DİL ÖĞRETİMİNDE ETİMOLOJİ BİLGİSİNİN YARARLARI
Türkiye'de yabancı dil öğretiminde çok büyük bir eksiklik var. Yabancı dil öğretiminde sadece o dilin dilbilgisi kuralları ile o dilde kullanılan belli başlı cümle ve söz kalıplarının öğretimi amaçlanıyor. Kelime öğretimi büyük ölçüde bir kenara bırakılıyor.
Kelime öğretimi, dilbilgisi kuralları ile belli başlı cümle kalıpları öğretilirken kullanılan kelimeler le sınırlı kalıyor. Bu kelimelere, öğrencilere yabancı dilde bir hikâye, roman, oyun, şiir okutulurken, o metinlerde geçen yeni kelimeler eklenebiliyor sadece. Ama bu da okutulan metinlerde geçen kelimelerle sınırlı bir katkıdır.
Dilbilgisi kuralları ile önemli cümle kalıplarını belli bir ölçüde öğrenmiş ama söz dağarcığı dar olan öğrencilere de söz dağarcıklarını genişletebilmeleri için bol bol okumaları salık verilir; böylece sorun ertelenir, öğretim sonrasına bırakılmış olur. Kısacası, kelime öğretimi başlı başına bir konu olarak görülmez. Sözlükleri açıp her gün üç beş kelime ezberlemek söz dağarcığını genişletmek için hiçbir şey yapmamaktan iyiyse de, bu yol bir çare değildir; ayrıca verimli bir yol da değildir..
Niçin yabancı dil öğreniriz? O yabancı dilde kitap okuyabilmek, o dili belli bir amaç doğrultusunda kullanabilmek için elbette.
Bu bir sonuçtur, çalışmalarımızın ürünüdür bu beceriyi, yetiyi elde etmiş olmak. Ama bu noktaya ulaşmak kolay değildir. Öğrenme süreci aynı zamanda bir kafaca olgunlaşma sürecidir. Bir yabancı dilin kendi mantığını, bizim dilimizinkine pek benzemeyen kendi mantığını kavrama çabası zihnimizi geliştirir.
Matematik, dört işlem dışındaki asıl matematiği hayatımızda hiç kullanmasak da, insan zihnini nasıl geliştirir, insana daha iyi düşünmeyi öğretirse, yabancı dil öğretiminde de aynı yarar vardır. Aynı şekilde, okullarda öğrendiğimiz yabancı dil bilgisini hiç kullanmasak bile, bu bilgileri öğrenmek için harcadığımız güç zihnimizi, düşünme yeteneğimizi geliştirir.
Saussure'ün dediği gibi, "Dil bir sistemdir" Ama her dil de kendi içinde bir "sistem"dir. Öğrendiğimiz kurallar, cümle örnekleri bizim dilimizin kurallarına, cümle kalıplarına benzemez; ama o dilin bütünlüğü içinde belli bir tutarlılığı olan kurallar, yapılardır bunlar. İşte bu yabancı yapının kavranabilmesi zihnin belli bir disiplinden geçmesini gerektirir.
Yabancı dil zihni belli bir yönden disipline sokar. Ama bu sadece dilbilgisi kuralları ile belli cümle örneklerinin öğretimiyle gerçekleştirilemez. Kelime öğretimi de zihni geliştirir. Çünkü kurallar ile cümle kalıpları gibi kelimelerin kendisi de o yabancı dilin taşıdığı mantığın ürünüdür. kelimeler de bize yabancı olan dil birimleridir. Gündelik hayatta her gün kullandığımız "kitap", "deniz", "taş", "toprak" gibi somut nesneleri adlandıran kelimeler bir yana bırakılırsa, duyguları, düşünceleri dile getiren kelimelerin çoğu anadilimizdeki kelimelerin tam karşılığı değildir; kendine özgü anlamları vardır.
Somut nesneleri tanımlayan kelimeler bile her zaman Türkçe' de olduğu gibi kullanılmaz, o kelimelerin anlam genişlikleri anadilimizdeki eşanlamlılarıyla aynı olmayabilir. Demek ki, bir kelimenin kullanılacağı yeri bilmek, anlam genişliğini ve anlamıyla ilgili incelikleri tanımak da insan zihnini disipline sokar.
Gerçi etimoloji öğretiminin birincil amacı, her kelimenin kullanıldığı yerleri uzun uzadıya açıklamak değildir; buna vakit de yoktur, imkân da; etimolojinin asıl görevi, kelimelerin dünyasına girebilmek için sağlam bir çıkış noktası sağlamaktır; bir tek kök bilgisiyle o kökün kullanıldığı pek çok kelimenin anlamı konusunda bir ön şekil, bir resim çizebilmektir zihinlerde. Bu da, dil öğrencisini ezbercilikten kurtarabilecek bir temeldir.
Sözün kısası, kelime öğretimi de dilin yapısını tanıma kavramının içindedir. Çünkü kelimeler de dilin genel kuralları gibi, cümle kuruluşları gibi, dilin temel bir parçasıdır. Bu bir gerçekse, dilbilgisi kuralları gibi kelime öğretiminin de bir yolu yordamı olmalıdır.
