Frengi morilası: frengi deliklerini kapatmak için kullanılan tıpalar.
Frengi hastalığı: daha çok cinsel temasla bulaşan bir hastalık. Kelime anlamıyla "Avrupalı hastalığı" demek!
Francala: has undan yapılan beyaz ekmek. Kaynağı belirsiz. Sözlüklerde İtalyanca frangiola, frangiula, frangella kelimelerinden —bu üçünden biri— geldiği yazılmış. Sevan Nişanyan bu kelimeleri ya da benzerlerini İtalyanca sözlüklerde bulamadığını belirtiyor.
Tatlı su Frengi deyimi, Levantenler hakkında, ondokuzuncu yüzyılda uydurulmuş, biraz nükteli, biraz alaycı bir deyimdir.
"Frenk"li daha pek çok kelime var Türkçede. Şu meyve, bitki adları: frenk armudu, frenk üzümü, frenk inciri (kaktüsgillerden; öbür adları: frenk yemişi, hint inciri, kaynanadili), frenk çileği, frenk soğanı, frenk arpası (kabuksuz arpa), frenk maydanozu, frenk lahanası (Brüksel lahanasının öbür adı), frenk patlıcanı (domatesin eski adı), frenk salatası (hindiba), frenk menekşesi, frenk lalesi, frenk patı (bir çiçek), frenk asması (bir çeşit sarmaşık). Bunlar herhalde bu bitkilerin tohumları, fideleri Avrupa'dan geldiği için böyle adlandırılmış. Benim göremediğim daha başka "frenk"li bitkiler, meyveler olabilir.
Osmanlı-Türk musıkisinin usûllerinden biri frenk-çîn (firenk-çîn) adını taşır. Günümüzde on iki zamanlı, on vuruşlu, 12/8'lik bir usûl olarak tanımlanır. Farsça "çîn", toplayan, düzene sokan demek. İlginç bir hikâyesi var bu ritim kalıbının. 1543'te Fransa Kralı I. François, o dönemin en usta çalgıcılarından kurulu bir topluluğu, Kanuni Sultan Süleyman'ı hoşnut edeceğine inanarak Istanbul'a göndermiş. Bu topluluk sultanın huzurunda birkaç konser vermiş. Bu konserlerde çalınan parçalar arasında üç zamanlı 1 + 2 / 1+ 2 düzenindeki bir ritim unsurunun sık sık tekrarlanması padişahın dikkatini çekmiş, saray çalgıcılarından bu ritmi unutmamalarını, aynı ritim kalıbını kullanarak eser bestelemelerini istemiş. Bu hikâye çeşitli batı kaynaklarında tekrar tekrar anlatılmıştır.
Bir musıki usûlü daha var "frenk"li: frengi-fer. "Avrupa işi fer' " demek; fer' başka bir ritim kalıbı. Frengi-fer yirmi sekiz zamanlı, on üç vuruşlu, 28/4'lük bir usûl olarak tanımlanır. Müzikolog Rauf Yekta bu usûlü şöyle açıklamış: "Bu usûlün kuruluşu dikkatle incelenirse, bunun 'alafranga' olarak adlandırılmasının sebebi anlaşılır. Bu hususta frenkçîn usûlü dolayısıyla vermiş olduğumuz tarihî izahatı hatırlatmak ve bu iki usûlün başlangıçlarını mukayese etmek kâfidir. Böylece frengi fer'i de, I. François tarafından Istanbul'a yollanmış olan Fransız musıkişinaslarının üç zamanlı usûllerinin tesirini de tanımak kabil olacaktır."
Bu iki ritim kalıbındaki "frenk"ler hem genel olarak Avrupa'yla , hem de özel olarak Fransa'yla ilintili oluyor. Türkçede "frenk"lerin en meşhuru herhalde "alafranga" kelimesidir. Bu kelimeye geçmeden önce "alaturka"nın ne olduğunu görmemiş gerekiyor.
Türkçede "alaturka" diye yazılıp okunan kelimenin aslı batı dillerinde kullanılan İtalyanca alla turca'dır. Türk üslubu, Türk tarzı demektir. Avrupa musıkisinde Türk musıkisi, özellikle mehter musıkisi öğelerinin işlendiği pek çok beste var. Batı dillerinde bunlara topluca alla turca denmiştir; mehter musıkisi esinli olanları ise "Yeniçeri musıkisi" diye nitelendirilmiştir. Haydn'ın Askerî Senfoni 'si, Mozart'ın Saraydan Kız Kaçırma operası ile Türk Marşı, Beethoven'ın bir tiyatro oyunu için yazdığı Atina Harabeleri uvertüründe yer alan "Türk Marşı" bu türün akla gelen ilk örnekleri. Bu tür besteler onyedinci yüzyılda ortaya çıkmış, onsekizinci yüzyılda Avrupa'da başlayan Türk modası ile gitgide yaygınlaşmıştır. Kısacası, alla turca denilen besteler Avrupalı bestekârların eserleridir.
