ÜNİVERSİTE NE DEMEK?
Üniversite kelimesi Türkçeye ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında girmiş. Ama o dönemde pek az, ancak gayriresmî olarak kullanılmış olabilir. Osmanlı Türkçesinde "Dârü'l-fünûn"du bu öğretim kurumunun adı. Üniversite kelimesi 1933'te Üniversite Reformu ile yaygınlık kazanmaya başladı. Birçok batı terimi gibi bu da içi görünmeyen, donuk, bozbulanık bir terimdi o zaman.
Bugün durum ne, ona bakacağız, ama önce geçmişe, üniversite reformu öncesine biraz göz atalım. Tanzimat'tan sonra Avrupa'yla kurulan temaslarla okumuşlarımız batı dillerini öğrenmeye başladılar. Batı dillerinden birini öğrenmek birçok fayda sağladı. Bunların en önemlisi, kendi dilimiz üzerinde düşünme, Türkçeyi yabancı dillerle karşılaştırma imkânını elde etmemiz, onun eksiklerini hissetmemizdir. Tanzimat, Meşrutiyet dönemlerinin okumuşları başta Fransızca olmak üzere batı dillerinin terimlerini olduğu gibi almak istemediler. Kendi dillerinde onlara karşılık aradılar. Çoğu Arapçadan alınan söz birimleriyle batı kavramlarına, terimlerine karşılıklar türettiler. Arapça olması yadırganamaz. Dilcilik açısından o zaman için doğru bir tutumdu bu. Çünkü İslam dünyasının bilim dili Arapçadır; Avrupa dillerinin bilim dilinin Latince olması gibi.
Ondokuzuncu yüzyılda, yirminci yüzyıl başlarında, batı terimlerine karşılık olarak türetilen kelimelerin sayısı bir hayli kabarık. Bu eski Türkçe kelimelere bir göz gezdirince bir bölümünün dildeki hızlı değişim dolayısıyla bugün kullanılmaz hale geldiğini, ama bir bölümünü de hâlâ kullandığımızı görüyoruz. Bunlar üstüne geniş kapsamlı bir inceleme yayımlanmadı şimdiye değin. Cumhuriyet dönemi öncesi yazarlarının bir alışkanlığı vardı: yazılarında kullandıkları batı terimlerini olduğu gibi kullanmazlar, bir karşılık ararlar, hangi batı teriminin karşılığı olduğunu da ayraç içinde verirlerdi. Bunun bir değeri var. Batı terimlerini olduğu gibi almamanın, o zamanın Türkçesinde bunların bir dengini aramanın bir anlamı vardı; batının kavramlarını donuk kelimeler olmaktan çıkarıyordu.
Dârü'l-fünûn da bunlardan biri. Üniversite kelimesi Latincedir. Osmanlı okumuşları kelimeyi olduğu gibi almamışlar. Bir karşılık aramışlar. Latince terimin bileşenlerini bire bir Türkçeleştirmek yerine kavramsal karşılığının uygun olacağını düşünmüşler. Doğru bir karar. Dârü'l-fünûn "fenler evi" demek; dâr "ev", fünûn da "fen" kelimesinin çoğulu. Bu öğretim kurumuna bu adın verilmesi medreseden ayrı bir kurum olduğunu etkileyici bir biçimde belirtir. Bu terimi bugün kullanmıyoruz, ama tarihî bir ad olarak hiçbir zaman unutulmamalı.
Arapçadan alınan "dâr" Cumhuriyet öncesinin öteki modern kurumlarının adlarında da kullanılmıştır. "Güzellikler evi" anlamına gelen, Istanbul Şehir Tiyatrolarının anası olan Dârü'l-bedâyi ilk tiyatro konservatuvarı; "nağmeler evi" anlamındaki Dârü'l-elhân da ilk musıki konservatuvarıdır.
Üniversite kelimesi gibi "fakülte" de ithal edilmemiş, "mektep" kelimesi tercih edilmiş. Avrupa'da fakülte durumundaki öğretim birimlerinden çoğu mektep ya da okul anlamındaki kelimelerle adlandırılmıştır zaten. Türkiye'nin ilk hukuk fakültesinin adı Mekteb-i Hukuk-i Sultânî; ilk edebiyat fakültesinin de Edebiyât-ı Âliye Mektebi’ydi. Onlardan daha önce öğretime başlayan, fakülte durumundaki yüksek öğretim kurumlarının adları da şöyleydi: Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahâne, Mekteb-i Harbiye, Mekteb-i Mülkiye, Halkalı Ziraat ve Baytar Mekteb-i Âlisi, Hamidiye Ticaret Mekteb-i Âlisi, Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi, vb.
