KUTLAMA/ ANMA – SON AKŞAM YEMEĞİ
Dilimizi oluşturan, sözcük, kavram ve terimleri ya dosdoğru bilecek, yerli yerinde kullanacak ve birbirimize meramlarımızı rahatça anlatacağız, yeni düşünceler üreterek barış, refah ve mutluluk içinde yaşayacağız ya da sağırlar diyaloğu içinde ağzımızdan çıkanı kulağımızın duymadığı bir ortamda yokluk ve yoksulluk içinde yaşayacağız.
Toprağımıza da kültürümüze de sahip olabilmenin, bu yüce değerleri yaşatmanın, geliştirmenin en önemli aracı gelişmiş silahlardan çok daha önce dilimizin incelikleridir.
TDK Dijital Güncel Sözlük kutlama, kutlamak sözcüğünün anlamını mutlu bir olaya sevinildiğini söz, yazı veya armağanla anlatmak, kutlulamak, tebrik etmek, önemli bir olayın gerçekleşmesinin yıl dönümü dolayısıyla tören yapmak; tesit (( (ﺗﺴﻌﻴﺪ) i. Arapça sa‘d sözcüğünden gelmekte ve uğurlu olmaktan tes‘іd, kutlama, tebrik )) etmek olarak açıklamaktadır.
Kut sözcüğü Eski Türkçe’ den günümüz Türkçe’ sine kadar sürekli uğur, baht, tâlih, mutluluk, saadet ayrıca eskiden ilâhî feyiz, tecellî, lûtuf: anlamlarında kullanılagelmiştir. Bu sözcüğün Arapça kuds sözcüğünden çağrışım yolu ile Türkçeye alındığı görüşü kanımızca yerinde değildir. Eski Türkçe yazıtlarda bu gösterilen şekline rastlamaktadır. Kut sözünden türetilmiş kutlu sözünün ilk şekli kutlug olup zamanla “g” kullanımdan düşmüştür. İlteriş Kağan olarak bilinen Türk hükümdarının öz adı Kutlug Beğ, unvanı İlteris Bilge'dir. Bunların yaşadığı tarihlerde Türkler henüz Arap kültürü ile hiç karşılaşmamışlardı. Sözcük, mutluluk veren, sevindiren, yücelten, esenlik içeren bir olay nedeniyle duyulan hoşnutluğu yazıyla, sözle veya başka yollarla bildirme anlamına gelmektedir. Kut-la-mak gibi kut-sal da kut kökünden türetilmiştir.
Sözcüğün Antik Yunan dilinde karşılığı thele, Latince ve batı dillerindeki karşılığı felix, félix sözcüğüdür.
Arapçadaki karşılığı ise kuds sözcüğüdür. Dilimize de girmiş olan kudsiyet, kudsi, mukaddes, mukaddesat, takdis sözcükleri bunmaktadır. Eş anlamlısı da mübarek sözcüğüdür. Tebrik de mübarek gibi kuds kökünden türetilmiştir. Uğurlu, bereketli ve kutlu anlamlarına gelmektedir.
TDK dijital Güncel Sözlük, anma sözcüğünün anlamını anmak işi; yâd ve ayrıca ölmüş bir insanı hatırlamak için yapılan tören olarak açıklamaktadır.
Anmak işi, hatırlama, yâdetme; zikretme, bahsetme, o insan veya olayla ilgili anıları tazelemek demektir.
Anma günleri, anma haftası veya anma töreni de bir olay ya da kişiyle ilgili anıları, o kişiyle ilgili belli olayları anlatmak, anımsanması, hatırlanması için yapılan tören veya törenler düzenlemeyi ifade eder. Tören olarak örneğin yasada öngörülmüş ise ulusal bayrak yarıya indirilebilir. Bu tören kapsamında toplantılar, yürüyüş ve mitingler yapılabilir. Doğrudan veya dolaylı olarak o kişi, kişiler veya olaylarla ilgili, sergi ve gösteriler, konserler, yarışmalar ve benzeri eylemler de yapılabilir.
Anmak kişilerin ve toplumların belleklerinde yer etmiş anıları tazelemek, diri tutmak amacını taşır.
Yazının başlığında yer alan “Son Akşam Yemeği” ne gelince, bu 2023 yılında çekilmiş bir filmin adıdır.
