RETORİK, HİTABET, KIRAAT VE TİLAVET
Antik çağ Yunan düşünürü Aristoteles Peygamber İsa doğmadan önce (384-323) tarihleri arasında yaşamıştır. Platon’un öğrencisi ve Makedonyalı Philippos’un oğlu Aleksandros’un da öğretmenidir. Kendisinden sonra gelen Batı dünyası düşünürleri kadar Ortadoğu ve İslam düşünürleri üzerinde de etkili olmuştur. Atina’da Akademia’ da uzunca bir süre eğitim görür daha sonra oradan ayrılarak arkadaşı Khalkedon’ lu Ksenokrates ile Anadolu’nun Ege kıyılarındaki Assos kentine gelir ve orada bir okul açarak çalışmalarını sürdürür. Politika adlı ünlü eserini de burada kaleme alır. Daha sonraları ise Atina Akropolis’ i karşısında yer alan Lykabettos tepesi ile eteklerinde kurduğu Akademia benzeri Lykeion’da öğrencilerine derslerini vermeyi sürdürür. Günümüze ulaşan eserlerinden 50’ ye yakın kitabı 5 büyük ciltte toplanmıştır. Aristoteles Roma uygarlığının şekillenmesinden tutun da günümüze kadar çok farklı kültürlerden çok sayıda kişiyi etkilemiştir.
Konusunu ettiğimiz retorik sözcüğü Antik Yunan'da MÖ 5. yüzyılda Sokrates ve çevresindekiler tarafından kullanılmış ilk kez de Platon’un Gorgias adlı eserinde bir kavram olarak geçmiştir. Aristoteles’in Retorik (Sanatı) eseri ise üç ana bölümden oluşuyor ve onun en belli başlı eserleri arasında sayılıyor. İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan Retorik çevirisinden öğrendiğimiz gibi eserin konusu kısaca şöyledir. Homeros tanrı Hephaistos’un Akhilleus için yaptığı kalkanın süslemeleri arasında iki kişinin anlaşmazlığının da işlendiği anlatılır. Anlaşmazlık bir hakemin önüne getirilir ve bu konuyla ilgili en iyi konuşmayı yapacak olana verilmek üzere iki talonton altın ödül olarak belirlenir.
Konuyu araştıranlar retorikle ilgili olarak yazılı ilk belgenin veya ilk kaydın bu olduğunu belirtirler. Antik Yunan’da ve geleneği sürdüren Roma’da dinleyenlerin önünde güzel konuşma yeteneğine çok önem verilirdi. Politikada ve toplumsal yaşantıda güzel ve etkileyici konuşma yapma hemen herkes için istenen bir şeydi. Gençlerin eğitimi sırasında bilgi kadar bilginin anlatılması ve bu gençlerin kitle karşısında inandırıcı olmaları başlı başına bir ders konusu olmuştu. Atina kent devletlerinde demokrasi kuşkusuz bazı düşüncelerin halka (demos) anlatılması, onların inandırılarak oylarının kazanılması bilgi, plan ve projeler kadar büyük bir önem kazanmıştı. Yine o dönemlerde sofist düşünürler de retoriğe, güzel söz söyleme sanatına önem veriyorlardı. Bunlar arasında Gorgias ve Protogoras adı sayılabilir.
Retorik sözcüğü yerine dilimizde eskiden belâgat sözcüğü kullanılıyordu. Arapça blġ kökünden gelen balāġa (t) بلاغة “yetkinlik, özellikle söz söyleme yeteneği anlamına gelmektedir. Beliğ ve buluğ da yetkin, yetişkin anlamlarını taşırlar. Güzel söz söyleme anlamında kullanılmaktadır. Bunun için anlatılan bilgiler kadar anlatıcının melekelerinin, yeteneğinin de önemi vardır.
Belagat sözüne eşdeğerde Arapçada bir de nṭḳ kökünden gelen naṭiḳat ناطقة natıka "konuşma yeteneği" sözcüğünden alıntı, Arapça naṭaḳa "konuştu" sözcüğü bulunmaktadır. Arapça nṭḳ kökünden gelen nuṭḳ نطق “konuşma, söyleyiş” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük de yine Arapça naṭaḳa نطق “konuştu eylemi ile ilintilidir. Mantık, istintak, müstantik (sorgu yargıcı) sözcükleri bilgi dağarımızda çağrışan ilgili sözcüklerdir.
