Turunçgiller
Birçok meyvenin, sebzenin ana yurdu Çin'dir. Bu bitkiler batı dünyasında (tabii, bizde de) bilinen adlarını Çincede değil, başka dillerde kazanıyor. Çin'den yola çıkarılan meyveyi sebzeyi ya batıya götürüp tanıtanlar, ya doğudan batıya götüren güzergâh üzerinde bir dağıtım merkezi olan ülke, ya da bitkiyi Çin dışında bir ülkede ilk kez yetiştirenler mührünü basıyor verilen adlara.
Portakalın da ana yurdu Çin. Onaltıncı yüzyılda Portekizli tüccarlarca Avrupa'ya getirilmiş. Portakal yetiştiren ilk Avrupa ülkesi Portekiz. Türkiye'ye de bu ülkeden geliyordu. Meyve Portekiz'den geldiği için Türkçede portokali adı verilmiş; Portekiz narenciyesi ya da turuncu yani.
Meyvenin Fransızca, İngilizce, Almancadaki adı ise orange. "Narenciye"nin değişime uğramış hali. Oksitanda auranja, İtalyancada arancia, Venedik İtalyancasında da naranza yazımları var. Portekizcedeki adı da laranj. Hepsi doğu dillerine götürüyor bizi: Arapça nāranc, Farsça nārang. İkisinin de kaynağı Sanskrit nāraṅga, portakal ağacı. Kelimenin daha eski kaynağı bilinmiyor. Türkçede bir Arapça sonek getirmişiz kelimeye: —iye. "Turunçgiller"le aynı anlamda kullanıyoruz. Turunç kelimesi de Farsçadan geliyor; bu meyve sınıfını belirtmek için ona da Türkçe —gil takısını eklemişiz.
Portakalın benzeri olan mandalinanın da ana yurdu ya Çin ya da Güneydoğu Asya ülkeleri. Kelime Çince değil, Sanskrit. Kaynağı, bu dilde danışman, müsteşar, müşavir, rehber anlamına gelen mantri / mantrin. Hint dinlerindeki mantra terimi de bununla ilintili. Meyve anlamı Türkçeye Portekizce mandarina kelimesinden geçmiş. Geçmişte Çinli ileri gelen devlet yöneticilerine "mandarin" deniyordu. Mandarinlerin üniforması safran sarısı rengindeki kaftandı. Kaftanların renginden esinlenilerek, turunçgillerin bu cinsine Avrupa'da ondokuzuncu yüzyılda "mandarin portakalı" adı verilmiş. Başka anlamları da var mandarin teriminin. Birincisini gördük: Çinli bürokrat, seçkin, yüksek seviyedeki devlet yöneticisi. Bu anlamın da iki yönü var: birincisi, okumuşlar, entelektüeller, bilginler anlamında. Simone de Beauvoir'ın Mandarinler adlı romanı İkinci Dünya Savaşından hemen sonra bir çıkış noktası arayan bir Fransız entelektüel çevresini anlatır. Mandarin bir de "bürokrasi"nin olumsuz anlamını yüklenir. "Mandarin Çincesi" ölçünlü (standard) Çincedir. Çincenin birçok lehçesi ya da ağzı var; bu ağızlarda konuşanlar birbirlerini anlayamazlar. Mandarin Çincesi başşehir Pekin ile çevresinde, belli başlı merkezlerde konuşulan, yazı dilinde kullanılan resmî Çincedir. Mandarin kelimesindeki /r/ ünsüzü Türkçede yerini /l/ ünsüzüne bırakmış. Farsça "servi"nin halk ağzında "selvi" olmasına benzer bir durum olsa gerek.
Greyfurt, her ikisi de Asya kökenli olan tatlı portakal ile yine bir turunç cinsi olan pomelo'nun melezi olan bir meyve. İlkin onsekizinci yüzyılda Jamaica'da, doğal ortamda, bu iki meyvenin tozlarıyla döllenmiş. İngilizcesi grapefruit, yani üzüm (grape) ile meyve (fruit) kelimelerinin birleşimi. Ağacın meyveleri salkımlar halinde yetiştiği için üzüme benzetilmiş. Türkiye'de Cumhuriyet'ten sonra tanınmaya başlamış bir meyve. Başlangıçta, bir süre greypfrut diye yazılmış.
