TERÖR / TERÖRİZM ve HEROSTRATOS
Terör
Terör dilimize Fransızca terreur sözcüğünden alınmıştır. Sözcüğün kökeni Latince terrere yani korkma, titreme eylemidir. Terror sözcüğü bu terrere eyleminin mastarına yapılan or son eki ile türetilmiştir. Terör sözcüğünün anlamı genellikle siyasal bir davaya hizmet amacıyla ürkütmek, korkutmak ve yıldırmak amacıyla yasalara karşı sistemli bir şekilde şiddet kullanarak yapılmış belirli eylemlerdir. Eski dilde bu kavramın karşılığı tedhiş sözcüğüdür. Tedhiş sözünün kökeni Arapça “dehş” yani dehşete düşürmek, dehşet vermek, korkutmak, ürkütmek eylemidir. Terör olayını gerçekleştiren kişi veya kuruluşa terroriste/ terörist, hareketin sistemli olarak yapılmış olmasına da terrorisme/terörizm adı verilmektedir.
20. Yüzyılın sonlarında ve 21. Yüzyılın başlarında insanlığın başını ağrıtan en önemli konulardan bir tanesi hiç kuşkusuz terör ve terör olaylarıdır. Bu soruna bir çözüm aranacaksa öncelikle terör kavramının serinkanlı bir tanımının yapılması gerekmektedir.
Terör kavramı gerek ulusal ve gerekse uluslararası hukuksal düzenlemelerde sanıldığının aksine tanımlanması çok zor olan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zorluk, terör örgütü, terör amaçlı örgütlenme suçlarını oluşturan eylemler için de söz konusudur.
En pratik tanım pozitif hukuk normları esas alınarak yapılabilecek bir tanımdır. Buna göre yasada öngörülen suç tiplerine giren suçlar terör suçunun konusunu oluştururlar. Bunun karşıt kavramına göre yasada tanımlanmamış eylemler terör suçu olarak nitelendirilemeyecek demektir. Başka bir anlatımla terör suçlarının adi suç kavramı dışında olması gerekmektedir. Bu ayrım eylemin yaptırımı açısından çok önemli olmaktadır.
Aslında adına terör suçu diyebileceğimiz bir suç tipi yoktur. Terör yaratıcı suçlar başlığı altında toplanabilecek eylemler vardır. Terör bir suçun kendisi değil niteliğidir. Aynı şekilde suç örgütü kavramı da yerinde bir kavram değildir. Suç işlemek amacıyla örgüt kurmaktan söz edilebilir. Bir parti, vakıf, dernek veya şirketin kendisi terör örgütü olarak nitelenemez. Bu örgütler terör olaylarını gerçekleştirmek amacıyla kullanılmış olabilirler.
Ulusal ve yabancı hukuk kurallarına göre bu kapsama girecek suçları, a) terör amaçlı örgütlenme suçu, b) terörist eylemler için parasal veya lojistik destek sağlama suçu, c) terör eylemlerini gerçekleştirmek amacıyla donatma, eğitim verme, alma suçu, d) terör eylemleri için militan, eleman sağlama suçu ve e) terörden yarar sağlayacak bir düşüncenin veya örgütün propagandasının yapılması suçları ile bunlara benzer eylemleri sayabiliriz.
3713 sayılı (TMK) Terörle Mücadele Kanununda sayılan ve bu kanunun 3. maddesine göre de 5237 sayılı (TCK) Türk Ceza Kanunu’nun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320. maddeleri ile 310. maddenin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçları kapmasındadır. Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, askerî tesisleri tahrip ve düşman askerî hareketleri yararına anlaşma, anayasayı ihlal, yasama organına karşı suç, hükümete karşı suç, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan, silahlı örgüt, silah sağlama, yabancı hizmetine askere yazma, yazılma ve Cumhurbaşkanına suikast suçları bu kapsamdadır.
Bu suçların ortak paydasında “meşruiyet” ten yoksun oluş, “cebir ve şiddet” kullanma vardır.