Belagat ve retorik sözleriyle aynı anlama gelen bir de hitabet sözcüğü bulunmaktadır. Etkileyici ve inandırıcı, kandırıcı konuşma sanatı anlamına gelmekle birlikte gündelik konuşmada çok zaman içtenlikten veya anlamlı içerikten yoksun dil-lisan anlamında da kullanılmaktadır. Hitabet sanatı içinde sözcüklerin ve tümcelerin doğru kullanımı kadar doğru telaffuzunun da önemi vardır. Hitabet bir sanat dalı olarak edebi değer de taşır.
Tilavet ise Kuran’ın yüksek sesle, güzel ve yöntemince okuması anlamına gelmektedir. Güzelden amaçlanan Kur’an’ın veya okunacak başkaca bir metnin sözcük ve tümcelerinin doğru telaffuz edilmesi, vurgularının yerinde yapılması ve okuyucu dikkatini dağıtıcı hareketlerden kaçınılmasıdır. Son olarak metnin anlamı neşeli iken üzüntülü, üzüntülü iken neşeli bir eda ile okunmaması olarak özetlenebilir. Sözcük Arapça tlv kökünden gelmekte ve uymak, izlemek, peşi sıra gitmek anlamına gelmektedir. Kur’an’ ın okunması konusunda hadislerde tertîl, tahsîn, tezyîn, kıraat, lahn vb. yöntemlerden de söz edilmektedir. Bunların içinde kıraat öne çıkmaktadır. Kıraat (Arapça okuma anlamında) sesli veya sessiz, dinleyicili veya dinleyicisiz olarak daha önce yazılmış veya ezberlenmiş bir metnin okumasını ifade eder.
Tilavette işin içine tecvid de girmektedir. Tecvid Arapça cvd kökünden türetilmiş olup bir şeyi, bir işi güzel yapmak anlamında kullanılmaktadır. Konu Kur’an’ın okunması olduğunda sözcük güzel okuma olarak tanımlanabilir. Tilavette belâgat veya retorikten farklı olarak dinleyicinin inandırılması söz konusu olmaz. Esasen tilavetin dinleyicisinin daha önce inanmış olduğu kabul edilmektedir. Hatta anlamının da bilinmesi gerekmemektedir.
Bakara suresi, 121. ayetindeki "yetlûnehû hakka tilâvetih" ifadesi de gerçek anlamda, gönüllerine sindirerek, anlayarak okumaktan söz etmektedir. Ancak Arapça dışında diller konuşan kişilerin okuyucu veya dinleyici olmaları durumunda bu hüküm anlamını yitirmektedir. Kutsal veya kutsal olmayan bir metnin anlamdan, anlamının anlaşılmasından farklı olarak yüksek sesle ve güzel bir şekilde okunmuş olmasının belki müzikal bir değeri söz konusu olabilir. Söz konusu Kur’an olunca müzik kavramı da yerini bulmamaktadır. Kur’an bu dünya veya kıyamet sonrası ahiret hayatında geçerli olacak kural ve ilkeleri dinleyiciye bildiren, tebliğ eden metinlerdir. Bu metinlerin belli müzik notalarına bağlı olarak, belli makamlarda okunması Kur’an’ın amacını aşacağını, aştığını savunan İslam âlimlerinin de sayısı az değildir.
Tilavette karşımıza teganni olarak yani okuyacağı metni şarkılaştırarak okuma şeklinde çıkan bu durum birçok İslâm âlimi, ilahiyatçı, düşünür tarafından bid’at olarak değerlendirmektedir. Bid’at, Hz. Muhammed ve Hulefa i Raşidin zamanında olmayan, sonradan ortaya çıkan ve İslâm inancına da aykırı olan şeylerdir. Kur’an ya da başka bir dinin kutsal kitapları insanlara yaşadığımız dünya veya ölümden sonraki ahiret yaşamı için gerekli bilgileri ve insanların iyi, düzgün yaşamaları için uymak zorunda oldukları emirleri tebliğ eden, bildiren metinlerdir. Tümüyle rastlantısal bir seçimle Bakara suresinin 65. ayetini ve mealini örnek olarak alalım.