Bu adda daha önce de 2022 yılında dram, gerilim türünde senaristliğini ve yönetmenliğini Halil İbrahim Gezer’in yaptığı bir film var. Babalarının ölümü nedeniyle bir araya gelen üç kardeşin birbirleriyle didişme öyküsünü işlemiş. Vizyona da sanırım hiç girmemiş.
Aynı adı taşıyan ikinci film biyografi tarzında 2023 yılı içinde çekilmiş, 27 Ekim 2023 tarihinde vizyona girecekmiş. Youtube kanallarında fragmanları seyredilebiliyor. Yönetmeni Levent Onan ve senaristleri Vilmar Özçınar, Ayla Hacıoğulları.
Filmin tanıtımı; “28 Ekim 1923'te, Çankaya Köşkü'nde, ülkenin kaderini değiştirecek kararların imzalanmak üzere olduğu bir dönemde, akşam yemeği için hummalı hazırlıklar devam etmektedir. Bu sırada köşkte yaşlı bir hizmetçi olan Ahir (Engin Şenkan), köyden bir ziyaretçinin gelmekte olduğunu haber verir. Çankaya Köşkü'nün üst katında yeni bir yönetim şekline geçiş konusunda tartışmalar yoğundur ve ertesi gün cumhuriyet ilan edilecektir.
Film, köşkün mutfağında aşçıdan yamağa tüm çalışanların, hüzün ve mutlulukla dolu bu özel yirmi dört saatlik sürece tanıklık etmesini konu alıyor.” Cümleleri ile yapılıyor.
Filmin adı: SON AKŞAM YEMEĞİ
Bu başlığı duyunca İzlanda’dan Yeni Zelanda’ya, Şili’den Japonya’ya kadar herkesin aklına hiç kuşkusuz ve hiç duraksamasız tek bir şey gelir. Peygamber İsa’nın birisi kendisine ihanet etmiş olan Yahuda olmak diğer öğrenci arkadaşlarıyla birlikte, toplam 13 havarisi ile yediği yemek akla gelir. O yemekten sonra bilindiği gibi ihbar, yargılama ve İsa’nın çarmıha gerilişi öyküsü vardır. Böyle bir yemek gerçekten yenmiş midir, yenmemiş midir (işin o yanını bırakalım ancak bu Hristiyan miti yalnız o dinin inananlarına değil tüm insanların beynine işlenmiştir.
Son akşam adı üstünde sondur. O son akşamdan sonra çarmıh vardır. Oysa 28 Ekim 1923 günü akşamı hiç de öyle bir yemek yenmediği gibi o günün koşulları içinde yemek yendikten sonra ne çarmıh ve ne de ölüm gibi pis, uğursuz, lanetli olaylar yaşanmamış tam aksine o gün TBMM kürsüsünden bu günün Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Cumhuriyet yönetim şekli olarak TBMM üyeleri tarafından benimsenip oybirliği ile kabul edilmiştir. Yapılan gizli oylamada 158 milletvekilinin tamamının oyunu alan Gazi Mustafa Kemal Paşa da ilk cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Filmin konusunun hiçbir önemi yoktur, kalmamıştır ancak filmin adı cehaletin, kolaycılığın, açıkgözlüğün açık bir ifadesi olarak anılacaktır. 2022 yılında aynı adla çekilmiş bir film olduğuna göre önceki film yönetmen ve senaristinden izin alınıp alınmadığı da araştırılması gereken bir sorundur.
Bu filme bu ad niçin konulmuştur?
Acaba nasıl olsa biz iyi film yapamayız, bari herkesin bildiği bir ad koyarsak biraz ilgi çekebiliriz diye mi düşündüler?
Son Akşam Yemeği kuşkusuz dinsel bir içerik anımsatmaktadır. Oysa Cumhuriyet laisizmi kendine kılavuz alan ulusal bir kavramdır. Filmin senaristleri akıllarınca alegori, ironi mi yaptıklarını sanıyorlar? Eğer onların böyle bir düşünceleri varsa yarın onlar için bir külah giyerim, gelsinler söyleyeceklerini bu külaha anlatsınlar.