Terör eylemleri insanların yaşama haklarına, kişilerin veya kamunun malvarlığına karşı işlenmiş suçlarla genel tehlike yaratan suçlardır. Kamu güvenliğine ve barışına karşı işlenmiş suçlar, bilişim alanında suçlar ve benzer suç sınıflamasına giren eylemler bir terör örgütünün plan ve programına uygun olarak ve terör saikiyle (güdüsüyle) işlenmiş olması durumunda terör suçu olarak kabul edilmektedir.
Terör kavramının sözlüklerdeki ve yasalardaki tanımlarını böylece özetledikten sonra şimdi bu kavramın tarihsel kökenlerine kısa bir yolculuk yapalım.
Herostratos
Bu kavramın tarihte ilk ortaya çıkışına bakalım. Tarihin tanıdığı, tanımladığı ilk teröristin, Herostratos’ un öyküsünü birlikte okuyalım.
İsa’nın doğumundan aşağı yukarı 6500 yıl kadar öncesine Anadolu’nun birçok yöresinde Hacılar’ da, Çatalhöyük’ te ahalinin saygısını üzerinde toplamış bir tanrıça vardır. Adı Artemis, toprağı ve bereketi simgeler. Kybele’ nin, Kubapa’ nın sanki ad değiştirmiş halidir o. Ona Hitit’te Hepat, Arinna, Anadolu’nun bir kısmında Ma, Sümer’de Marienna, Mısırda Isis, Syria’da Lat denildiğini biliyoruz. O bu toprakların saygısını ve sevgisini kazanmış ulu ana tanrıçasıdır. Babası ulu Zeus, anası Leto, ikiz kardeşi Apollon’dur. Daha uzakça diyarlarda adına Diana derler. İyi bir okçu olup Apollon tanrının yayı gümüş iken onunki altındandır. Onu kimsenin dokunmayı aklından bile geçiremediği, kız oğlan kız diye tanımlayabileceğiniz bir kadındır. Vahşi hayvanların tanrıçasıdır ama attığını vurur. Yanında altın toynaklı geyiği Kyrenitis her zaman ona eşlik eder.
İ.Ö. 564-546 yılları arasında, Anadolu’da Ege kıyılarında Ephesos antik kenti yakınlarındaki bir yerde Artemision tapınağı yapılmıştır. Aralarında Atina kentinden gelenlerin de yer aldığı bir grup halkın çabaları ile yapılan inşaat 20 yıla yakın bir sürede, ustalıklı çalışmalar sonunda tamamlanmıştır. Tapınak eldeki bilgi ve belgelere göre 190 metre boyunda ve 55 metre eninde idi, Ion tarzında 127 sütun üzerine kurulmuştu. Sütun yükseklikleri 15 metreyi buluyordu. Sütunların 36 tanesi kabartmalarla süslü idi. Artemision’ un büyüklüğünü ve görkemini anlatabilmek için sanırım Atina’daki Parthenon’ dan 4 kat daha büyük olduğunu söylemek yeterlidir.
Avlanmayı, vahşi hayvanları, iffet ve doğumu temsil eden tanrıça Artemis’in şu anda aslı Efes Müzesinde bulunan bir büyük heykeli de vardır.
Ana tanrıçanın bu heykelinde 4 kat halinde sayıları 17-40 arasında değişen memeler görülür. Polymastos. Gerek heykel ve gerekse tapınak öylesine görkemli ve güzeldi ki; yakın uzak diyarlardan çok kimse onu görmeye, burada tanrıça Artemis’e tapınçlarını göstermeye koşarlardı. Bu haliyle dünyanın yedi harikasından biri sayılırdı.
Artemis tapınağının olduğu Ephesos kentinde bir delikanlı yaşıyordu. Adı Herostratos’ du.
Bu dünya harikası Artemision tapınağı Makedonyalı Philip’in oğlu Alexander’in doğduğu yılda, İ.Ö. 356 yılında deli olduğu söylenen bu Herostratos tarafından yakılmıştır. O güzelim yapının yerinde şimdi Azra Erhat’ın deyimi ile yeller esmektedir. Azra Erhat’ın Cevat Şakir Kabağaçlı’nın çözümlemelerine dayanan anlatımlarına ve bir iddiaya göre tapınakta bulunan paha biçilmez hazinelere göz dikmiş olan rahiplerinin bu işte parmağı vardır. Daha sonra Lydia krallarının ve İskender’in de yardımları ile yeniden yapılmasına başlanmış ise de bu girişim sonuçsuz kalmıştır.