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذ۪ينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ
Meali: Diyanet Vakfı Meali (1) İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar olun! Dediklerimizi elbette bilmektesiniz.
Meali (2) Elmalılı Hamdi Yazır: İçinizden cumartesi günü yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara "sefil maymunlar olun!" dedik.
İster Arapçası olsun ister Türkçe meali olsun bu ayeti tebliğ (tebligat) metni dışına çıkarak teganni etmek ne kadar uygun olur, Kur’an’ın amacına ne kadar uygun düşer bunun takdiri siz okuyuculara ait olacaktır.
Bu değerlendirme kapsamında Kur’an’ın güzel okunması adı altında yarışmalar açılması ve dereceye girenlere ödüller verilmesi konuları yeni baştan düşünülmelidir.
İHL veya Kur’an kurslarında aşir okuma (seçilmiş 10 -aşr- ayetin okunması) adı altındaki eğitim programları da aynı şekilde gözden geçirilmelidir. Bu öğrencilerin “nisyan-ül kerrat” ettikten sonra “hıfz ül Kur’an” eylemelerinin kime ne yarar sağlayacağı irdelenmelidir. Dijital çağda Kur’an’ı ezbere bilip, hafız olmanın veya gerektiğinde elindeki bir cep telefonuna bakıp takıldığı ayeti, sureyi görüntüleyerek konu ile ilgili bilgilerini doğrulamanın yararları veya sorunları değerlendirilmelidir.
İslam dini dışındaki dillerde, özellikle Hristiyanlıkta İncillerin okunmasından ayrı olarak dinsel nitelikli kilise müzikleri bestelenmiştir. Missa, requiem gibi adlar altında toplanan besteler hep bu temaları işlemektedir. Öte yandan bu metinlerin ses yükselticiler kullanılarak yüksek volümde (geniş hacimli gür ses =sound volume) ve yüksek şiddette (akustik ve odyolojik değerler yönünden güç, basınç ve şiddet) okunması da ne kadar müzikal olduğunu veya olmadığını ayrıca tartışma konusu haline getirir. Sesin bu belli değerleri aşması, desibel değerinin yükselmesi durumunda insanın algılaması zayıflamakta ve bu uyarıcıya karşı doğal bir tepki oluşmaktadır. Emevî geleneği ile birlikte İslam’ın dinsel ritüellerine girmiş olan bu uygulamalar mezhep, tarikat anlayışlarından bağımsız olarak incelenip değerlendirilmelidir.
Dinsel ayin ve dualar hiç kuşkusuz, inanılan o büyük güç ile insanın bir iç hesaplaşmasını gerektirir. İnsan bu hesaplaşma ile nelerin doğru nelerin yanlış olduğuna karar vererek hareketlerini düzenler. Bu hesaplaşma işi sükûnet, sakinlik ve bir huşû ortamını gerekli kılar. Eğer ses veya görsellik açısından bu ortam bozulursa istenen amaçlar gerçekleşemez. İnsanın iç benliğinde de yalnızca belli heyecanlar ve korkular egemen olur, insan söz konusu olan olay ve olguları içselleştirmeden kabul veya reddeder.
Bu anlatılan konuları bilimsel değerlendirmesi yapılmalıdır. Aksi halde istenen amaçların tam tersi bir durumla karşılaşılması kaçınılmaz olmaktadır. Aynı şeyler sade bir kıraatten, hitabetten, tilavete ve retoriğe kadar her alan için geçerlidir. Bu tür iletişimde en çok üzerinde durulması gereken okuyucu, söylevci ile dinleyici, seyirci arasında kurulan o auranın sonuna kadar sürdürülmesidir.