Cumhuriyet döneminde üniversite kelimesine Türkçe karşılık arandığı söylenemez. En azından, Türk Dil Kurumu sözlüklerinde herhangi bir karşılık bulamıyoruz. Bu kelimenin bütün Avrupa dillerinde kullanıldığı göz önünde tutularak Türkçe karşılık aranmasına ihtiyaç duyulmamış. Türkçe karşılık arayan bir yazar var. Nurullah Ataç'ın 1950'li yıllarda yayımladığı denemelerde "bilim yurdu" sözünü kullandığını gördüm. Şöyle kullanmış: "Düşünün bir: roman, şiir, hikâye, deneme yazmak bilim-yurdunda öğretiliyor mu?" ("Bilim Dili", Son Havadis, 27 Temmuz 1954) Başka bir denemesinden: "Eski Bilim-Yurdu öğretmenlerinden, yani Darülfünun müderrislerinden birini tanırım, çok da saygım vardır kendisine ..." ("Günce", Son Havadis, 25 Temmuz 1955)
"Bilim yurdu"nun Dârü'l-fünun'dan anlamca farkı yok. Yine kavramsal anlamı göz önünde tutulmuş. Bilim yurdu karşılığı tutunamamış, sadece bir teklif olarak kalmış. Yıllar sonra Prof. Oktay Sinanoğlu "evrenkent" kelimesini türetti. Bu kelimenin şöyle türetilmiş olduğu anlaşılıyor: universe, "evren" + sity (aslı "city"), "şehir". Nitekim, Oktay Sinanoğlu 1994-2001 yılları arasında Ali kırca yönetiminde ATV'de yayımlanan "siyaset meydanı" adlı tartışma programlarından birinde üniversite karşılığında "evrenkent" kelimesini türettiğini böyle açıklamıştı. Bu program sürerken bazı seyirciler programa telefonla bağlanarak Sinanoğlu'nun üniversite teriminin bileşenlerini yanlış anladığını, "üniversite"nin Türkçe karşılığının "evrenkent" olamayacağını bildirmişlerdi. Sinanoğlu bunun üzerine, "evrenkent"in Latince terimin bileşenlerinin karşılığı olmadığını, başlıbaşına bir terim olduğunu, üniversite yerine kullanılsın diye türettiğini söylemişti. Oktay Sinanoğlu Bir Nev-York Rüyası, Bye-Bye Türkçe adlı kitabına sonradan eklediği bir dipnotunda bu noktayı yazıyla da belirtme ihtiyacı duymuş: "Japonların üniversite yerine 'Daigaku' dedikleri gibi biz de batı sözcüğü yerine 'evrenkent'i önerdik, kullanıyoruz. Bu kavram karşılığıdır; Latince sözcük çevirisi değil. Evrensel bilimlerin verildiği ve üretildiği kentçik." (Otopsi Yayınları, 4. bası, 2002, s. 90)
Üniversite kelimesinde şu iki birim var: Latince unus, "bir, tek" + Latince verse, "(bir durumdan başka bir duruma) dönme, döndürme, dönüş, dönüşme, çevirme". Kelime anlamıyla, "birlik durumuna dönmüş, birlik, bütünlük, topyekûn" demek. Sinanoğlu bu bileşenleri yanlış anlayınca, birimleri zorlayıp başka bir açıklama getirmiş; bu bir. İkincisi, "evrenkent" adı "evrensel bilimlerin öğretildiği kentçik" anlamını vermiyor. Bilim kelimesi nerede? Bu kelime olmayınca silikleşmiş. Dârü'l-fünûn ile bilim yurdu öyle mi? Üçüncüsü, evrenkent tamlamasının iyelik eki alması, "evrenkenti" olması gerekirdi. Bu söylediğime "biçimci gramer"cilik diyenler olabilir, ama ek almayınca, murat edilen anlamı zora sokuyor burada.