Konuya ilgi duyan ve merak edenler için belirtmekte yarar var Saint Paulus geldikten sonra yeni dine direnen Ephesos’ lular yaratılan Hristiyanlık çapaçulunda Bizans İmparatorluğuna karşı koyamamış, yağmacılığa teslim olmak zorunda kalmıştır. Güzelim Artemision’un taşları da birer ikişer sökülmüş bir kısmı Efes Saint Jean kilisesinin ve bir kısmı da İstanbul’da Ἁγία Σοφία /Agia Sofia/ Ayasofya’nın yapımında kullanılmıştır. Arta kalanları da İngilizler talan etmiş ve British Museum’a götürmüşlerdir. Onların bıraktığı yere İngiliz Çukuru adı verilmiştir.
Dahası şeytan gibi kurnaz, akıllı Saint Paulus Efes tiyatrosunda konuşmuş ve halkı bu yeni dine davet etmiştir. Efesliler direnmiş ise de sonuçta zor kullanılarak dirençleri kırılmış ve Hristyanlaştırlmışlardır. En ilginç yanı Artemis’in bütün iyi özellikleri koparılıp Meryem Ana mitine yapıştırılmıştır. Meryem Ana yüceltmesinin en temel unsuru Efes’te tasarlanıp inşa edilmiştir. Meryem’in buraya getirilişi, orada yaşayıp ölmesi olayının gerçekliğini tartışmaya gerek yoktur. Onun adına burada yeni bir tapınım yaratılmıştır. Efes’e giden Hristiyan inançlılar ziyaretlerinde bu gerçekleri de bilmelidirler.
Herostratos’a dönersek; 356 yılının 21 Temmuz gecesi tapınağa gizlice giriyor ve yanında getirdiği paçavraları yanıcı yağlara bulayıp tapınağın ahşap bölümlerine, çatısını tutan ahşapların arasına sıkıştırıyor ve sonra bu paçavraları tutuşturuyor. Yangın kısa sürede bütün tapınağı içine alıyor. Koca taş yapı ve içindekiler yanıyor. Ephesos halkı o sabah bu acı gerçekle adeta yıkılıyor.
Daha sonra Herostratos’u yakalamışlar veya o kendisi teslim olmuş daha sonra da Efes’li yargıçlar onu yargılanmıştır. Herostratos suçunu kabul ediyor ve yaptığı işi övünerek anlatıyor. Amacının Artemis Tapınağı’nı yok etmek ve tarihte kendisinin bir izini bırakmak olduğunu söylüyor. Savunmasında aşağı yukarı şu sözleri söylüyor. Ben Herostratos, Artemis Tapınağı’nı yaktım. Bu zaferi başka kimseyle paylaşamazdım. Doğan dehşeti eklemlerime kadar hissettim. Şimdi ise her şey bitti. Önceleri korkuyordum, korkumdan kurtulmak için sahip olacağım şöhretin hayaline sığındım.”
Yargıçların Herostratos’un kendisine ne ceza verdiklerinin o kadar önemi yok asıl ceza Herostratos adının herhangi biri tarafından söylenmesini, yazılı kaynaklarla geçmesini yasaklamalarıdır. Bu cezaya Damnatio Memoriae yani kötü anının lanetlenmesi, yaşanan acının silinmesi belleğin boşaltılması adı veriliyor. Eski Yunan tarihçi Theopompus (c.380–c.315 BC) bu konuları kayda almıştır.