Radyo ve televizyonlarımızda haberlerin ve diğer programların sunulmasında okuyucu ve sunucuların da yukarıda açıklanan ilke ve kurallara uygun hareket etmeleri beklenir. Seslendirici durumunda olan bu kişilerin Türkçeyi ne kadar bildikleri tartışmalıdır. Birçok kavram ve terimin etimolojisine, semantiğine ve morfolojisine, fonetik özelliklerine yabancı oldukları için telaffuzları da yanlıştır. Diksiyonları kadar cümlenin neresinde nasıl bir vurgu yapılması gerektiği konusunda yeterli bir bilgiden yoksundurlar. Haber veya programın anlam ve amacıyla bağdaşmayan giyim tarzları, mimik ve beden hareketleri seyirci veya dinleyicinin konuya olan ilgisini dağıtmaktadır. Yabancı sözcüklerin seslendirilmesi ise başlı başına bir sorundur. Çeviriler çoğu kez yetkin olmayan kişilerce çok özensiz olarak yapılmaktadır. Bu özensizlikler konunun anlaşılması olanağını ortadan kaldırmaktadır. En büyük sorunlardan bir tanesi de gerek konvansiyonel ve gerekse dijital ve sosyal medyalarda halkın haber alma ve haberlerden haberdar olma hakkını engelleyecek şekilde bıktırıcı tekrarlara yer verilmesi ve konuyu reklamlarla boğmaları çok büyük rahatsızlık yaratmaktadır. Basın ve televizyonlar başta olmak üzere kamuya yönelik bilgi ve iletişim sağlayan kurum ve kuruluşlar üzerindeki kâr etme baskısı kaldırılmalıdır.
Retorik sözcüğü dilimize Fransızca rhétorique sözcüğünden alınmıştır. Eski söylenişiyle belâgat, güzel ve sanatlı konuşma anlamına gelmektedir. Sözcüğün kökeni Eski Yunanca rhetōrikē teχnē ῥετωρικη (τεχνη) deyimidir. Yunanca rhétōr ῥέτωρ = hatip sözcüğünden (+ ikos) sonekiyle türetilmiştir. Latincesi rhetoric’tir.
Retorik denen şeyin üç bileşeni vardır. Bunlardan ilki bir söyleyen, söylevci, ikincisi bir veya daha çok sayıda dinleyen, üçüncüsü de dinleyici ve bunlar sarasında görüş ve düşünceleri taşıyacak olan, iletici bir dil.
Aristoteles’e göre retoriğin üç ana elemanı logos, pathos ve ethos’ tur. Bunları kısaca özetleyebiliriz.
Ethos: Ethos söylevcidir, daha doğrusu onun erdemidir. Söylevci yaptığı işi, uzmanlığı ya da toplumsal ve kültürel kökleri dinleyiciden farklı olsa bile toplumun üzerinde uzlaştığı değer yargılarına, nomosa, ahlak değerlerine, erdeme saygılıdır ve toplumda örnek alınacak birisi konumundadır. Ethos, Latince mores (ahlak) kavramı ile yakın anlamlıdır. Söylevci üzerinde konuşulan sorunlara uygun yanıtlar veren bir kimsedir. Söylevci duruma göre kendisini gizler ya da cesaretle öne çıkarır ama sürekli soğukkanlıdır. Heyecanını kontrol altında tutar zaman zaman gerilimi artırır zaman zaman düşürür. Bütün bunları bilerek ve isteyerek yapar. Söylevci kendine özgü bir yöntem bulup geliştirmelidir. Başka birisinin kullandığı dili, yöntemi, simge ve sloganları kullanarak, başka birinin hal ve hareketlerini taklit ederek başarılı olması söz konusu olamaz. Bu tür hareketler karşı tarafa hizmet eder. Söylevci kullandığı dili iyi bilmek, iyi kullanmak zorundadır. Telaffuzu, takındığı tavır ve beden dili inandırıcılığını azaltır veya artırır.
Pathos: Söylevci, hatip karşısındaki dinleyenlerini, seyircilerini inandırmak, kandırmak için onların duygularına dokunur. Onları heyecanlandırır, coşturur, adeta büyüler. Bu anlamda pathos kavramının dinleyicinin duygularının toplamı olarak nitelendirebiliriz.
