ŞAMAR OĞLANI ve 24 KASIM ÖĞRETMELER GÜNÜ
Ortada istenmeyen bir durum vardır ve bu istenmeyen durum nedeniyle hiç ilgisi olmadığı halde birisi sorumlu imiş gibi cezalandırılmaktadır.
Halk arasında yaygın olarak kullanılan bu deyimin öyküsü 16.- 17. Yüzyıla kadar uzanmaktadır. Avrupa’da derebeylerin egemen oldukları dönemlerde üst tabakadan asillerin küçük çocuklarının eğitilmesi için özel öğretmenler, mürebbiyeler görevlendiriyordu. Öğretmenler de çocuk için gerekli olacak yabancı dilleri ve kültürü, çocuğun ilgi ve yeteneklerine uygun bilgileri onlara öğretirler, onların beceri kazanmasını sağlarlar, eğitip yetiştirerek hayata hazırlarlardı. Daha düşük sınıf ve tabakalardan çocuklar ise bazı meslekleri yapanların yanına çırak olarak verilmekte ve çocuklar öğrenebildikleri kadar hayat bilgilerini bu yollarla öğrenmekteydiler. Bir de klise ve manastırlarda eğitim yapılıyordu. Buralarda yapılan eğitimin ise daha dinsel bir niteliği vardı. Ülkede bir ulusal eğitim birliği (tevhid-i tedrisat) yoktu. Eğitimin ulusallaşması ve devletin denetimine alınması ancak Fransız Devriminden sonraya rastlamaktadır.
Osmanlı Hanedanlığı döneminde de Türkiye’de eğitim aşağı yukarı bu şekildeydi. Saraydaki çocuklar özel öğretmenler aracılığı ile eğitilirlerdi. Şehzadeler ve kız çocukları mürebbiyeler, lalalar aracılığı ile eğitiliyorlardı. Halktan çocuklar ise tarlada çift sürmeyi babasından, öğrenebilirse bir mesleği de loncadaki ustasından öğrenebiliyordu. Ayrıca çocuklara medreselerde, dergâhlarda ve benzer yerlerde din ağırlıklı dersler veriliyor, hafızlık öğretimi yaptırılıyordu. Devletin ve sarayın gereksinimleri için okullar ve enderun da vardı.
O dönemlerde eğitim sırasında falaka, dayak ve çeşitli cezalandırmalar çok yaygındı. Ancak bu tarzda bir cezalandırmanın soylu çocuklara uygulanması düşünülemezdi. Çözümü daha alt tabakalardan çocukların ders verilen yerde hazır bulundurulması ve soylu çocuğun, şehzadenin yaptığı her yanlış ve işlediği her bir kusur için öngörülen cezanın bu çocuklara uygulanması olarak bulmuşlar. Yani şehzade öğrenmede başarısız oluyor, yanlış yapıyor ama köylü Mehmet efendinin çocuğu şamarı, sopayı yiyor, falakaya çekiliyor. Davul birinin elinde tokmak başkasının elinde denebilir. Bir çocuk eğitilecek, kusur işlerse dayağı başka bir çocuk yiyecek.
Kendilerine şamar, sopa, falaka vb. cezalar uygulanacak çocukların ahraz olmaları gerekiyor. Yani bu çocukların dilsiz veya hem dilsiz ve hem de sağır olmaları isteniyor. Bazen de bu çocuklar sağırlaştırılıyormuş. Acı ama gerçek bu.
Hani, bazı aileler çocuklarını sarayın gözetiminde olsun, eli 3-5 kuruş görsün diye yeniçeri yazdırırlarmış ya onun gibi belki çocuklarını sarayların, şatoların “şamar oğlanı” kadrosuna yazdıranlar da vardır.
Bunları okurken aklınıza belki “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” atasözümüzü ya da “eşeğini dövemeyen semerini döver” atasözümüzü anımsayacak, gücünün yetmediğini döğemeyince hırsını semerden alan insanı düşünüp gülümseyeceksiniz.
Ya o “günah keçisi” kavramı. Suçsuz olduğu veya çok küçük bir suçu olduğu bilindiği halde başarısızlığın, istenmeyen kötü sonucun bütün sorumluluğunun bir kişiye yüklendiği, hıncın bir kişiden alınmak istendiği dramatik olayı göz önüne getirelim.
5 Ekim günü, 1966’ da, öğretmenlerin sorunlarını görüşmek üzere Paris’te toplanan bir konferansta UNESCO temsilcileri ile ILO tarafından "Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi" oy birliği ile kabul edilmiştir. Pek çok ülkede 1994’ten bu yana 5 Ekim günü UNESCO önerisi doğrultusunda Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.
Türkiye’de de bu öneriler doğrultusunda her yıl 24 Kasım, Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Bu, Atatürk Yılı ilan edilen 1981 yılında 12 Eylül Askerî İdaresi tarafından başlatılmış bir uygulamadır.
24 Kasım 1928, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün "Millet Mektepleri' nin Başöğretmenliği" ni kabul ettiği gündür.
24 Kasım'ı Öğretmenler Günü ilan eden dönemin Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, ilk 24 Kasım kutlama mesajında öğretmenlere şöyle seslendi:
"Sevgili Öğretmenler, 24 Kasımlar sadece Öğretmenler Günü olarak anılmasın, bu gün aynı zamanda en büyük öğretmen Atatürk'ün ideallerinin gerçekleşmesi günü de olsun. Ayrıca bu gün; birlik, beraberlik ve bütünlük içinde yarının Türk çocuklarının Atatürk'ün özlediği şekilde yetiştirildiklerinin de ant günü olsun. Bu vesile ile hepinize mutlu ve aydınlık yarınlar diler, sevgiler sunarım."
Cuntacı generalin bu sözlerine fazlaca eklenecek bir şey yok. Bu sözlerin doğrultusunda kararlar alınıp uygulansa, öğretmenlerimize gereken saygının gösterilmesi sağlansa, özlük hakları iyileştirilse, mesleki sorunları, eğitim sorunları düzeltilse yeterlidir.
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız “Şamar Oğlanı” kavramının yaşandığı karanlık günlerden bu günlere gelmenin ne demek olduğunu bilerek bizlere okumayı, yazmayı ve dünyaları öğreten, bizleri çağdaş, hümanist, laik, demokrat bireyler olarak yetiştiren öğretmenlerimize şükranlarımızı ve saygılarımızı sunuyoruz.
24.11.2023
Ali Can Polat