Verilen Damnatio Memoriae cezası ilk zamanlar etkili olduysa da daha sonra unutulmuş ve Herostratos Artemis Tapınağını yakan dünyanın ilk teröristi unvanı ile olarak anılmaya başlamıştır. Bu yönüyle Herostratos’un amacına ulaştığı söylenebilir. Tapınağın yıkılmasından sonra gelişen olayların Herostratos açısından bir önemi bulunmamaktadır. Önemli olan tapınağın yakılması ve işlevsiz kalmasıdır. Bu yönü ile başarılı olmuştur, reklamın kötüsü olmaz deyiminde olduğu gibi adını tarihe yazdırmıştır.
Herostratos adı unutulmadı tam tersine tarihsel bir veri olmanın ötesinde sanatta, edebiyatta ve felsefede tazeliği ile varlığını sürdürmektedir. Şan, şöhret için çok korkunç saldırılarda bulunanları tanımlamak için kullanılan bir kavrama dönüşmüştür. Bu kavrama Herostratos Sendromu denmektedir. Amerikalı bir yazar, komedyen, hicivci ve aktör olan Albert Borowitz, Terrorism For Self-Glorification adlı kitabında, kapak ve içeriğinde bu terimi kullanmıştır.
Şimdi de terörle ilgili günümüz sorunsalına geri dönelim.
Her suç eyleminde olduğu gibi terör suçunda da suçu işleyen ve suçtan zarar gören taraf veya taraflar vardır. Suçu işleyen yani terörist bir terör örgütüne organik bağı olan veya yardım amacıyla hareket eden herkes veya her kuruluş olabilir.
Suçtan zarar görenlerin kim olduklarının terör örgütü açsından önemi ikinci plandadır. Zarar görenler bazen asker bazen kamu görevlisi ve bazen de siviller olabilir. Suçtan zarar görecek olanın kamuoyunda tanınan kişi veya kişiler olması ve zararın da toplumda büyük sansasyon, infial yaratmış olması terör örgütü açısından yeterlidir.
Bazen de kişilerin kim olduğunun hiç önemi olmayabilir. Onlar için olayın toplumda ses getirmesi önemli ve yeterlidir. Bir terör örgütü için bazen ölenlerin sayısı bazen yıkımın büyüklüğü önemli olabilmektedir. Terör örgütünün amacı yılgınlık, bıkkınlık yaratmak ve kendisi ile bir pazarlık masasına oturulmasını sağlamak veya devleti yıkmaktır.
Terörün amacı o toplum envanterinden eksilecek kişi veya malvarlığının miktarından çok gerçekleştirilen şiddet eylemleri ile toplumda korku salmak, halkta bıkkınlık ve yılgınlık duygusu yaratmak, yöneticilerle yönetilenler arasındaki güveni sarsmak ve toplumu kaos ortamına sokmaktır.
Bir toplumda esas olan yurttaşların demokratik bir ortamda yaşayışlarını barış ve huzur içinde sürdürmesidir. Bunun için özgürce yaşamak gibi doğuştan sahip oldukları haklarla birlikte demokrasinin kendilerine tanıdığı düşünce ve ifade özgürlüğünü, toplantı ve gösteri, miting ve yürüyüş haklarını, dernek, sendika ve siyasi partiler kurma ve kurulmuş olan bu örgütlerde düşünceleri doğrultusunda sosyal politik faaliyetlerde bulunma, grev yapma haklarını kullanabilmeleri esastır.
Devletin kendisini korumak hakkı kadar yurttaşların da sahip oldukları hakları kullanmaları ana dengeyi oluşturmaktadır. Devletin varlığı ve varlığını sürdürmesinin başlıca dayanağı yurttaşların bu haklarını rahatça kullanmalarının sağlanmasıdır.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılmasında cebir ve şiddet kullanılmaması durumunda bu hak ve özgürlüklerin kısıtlanması veya yasaklanması demokrasinin özüne aykırı olup yurttaşın anayasal haklarını kullanarak itaatsizliğe başvurmaları meşruluk kazanır.
Bunların dışında yurttaşların bu haklarını kullanmalarına engel olmak isteyen kişi ya da kuruluşların herhangi bir terör eylemine girişmeleri karşısında devletin güvenlik birimlerinin terör eylemlerine karşı harekete geçmesi. Her türden terörizmi yok etmesi gerekli ve zorunludur. Bu devletin olmazsa olmaz bir hakkı ve ödevidir.