Bir dilin etkili bir biçimde kullanılabilmesi için hem o dilin cümle kuruluşlarını, hem de söz dağarcığını yeterli bir ölçüde bilmek gerekir. Söz dağarcığını genişletme işi tek tek insanların ilgisine, merakına, ihtiyacına terkedilmemelidir.
Yeni kelimeler öğrenmek, söz dağarcığını genişletmek, hiç şüphesiz bol bol okumakla olur. Ama bu uzun yıllar geçmesini gerektirir. Daha doğrusu, kelime öğrenimi ömür boyunca sürer. Anadilimizde bile anlamını bilmediğimiz nice kelime vardır. Okuma birikimi, daha çok, anlamını genel olarak bildiğimiz kelimelerin nasıl kullanıldığını daha iyi görmemizi sağlar. Söz dağarcığını genişletmenin bol bol okumaktan çok daha önce başvurulması gereken yolu etimoloji bilgisidir. Bu yol çok daha kullanışlıdır, verimlidir: yani önce etimoloji bilgisi, sonra okuma -birikimi gelmelidir; bu iki etkinlik birbirine paralel olarak yürütülür. Etimoloji bilgisi üzerine oturtulmuş bir okuma alışkanlığı çok daha verimli olur.
Etimoloji, köken bilgisi demektir. Eski Yunanca "Etymon" kelimesinden gelir. "Etymon", gerçek, doğru demektir; yani kelimelerin gerçek, doğru anlamları. Kelime kavramlaşınca "köken" anlamını kazanmış. Etimoloji kelimelerin kökenini inceler; ama sadece kökenini değil, tarihini, geçirdiği anlam değişikliklerini de inceler.
Peki, köken bilgisi öğrenene ne kazandırır? Çok kısaca söyleyelim:
1. Öğrenciye kelimelerin çekirdek anlamını verir. Tabii, kelimelerin anlamı zamanla genişler, dallanıp budaklanır. Ama çekirdek anlam bilinir, zihne yerleştirilirse, "anlam bandı" daha iyi kavranabilir. Örneğin, ilk kez karşılaştığımız kelimelerin anlamlarını öğrenmek için sözlüğe bakarız, ama çok kere unuturuz. Bazen aynı kelimeyle ancak on defa karşılaştıktan sonra anlamını öğrendiğimiz olur. Oysa o kelimenin kökenine bakar, bir de o kökene aşina olduğumuzu görürsek, söz konusu kelimeyi kolay kolay unutmayız.
2. Anlamlarını kabaca bildiğimiz kelimelerin daha iyi özümlenmesini sağlar. Birçok kelimenin zihnimizdeki görüntüsü siliktir; köken bilgisi bu silik görüntüyü parlak bir görüntüye çevirebilir.
3. Anlamını bilmediğimiz kelimelerin anlamlarını kestirebilme becerisi kazandırır. Aynı kök ve eklerin kullanıldığı başka kelimelerin anlamları göz önüne alınarak yeni kelimenin anlamı hiç olmazsa kabaca kestirilebilir.
4. Bazı kelimeler birbirine çok benzeyebilir. Bu durumda köken bilgisi bunları ayırt etmeye yarayabilir. "renumeration" ile "remuneration" kelimeleri ele alalım. İlkinde "re + numer" birimleri vardır; kelimenin anlamı kestirilebilir. İkincisinde ise "re + mune" birimleri bulunuyor. Buradaki "mune" kökü "hizmet" anlamındadır. Buradan "hizmetin karşılığını vererek ödüllendirmek" anlamına varmak pek zor değildir. Örneğin, "municipality", hizmet veren örgüt demektir, kökenine göre; bu kök "commune "deki "mune" ile de karşımıza çıkar, "hizmetin görüldüğü topluluk" anlamını verir. Aynı kök başka kelimelerle tekrarlanırsa, o zaman akılda kalabilir.
Daha başka türden kelimeler de insanı yanıltabilir. Ama kökenleri bilinirse, hem doğrusu bilinir, hem de yanlış anlama önlenmiş olur. Örneğin, azlık, kıtlık anlamına gelen "dearth" ile az bulunan, pahalı anlamına gelen "dear" kelimesi arasındaki ilişikiye dikkat çekilebilir. "Draught" (kuraklık" ile "dry" (kuru) arasındaki anlam bağı da benzer bir bağdır. "Antipasto" kelimesi "ante" ön; pasto /pasta = hamur işi (makarna) birimlerinden kuruludur; bu yapı, hamur işinden önce yenen; "ordövr" anlamını hemen ele verir. "Transhumance", konar göçerlik demek. Humance, "humus"tan (toprak) geliyor, "insan"dan değil; "trans" da geçiş, yer değiştirme anlamlarını veren bir önek. Bulunduğu yeri, toprağı değiştiren anlamı kolayca çıkar böylece.
5. İmla hatalarını da azaltır. Örneğin, "consensus" kelimesini pek çok öğrenci "concensus" diye yazar. Oysa bu kelimede "sensus" kökünün "sense" kelimesinde olduğu gibi "hissetmek" anlamına geldiği bilinirse, imla hataları da azalır. "Separate" kelimesini de pek çok öğrenci yanlış biçimde, "seperate" olarak yazar; oysa bu kelimedeki kökün. Latince "parare" olduğunu, bu kökün de İngilizce "part" kelimesini ürettiği dikkate alınırsa, imla hataları da azaltılır.