Logos: Söylevci ve dinleyici arasındaki bağdır. Bu bağ dil ile kurulur. Dil bir düşünce ve duyguyu karşı tarafa aktarır. Dilin anlam taşıyan yanına içerik dersek bu içeriğin sunuluşunu da biçem olarak söyleyebiliriz.
Tilavet, hitabet, kıraat veya retoriğin hangi türünde olursa olsun okuyucu, hatip, söylevci teemmül (düşünüp taşınma) ile teenni (ağırdan alarak, acele etmeyerek) ile hareket etmek zorundadır.
Dinleyici ve seyircilerin duygusal durumunu dikkate alarak konuşmalarında ölçülü bir lirizm de kullanabilir.
Retoriği, kendi içinde bir bilgi bütünü oluşturmaksızın bilginin kendisinden ayrı bir nesneye, verili olgulara ulaşmada, bir algı yaratmada yöntem olarak gören bir anlayış da vardır. Bu daha çok Nasyonal Sosyalist Parti propagandacısı Dr. Paul Joseph Goebbels’in uyguladığı bir yöntemdir. Bu propaganda yönteminde logostan çok pathos öne çıkar. Kitlelerin daha önceden sahibi oldukları ırk, dil ve din gibi ortak özellikleri sıklıkla kullanılır. Bunu uygulayabilmek için kitlede bir ayrıştırmaya ve kutuplaşmaya gereksinim duyulur ve bu kutuplar arasında bir düşmanlık yaratılır, var olan farklılıklar yaratılan algılarla derinleştirilir. Zaman zaman çok başarılı olduğu ancak bu başarının kalıcı olmadığı görülmüştür. Bu tür retoriklerlerde kitlelerin düşünmesi ve sonucunda anlatılana inanması veya inanmaması yerine güce ve sorgulamadan eyleme geçmeleri özendirir. Bu retorik ve propaganda yönteminde bireysel özgürlük yoktur. Kitleler, gerçeklere değil büyük yalanlara, gerçek ötesi şeylere inandırılır. Büyüklük, azamet ve üstünlük her zaman ön planda tutulur. Dikkat edilecek olursa bu sistemlere faşizm adı verilmiştir. Sözcük köken olarak Latince Fasces’den gelmektedir. Fasces, birbirine bağlanarak demet hâline getirilmiş çubuklara verilen addır. Roma’da otoritenin sembolü olan fasces ve bu gücün simgesi de baltadır. İtalyanca fascismo, Fransızca fascisme olarak bilinen hareket de yine Roma’da Benito Mussolini tarafından politika literatürüne kazandırılmıştır.
Kitleleri harekete geçiren retoriklerden, propaganda yöntemlerinden bir tanesi de Leninci propagandadır. Bu yöntemde diğerinden farklı olarak yalan yerine gerçek ve güç yerine hak, üstünlük yerine eşitlik kavramlarına, metaforlarına yer verilmiştir. Aynı şekilde bir güce itaat etme yerine hedef kitlenin birlikte bir güç oluşturmaları öngörülmüştür. Leninci propagandada tek kişilik liderlik yerine kurul kararları kitlelerin geleceğini belirler. Her iki yöntemin de benzeyen ve ayrışan tarafları bunlarla sınırlı değildir. Ancak belirgin özellikleri bunlardır.
Retorik sanatında biçim ve içerik dengesi önemlidir. Anlatılan, inanılması istenen konunun haklılığı, kitlenin isteklerine, amaçlanan hedeflerine uygunluğu kadar bunun anlatılma biçiminin de önemi vardır. Bu iki ögenin aynı noktada buluşması retoriğin başarılı sayılmasını sağlayacaktır. Bu iki öge arasındaki dengenin bozulması ise kitlede kuşkulara neden olacaktır. Eski Yunanda da bu dengeyi savunanlar veya hitabeti bir başına yeterli görenler olmuştur. Gerçeklere uygunluğu tartışılan bir konunun inandırıcılığının ağır basması kitleyi de yanlış hedeflere sürükleyebilir. İşin en trajik yanı da söylevcinin gerçek olmadığını bilebilecek durumda iken kendisini buna inandırmış, kandırmış, aldatmış olmasıdır.
19.03.2023
Ali Can Polat