Ancak devletin yönetimini elinde tutanların da terör kavramının kapsamı dışına çıkmadan bu hak ve ödevini yerine getirmesi gerekmektedir. Aksi halde yurttaşının demokratik haklarını kullanmasının önüne kendisi bir engel olarak çıkmış olur ki bu da kabul edilemez.
Bu nedenlerle öncelikle söz konusu eylemin terör kapsamında sayılan eylemlerden olup olmadığı ortada bir terör saikiyle şiddet kullanmanın ve olup olmadığı titizlikle incelenmelidir.
Yukarıda söylendiği gibi terör olayının iki tarafı vardır. Bunlardan bir tarafı terör olayını gerçekleştiren örgüt diğer tarafı da devlettir. Yurttaşlar ve kamu malları ise edilgin, suçtan zarar gören durumdadırlar. Örgütün herhangi bir legalitesi, meşruiyeti yoktur. Dolayısı ile yaptığı her eylem suç niteliğindedir. Devlet ise hukuki bir dayanağı bulunan meşruiyeti tartışmasız olan bir gücü temsil etmektedir. Birinin silah kullanması suç iken diğerinin kullanması hakkı ve görevdir. Devletin bu görevini yerine getirirken terör örgütü gibi değil kendi yasalarında belirtilen yöntemlerle hareket etmesi gerekir. Yaptığı her hareket denetime açık olmalı ve meşruiyeti zarar görmemelidir. Örneğin terör örgütü canlı bomba kullanabildiği halde devletin böyle bir hakkı yoktur, olamaz. Bir devlet bunu yapmaya çalıştığında devlet olma niteliğinden çıkar ve terör örgütü gibi olur, uluslararası ilişkilerde de saygınlığını kaybeder.
Ülkenin yabancı güçler tarafından istila ve işgal edilmesi durumunda yerli halkın giriştiği çete hareketleri ve gerilla faaliyetleri de terör kapsamına girmezler. Örneğin Kurtuluş Savaşımızda Anadolu’da halkın işgal güçlerine karşı giriştiği silahlı, silahsız eylemler terör değil haklı ve meşru bir karşı koyma hakkıdır. Aynı şekilde Vietnam’da işgalci ABD güçlerine karşı Vietkong gerillalarının eylemleri ne kadar cebir ve şiddet unsuru taşımış olsalar da terörizm olarak nitelenemez. Bu eylemlerin yurt savunması gibi meşru bir dayanağı bulunmaktadır.
Terör olaylarında yıkım, kıyım ve kırım ne kadar büyük olursa olsun duyulan, yaşanan üzüntü, kızgınlık ve derin infialimiz değerlendirmelerimizde ve karşı harekete geçmede devlete ve bize yanlış yaptırmamalıdır, olayları serinkanlılıkla ve terör kavramının kapsamı içinde değerlendirmeliyiz. Unutulmamalıdır ki; terör örgütünün amacı toplumda korku, endişe, yılgınlık, yorgunluk, bıkkınlık ve umutsuzluk havası yayarak sağduyunun elden bırakılması ve toplumun yanlış bir taktik ve stratejiye sürüklenmesidir.
Halkın yurttaş olmaktan kaynaklanan demokratik hak ve özgürlüklerini, düşünce ve ifade özgürlüklerini yasalarda öngörülmüş olan kurallar içinde açıklaması ve kullanması eleştirinin dozu ne kadar yüksek olursa olsun terör eylemi olarak kabul edilemez. Çünkü terör eyleminin sâiki, amacı demokratik gösterilerden çok farklıdır. Bu iki eylemin arasındaki farkı görmek toplumda huzur ve barışı getirirken iki eylemi birbiri ile karıştırmak demokratik yaşamı bozar, toplumda barış yerine huzursuzluk egemen olur.
Teröre bahane edilecek ortamın yaratılmadığı, terörist hareketlere göz açtırılmadığı, herkesin kendi farklılıklarıyla barış ve huzur içinde yaşayacağı güzel günler dileğiyle…
13.10.2023
Ali Can Polat