Son Akşam Yemeği sonradan Aziz efendilerin yazdığı hayli dramatik bir öyküdür ancak Leonardo da Vinci’nin o ünlü tablosu olmasaydı hiç kimsenin o akşam yendiği söylenen yemekten haberi bile olmayacaktı. Laf aramızda Vinci’nin bu fresk tablosunda bir yemek de göremiyoruz. Bir kebaptan vazgeçtik, hiç olmasa Kudüs usulü bol baharatlı bir patlıcan dolması olması gerekmez miydi?
Son Akşam Yemeği ya da Son Yemek İtalyanca söyleyişle Il Cenacolo or L'Ultima Cena 15. yüzyılda Leonardo Da Vinci tarafından 1495 ile 1498 yılları arasında yapılmıştır. Milano’da Duke Lodovico Sforza'nın isteği üzerine Santa Maria Della Grazie Manastırı’nın yemek salonunun duvarında işlenmiştir. Ve sanılanın aksine yağlı boya yerine duvar üzerine tempera tekniği ile kuru zemine fresk olarak işlenmiştir. Rönesans resminin başyapıtları arasında sayılmaktadır. Daha sonraki yıllarda Avrupalı ressamlar son yemek resmi yapma yarışına girişmişlerdir.
Filmde köşkün mutfağında o akşam yemeği için hummalı bir koşturmacadan söz edilmektedir. Filmin yönetmeni sanırım da Vinci’nin resmini o mutfakta görmüştür.
Bu insanlar Da Vinci’nin eserinin adını çalıp kullanana kadar sanatçı kimliğiyle daha özgün, daha tutarlı bir eser yaratabilselerdi.
Söz sözü, kapı kapıyı açıyor. Milano denince La Scala, La Scala denince de insanın aklına La Diva Turca Leyla Gencer Geliyor.
İtalyan Operasının adından çok söz ettiren bestecilerinden bir tanesi de 1792-1868 yılları arasında yaşamış olan Gioacchino Antonio Rossini’ dir. Rossini adını duyar duymaz Sevil Berberi’nin perdesi açılıp Figaro’nun sahneye girmesiyle birlikte kulağınızda güzelim aryasının melodileri duyulmaya başlamıştır. Rossini hayli verimli bir sanatçı, 40 yaşına kadar 40 civarında beste yapmış. Semiramis’ten, II. Mehmet’ e, William Tell’den, İtalya’da bir Türk’e kadar nice güzel eser. Onların içinde bir tanesini de sevgilisi ve sonradan karısı olacak ünlü şancı Isabella Colbran için yazmış. Eserin adı Elisabetta, regina d'Inghilterra. Yani İngiltere Kraliçesi Elizabet. Eser iki perdelik drama tarzında bir opera. Librettosu, İngiliz yazar Sophie Lee’ye ait.1815 yılında ilk bestelendikten sonra Napoli’de Real Teatro di San Carlo’ da sahnelenmiş. Ancak teknik güçlükleri olan bir eserdir. Ünlü sanatçılar bile öyle bir rolden kaçınmışlardır. Daha sonra opera adeta uykuya çekilmiş, unutulmaya itilmiştir. 1971 yılı Opera mevsiminde Sicilya’nın Palermo kentinde bulunan (dışarıdan da harika bir görüntüsü ve seyrine doyamadığım güzel heykelleri bulunan) Teatro Massimo görkemli bir açılış yapmak istemektedir.
İstemek güzel ama gerçekleştirmek güç bir iştir. O günün İtalya’sında gözler Leyla Gencer’e çevrilir. Sen… Sen, dendiğinde içinde fırtınalar esen ve kitabında zor, imkânsız gibi sözcüklerin yer almadığı Leyla Gencer evet der. Evet sözünün hemen ardından La Scala’nın arşivine kapanır. Zeynep Oral’ın Tutkunun Romanı Leyla Gencer adılı biyografik eserinden okuduklarımıza göre “Leyla kolları sıvar, kitaplara sarılır. Edebiyatı, tarihi irdeler. Kraliçe Elizabeth ile ilgili okumadığı tek satır, Rossini operalarıyla ilgili incelemediği tek nota kalmamıştır.” Leyla Gencer Elizabeth’i repertuarında bulunan 73 eserden bir tanesi olarak yerli yerine koymuştur.