6. Ancak, köken bilgisi her zaman yararlı olmayabilir. İnsana yalnızca zevk verebilir. Kimi kelimelerin köken bilgisi bazen şaşırtıcı ama hoş birtakım olguları da hatırlatır. Hiç ummadığınız bir kelimenin arkeolojisi sizi aynı kelimenin başka Batı dillerindeki uzantılarının yanı sıra, Türkçe' deki uzantılarıyla da karşılaştırabilir.
Örneğin şu kelimeler birbiriyle ilişkilidirler:
Authentic Efendi; Bosphorus - Oxford; Bergamot (Türkçe "bergamut") - Bey armudu (Mustabey armudu); Assassin-haşhaş; Checkmate şah ve mat (yani şah öldü, mevta oldu); Dragoman-Tercüman (birincisi, ikincinin bozulmuş şekli); Migros -Kuruş (Denarius grossus = ağır madeni para); Cherry, Kiraz, Giresun; ghoul-gulyabani (çöl umacısı anlamına gelen Farsça "gül-i beyabani"den); madam hurması); demirhindi, dam (ev) tamarind (Hint).
Eski Yunancada "auto", kendi, kendisi; "henkes", bir işi başarabilen güçlü kişi demek; "autohentes", kendi başına buyruk anlamına geliyor. İngilizce ve öteki Batı Avrupa dillerindeki "authentic" kelimesi buradan geliyor. Başlangıçtaki anlamı "otoriter". Bu kelime Anadolu Rumlarının dilinde autohentes-authentes-avthentes-afthentes-aphentes,afentes-afente-efente ses değişimlerinden geçerek "efendi" biçimine ulaşıyor. "Efendi" ise, başına buyruk kişi; sözü geçer insan, varlıklı, yetkili birisi anlamlarından geçerek bugünkü gündelik anlamına kavuşmuş. "Efendi" demek ki eski Yunanca asıllı. Ama kelimenin macerası burada bitmiyor; Türkçe' ye girdikten sonra İngilizceye de geçmiş, bu kez "effendi" biçiminde.
"Oxford" ise, "Bosphorus" çevirisidir. "Bous", inek, dana, öküz ("biftek"teki "bif-" de buradan gelir); "Bosphorus" da inek geçidi demek. Hikâyeyi biliyorsunuz. Tanrılar tanrısı Zeus, Io adlı genç, güzel kıza âşık olmuş. Ama onu karısı Hera' den gizleyebilmek için bir ineğe çevirmiş. Oysa Hera durumu vaktinde öğrenmiş, Io' ya işkence etmek için bir at sineği göndermiş. Io da bu at sineğinden kurtulabilmek için, Boğaz'ın Avrupa yakasından denize atlayıp Anadolu yakasına geçmiş. Yüzdüğü bölüm "inek geçidi" diye anılmış. "Oxford" ise "öküz geçidi" demek. İngilizler "Bosphorus" bu şekilde çevirmişler dillerine.
"Bergamot "un altından bestekär Mustafa Itri Efendi çıkıyor. Bu kelime, ilk kez Itri'nin yetiştirdiği söylenen, İstanbul’un ünlü "Bey armudu" yahut "Mustabey armudu"ndan geliyor. Arapça "haşaşin"den gelen "assassin" hikâyesi herkesçe bilinir. "Madam" kelimesindeki "dam" (ev) biriminin kökeni Hint-Avrupa kök dilindeki "dam" kelimesine kadar geriye uzanıyor. Türkçedeki "Bize başımızı sokacak bir dam lâzım" sözündeki "dam", çatı anlamında değil, ev anlamındadır. "Madam" ise "evde oturan insan" demektir.
Bu gibi örnekler insanı hem şaşırtır, hem de eğlendirir. Köken bilgisine katkısı yönünden çok yararlı kelimeler olmayabilir bunlar; ama kültürler arasındaki alışverişi gözler önüne serer. Ama kimi kelimeler hem köken bilgisini besler, hem de zevk verir. Örneğin, "conjugal life" evlilik hayatı demektir. Buradaki-jug- kökü işlek bir köktür; "Jugular vein", şah damarı demektir. İngilizcedeki "join" (birleştirme, bir araya getirme) kelimesi de buradan gelir. "Cunta" kelimesi de bununla ilgili; belli bir amaç için bir araya gelmiş kimseler demek. Sanskritçeden gelen "yoga" da organlarını birleştirme anlamını veriyor; İngilizcedeki "yoke" (boyunduruk) da buradan kaynaklanıyor; bu da Hint Avrupa kök dilindeki "yeug" (boyunduruk) köküne dayanıyor. Öyleyse, "conjugal life", en eski kökenine gidilirse, "aynı boyunduruk", yani aynı boyunduruk altında yaşama anlamını veriyor!
