Yakın Dil
Yeni bir dil öğrenmeye başlarken kelimeler büyülü gelir bana. Hepsinin kökenlerini araştırırım ve birleşik sözcükler çok mutlu eder beni. İki tane bildiğim sözcük yan yana gelip farklı bir anlam oluşturduğundaysa keyfime diyecek olmaz. Böyle böyle yabancı bir dil olmaz artık benim için, tanıdık bir dil olur. Tanıdık bir dil çok keyiflidir. Bir sürü konuşmanın olduğu bir yerde tanıdık dillerinizden birkaç kelime seçebilirseniz kendinizi oraya yakın hissedersiniz. O şehir eskisi kadar korkutucu gelmez artık, o sözcükler onları öğrenirken hissettiğiniz duygularla doludur. Her bir heceyi çaba sarf ederek öğrenmişsinizdir ve anladığınız her sözcük yüreğinizi kocaman bir gururla kaplar.
Bütün bunların uzağında bir dil var hayatınızda ne tanıdık diliniz ne de yabancı diliniz. İçinde doğup büyüdüğünüz dilin büyüsü çok başkadır. Onun her satırında emek yoktur, küçükken izlenen bir çizgi filmdir ya da okunan bir masal. Kendinizi o ana ait hissetmek için bir sözcük değil o dilde bir nida bile yeterlidir. İlk günlüğünüzü o dilde yazmışsınızdır, ilk şarkınızı o dilde söylemişsinizdir, çok kızınca ilk o dilde bağırmışsınızdır. Duygularını ifade edebilmek için o dilde çaba ya çoktur ya da yoktur. Deyimlerini duyarak öğrenmişizdir mesela. Sözlük sözlük gezmemişizdir. Kelime şakalarına hâkimizdir mesela, yöresel deyişleri biliriz. Bildiğimizden ötürüdür belki de bildiğimizi zannetmişizdir.
Beni bu yolculuğa Ankara Kale’sindeki Kelime Müzesi çıkarttı. Severek konuştuğum, onlarca kitabı sayesinde okuduğum dilimi ne kadar az bildiğimi bu sayede öğrenmiş oldum. Müze üç katlı ve çok keyifli bir yolculuk. İçeri girdiğiniz anda nereye bakacağınızı ne yöne gideceğinizi şaşırıyorsunuz çünkü her köşede olağanca asaletliyle bir parça sizin onu keşfetmenizi bekliyor.
Müze’nin yaratıcısı Şermin Yaşar’ın birçok kitabını okumuş hâlde müzeye gittiğim için beklentim oldukça yüksekti. Kendisi kitaplarında adeta usta bir kukla oynatıcısı edasıyla kostümler giymiş kelimeleri dans ettiriyordu. Böylesine zor bir işi yapabilmek için o kelimelerin hikâyelerine çok hâkim olmak gerekliydi bence. Kelimelerin hikâyeleri çok şey anlatıyor onlar hakkında ve bildiğimde hikâyeleri kelimelerin yerleri tam oturuyor yazılarımda. Bu yüzden müze yolculuğunda her öğrendiğim sözcükle bir karakter oluştu zihnimde ve beni yaz diye fısıldadı. Beni yaz çünkü benim hatırlanmaya ihtiyacım var dedi. O andan itibaren gezimin seyri değişmişti.
Yabancı deyimlere çok şaşırırız mesela, aman canım ne alakası var deriz. Kendi deyimlerimiz çok mantıklı olduğu için mi onları eleştirmeyiz yoksa üzerlerine hiç düşünmediğimiz için mi? Hiç anlamazdım mesela karga tulumba toplanmak ne demek. Anlamını bilirdim ama kargayla tulumbayla ne alakası vardı ki? Öğrendiğim sözcükler, bana fısıldayan karakterler ve içerideki kafası karışmış onlarca çocuk benim müzeden dışarıya farklı biri olarak çıkmama olanak sağladı.
O kelimelerin karakterlerini yazdım. Anlaşılmak isteyen karakterler. Anladığımızı zannettiğimiz değil de gerçekten dertlerini nereden geldiklerini neden kendilerini anlatmadıklarını sorduğumuz karakterler. Hepsinin kendi öykülerinde başka başka rolleri oldu. Kimi en öndeydi ve bütün hikâyeyi taşıdı kimi başkarakterin yan komşusuydu kimi yaşlıydı ama hepsinin kendini anlatma fırsatı oldu. Hem de yakın dilimizden sözcükler kullanarak bize kendimizi ait hissettirerek anlattılar. Kelimelere bile kendini anlatma fırsatı verildi. Her yakın gördüğümüzü bildiğimizi zannetmeyelim diye.
Kelimelerin kabukları soyuldukça tatları değişti. Gün yüzüne çıktıkça, anlaşıldıkça keyifleri yerine geldi ve kendilerini tekrar bir dilin parçasıymış gibi hissetmeye başladılar. Benim karakterlerime gelince onlar da sözcüklerinin tekrar kullanıldığını görmenin mutluluğuyla öykülerinde keyifli bir hayat sürüyorlar. Ben de bir gün sözcükler tekrar anlaşılmayıncaya dek onlara mutlu hikâyeler yazmaya devam edeceğim.
Defne Yağlı (1defne.yagli@gmail.com)
28 Şubat 2024