Güney illerimizde yetişen turunçgiller ailesinden bir ağaç ile meyvesinin adı "altıntop"tur. Güzel bir ad! Sözlüklerimiz greyfrut ile eşanlamlı olarak tanımlıyor. Başka şehirlerde de bilenler, kullananlar var, ama yaygın değil. Greyfrutun halk arasındaki bir adı da "kız memesi"dir. Şemsettin Sami Kamûs-ı Fransevî'de meyvenin Fransızcası olan pamplemousse karşılığında şöyle yazmış: "Meyvesi nazik ve ıtır-nâk portakal ağacı ki meyvesine kız memesi tabir olunur." Demek ki, ondokuzuncu yüzyılda Türkiye'de bilinmeyen bir meyve değildi. Adı da bir hayli ilgi çekici. Refik Halit Karay bu meyvenin adını her yerde utanmadan söyleyemeyeceğimizi belirtmiş bir köşe yazısında. Doğru elbet, manava gidince "Ben kız memesi istiyorum" diyemezsiniz. Bir doktor da hastalarına soğuk kış günlerinde C vitamini alsınlar diye, "Bol bol kız memesi yiyiniz" diyemez. Maksadı ifade etmemesi bir yana, müstehcen bir söz etkisi bırakır. Ama bu, zamanımızın bir anlayışı. Geçmişte hiç de böyle değildi. Bu ad, halk ağzında da müstehcen miydi? Hiç sanmıyorum. Bunun gibi daha nice kelime, söz, deyim vardır halk ağzında. Zamanımızda bile sade halkın günlük hayatta bunları hiç çekinmeden, rahatça kullandığını gözlemlerimle görmüşümdür.
Geçmişten de bir örnek geliyor aklıma. Onsekizinci yüzyılın parlak bestekârlarından Tab'î Mustafa Efendi'nin rehavi makamındaki ağır semaisinin güftesi şöyledir: "Portakal ü turunç iki memesi / Lebi şeftalûnun şekerlemesi / Sîneme geçti sûzen-i gamze / Hep freng-i pesenddir işlemesi." Zarafetten yoksun, kaba bir güfte bu; ama bestesi güzeldir. Güftesi kaba olduğu için değil de müstehcen bulunduğu için yirminci yüzyılda hiçbir zaman ne salon konserlerinde, ne de radyolarda okunabilmiştir. Oysa onsekizinci yüzyılda bu güftenin müstehcen bulunduğuna inanmak güçtür.
Limon: ana yurdu ya Güney Asya ülkeleri ya da Çin. Dokuzuncu-onuncu yüzyıllarda Araplarca doğu Akdeniz bölgesine getirilmiş. Limon kelimesi çok küçük yazım değişikleriyle Avrupa kıtasındaki bütün dillerde kullanılıyor; kaynağı Arapça laymūn / līmūn; onun da kaynağı Farsça līmūn. Etimolog Dougles Harper'e göre, bu iki kelime Sanskrit nimbū (misket limonu) ile kökdeş (cognate).
Limon Arapça-Farsça ama, "limonata" İtalyanca. Limondan yapılan limonçello denen limon likörü de İtalyan işi.
Bergamot turunçgillerden biri. Bu meyvenin kökenini açıklayabilmek için bugüne değin Avrupa'da birçok varsayım ortaya atılmıştır. "Mazisi karanlık"tı çünkü. Konu üzerindeki araştırmalar sonunda gerçek ortaya çıktı sayılır: bergamot Türkçe kökenli. Bu adı taşıyan iki meyve var. Birincisi, "bey armudu"; "Mustafa bey armudu"nun ya da "Musta'a bey armudu"nun kısaltılmışı. Adından da anlaşıldığı gibi bu meyve bir armut cinsi. Onsekizinci yüzyıl başlarından önce Anadolu'da birçok yerde yetiştirilen, sulu, tatlı bir meyve olduğu biliniyor. "Bey armudu" Evliya Çelebi seyahatnamesinde de Trabzon meyveleri arasında sayılıyor. Bey armudu onaltıncı - onsekizinci yüzyıllar arasında Avrupa'da da bilinen, İtalyanca, Fransızca metinlerde adı geçen bir meyveydi. 1616 yılında yazılı İngilizceye de geçmiş.