"Sophos" belki daha da işlek bir kök; bilgelik demek. "Philosopher" (filozof, feylesof), bilgeliği seven demek ("sophist"in başlangıçta olumsuz bir anlamı yoktu) Aynı kökten gelen, İngilizcedeki "sophisticated", "sophomore", "theosophy", "sophistry"; Türkçedeki, tasavvuf, filozof, sufi, sofu, softa, safsata kelimeleri küçük anlam kaymalarıyla bugünkü anlamlarına kavuşmuş. "Ayasofya" kelimesi de aynı kökü kullanır; "kutsal bilgelik" demektir bu kelime; yani Hristiyanlık üçlemesindeki Kutsal Ruh (Holy Ghost).
Son bir örnek: Yunanca "penta" (beş) kelimesi Hint Avrupa kök dilindeki "penkwe / pengwe" köküne dayanır. "Pentagon", beşgen; "pentathlon", beş ayrı spor dalı; "punch" ise beş içkinin karışımı demektir. Bir de şu kelimelere bir göz atalım: penç, tavla oyununda beş; Farsçadan Türkçeye geçen pençe, beş parmak; Pencab, beş ırmağın birleşmesi; pençşenbih (perşembe), beşinci gün; pençgah (klasik Türk musikisinde bir makam), beşinci yer demektir. Latince'de "beş"in karşılığı "quint"tir; "quintette", beşli bir topluluktur. Türkçe’deki "çinko" sözünde hälä yaşayan İtalyanca "quinque" ise bir sıradaki beş kareyi de tamamlayan anlamına geliyor.
Nurullah Ataç 1940'lı yıllarda çok şaşırtıcı bir öneride bulunmuştu. Okullarda eski Yunanca, Latince dersleri okutulmasını istiyordu. Madem ki diyordu Ataç, Doğu uygarlığından çıkıp Batı uygarlığına geçtik, Batı uygarlığının temellerini kavramalıyız; batı uygarlığının temelinde de batı dilleri yatar. Biz diyordu, batının kavramlarını anlamıyoruz, şöyle böyle üstünkörü bir fikir var kafamızda bu kavramlar konusunda, biz bunları bir türlü özünden kavrayıp içimize sindiremiyoruz. İşte bu gerekçeyle mutlaka eski Yunanca ile Latince öğrenmemiz gerektiği görüşünü savunuyordu Ataç.
Nurullah Ataç'ın haklı bir yanı olmakla birlikte, çok aşırı bir görüştü bu. Nitekim, arada geçen zaman içinde en muhafazakâr Batı üniversitelerinde bile eski Yunanca ile Latince mecburi ders olmaktan çıkarıldı, seçimlik ders haline getirildi. Ataç sorunu abartmıştı. Üstadın sözünü ettiği sıkıntı etimoloji bilgisiyle giderilebilir bence. Onun için, okullarda eski Yunanca, Latince değil de, etimoloji öğretilmesi aşağı yukarı aynı yararı sağlayabilir. Bir yabancı dili öğrenmek yeterince zorken, öğrencinin yükünü bir de bu ölü dillerle artırmak bir bakıma eziyet olurdu.
Ataç'ın görmediği bir nokta da şuydu: Kimi durumlarda eski Yunanca ile Latince bilgisi de işe yaramazdı. Bazı kelimeler yüzyıllarca süren anlam genişlemeleri, anlam kaymaları ile başlangıçtaki, kökenindeki anlamdan uzaklaşır. Bu uzaklaşmalar bazen "semantik değişme" ile sonuçlanır. İşte böyle durumlarda eski Yunanca, Latince bilgisi de, etimoloji bilgisi de pek işe yaramaz. Ama bu semantik kaymaların hikayesi, değindiğimiz gibi, bazen eğlenceli durumlar yaratır.
Ancak, İngilizce kelimelere bir bütün olarak baktığımızda, çok önemli bir bölümünün belli bir çekirdek anlama bağlı olarak geliştiğini görüyoruz. Bu çekirdek anlam öğrenilirse, kelimenin tarihi gelişimi içinde kazandığı anlam genişliği çok daha iyi özümlenir. Ayrıca, en önemlisi, bir tek kökün anlamını bilmek bize onlarca kelimeyi kazandırır. Örneğin, İngilizce "tract" kelimesi Latince bir kökten gelir; "çekmek", bazen de "hareket ettirmek" anlamlarına gelir. "traktör" (tractor) çeken, "tren" (train) çekilen araç anlamına geliyor. Türkçeden de tanıdığımız bu kök, distract, tract, abstract, attract, contract, detract, protract, protractor, retract, subtract, intractable vb. gibi kelimelerin kapısını açıyor.
Daha zengin bir kökü ele alalım: gen, gon, gn. Yunancada da, Latincede de benzer anlamları taşır: doğurma, meydana getirme, üretme; soy sop, cins anlamlarını taşır. Germen dil ailesinde g- sesi k- olur. Şu İngilizce kelimeler hep bu kökten geliyor: kin, ayni soydan, akraba king: soylu doğmuş adam; kind, doğuştan gelen, belli bir soya bağlı; kind, doğuştan insancıl; kindergarten, ana okulu, çocuk bahçesi; theogony, tanrıların kökeni, soyu sopu; cosmogony, evrenin doğuşu; gonorrhea, sperm akıntısı (kaybı); oxygen, asit üreten; hydrogen, su üreten; genocide (soy+ öldürme), soy kirimi; genealogy, soyun incelenmesi; homogeneous, ayni soydan; genesis, doğuş, var olma, varlık kazanma; indigenous, belli bir yerde doğan; germ, doğuma yol açan, tohum, tomurcuk; cognate, birlikte doğmuş, aynı kan bağına bağlı, dolayısıyla aynı merakları paylaşan; innate (in + born), doğuştan; pregnant, çocuk doğurmadan önce; Renaissance, yeniden doğuş; benign, iyi soydan, iyi huylu; malignant, kötü soydan, kötü huylu demektir.