Uykusuz geçen gecelerin, tartışmaların, dayanışma ve korkuların, endişelerin sona erip sahnenin perdesi çekildiğinde alkışlar ve işte “Kraliçe Elizabeth” sesleri yükselir. Leyla Gencer kendi deyişi ile bir kez daha uçurumdan atlamış, üzerindeki tüm ağırlıklardan kurtulmuş üstlendiği rolün hakkını fazlasıyla vermiştir.
Temsilden sonra Fransız eleştirmen Eric Dechaps aynen Türk soprano Leyla Gencer şeytansı güçler taşıyan rolün üstesinden geldi, sahnedeki varlığını sonsuz bir güce dönüştürdü diye yazmıştır. İtalyan La Stampa, Corriere della Sera ve diğer dergi ve gazetelerin yazdıklarını da buna ekleyin.
Leyla Gencer eğer kendini arşive kapatıp o çalışmaları yapmasa, eline tutuşturulan libretto ile yetinseydi bu başarıyı elde edebilir miydi? Bu kadar ince dokuyup sık elemeseydi ona “La Diva Turca” sanı verilir miydi?
Son Akşam Yemeği adlı filme senaryo yazanlar, yönetenler ve oynayanlar keşke Leyla Gencer’in yaptığı çalışmalara benzer çalışmalar yapsalardı. Keşke işin kolayına kaçıp Vinci’nin eserinin mirasına çullanmasalardı!
Yazık olmuştur, yazık etmişlerdir. Ayıp bir iş yapmışlardır. Protesto ediyorum.
Cumhuriyetimiz nedenlerini burada uzun uzun yazmaya, konuşmaya gerek yok ama karşıtlarının çok büyük ve sistematik bir saldırısı ile karşı karşıyadır. Görülen odur ki cumhuriyeti yıkmak ve yerine teokratik bir monarşi kurabilmek için çok açık bir savaş sürdürmektedirler. Bu gerçeği görmezden gelmek, göz ardı etmek aymazlıktır. Bütün bunlara karşın Cumhuriyet dayandığı temellerin sağlamlığı ve çağdaş uygarlıkla olan uyumu nedeniyle ayakta kalabilmektedir. Gerek dünyamızda ve bölgemizde gerekse ülkemizde geçerli sosyoekonomik ve sosyokültürel gelişmeler karşısında hala tek seçenek olarak dimdik ayakta durmaktadır. Cumhuriyet ve onun temsil ettiği ilkeler yerine konacak başka bir yönetim şekli bulunmuş değildir. Türk halkı 100 yıl boyunca benimseyip geliştirdiği bu sistemin yıkılmasına izin vermeyecektir. İçeride ve dışarıda çalışanlar isteklerine kavuşamayacaklardır.
Ancak aynı çevreler sürdürdükleri savaşın bir parçası olarak sudan bahaneler yaratarak 100. Yıl kutlamalarını geçiştirmek ve hatta yasaklamak istemektedirler.
Örneğin Filistin’de yaşanan savaş öne sürülerek halkın ödediği vergilerle halka hizmet etmesi gereken TRT programını değiştirmekte ve önceden 100. Yıl Kutlaması için hazırlanmış olan programları ertelemekte ve yeniden ne zaman yayına konacağı da açıklamamaktadır. Böyle bir karar ve uygulamanın yasalara aykırı olması bir yana mantığını da anlama olanağı bulunmamaktadır.
21.10.2023 günlü Sözcü Gazetesinin 1. Sayfasındaki habere göre:
TC devletini temsil eden Ankara Valiliğinin emri altındaki İl Milli Eğitim Müdürlüğü “Cumhuriyet Bayramını, Cumhuriyetin 100. Yılını Kutlama” değil
“Cumhuriyet’in 100. Yılı anma Programı” olarak açıklamakta ve insanların kafasında bir algı yaratmaya çalışmaktadır.
(anma sözcüğünün “a” sını da küçük yazmışlar.)
Program Ankara’da 23.10.2023 günü saat 10.00’da Yenimahalle’de Talim ve Terbiye Kurulu Konferans Salonunda yapılacaktır.
Programın içeriği Kur’an tilaveti, hatim duası, oratoryo ve İHL korosundan konser.?
Öncelikle ANMA ile KUTLAMA arasındaki fark nedir diye sorsak, bu soruyu ayrım gözetmeden yerli veya yabancı, herhangi bir kimseye sorsak nasıl yanıt alırız acaba?