Üniversite teriminin tarihçesine geçelim. Universe (evren, kâinat) ile university aynı birimlerden kurulu, köken olarak aynı anlamı taşıyor. Latincede universum "bütün dünya, evren", universitas "bütünlük, bir şeyin tamamı, genel" demek. Bu kelimenin temelinde de "bütün, topyekûn, hepsi bir arada" anlamına gelen Yunanca holon var. Latince kelime küçük yazım değişiklikleriyle bütün Avrupa dillerine geçmiş. Türkçedeki kaynağı ise Fransızca université. Köken bilgisi bakımından üniversite kelimesinin altında yatan fikir şu: "üyelerinin bütünü, hepsi". Geç dönem Latincesinde universitas kelimesi mesleki bilgi, beceri kazandıran "meslek birliği, lonca, dernek" anlamında. Bu anlam, üyelerini bir araya getiren, onların kurduğu birlik bağlamında lonca benzeri kurumlara uyarlanmış. Bu kuruluşların üyeleri öğretmenlerle öğrenciler, ustalarla çıraklardı. Üniversitenin modern anlamı Orta Çağ loncalarındaki uygulamadan çıkıyor. Terimin aslı, ustalar ile öğrenciler camiası anlamındaki universitas magistrorum et scholarium; üniversite, onun kısaltması.
Daha önce Orta Çağ Avrupa'sında Studium Generale denilen yüksek öğretim kurumları vardı. Studium öğretim kurumu ile müfredatını, generale ise bu okulların her ülkeden, her bölgeden öğrenci kabul ettiğini yansıtıyordu. Çeşitli sanat dalları, musıki, ilahiyat, hukuk, tıp öğretimi sunan bu okulların müfredatı daha sonra onların yerini alan üniversitelerin temel müfredatı olarak benimsendi. En saygın Studia Generale okulları İtalya, Fransa, İngiltere, İspanya, Portekiz'deydi. Studium Generale kurumu yerini zamanla universitas'a bıraktı. Orta Çağ Avrupa'sında öğretim dili Latince olduğu için bütün üniversiteler her ülkeden öğrenci kabul ediyordu. Bunlar dışında, Katolik katedral okulları ile manastır okulları da yüzlerce yıl boyunca Avrupa'da yüksek öğretim sunan okullar arasındaydı. Manastırlarda rahiplerle rahibelerdi öğretim üyeleri.
Hümanizma, rönesans akımlarının etkisiyle Avrupa'da bir bilgi susuzluğu doğdu. Üniversitelerin sayısı gitgide arttı. Onbeşinci yüzyıldan başlayarak üniversiteler Avrupa'da nitelikçe de büyük bir gelişme gösterdi. Bilimin gösterdiği gelişmeyle koşut bir ilerlemedir bu.
Avrupa'da üniversiteler meslek öğretimi sunan bir kurumdan evrilmişse de, modern kimliğiyle üniversiteler meslek okulu değildir. Oxford Sözlüğü'nde (Oxford English Dictionary, 2010) üniversite terimi tanımlanırken şu nokta vurgulanmış: "Özellikle mesleki olmayan konularda öğretim sunan, genellikle akademik derece vermekte yetkili olan yüksek öğretim kurumu." Oysa Orta Çağ üniversiteleri daha çok bir meslek örgütü olarak tanımlanıyordu. Bugün üniversiteler mezunlarına bir meslek kazandırabilir elbette, ama hedefi bu değildir.
Üniversitenin tanımında vurgulanan bir başka gereklilik de akademik özgürlüktür. Akademik özgürlük bugün uluslararası bir değer olarak kabul ediliyor. Bunun önemi, 1988'de, dünyanın ilk üniversitesi olan Bologna Üniversitesinin kuruluşunun 900. yıldönümü dolayısıyla (kuruluşu 1088), 430 üniversite rektörünün imzaladığı Magna Charta Universitatum adlı bildirgede de belirtilmiştir. YÖK'ün de imzaladığı bu bildirgenin Türkçe çevirisi https://uluslararasi.yok.gov.tr . adresinde okunabilir.
Bologna Üniversitesinden sonra kurulan üniversiteler Paris (1150), Oxford (1167) üniversiteleridir. Daha sonraki üniversiteler de hep büyük kültür merkezleri olan şehirlerde kuruldu. Gerçek bir üniversite ancak bir kültür merkezinde gelişebilirdi. Bu durum, kasabalarda, köylerde oturan gençler üniversitelerde okumasınlar demek değildir. Bu geleneğin öngördüğü şey, bir bilim ya da sanat dalında öğrenim görme hevesi duyan herkesin, nerede oturursa otursun, üniversitesi olan bir kültür merkezine gelip şehirlerin imkânlarıyla kişiliğini olabilecek en iyi biçimde geliştirmesi, daha geniş bir dünyaya açılabilmesidir. Üniversite Avrupa'da hep şehre özgü bir kurum olarak doğdu, öyle gelişti.