Bazen sadece -gen-'deki -n, sesi kalır sadece; bu örneklerde olduğu gibi: natal, doğumla ilgili; Noel, İsa'nın doğumu. Knight, nation, nature, naive, native, Nativity kelimeleri de aynı oluşumun öteki örnekleridir.
Daha başka örnekler: genus, genera, generic, gene, genre, gender, general (of the genus), generate, generation, degeneration, regenerate, generous, genital, genitals, genitive, genius, genial, gentile, gentleman, genteel, genuine, congenial, congenital, ingenuous, ingenious engine, progeny, vb.
Bütün bu kelimeler, tabii, kendi gelişimi içinde bir macera geçirerek bugünkü anlamlarını kazanmış. Bu yüzden bazıları, aynı köke bağlı olduğu halde, çıktığı kökü değişik ölçülerde gizliyor. Ama öyle görünse de, hep aynı kökten. Bir kökten on, yirmi ve daha fazla kelime çıkabiliyor. 50 kök, her kökten de 10 kelime öğrensek, 500 kelime ediyor; ilk elde, örneğin derste anlamını öğrenmediğimiz ama karşımıza çıkınca tanıyacağımız, gene aynı kökten başka kelimeler de işin ikramiyesi.
Bazı köklerde birbirinden farklı alanlarda, bilim ve sanat dallarında kullanılan kelimeler bir araya gelebilir. Edebiyat, hukuk, tıp, iktisat, antropoloji, biyoloji, musiki, fizik, matematik, kimya, biyoloji, botanik, zooloji terimleri gibi. Bir insan ne kadar çok kitap sever birisi olursa olsun, bütün bu alanlardaki önemli kavramları ve terimleri kısa bir sürede öğrenemez. On, yirmi yıl geçebilir; bazen ömrü boyunca öğrenemez. Ama bir öğrenciye bir kök verip o kökten çıkan genel dilde kullanılan kelimelerin yanı sıra çeşitli bilim ve sanat dallarındaki, felsefedeki en önemli kavramları art arda sıralayıp her birini kısaca açıkladığınız zaman bir anda bütün bu terimler sizin malınız oluyor. Belki tamamıyla malınız olmuyor, ama kavramların kapısı açılıyor. Bu az şey midir?
Aydın bir kimsenin dili daha yüksek bir düzeyde kullanması beklenir. Daha çok terim ve kavram bilmesi beklenir. Terim ve kavram bilgisi teorik olarak düşünme yeteneğini besler. Ne kadar çok terim ve kavram bilirseniz, o ölçüde teorik bir kafanız var demektir bir bakıma. Teorik olarak düşünmesini bilen bir kimse de okuduğunu daha iyi anlar, genel olarak hayatı daha iyi anlar.
Bir kez daha vurgulayalım. Yukarıda verilen örneklerin gösterdiği gibi, etimoloji çalışmaları yalnızca kişinin kelime bilgisini artırmıyor, diller arasındaki ilginç, maceralı alışverişi de gözler önüne seriyor. Hiç umulmadık diller hiç umulmadık dillerden kelime ödünç alabiliyor. Bunlar kültür tarihinin önemli sayfaları olarak görülmeli.
Onun için şu gerçeğin altını çizmeliyiz: Etimoloji, kültür tarihinin bir parçasıdır. Sadece dilbiliminin değil. Zaten birçok alanda, ilkin o konuda kullandığımız kilit kavramların etimolojisini öğrenerek başlamaz mıyız çalışmalarımıza?
Sözgelimi, Rönesans, modern, klasik, romantik, antropoloji terimlerinde olduğu gibi. Kelimelerin tarihi bazen insanlık tarihinin de ilginç, dikkate değer sayfalarıdır. Bu bakımdan, etimoloji bir kültür dersidir aynı zamanda. Öğrenenin genel kültürünü artırır; sadece dil kültürünü değil. Bir etimoloji öğretmeni bu bilim dalının bu yönünü her zaman dikkate almalı, kelimelerin barındırdığı kültürel birikimi dersine yansıtmaya çalışmalıdır.
Buraya kadar söylenenler İngilizcenin etimolojisi ile ilgili. Bir de Türkçenin etimolojisi konusu var. Etimoloji konusuna Türkçe öğretiminde de yer verilmelidir. Temel gerekçe gene aynı; ama Türkçe batı dillerinden farklı bir dil, gelişme biçimi de bir hayli kendine özgü olduğu için, Türkçe konusunda ayrıca düşünülmesi gereken olgular da söz konusudur. Anadili öğretiminde de köken bilgisine yer verilmelidir diyorum ama, bu konuda cesaretle aşılması gereken engeller vardır. Çünkü devlet Türkçenin etimolojisi konusunu yasaklamış adeta.