İkincisi ise bildiğimiz bergamot. Bu da armut biçiminde olan, İtalya'nın Calabria bölgesine özgü olduğu söylenen ekşi bir Akdeniz portakalı cinsi ya da turunçgillerden biri. Öyle görünüyor ki, bu turunç cinsi armut biçiminde olduğu için, meyvenin Türkçe adı, yani "bey armudu" İtalyancada bergamotta'ya dönüşmüş, oradan da Fransızcaya, İspanyolcaya, öteki Avrupa dillerine geçmiş. Başka bir açıklamaya göre, bergamot, bir limon ya da turunç cinsi söz konusu armuda, yani "bey armudu"na aşılanarak yetiştirilmiştir. Bu ikinci açıklama, sonucu, yani kelimenin kökenini değiştirmiyor.
"Bey armudu"nun uğradığı ses değişimleri herhalde şöyle olmuştur: begarmudu / beğarmudu (eski Türkçede "bey" بك (ba, kef) diye yazılır; ikinci ünsüz Latin abecesindeki /g / ya da /ğ/ ünsüzlerini karşılar) > bergarmudu > bergamutu > bergamotu > bergamotta (İtalyanca). Kelimeye bir /r/ sesi katılmış oluyor; bu ses, bergamot adının Bergama ile ilintili bir ad sanılmasından kaynaklanıyor. İtalyanca kelime Fransızcaya bergamote yazımıyla geçiyor (bu dilde belgamot yazımı da kullanılmış); Türkçe, bu kelimeyi Fransızca söylenişiyle "yabancı" bir kelime olarak ithal ediyor!
Beyarmudu bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Mağosa ilçesine bağlı bir beldenin de adıdır. Bu köyün eski adı Pergamos, yani Pergama ya da Bergama. Bir kayda göre 1958, başka bir kayda göre 1962 yılında bu beldeye Beyarmudu adı verilmiş. Bu değişiklik de aynı yanlışlıktan kaynaklanıyor. Beyarmudu beldesi ile Karaman ili, Istanbul'un Sarıyer, Antalya'nın Kepez ilçeleri arasında "kardeş şehir" protokolleri imzalanmış.
Fidancıların Web sayfalarında sıraladıkları armut cinsleri arasında "Mustafa Bey armudu" da yer alıyor bugün. Demek ki, bu armut hâlâ yetiştiriliyor. Ama bu armudun eski metinlerde geçen armut olup olmadığını bilemiyorum. Ne olursa olsun, tarihî adının yaşatılıyor olması da sevindirici.
Bey armudu konusunda bir sorun daha var. Osmanlı-Türk musıkisinin büyük bestekârlarından, Itrî mahlaslı Buhurcuoğlu / Buhurîzade Mustafa Efendi (ölümü 1712), rivayete göre, çiçekçiliğe, meyveciliğe meraklıymış. "Musta'a bey armudu" diye anılan bir armut yetiştirmiş. Bu rivayet Itrî hakkındaki nerdeyse bütün metinlerde yıllardır anılır durur. Ama armudun burada verilen tarihçesi bu rivayeti desteklemiyor. Çünkü bu armut Itrî'nin doğmasından çok uzun zaman önce Anadolu'da yetiştiriliyordu. Ama ille de rivayete bir nebze gerçeklik kazandırmak istersek, şöyle diyebiliriz belki: Itrî o zamana değin Anadolu'da yetiştirilmekte olan, bir tesadüfle kendi adını taşıyan armudu Istanbul'da, kendi bahçesinde yetiştirmiş olabilir (mi?)...
Bülent Aksoy
26 Eylül 2021