Türkiye'de de üniversiteler 1980'e kadar hep büyük şehirlerdeydi. 1980 askerî müdahalesinden sonra getirilen düzenlemelerle üniversite sayısı inanılmaz bir hızla artırıldı. Küçük kasabalarda bile üniversite açıldı. Sonunda, üniversitesi olmayan il kalmadı. Açılan her yeni üniversite öğretim seviyesini biraz daha düşürdü. Bunların çoğunun doğru dürüst bir kütüphanesi bile yoktur. Bugün Türkiye'de toplam 209 üniversite var. Bu uygulamanın ardında siyasi sebepler olduğu açık. Her ilde bir üniversite olması taşradaki hayatı dönüştürmeye yarayabilirdi belki, ama bunun da önüne geçmek için tedbir alındı. Yeni üniversiteler hep şehir dışındaki arazilerde kuruldu, böylece şehir ile okul arasında kurulabilecek etkileşim en aza indirilmek istendi. 1980 sonrasının çok yanlış uygulamalarından biri de, meslek okullarının, üniversite kavramına aykırı olarak, üniversite bünyesine alınmasıdır.
1980 askerî müdahalesi üniversitelerin o zamana kadarki kazanımlarını alıp götüren bir sıkı düzen getirdi. 1981'de kabul edilen Yükseköğretim Kanunu ile kurulan Yükseköğretim Kurulu bir eşgüdüm merkezi olarak değil, bütün üniversiteleri bir teftiş kurulu gibi yukarıdan denetleyip dizginlemesi öngörülen bir üst kurum olarak görevlendirildi. Akademik özgürlük bir temel değer olarak kâğıt üstünde elbette var, ama fiilî varlığı hayli su götürür. Öğretim üyeleri akademik bir gerekçe olmadan YÖK ya da rektör kararıyla görevlerinden uzaklaştırılabiliyor.
Bu yeni düzende kurulan üniversitelerin pek azının üniversite sayılabileceği şüphesizdir. 1980 sonrasında Istanbul'da kurulan Marmara Üniversitesinin rektörü olan profesörün bir televizyon programında adeta övünerek, "Biz kitle eğitimi veriyoruz" demesi gerçekten çok acıdır. O yıllarda üniversitelerden beklenen şeyin aslında ne olduğu bundan daha özlü bir biçimde anlatılamazdı!
"Kitleyi eğitmek" bir yana, üniversite denen kurumun ödevi "vatanına, milletine, devletine hizmet edecek insanlar" yetiştirmek de değildir. En yüksek seviyede bilimsel bilgi üretmektir asıl amacı. Hiçbir üniversite bilimin dünyada eriştiği seviyenin altında kalmayı içine sindiremez, sindirememeli. Sindirememeli ki, geride kaldığını hisseden üniversiteler eksiklerini giderme yolunda bir atılım gösterebilsinler. Üniversitenin güzide (élite) bir kurum olduğunu bilmek gerekiyor her şeyden önce. Şöyle denmeli: bir fildişi kuledir üniversite! Orada sadece bilim için de yaşanmaz. Gençlerin tam bir özgürlük içinde kişiliklerini geliştirecekleri, bireysel yeteneklerini fark edecekleri, kültür, görgü edinecekleri, düşünen, entelektüel insanlar olarak yetişecekleri, toplumdaki hiçbir çevreyle karşılaştırılamayacak olan çok özel bir ortamdır üniversite.
Üniversitenin ne demek olduğunu üniversite kelimesinin kökenine bakarak kavrayamıyoruz. Yeni çağın bir kurumu olarak nasıl geliştiğine bakmamız gerekiyor. Kökeni, bir meslek birliği olduğunu bildiriyor. Ama bir meslek birliği olarak kalmamış. Bu işlevinden kopmuş. İlerleyen bilimin rüzgârında savrulup yepyeni bir kuruma dönüşmüş. Üniversite kelimesine kökenine bağlı kalarak Türkçe karşılık bulamayışımız da bu yüzden.
Bülent Aksoy, 19 Mart 2022