Atatürk 1932'de o zamanki adıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti'ni kurduğu zaman, bu cemiyet içinde bir etimoloji kolu kurulmuş; ama doğru dürüst bir faaliyette bulunmamış. Daha sonra etimoloji kolu kaldırılmış, ondan sonra da günümüze kadar etimoloji konusu rafa kaldırılmış. Bu yüzden, Türkçenin etimolojisi alanındaki çalışmalar birkaç kişinin bireysel çabalarından öteye geçmemiş. Bu durumun bilinen ama pek telaffuz edilmeyen sebebi Türkçede kullanılan kelimelerin büyük bir bölümünün yabancı dillerden gelmiş olmasıdır.
Milliyetçi, dar kafalı bir milliyetçi görüşle, Türkçenin etimolojisini araştırır, halka açıklarsak, Türkçe diye bir dil olmadığı anlamı çıkar. Böyle düşünülmüş. Nitekim, Türk Dil Kurumu'nun yayımladığı sözlüklerde kelimelerin kökleri çok az kelimede gösterilmiştir. Ayrıca, bir etimoloji sözlüğü de bugüne kadar devletçe hazırlanmamıştır. Ancak, böyle düşünenlerin unuttukları bir gerçek vardır. Türkçe de başka dillere, hem de ödünç kelime aldığı dillere pek çok ödünç kelime vermiştir.
Kelimelerin kökeni dikkate alınırsa, pek az kelimenin "öz Türkçe olduğu ortaya çıkar. Bu bakımdan, "öz Türkçe" fikri gerçeklere ters düşer. Çünkü Türkçe pek çok dilden, Yunanca dan, İtalyancadan, Arapçadan, Farsçadan, Ermeniceden, Moğolcadan ve başka Asya dillerinden, Çinceden, Rusçadan, eski Anadolu dillerinden, Fransızcadan, İngilizceden kelime almış bir dildir. Masa, sandalye, güvercin, nadas, davul, zurna, temel, anahtar, tas, somun, cıvata, ırgat vb. gibi Türkçe kokan sayısız kelime kökeni yönünden Türkçe değildir.
Bu gerçek karşısında en doğru görüş Ziya Gökalp'ten gelmiştir: fikirleri birçok konuda Türk aydınlarını çok yanlış yönlere sürükleyen Ziya Gökalp'ten. "Türkçeleşmiş olan Türkçedir," demiştir Gökalp. Her ne kadar bu türden kelimeler yabancı dillerden gelmişse de, bunlar halka mal olmuş, kullanırken artık yabancı olduğunu bile hissetmediğimiz kelimelerdir. Oysa "öz Türkçe" sözünü kullandığınız zaman kelimenin "kafa tası"na bakmanız gerekir. Onun için, bu kelimeler öz Türkçe değil ama, Türkçe kelimelerdir.
Türkçenin durumu bu yönden İngilizcenin durumuna benzer. İngilizce kelimelerin çoğu, nerdeyse dörtte üçü Latinceden gelir; bunun da çok büyük bölümü doğrudan doğruya Fransızcadan; geri kalanı eski Yunancadan, Keltçeden, İskandinav dillerinden gelir. İtalyancadan, İspanyolcadan, Almancadan, Arapçadan, Farsçadan, İbraniceden, Hollanda dilinden, Japoncadan, Çinceden, Kuzey Amerika yerlilerinin dillerinden, Pasifik adaları dillerinden, Malaya dilinden, Afrika dillerinden, Hindu dilinden, "Yiddish" denen orta Avrupa Yahudicesinden, Türkçeden kelime almıştır. "öz İngilizce" kelimenin sayısı çok azdır. Ama hiçbir İngiliz bundan rahatsızlık duymaz. Tersine, bütün bir dünya kültürünün mirasçısı olduğunu düşünür. İngilizcenin bir dünya dili olmasını haklı kılan etmenlerden biri de bu olsa gerektir. İngilizcede kelime sayısı 650.000'i geçmiştir.
Biz de İngilizler gibi düşünmeliyiz. Başka dillerden aldığımız kelimeler uzun tarihimiz boyunca değişik uygarlıklar, değişik uluslar, etnik ve dini cemaatlerle karşılaşmamızın bir ürünüdür. Tersine, biz o uygarlıkların mirasını dilimizde yaşattığımız için bununla gurur duymalıyız. O uygarlıklardan aldığımız kelimeler bizim dilimize iyice yerleşmişse, artık o kelimeler bizi rahatsız etmiyorsa, bize mal olmuş demektir. Bunun bilincine varmak ulusal kimliğimizin bilincine varma çabamızın bir parçası sayılmalıdır.
Etimoloji korkusunu savuşturmalıyız. Neyin dilimize mal olduğu, neyin mal olmadığı bellidir. Anahtar, limon, fasulye, torik, levrek, bakkal, tren, banka, ırgat gibi yabancı kelimeler bizi rahatsız etmez; ama istiğrak, mefhum, müfrit, münhasır, seks, plaza (oysa "piyasa" ile aynı kelime bu), sponsor, poşet, provokasyon, top model, kombinasyon, sübvansiyon gibi kelimeler rahatsız eder.
