URBA
Urba kelimesinin biçimlenişinde çok ilgi çekici bir özellik var. Biçimlenişi yerine türeyişi demek daha doğru. Nasıl türediğini bilmesek yabancı kelime olduğunu fark edemeyiz. Urba İtalyanca roba kelimesinden geliyor; bu dilde "uzun eteklik" demek. Fransızcası da, İngilizcesi de robe. Her iki dilde de uzun, bol eteklik. Hem kadın, hem erkek giysisi. Türkçede urba olmuş, "uruba" söylenişi de var; /r/ sesinin önüne bir ikinci ses eklenmiş; Isparta, istatistik, istasyon, erişte (aslı Farsça rişte) kelimelerinde olduğu gibi. Öntüreme (prosthesis) deniyor buna dil biliminde. Genellikle r, s, l ünsüzleriyle başlayan kelimelerde bu katma ses yaygın bir alışkanlıktır Türkçede. Ama bu ikincil ses yepyeni bir kelime türetmiş burada.
Latincede şehir anlamına gelen kelime urbs. Dolayısıyla "urba" "şehirli elbisesi" anlamını veriyor! Oysa aşağıda göreceğimiz gibi, gerçek durum pek öyle olmamış...
Aynı İtalyanca kelime Türkçe terzilik diline de geçmiş. Terzi dilinde "roba", bir giyeceğin omuzla göğüs arasında kalan kısmına eklenen parçaya deniyor.
Urba kelimesi şehirde doğmuş bir kelime; ama köy-kır diline girdiği için olacak ki, şehirli ağzına yakıştırılamamış. Bu yüzden, bir süre sonra aynı kelimenin Fransızcası alınıp rob / rop yazımıyla şehirli ağzına uygun bir kelime elde edilmiş! Rob'u yine Fransızcadan aldığımız ropdoşambr (robe de chambre) kelimesinde de görürüz. Gardrop'ta (garde robe) da var aynı kelime.
Urba, uruba Anadolu ağızlarında sıkça kullanılmıştır; bugün de kullanılır halk arasında. Ben "urba görme / gönderme / götürme / kesme / biçme/ düzme" deyimlerini gördüm. Bu deyimlerin hepsi birçok Anadolu beldesinde düğünden önce erkek tarafının evlenecek kıza ihtiyacı olan eşyayı hediye etmesi geleneğini dile getiriyor. Geleneklerin içinde bu derecede kök salmış urba sözü. Atasözlerine de girmiş. "Urbasız" deyimi ise şehirli halk dilinde "yoksul, aç açıkta kalmış kimse" demek.
Urba'yı TDK Güncel Sözlük'te "halk ağzı" sınıfındaki kelimeler arasında görüyoruz bugün, herhalde çoktan beri öyle. Buna göre, urba toplumsal hiyerarşide seviye kaybına uğramış. Ama urba'nın başka bir hayatı da var. Bir kelime konuşma dilinden yazı diline geçince bambaşka şeyler oluyor. Bir şair, yazar "halk ağzı" kelimeleri eserinde kullanırken sözün üstündeki tozu siliyor, ona hemen gözümüze çarpan bir parlaklık kazandırıyor, bir ışıltı veriyor. Buna seviye kaybetme denemez; tersine, kelimemiz taze bir soluk alıyor, dilin söz dağarcığını zenginleştiriyor. Edebiyattaki örneklerine bakarak söylüyorum bunu. Gördüğüm örnekleri arasında en güzeli Sabahattin Eyuboğlu ile Azra Erhat'ın bir çevirisinden. Hesiodos'un Theogonia (Tanrıların Doğuşu) adlı destanını çevirirken bu kelimeyi şiirin bir yerinde bakınız nasıl kullanmışlar:
Zeus'ün Öcü: Pandora
Ve hemen, kazandıkları ateşe karşılık,
Bir belâ yarattı insanoğullarına
Ünlü topal Hephaistos Zeus'un buyruğuyla
Kızoğlan kız bir varlık yarattı.
Gökgözlü tanrıça Athena da urbalar giydirip
Bağladı belini ve alnından aşağı
Öylesine bir duvak düşürdü ki,
İşlemeleri bir şenlikti gözler için.
Has edebiyatçılar ana dillerine yakışan sözleri kullanırlar ya da kullandıkları sözleri ana dillerine yakıştırırlar. Bu çeviride ustaca kullanılmış urba. Çevirmenler eski bir kelimeyi bir eski çağ şiirine çok güzel yakıştırmışlar; pırıl pırıl parlatmışlar.
Şairlerin halk ağzı sözlere yazı dilinde bir albeni kazandırmaları dilde beklenmedik bir durum. Böyle sözler halk ağzında şehirlilere göre biraz "kaba" kalıyor, ama yazıda apayrı bir lezzet kazanıyor, "inceliyor". Ama burada daha özel bir şey olmuş: şehirli edebiyatçıların metinlerindeki urba adeta kökenine dönüp yeniden şehirli giysisi anlamına kavuşmuş!..
Halk şiirindeki örnekleri bir kenara bırakıyorum. Konumuz o değil. Ben şehir edebiyatından örnekler vereceğim. Orhan Veli'nin "Odamda" adlı şiirinin bir dörtlüğü şöyle:
Ve doluyor sessiz, ordularım
Durmadan, dinlenmeden odama
Urbam içinde yatan adama
Hayretle bakıyor dört duvarım
Şehirli edebiyatçılar nesir yazılarında da kullanmışlar. Şu örnekleri görebildim:
"Yıkamışlar, yeni urbalar giydirmişler." (Ahmet Hamdi Tanpınar)
"Yeşil urbalı, yeniçeri kılıklı bir alay herif de karşıdan gelmişler." (Ercüment Ekrem Talu)
"Âlâ, yeni urubalar, başta altınlı nazarlık fesler… " (Ahmet Rasim)
"Vapur çımacılarından biri hemen urbasıyle denize atlayıp bîçâreyi ölümden kurtarıyor (Ahmed Midhat Efendi).
Yabancı bir kelime olduğu halde yabancı olduğunu hissettirmeyen, dahası, "öztürkçe" kıvamında bir kelime olup çıkmış urba. Bu yönüyle çok şaşırtıcı.
Bülent Aksoy
02.01.2022