Sultan II. Mahmud 1826'da Yeniçeri Ocağını kaldırdıktan sonra bu ocağın bir parçası olan mehterhaneyi de kaldırmış, Osmanlı ordusunu batı yöntemlerine göre yenilerken, Avrupa işi bir askerî bando kurulmasına da karar vermişti. Sultan 1828'de bu iş için, Sardinya Krallığı'ndan, Istanbul'a davet ettiği, ünlü opera bestecisi İtalyan Gaetano Donizetti'nin ağabeyi Giuseppe Donizetti'yi görevlendirmişti. Giuseppe Donizetti batı türü bandoyu kurdu, bandoyu kısa zamanda geliştirerek orkestraya dönüştürdü, daha sonra da Muzika-i Hümayun adı verilen bir batı musıkisi okulu kurdu. Istanbul'da geçirdiği yirmi sekiz yıl boyunca öğrencisi olan Türklere batı musıkisini öğretti. Sonradan "paşa" unvanı verilen Donizetti ömrünün sonuna kadar Istanbul'da yaşadı, bu şehirde öldü. Onun ölümünden sonra yine bir İtalyan olan Guatelli Muzika-i Hümayun'un başına getirildi. Daha birçok İtalyan öğretmen bu kuruluşta yer aldı. Bu İtalyanlar Osmanlı sarayında icra edilen geleneksel Türk musıkisi ile tanışınca bu musıkiyi kendi dillerindeki alla turca terimiyle, yani Türk tarzı diye nitelendirdiler. Yanlış bir adlandırmaydı bu. Çünkü alla turca denilen eserler Avrupalı bestekârların eserleri için kullanılıyordu. Osmanlı sarayında dinlenen musıki "Türk tarzı"nda değil, doğrudan doğruya Türk musıkisi besteleriydi. Ne yazık ki, bu yanlışlık toplumda gitgide yaygınlaştı, Türkler arasında da benimsenmeye başladı. Müzikolog, yazar Hüseyin Sadettin Arel'in geleneksel musıkimize "alaturka" denmesindeki yanlışı düzeltmek için pek çok yazı yazmıştır.
Alafranga (Frenk işi), alaturkanın karşıtıdır. Ondokuzuncu yüzyılda batı musıkisi saraya, oradan da şehirdeki musıki çevrelerine girince geleneksel musıkiye bağlı çevrede kaçınılmaz olarak bir hoşnutsuzluk doğdu. İki musıkinin taraftarları arasında bir gerginlik başgösterdi. Alafranga sözü bu tepkinin ifadesidir. Türkçede türetilen, hiçbir dilde bulunmayan bir terimdir. Kelime olarak Avrupa musıkisi anlamına geliyorsa da, yan anlamları, çağrışımları hoş değildi.
Bu iki terim ilkin musıki dünyasında kullanıldı. Ama zamanla başka alanlarda da kullanılmaya başladı. Yaşama biçimi, giyim kuşam, yeme içme alışkanlıkları, ahlak, adap, terbiye konularında da kullanıma girdi, Doğu-Batı kültür çatışmasının günlük hayata yansıyan bir simgesi haline geldi.
Alla turca teriminin Avrupa'daki anlamı küçültücü değildi. Oysa Türkiye'de alaturka sözü musıkide batılılaşma akımı hızlandıkça geleneksel musıkimizi küçümseyen, hor gören, aşağılayan bir anlama büründürüldü. Musıki bir zevk meselesidir. Bir musıki türünü herkesin sevmesi beklenemez, sevmeyen dinlemez, olur biter. Ama bu musıkiyi severek dinleyenlere tepeden bakmak, onları küçümsemek, küçültmeye kalkışmak kabul edilebilir bir tutum olamaz. Sadece bir nezaket meselesi de değildir bu. Yüzyıllar öncesinden gelen bir musıki geleneğini batırmak, dinleyicilerini hor görmek bir insanın entelektüel seviyesini de aşağıya çeker.
"Alaturka" anlam genişlemesiyle "modern hayata ayak uyduramamış, geri kalmış, ilkel, basit, gelişmemiş" anlamında da sık sık kullanılmıştır. Bir kimseye "ne alaturka adam, ne alaturka kadın" denmesi şu anlama gelir: sen Türkler gibisin!..
Alafranga sözü de anlam genişlemesiyle "batı taklitçisi, geleneklere saygısız, köksüz, züppe, bopstil" anlamlarında kullanılmıştır. Ne yazık ki bu söz batı kültüründen nasibini almış kimseler hakkında da kullanıldığı için alaturka kadar olumsuz bir anlama büründürülmüştür. Bütün ondokuzuncu yüzyıl Türk romanlarında abartıyla çizilip alay edilen "alafranga" tipler kelimenin bu anlamını pekiştirmiştir. Yine bu bağlamda, sadece Avrupa'da değil, doğu ülkeleri de içinde olmak üzere bütün dünyada benimsenen uluslararası sanat musıkisi seviyesine yükselmiş olan bir musıki türünü "alafranga" diye adlandırmak bugünün diliyle "ötekileştirmek" anlamına gelir.
Alaturka, alafranga kelimeleri eski takvim ile yeni takvim, eski saat ayarı ile yeni saat ayarı hakkında da kullanılmıştır. Bunlar artık kullanımdan düştü. Alaturka da, alafranga da geçmişte olduğu kadar yaygın değil artık. Ama hâlâ kullananlar var. Gerek musıki bağlamında, gerekse yan anlamları kastedilerek kullanmakta ısrar etmek geçmişteki tartışmaları kaldığı yerden sürdürmek anlamına gelir. Bu iki kelimenin gösterdiği anlam genişlemesinin son durağı helaların tanımında.
Küçültücü anlamları olan kelimeler sözlüklerden çıkarılamaz. Bir kelime bir dile girmişse, o dilin sözlüklerine de girer. Çıkarılsın denemez. Sözlükçülüğün ilkelerine uymaz bu. Birtakım kelimeleri, deyimleri dilin tarihinden silmeye kalkmak demektir. Ama bizim yapabileceğimiz bir şey var, o da bu gibi kelimeleri artık kullanmamaktır. Kullanabileceğimiz bir yer var, o da, bu kelimeleri tarihe havale etmek, yani geçmişe, tarihe gönderme amaçlı olarak kullanmaktır.
Bülent Aksoy
12 Kasım 2021