Dilimizin kimliğini tanıma amacı dışında, Türkçeyi doğru bir biçimde kullanabilmemiz için de etimoloji bilgisine ihtiyacımız vardır. Türkçe köke dayanan kelimelerin anlamları "saydamdır. "Bilmek" fiilinden türetilen bilim, bilgi, bilgin, bilge, bilgiç, bilinç, bildiri, bildirişim, bildik, bilir kişi kelimeleri açıklama gerektirmeyecek kadar saydamdır; yani kökenini bildiğimiz için, kavramını bilmesek bile zihinde belli bir şekil çizer bu tür kelimeler. Yabancı dillerden gelen kelimelerde bu saydamlığı pek bulamayız. Etimoloji bilgisi de burada gereklidir işte. "şey" ile "eşya"; "efkår" ile "fikir"; "evrak" ile "varak"; "terbiye" ile mürebbiye"; "alim", "malum", "malumat", "ilim"; "işgal", "meşgul", "meşgale", "iştigal"; "şekil", "teşkil", "müteşekkil", "eşkal" arasındaki ilişkiyi kaç kişi biliyor? (Pek çok kimse sanıklar hakkında "eşgali belirlendi" diyor. Burada Arapça kökenli "işgal" ile "eşkal" kelimeleri karıştırılıyor, ses benzerliği yüzünden).
Telefon, telgraf, televizyon, telepati, telekomünikasyon, teleferik gibi kelimeleri milyonlarca yurttaş kullandığı halde, bu kelimelerin ne anlama geldiğini bilen insanların sayısını merak ediyorum. Söz konusu kelimelerdeki sadece "tele-" biriminin ne anlama geldiğini bilen insanların sayısını merak ediyorum.
Bu gerekçelerle, yabancı dil öğretiminde olduğu gibi anadilinin öğretiminde de etimoloji konusuna yer verilmesinde pek çok yarar bulunduğuna inanıyorum. Herhangi bir konuda ve derste yepyeni bir kavramla tanıştığımız zaman da o kavramın etimolojisini vermek gerekir. Örneğin, hukukta ve ticari hayatta sık sık kullanılan "ahz ü kabz" gibi, tanınması biraz güç bir kılığa bürünmüş, kökenini hemen kestiremeyeceğimiz bir terim öğrenci için herhalde çok mat, çok bulanık bir terimdir. Buradaki, "atmak" köküne bağlı "ahz" birimini "ahize" (alıcı alet) kelimesiyle; "kabz" birimini de anlamca "tutmak" fiiline bağlı olan, Türkçede herkesin kullandığı "kabze", "kabzımal", "kabız" kelimeleriyle ilişkilendirirsek, "ahz u kabz" terimi "alıp tutma" anlamıyla birden aydınlanıp saydamlaşır. Bu bakımdan, sadece Türkçe dersi veren öğretmenlerin değil, hangi dersi verirse versin, o bilim dalında geçen herhangi bir Türkçe kelimenin kökeni ve gelişmesi üzerinde durulması o kelime ve terimlerin anlamlarının daha bir aydınlanmasını ve unutulmamasını sağlayabilir.
Bütün bu söylediklerimle, kelime öğretimi işini sadece köken bilgisiyle çözebiliriz demek de istemiyorum. Çünkü bir dilde "saydam" kelimeler de vardır, "mat" kelimeler de. Söz gelimi "kavram", "bildirişim", "içrek", "tekel" gibi Türkçe kelimeler saydam kelimelerdir; ama "tin", "bungun", "im", "töz", "tikel" ve benzeri Türkçe kelimeler ise mat kelimelerdir. O kadar içimize sinmiş olan "fikir" kelimesi bile mat bir kelimedir. Almanca "daki "Geist", "Gestalt" gibi kelimeler de mat kelimelerdir; İngilizce, Fransızca gibi çok zengin dillere bile çevrilemiyor. Bu ikinci kümedeki kelimelerin kökeni unutulmuş yahut bellekte silikleşmiş kelimelerdir. Bu türden kelimeleri soyut bir düzlemde kavrarız. Kökenlerini bilmeden, soyut olarak, başlı başına bir birim olarak öğreniriz bunları.
Bir dile sadece "saydam" kelimeler değil, "mat", "sisli", "bulanık" kelimeler de gereklidir. O dilin bir kültür dili olarak gelişmesi, yani bilimde, sanatta, felsefede kullanılabilmesi, duyguların ve düşüncelerin zengin bir biçimde dile getirilebilmesi için böyle kelimelere de ihtiyacı vardır. Almancanın felsefe dili olarak zengin bir dil olması soyut / soyutlaşmış kavramlarının zenginliğiyle ilgilidir.
Köken. bilgisini, yani saydamlığı mutlaklaştırmakla Nurullah Ataç'ın yanılgısına düşmüş oluruz. Bu bakımdan, dildeki her kelimenin köken bilgisi dili kullananlar için mutlaka gerekli değildir. Bazı kelimelerin başlı başına bir birim olarak öğrenilmesi yeterli olabilir. Ayrıca, her dilin belli bir soyutlama düzeyine ihtiyacı vardır. Buna göre, ancak çok verimli olan köklerin, saydamlığını yitirmemiş kelimeler üretebilen köklerin öğretilmesi doğru olur.