Yeryüzünde ulusal bir gün kutlaması için oratoryo programı yapan bir halk var mıdır?
Yukarıda kutlama ve anma sözcüklerinin sözlük anlamlarını kısaca özetledik. Kutlamada sevindirici bir haber, kazanılmış bir utku, uğur, talih, kutsanmış veya yüceltilmiş bir değer söz konusudur. Kutlamada bir kıvanç vardır, bir övünç vardır. Kutlanacak olan bir olayın geçmişteki bir kişi veya olay olması gerekmez. Geçmiş ve yaşanmakta olan olaylar aynı tarzda kutlanabilir. Kutlama kavramının içinde yaşamsal bir canlılık vardır. Doğum günleri için kutlama, ölüm günleri için anma söz konusu olur. Örneğin bir yakınınız okuduğu okulu bitirmiştir, onu kutlarsınız, müzik, spor veya başka bir dalda başarısı vardır, kutlarsınız. Aynı şekilde varlığını sürdüren, varlığı ile sevinç yaratan Cumhuriyet kutlanmaktadır. Cumhuriyeti kuran kişiler kutlanmaz, artık onlar için kutlama kavramı anlamını tamamlamıştır. Onların bu kuşaklara bıraktığı Cumhuriyet yaşamaktadır, kutlanan da Cumhuriyettir, onun ilkeleri ve devrimleridir.
Cumhuriyeti kutlama yerine anma kavramını seçen kişiler bu kavramların anlamlarını bilmediklerinden mi yoksa bu kavramları bile isteye mi bu kullanmaktadırlar. Milli Eğitim Müdürlüklerinin herkesten daha iyi bilmeleri gerektiği halde bu kavramların anlamlarını bilmemeleri gerçekten çok büyük bir ayıptır. Eğer bilerek, isteyerek kullanıyorlarsa o zaman şunu söylemek zorunlu hale gelmiştir.
Cumhuriyet ölmedi, ölünün arkasından okunacak dua ve diğer ayetleri götürün gerektiği yerlerde ölüler için okuyunuz. Cumhuriyetimiz laik, demokratik ilkeler üzerine kuruldu. Onu bu ilkelerini yok sayarak teokratik bir yapıya dönüştürmeye hakkınız yoktur. Bu halk size gereken cevabı er ya da geç mutlaka verecektir. Bunu da kafanızın bir yerine yazınız.
Anma kavramına gelince genellikle geride kalmış, ölmüş bir kimsenin kimliği ve kişiliği ile yaptığı, katıldığı işler söz konusu olur. Anma kavramı içinde bir hüzün vardır, deyim yerinde ise çaresizlik, acı sonu kabullenme vardır. Örneğin Çanakkale’de ölen ve yaralanan askerler anılabilir, ama Çanakkale Zaferi kutlanır. Bizim kültürümüzde Çanakkale Zaferi Kutlama Törenleri vardır ama Çanakkale Zaferini Anma adı altında herhangi bir tören söz konusu değildir. Elbette Çanakkale’de şehit düşen askerler için dinsel dualar okunabilir, adları saygı ile anılır ama bunlar için bu ad altında bir tören yoktur.
Kutlama ve anma kavramları yerli yerinde kullanılmalıdır. Hüzün ile sevincin yeri karıştırılmamalıdır. Örneğin 10 Kasım günü bir anma günüdür, bir kutlama günü değildir. Toplumda milli veya dini bayramlar da aynı düşünce doğrultusunda anılmaz, yâd edilmez kutlanır.
Gerek Son Akşam Yemeği adıyla film çevirenler ve gerekse Cumhuriyeti Anma Programı yapınlar neyin peşindeler? Bu insanlar hangi gaflet (aymazlık), dalalet (sapıklık) ve ihanet (hainlik-düşmanlık) içindedirler?
Bu yanlışları ve kişileri açığa çıkarmak, açıklamak her yurttaşın boyun borcudur.
İyi niyet sınırları içindeki insanlarımızın da kaş yapalım derken göz çıkartmamak için dilimizi, dilimizi oluşturan kavram ve terimleri, bunların kök ve kökenlerini bilmeleri ve yerinde kullanmaları gerekmektedir.
Saygılarımla…
25.10.2023
Ali Can Polat