Öte yandan, bir dildeki kelimelerin tamamının mat olması da düşünülemez. O zaman Osmanlıca gibi bir dil çıkar ortaya. Dilin önemli bir bölümü saydam kelimelerden oluşmalıdır.
Biz Osmanlıca' yı niçin bıraktık? Osmanlıca fakir bir dil olduğu için mi? Hayır. Tersine, Osmanlıca bugün kullandığımız Türkçeden çok daha zengin bir dildi. Nitekim, Osmanlıca kendi ortamındaki duygu ve düşünceleri dile getirmede acze düşmemiş bir dildir.
Milliyetçi duygularla mı bıraktık? Hayır. Bu bilim dışı, ideolojik bir tercih olur. Böyle düşünenler olsa bile, bu tutarlı, bilimsel bir açıklama sayılamaz.
Akılcı nedeni şu olmalı: büyük çoğunluğu Farsçadan, Arapçadan alınan kelimelerden kurulu Osmanlıca Türkler için baştan sona mat bir söz dağarcığı ortaya çıkarıyordu. Farsça, Arapça bilmediğimiz, yahut iyi bilmediğimiz için, aldığımız kelimelerin kökenini bilmiyor, anlamlarını zihnimizde aydınlatamıyor, bu yüzden de, içimize iyice sinmeyen kelimeler kullanıyorduk.
İyi yazarlar bile derinlemesine olarak anlayamadıkları bir dille yazıyorlardı. Biz o dili kullanmayı, bir Avrupalının kendi dilini kullandığı gibi kullanmayı beceremiyorduk. En başta o dili kullananlar şikayetçiydi bundan. Dilimizi sadeleştirmemizin, arılaştırmamızın asıl gerekçesi budur, bu olmalıdır.
Dilin arılaştırılması, Türkçe köklerden yeni kelimeler türetilmesi köken bilgisi ihtiyacını geçmiştekine göre azaltmıştır. Ama dilimize mal olmuş, dilden atamayacağımız yabancı kelimeler de vardır.
Ayrıca, Batı dillerinden de pek çok kelime Türkçe' ye giriyor. Bugün Osmanlıca diye bir sorun yok artık; Türkçeye mal olmuş Arapça, Farsça kelimeler vardır sadece. Bunları bilmemek de bir eksikliktir. Bunun da ötesinde, sözünü ettiğim türden, dile tamamıyla mal olmuş kelimeler sayamayacağımız birçok kelime çok değerli edebiyat adamlarının metinlerinde kullanılan kelimelerdir. Yahya Kemal, Yakup Kadri, Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli, Falih Rıfkı gibi Türk edebiyatının vazgeçemeyeceği şair ve yazarların eserlerinde bugünün genç kuşaklarının anlamlarını bilmediği pek çok kelime kullanılmıştır.
Bu tür kelimeleri kullanmasak bile, anlamlarını bilmemiz gerekir. Bu bir "gericilik" değil, bir kültürdür. Biraz daha ileri gidelim: bugün biraz Osmanlıca bilmek, Arap harfleriyle yazılmış bir metni okuyabilmek de "gericilik" değil, bir kültürdür. Bugün asıl tehlike Batı dilleridir. Yüzlerce İngilizce, Fransızca kelime Türkçeyi istila etmiş durumda. Yabancı dil bilmeyen yurttaşlar da kullanıyor bu kelimeleri. Burada mutlaka bir ayıklama olacaktır: bizim için gerekli olanlarla olmayanlar.
Aldığımız kelimelerin ezbersiz ve doğru bir biçimde kullanılmasında gene köken bilgisi yararlı olacaktır. Bu da yabancı hem dil öğretiminde, hem anadilin öğretiminde dikkate alınması gereken bir konudur.
Türkçe öğretiminde, bir de çeviri yoluyla Türkçeye kazandırılan yeni kelimelerin, kökenleri bilinse bile, kavramsal anlamlarının öğretilmesinde yarar bulunduğuna inanıyorum. Pek çok kimse hiç gerekli olmadığı, Türkçe' de karşılığı bulunduğu halde Batı dillerinden alınan kelimeleri kullanır da, Batı dillerinden çeviri yoluyla Türkçeye kazandırılan birçok güzel terimi ve kültürel içerikli kelimeyi bilmez. Örneğin, tikel, tümel, nedensellik, söylem, içkin, yaşantı, ikilem, kısır döngü, olgu, gerçeklik, gönderge, önerme, bileşke, olay örgüsü, kurmaca, kurgu gibi çoğu çeviri yoluyla Türkçeye giren, kimisi çok kere yanlış bir biçimde kullanılan, Türkçeyi bir kültür dili olarak besleyen kelimelerin hangi batı dillerinden çevrildiğini, varsa, Osmanlıcadaki karşılıklarının ne olduğunu vermek de bu terimlerin akılda daha iyi kalmasını sağlayabilir. Bu yeni kelimelerin türetilişini de etimolojinin konuları arasında görmek gerekir. Yabancı dil öğretiminde de, anadili öğretiminde de kelimelerle çok işimiz var. "Ne okuyorsunuz efendim?" diye soran Polonius'a Hamlet'in dediği gibi, "Kelimeler, kelimeler, kelimeler..."
BÜLENT AKSOY
Boğaziçi Üniv. Öğr Gör.(e)